31 Temmuz 2015 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Temmuz 2015)

The Atomic Bitchwax - Gravitron
Yıl: 2015 ABD
Tür: Stoner Rock, Heavy Psych
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "War Claw"
Tame Impala - Currents
Yıl: 2015 Avustralya
Tür: Psychedelic Pop, Neo-Psychedelia, Dream Pop
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "Let It Happen"
 

20 Feet From Stardom OST
Yıl: 2013 ABD
Tür: Pop, Soul, Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Merry Clayton - "Southern Man"
 
 
Wolvespirit - Spirit Metal
Yıl: 2011 Almanya
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hero"
Datura4 - Demon Blues
Yıl: 2015 Avustralya
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gravedigger Man"
 
Maroon 5 - V
Yıl: 2014 ABD
Tür: Pop Rock, Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Maps"
The Sideshow Tragedy - Capital
Yıl: 2015 ABD
Tür: Garage Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Number One"
Wolf People - Steeple
Yıl: 2010 İngiltere
Tür: Psychedelic Rock, Progressive Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Castle Keep"
Brooklyn Funk Essentials - Funk Ain't Ova
Yıl: 2015 ABD
Tür: Acid Jazz, Funk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Prepare"
Bone Man - Plastic Wasteland
Yıl: 2014 Almanya
Tür: Psychedelic Stoner Rock, Grunge
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Graveyards"
 
 
 
The Chemical Brothers - Born in the Echoes
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: Electropop, Big Beat
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "Go" (feat. Q-Tip)
 
Darlene Love - The Sound of Love: The Very Best of Darlene Love
Yıl: 2011 ABD
Tür: Pop, Soul
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: The Crystals - "He's a Rebel"
Nightwish - Imaginaerum
Yıl: 2011 Finlandiya
Tür: Symphonic Metal, Progressive Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Arabesque"
John Graham - Cold Sun
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Roll the Dice"
 
Death Alley - Black Magick Boogieland
Yıl: 2015 Hollanda
Tür: Hard Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Golden Fields of Love"
Jamiroquai - Dynamite
Yıl: 2005 İngiltere
Tür: Acid Jazz, Funk, Electro-Disco
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Feels Just Like It Should"
 
Phil Thornton - Tribale
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: New Age, Tribal, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "In the Bubble"
 
Joe Satriani - Shockwave Supernova
Yıl: 2015 ABD
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "On Peregrine Wings"
 
VA - The Rebel Kind: Girls With Guitars, Vol. 3
Yıl: 2014 ABD
Tür: Garage Rock, Beat Music
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: The Del Monas - "Peter Gunn Locomotion"
 
Taha, Khaled & Faudel - 1,2,3, Soleils
Yıl: 1998 Cezayir, Fransa
Tür: Pop Raï
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Aicha"
 
 
 
 
 

28 Temmuz 2015 Salı

Second Sun - Hopp/Förtvivlan


İsveçli death/trash metal grubu Tribulation'ın davulcusu Jakob Ljungberg'in 2010'da kurduğu Second Sun, artık durduramadığımız 70'ler psychedelic ve progressive rock etkilenimli yeni gruplardan biri. Ama hiç durdurmak istemediklerimizden ve keşke herkes böyle etkilense dediklerimizden. Sound olarak doğrudan eskiyi taklit ederek değil, eskiden beslendiğini çok belli ederek yeni ve taze bir duruşa sahipler. Hatta sadece 2015 içinde değil, komple 2000'li yıllarda bu duruşu gösteren en iyi gruplardan biriymiş gibi geldi bana. Aslında grup diyerek Ljungberg'in hakkını yememek gerek. Zira Second Sun, Ljungberg'in tek kişilik projesi olarak başlayıp, sadece kayıt ve konser aşamalarında müzisyen dostlarıyla bir grup haline geldiği müthiş bir oluşum. Yıllarca baget salladığı death/trash düzleminden çok uzakta takılan Ljungberg, Second Sun için ilham aldığını söylediği Hawkwind, Eloy, Jethro Tull, Popol Vuh, Wolf People gibi duyduk duymadık grupların yanında İsveç ve İrlanda folk müziğinden devşirdiği sounduyla harikalar yaratıyor. Eloğlu bu sound için "Folk Space Rock" diye havalı bir isim bulmuş ki, daha iyisi bulunana kadar en iyisi bu.

8 şarkılık albümün en belirgin özelliği, büyüleyici gitar melodileri üzerine inşa edilen dinamik rock şarkılarından akan 70'ler uzay ambiyansı. Öyle bir ambiyansta günaşırı gezip tozduğumuzdan değil, bu olağanüstü karışımın bizi öyle bir ambiyansın varlığına ikna eder nitelikteki gücü. Her dinleyen kendine göre uçuk kaçık benzetmelerde bulunabilir. Bu gitar öyle kabına sığmaz ve aynı zamanda kendine belli bir kap yaratır şekