31 Aralık 2014 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Aralık 2014)

Powersolo - The Real Sound
Yıl: 2014 Danimarka
Tür: Psychobilly, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sasquatch"

The Deaf - The Deaf
Yıl: 2014 Hollanda
Tür: Garage Rock, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Soul Trapper"
Ian & Sylvia - Northern Journey
Yıl: 1964 Kanada
Tür: Folk, Folk Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moonshine Can"
Karise Eden - My Journey
Yıl: 2012 Avustralya
Tür: Pop, Soul, Cover
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "It' a Man's World"
Ex Cops - Daggers
Yıl: 2014 ABD
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Teenagers"
 
Dala Sun - Gegenschein
Yıl: 2012 Yunanistan
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Monokitaro"
 
Les Gam's - Twistin' the Rock Vol. 13
Yıl: 2002 Fransa
Tür: French Pop, Twee Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rendez-vous jeudi"
 
Alexz Johnson - Let 'Em Eat Cake
Yıl: 2014 Kanada
Tür: Pop Rock, Folk Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Let 'Em Eat Cake"
Mount Carmel - Real Women
Yıl: 2012 ABD
Tür: Hard Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Oh Louisa"
 
Dimitris Liatsos - Ego I 5 A Capella
Yıl: 1999 Yunanistan
Tür: A Capella
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Peresmenes Mou Agapes"
 
Emmon - Aon
Yıl: 2014 İsveç
Tür: Synth Pop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Smalltown Boy"
 
Joy - Under The Spell of Joy
Yıl: 2014 ABD
Tür: Stoner Rock, Jam Band
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Driving Me Insane"
Filth OST
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Soul, Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: The Third Degree - "Mercy"
 
Bryan Ferry - Bête Noir
Yıl: 1987 İngiltere
Tür: Pop Rock, Art Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kiss & Tell"
The Cambodian Space Project - Whiskey Cambodia
Yıl: 2014 Kamboçya
Tür: Cambodian Pop, Indie Pop, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R tavsiyesi: "If You Go I Go Too"
George Michael - Faith
Yıl: 1987 İngiltere
Tür: Pop, Pop Soul
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Monkey"
 
King Tuff - Black Moon Spell
Yıl: 2014 ABD
Tür: Power Pop, Garage Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Eyes of the Muse"
Gov't Mule - Déjà Voodoo
Yıl: 2004 ABD
Tür: Southern Rock, Blues Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wine and Blood"

Thorbjørn Risager - Too Many Roads
Yıl: 2014 Danimarka
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Too Many Roads"
 
Noura Mint Seymali - Tzenni
Yıl: 2014 Moritanya
Tür: African Folk Music, Tuareg Music, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tzenni"
 

24 Aralık 2014 Çarşamba

The Spiracles - Last Night I Dreamt About You


Rüya esnasında rüyada olduğunun farkında olmak çok ilginç bir duygu. Yatağında kendinden geçmişsin ama bir şekilde gördüklerinin aslında bir rüya olduğunu bilecek kadar da o rüya içinde uyanıksın. Bilinç tamamen kendini salıvermemiş, ayaklar yere basıyor. Ama yerçekimi işimize geldiği ölçüde etkisini gösterir durumda. İşte bazı şarkılar, hatta komple albümler insana bu hissi yaşatabiliyor. Bu hissin bendeki yansımaları haliyle dream pop, shoegaze, post punk, new wave türlerinde ve 90'lara ait bazı kilometre taşı albümlerde kendini gösterir. Yeni nesil müzisyenler, bazı istisnalar dışında bu duygudan ya bihaberdir ya da yanlış anlamıştır. Bu istisnalardan biri hiç ummadığım bir anda, hiç ummadığım bir coğrafyadan çıkarak beni sarıp sarmaladı.

The Spiracles, 2012'de Lima / Peru'da kurulmuş bir indie / dream pop grubu. Aynı zamanda benim dinlediğim ilk Perulu grup. Peru öyle her zaman karşımıza çıkan işler üreten bir ülke sayılmaz. Mesela bugüne kadar izlediğim ilk ve tek Peru filmi de 2007 tarihli Madeinusa idi ve öyle de kaldı. Lafı fazla uzatmadan The Spiracles'ın o büyülü atmosferine dalarsak karşımıza Luis Rodríguez ismi çıkar. Kendisi Lima'nın yeraltı müzik aleminin saygın isimlerinden biri olup, Resplandor adındaki shoegaze grubuyla ülkesi dışındaki indie mecralarda da az çok tanınmış bir gitarist. Üstelik Resplandor'un 2008'deki ilk albümü Pleamar'ın yapımcılığını dream pop türünün mucitlerinden Cocteau Twins grubunun lideri Robin Guthrie'nin üstlenmiş olması da az buz şey değildir. Lima'nın popüler kulüplerinde, kafelerinde müzik yaparak lokal bir şöhret edinen Rodríguez, 2012'de How Things Get Well When I Met With You adlı EP'si ve içindeki Fireflies şarkısıyla işi canlı müzik ortamlarından kayıt stüdyolarına taşıdı. Tam oradan alıp yürüyecek derken vokalist Aracelli'nin ayrılmasıyla başlayan sıkıntılı bir döneme girildi.

Neyse ki kısa sürede toparlanıp bazı eleman değişiklikleriyle The Spiracles'ı tekrar faal hale getiren Rodríguez, kadın vokal tercihini bu kez 2009'da The Voice Peru'da (evet, orada da var!) yarışmış Verónica Grados'dan yana kullanarak müthiş bir hamle yapmış. Kafe ve kulüp konserleri tam gaz devam ederken ilk uzun metraj için materyaller de şekillenmiş. Kasım başında da debut Last Night I Dreamt About You yüzünü göstermiş. İlk EP dönemindeki tarzından farklı biçimde daha içe dönük, fakat kesinlikle daha yoğun bir sound ile 10 kırık kalp hiti barındıran ilk albüm bana göre 2014'ün en dikkat çekici işlerinden biri olmuş. Ne var ki bu dikkati şimdilik pek çekmediği de aşikar. Belki yıllar geçtikçe demlenip değeri daha iyi anlaşılır. Bana herşeyi ile çoktan demlenmiş hissi veren Last Night I Dreamt About You, o başta sözünü ettiğimiz rüya halinde yıllardır aradığımız kişiyi, ya da zaten bulduğumuz kişiyi görmek gibi bir albüm.


The Spiracles'ın damaklarda bıraktığı nostaljik tadın en belirgin özelliği, bu naif pop rock soundunu büyük oranda şekillendiren Peter Buck'vari gitarlar olsa gerek. Zaten Luis Rodríguez'in favori gruplarından birinin R.E.M. olduğunu dikkatli bir dinleyicinin anlaması pek zor olmaz. Daha ilk şarkı Tremble'ın o sonbahar yüklü temposunu beğendiyseniz albümü zaten beğenmişsiniz demektir. Ardından Hot Day gelir ve anlarız ki, aynı iklim içinde birbirinden ufak detaylarla ayrılan, fakat bu detayların her birindeki melankoliyi alttan üsten güçlendiren şarkılarla muhatap olacağız. Luis Rodríguez, duygusal zekasını gitar ustalığıyla sadece "şarkı" yaratmak için birleştirmiş bir şekilde "güven" vericidir. Öyle ki, Trust'ın nakarat bölümünü Verónica Grados değil, Rodríguez'in gitarı söyler. Zaten Trust boyunca, hatta albüm boyunca Grados'un sesiyle Rodríguez'in gitarının düetini dinleriz sanki. It Shines On You'nun coşkuyla karışık iç burkan nakaratındaki güzellik, The Spiracles'ın o aynılık içinde farkındalık yaratan farklılığının bir başka görkemli yansımasıdır. Çok güzeldir!

So Far Away, iki küsür dakika boyunca içine doğru ağlayan şahane bir dream pop iken, Rodríguez'in girişiyle mağrur biçimde, hüngür hüngür olmadan gözyaşını dışarı çıkarabilen bir diğer beste. A Thousand Miles Away, söze gerek bırakmadan kucağına atlanılası enstrümantal bir güzellik olarak hem Grados'un yokluğunu, hem de Rodríguez'in varlığını hissettiren büyülü birkaç dakika sunuyor. R.E.M. de 90'larda albümlerine ince ince enstrümantal şarkılar koymayı severdi hani. Beneath A Sky Of Stars, Rodríguez'in her şarkıya bir veya birkaç kez serpiştirdiği "killer" gitar rifflerinden biriyle yürüyen, Verónica Grados'un bu kez koluna Amerikalı dream pop / shoegaze grubu Drowner solisti Anna Bouchard'ı taktığı beş dakikalık bir melankoli serüveni. Who's To Blame?'in tempolu olduğuna bakmayın. O da aynı hüznün yolcusu. Unkissed Girl desen, hiç de bir albümün sondan bir önceki şarkısı gibi durmuyor. Grados "I'm not afraid" dizesinde bile samimiyetinden ödün vermiyor adeta. Ve böyle bir albümün kapanışına konma şerefini taşıyan Waterfall, albümün genel rüya atmosferinin ayakları yere basan kısmına daha fazla vurgu yapan, yine Luis Rodríguez'in o konuşan, kendi nakaratını söyleyen, düet yapan karakterine sahip bir şarkı.

Son şarkı Waterfall'a bağlı olarak mono halde ilk şarkı Tremble'ın ilk bir buçuk dakikasını duymaya başlıyoruz. Bu da bize albümün bittiğini ama yeniden başlayacağını, her sonun aslında bir başlangıç olduğunu, her ne kadar aynı şeyi dinleyecek, aynı şeyleri yaşayacak, aynı şeyleri hissedecek gibi görünsek de, bu başlangıçların da aslında kendi içinde "yeni" sayılabilecek ufak keşiflere gebe olabileceğini anlatıyor. Sadece şeytan değil, herşey ayrıntılarda gizli. Last Night I Dreamt About You, kendi süresine bu ayrıntılardan bir dolu sığdırmış epik bir iklim. Luis Rodríguez ve Verónica Grados bu iklimin yağmuru, karı, bulutu, bulutun arasından sızmaya çabalayan güneşi, esmek için nazlanan rüzgarı. Ve evet: Rüya esnasında rüyada olduğunun farkında olmak çok ilginç bir duygu.

1. Tremble
2. Hot Day
3. Trust
4. It Shines on You
5. So Far Away
6. A Thousand Miles Away
7. Beneath a Sky of Stars (feat. Anna Bouchard)
8. Who's to Blame?
9. Unkissed Girl
10. Waterfall

19 Aralık 2014 Cuma

Karise Eden - Things I've Done


2012'de sevilen ses yarışması The Voice'ın Avustralya ayağının haklı birinciliğini alan 1992 doğumlu Karise Eden, Ekim ayında çıkan ikinci albümü Things I've Done ile farklı bir sınav veriyor. Başarıyla verdiği ilk sınavdan başlarsak, kendisinin ilk defa göründüğü yarışmanın YouTube videosuna kadar uzanmamız gerekir ki, zaten oradan kendisinin nasıl bir doğal yetenek olduğu hemen anlaşılabilir. Keith Urban, Seal, Delta Goodrem ve Joel Madden'dan oluşan arkası dönük jüriyi James Brown'ın It's a Man's World klasiğini seslendirerek daha onuncu saniyede döndüren ve sadece jüriyi değil herkesi büyüleyen Karise'nin bu performansı TV kutusunu değerli kılan anlardan biridir. Böylece Karise, akıllı davranıp Seal'ı koç olarak seçerek hem birinciliği, hem de kariyer yapma fırsatını kazanmıştı. Gerçi bu sesle kimi seçse şampiyonluğu kaçınılmazdı. Asıl ilginç olan, böylesine özel bir sese sahip Karise'nin bu yarışmadan önce keşfedilmemiş olması. Bunun sebebi de büyük ölçüde genç yaşta birçok çile çekmek suretiyle hayatı roman olmuş bu genç kadının kendini gösterme şansı bulamaması olsa gerek. Şimdi bunları burada anlatarak içimizi şişirmek yerine, kendimizi onun sesinin serin sularına bıraksak ve şimdiye dek çıkardığı iki albümden bahsetsek daha iyi olur.

İlk olarak kazandığı haklı birincilikten sonra Karise'nin The Voice yolculuğu boyunca Seal'ın himayesinde seslendirdiği şarkıların stüdyo kayıtlarından oluşan 2012 tarihli My Journey albümü çıktı. It's A Man's World yanında Hallelujah, Hound Dog, The Dock Of The Bay, Move Over coverlarının şenlendirdiği albüm soul ve cover sevenlerin baş ucunda bulundurması elzem örneklerden biriydi. Siyah gırtlağına sahip beyazların genelde soul ve R&B söylemeyi tercih etmelerini "Blue Eyed Soul" şeklinde etiketleme ihtiyacı duyan müzik sektörü, Karise Eden'ın ancak Aretha Franklin ya da Janis Joplin gibi nice efsane olmuş R&B, soul ve rock dokusuna sahip kadın vokalin gölgesinde nefes alan ses rengini de sadece pop soul diye tanımlamayı uygun gördü. Derisinin  rengine bakarak sesin rengini siyah ya da beyaz diye ayırma yanlışına çoğumuz düşüyoruz zaten. Neyse, herkesin asıl merak ettiği, Karise Eden'ın sıfır kilometre şarkılarla nasıl bir başarı elde edeceğiydi. Başka bir deyişle (veya benim beklediğim şekliyle) bu üst düzey sesin nasıl şarkılarla buluşacağıydı.


Things I've Done adlı ikinci albüm, gönül pek istemediği üzere birkaç şarkı haricinde, bu yazıda ağzımıza sakız ettiğimiz sektörün artık ezberlenmiş yöntemleriyle hazırlanıp sunulmuş izlenimi veriyor. Bu izlenimden hariç bıraktığım açılıştaki Black Heart, House On Fire, Broken Hearted, Something In The Water, Loneliness sadece Karise'nin sesine bel bağlamamış, kendi ayakları üzerinde de durabildiğini düşündüren şarkılar. Düşündüren diyorum çünkü şarkıların hepsi onun sesiyle karakterini buluyor ve şayet o söylemeseydi neye benzerdi sorusunu da akıllara getiriyor. Vasat bulduğum şarkıları bile benim için bir şekilde dinlenebilir kılan bu ayrıcalıklı vokal, bunlardan bazılarında ölü şarkıyı diriltmeye oynayacak kadar güçlü olsa da, ses karakterinin şarkı karakterine ne derece sirayet edeceği tartışılır. Bu yüzden adını andığım şarkılar dışındakileri sırf Karise'nin neler yapabileceğini görmek adına, şarkı dinliyor gibi değil, vokal dinliyor gibi dinledim. Mesela çok beğenilen, benimse fazla fabrikasyon bulduğum ilk single Dynamite'in sonlarına doğru fısıldar gibi nakaratı söylediği o muhteşem birkaç saniyedeki ya da şimdilik yine ısınamadığım She Don't'un nakarat yükselişindeki gibi enfes anlardan keyif alabiliyorum.

İyi şarkılar zaten Karise ile bir ziyafete dönüşürken, kendisinden yeni bir Anastacia veya bir Jesse J. yaratmaya niyetlenmiş gibi duran hınzır yapımcı ve şarkı yazarları (ki kendisi de Dynamite haricinde tüm şarkılarda co-writer olarak görünüyor) bazı şarkılarda resmen hazırdan yiyerek "Karise'nin sesi yeter" kafasında takılmışlar adeta. Evet, bu ses ortalama bir şarkıya fazla bile gelir. Ancak geleceğin en güçlü kadın vokallerinden biri olarak belki de efsane haline gelecek bu sese Christmas şarkıcısı muamelesi yapmak, hatta teşebbüs etmek bile yazık, günah. Kendisi de bir co-writer olarak aklını başına alsın. Lütfen bundan sonra onu Black Heart, House On Fire, Broken Hearted gibi şarkılarla, aralara serpiştirilmiş Aretha Franklin, Janis Joplin veya Billie Holiday coverlarıyla ve en önemlisi de soul ve R&B'nin blues ve rock ile kucaklaşmasını kutsayan şarkılarla dinleyelim. Çünkü bu sesin gerçek kimliği ancak bu karışımla kendini buluyor. Damarlara, hücrelere, kaslara ancak o şekilde gerçek manada sirayet ediyor. Kana karışıyor. Kan oluyor.

1. Black Heart
2. Taking It All
3. Dynamite
4. Loneliness
5. Things I've Done
6. Don't Ask Me
7. She Don't
8. 134 Days
9. We Got the Night
10. House on Fire
11. Broken Hearted
12. Something in the Water

12 Aralık 2014 Cuma

The Grape and The Grain - The Grape and The Grain


2012'de Kingston / New York'ta kurulan The Grape and The Grain, 2014'ün en güzel hediyelerinden birisi. Dört kişilerken son dakikalarda perküsyon sorumlusu olarak Steven Markota'yı da resmen gruba dahil etmeleriyle beş kişi haline gelen The Grape and The Grain, blues tabanlı hard rock, hatta çoğu kez hard sınırlarını aşıp stoner rock atarlarıyla dikkat çekiyor. Bu kadarla sınırlı olmayan The Grape and The Grain müziği, artık giderek sıkıcı hale gelen Amerikan alternative rock etiketini enfes bir garage rock ruhuyla modifiye ederek gönülleri fethetmeye oynuyor. Birden fazla rock alt türünü biraraya getirerek ve bunu ölümcül şarkılarla yansıtarak zaten benimkini çoktan fethetti. Ben bir şey anlamadım, ille de referans diyenler için Clutch ve The Gaslight Anthem isimlerinin zikredildiğini söyleyelim. Fazla Amerikan bulduğum, beş albüm sahibi sıkıcı bir grup olarak The Gaslight Anthem'in The Grape and The Grain gibi çıtır bir grubun tırnağı bile olamayacağı iddiasını ortaya vicdansızca atarım. Ama Clutch tespiti çok yerinde olmuş. Birebir detaylı karşılaştırmalar sonucu varılmayan bu Clutch benzetmesini, sert blues kodlarını daha da sertleştirerek yer yer garage punk çiğliğiyle oturaklı hale getirmenin ruhani yakınlığı olarak algılamak gerek. Clutch abileri kendilerine bir veliaht arıyor olsalardı adaylar arasına The Grape and The Grain'i de katmaları yerinde olurdu.

Kendi uzun adlarını taşıyan ilk albümleriyle rock dünyasına sağlam bir adım atan, o adımı atar atmaz da koşmaya başlayan grup (ki bunu finansal veriler veya popülarite açısından söylemiyorum, zira onları henüz hiçkimse doğru dürüst tanımıyor bile), bazı Amerikalı gruplar için iltifat sayılması gereken "Amerikalı'dan çok İngiliz'e benzemek" sınıfına dahil edilesi bir oluşum. Çünkü Amerikalı'nın körü körüne enstrümana abanarak kendi sertliğini ifade ettiği, gerisini koyverdiği müzikal anlayışından farklı biçimde içine kimi zaman blues müziğin doğal getirisi bir soul sosu da katmayı yılların tecrübesiymiş gibi becerebilen gençler bunlar. Garaj çiğliğiyle, böyle klavyeli, nefesli, yanarlı, dönerli aranjman özenini yanyana mükemmel biçimde poz verdiren, sonra da onlardan en iyi kareleri çeken The Grape and The Grain'i daha özel gösteren de bu İngiliz benzerliği. İngiltere'den kötü müzik çıkmıyor mu, çıkıyor. Ama Amerika'nın rock müziği ayağa düşürme gayretleri sanırım daha fazla.


Grubun sözünü ettiğimiz ayrıcalıklı görüntüsünü palazlayan bir diğer mühim unsur da aynı zamanda gitar ve keyboard çalan, zaman zaman bas gitara destek çıkan solist Daniel Grimsland'in olağanüstü vokali. Önce şu şarkıda şöyle iyi, bu şarkıda böyle harika gibi örnekler vermek istedim ancak işin içinden çıkamadım. Yine de dayanamayıp Ghost örneğini vereceğim. Armonili vokal kısımlarını çıkarırsak sound olarak Rage Against The Machine'den izler taşıyan şarkıda sanki Zack de la Rocha'nın çığlıklarını duyuyor gibi oluyorsunuz diyeyim, gerisi gizemli kalsın. Simple and True'yu söyleyen adamla Ghost'ta çığlık atan adamın aynı kişi olduğuna inanmak, aslında genel olarak tam kadro The Grape and The Grain'e inanmakla aynı şey.

Açılışı yapan Burnt By The Sun, grubun sert blues karakteriyle ilgili acil bir fikir veriyor gibi görünse de, gümbür gümbür atmosferiyle The Devil and The DEA, albümün hep aynı düzlemde gitmeyeceği yönünde başka bir acil fikir daha veriyor. Albümün yaramaz çocuğu Twitch, neyini nasıl tanımlayacağımı tam kestiremediğim, "hard blues'n roll" diyerek içinden çıkmaya çalıştığım lezzette bir şarkı. Blues rock dediğimiz şeyin hakkını vermiş en baba şarkıların mirasını değil, alın terini yansıtan tam bir "Allahım, sana geliyorum!" şarkısı olan Lord I'm Coming Home, adamın içine daha 5. şarkıda öyle bir rock coşkusu yerleştiriyor ki, grubu daha güncel örnekler yerine daha eskilerden kalburüstü referanslarla tanımlama ihtiyacı doğuyor. The Hudson, Shoot You Down, Nobody Ever Broke Your Heart üçlüsünde olduğu gibi klasik blues'un o tekdüze boogie anlayışını modern bir dinamizm ile, özenli geri vokallerle süsleyerek revize ettikleri de oluyor. If God Is Love'da ise o klasik anlayışa sadık kalarak kendi ayarlarını çekiyor, gitarları ender rifflerle süslenmiş müthiş sololarla adeta dans ettiriyorlar. Hatta şarkı bitince oturduğunuz yerden sanki o tellere siz dokunmuşsunuz gibi tatlı bir yorgunluk hissediyorsunuz.

The Grape and The Grain'i belirli aralıklarla birkaç defa dinlemek, rock aleminde bazı noktalara yapılan 40 dakikalık yolculuklara benziyor. Her 40 dakika içinde başka şeyler keşfediyor, hali hazırda keşfettiklerinize daha çok bağlanıyorsunuz. Tabii genele hitap eden bir yorum değil bu. "Ben blues müziği sert sevmem" veya "blues rock diye geldik, punk çıktı" diye düşünenlerin süratle uzaklaşmaları gerekir. Çünkü The Grape and The Grain, karakterini sert gitarlardan, sert davullardan, Daniel Grimsland'in her yola gelebileceğini de gösteren sert vokallerinden alan bir grup. Ama bu sertliğin içinde dantel gibi işlenmiş öyle anlar mevcut ki, onların farkına varabilmek için kulakların bu hırçınlığa alışkın olması gerekir. Şayet öyleyse son yılların en heyecan verici rock albümlerinden biriyle karşı karşıya olduğumuzu gönül rahatlığıyla düşünebilir, dillendirebiliriz.

1. Burnt by the Sun
2. The Devil and the DEA
3. Twitch
4. The Hudson
5. Lord I'm Coming Home
6. Shoot You Down
7. If God is Love
8. Nobody Ever Broke Your Heart
9. Ghost
10. Simple and True

4 Aralık 2014 Perşembe

Alvvays - Alvvays


Çocukluk arkadaşı olan Molly Rankin (gitar, vokal) ve Kerri MacLellan'ın (keyboard), liseden ortak dostları olan gitarist Alec O'Hanley ile temellerini attıkları Kanadalı indie rock / pop sevimliliği Alvvays, kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle çok beğenildi. Bu temel atılmadan evvel Rankin 2010'da solo bir EP yapmıştı. Ama farklı esen rüzgar, Rankin, MacLellan, O'Hanley üçlüsünün yanlarına bir basçı ve davulcu da almalarıyla bu beş kişilik hoş grubu indie alemine sürükledi. "Sevimli", "hoş" gibi sıfatları kullanmanın boşuna olmadığının kanıtı Alvvays albümü, indie pop'un indie rock ile, bu ikisinin de yer yer surf rock ile temaslarından oluşan şarkılardan oluşuyor. Bu karışım Molly Rankin'in naif ama kendini ezdirmeyen vokaliyle birleşince akla başka sıfatlar pek gelmiyor.

Olay, indie müziğin garaja çalan surf rock ile teması olunca akıllara Dum Dum Girls, The Vaccines gibi cevherler geliyor ve ister istemez bir kıyas ortaya çıkıyor. Alvvays şimdilik bu isimlerin birkaç adım gerisinde duruyor bana göre. Bunun sebepleri de fazla değil. Grubun yaptığı müzik sık sık 3,5 - 4 dakikalık şarkıları kaldıramıyor. Halbuki daha kısa bir sürede derdini anlatabilecek çok iyi şarkılar bunlar. Bir de hızlıyken çok daha iyiler gibi geldi bana. Orta tempoyla götürdükleri Party Police gibi şarkılarda da inceden 80'ler new wave hissiyatı yakaladıkları da oluyor. Ancak albümün ağırlaştığını düşündüren şarkılar, bir de süreleri bu tarz müziğe göre normalden biraz daha uzun olunca "keşke" dedirtebiliyor.

Öte yandan hem Dum Dum Girls'ün, hem de The Vaccines'in ilk albümleriyle ikincileri arasında katettikleri gelişmelerine bakınca başı kel olmayan Alvvays'in de aynı gelişmeleri gösterebileceğine olan inanç artıyor. Başta albümden çıkan üç single Adult Diversion, Archie, Marry Me ve Next Of Kin olmak üzere, hele de en başta güzeller güzeli Archie, Marry Me olmak üzere bağlı oldukları türe iz bırakabilecek şarkılar yazabileceklerini gösteriyorlar. Bunların yanında Party Police ve Atop A Cake de grubun kalite potansiyelini ortaya koyan besteler. Kalan dört şarkıda ise sözünü etmeye çalıştığım üzere sanki birşeyler tam yolunda gitmiyor. Ama karakter sahibi bir müzik icra edebildiklerinden ve adı geçen iyi şarkıları hayata geçirebildiklerinden ötürü müzik, şarkı, albüm bazında övgüleri hak ediyorlar. İkinci albümü merakla beklenen isimler arasında üst sıralara oynuyorlar.

1. Adult Diversion
2. Archie, Marry Me
3. Ones Who Love You
4. Next of Kin
5. Party Police
6. The Agency Group
7. Dives
8. Atop a Cake
9. Red Planet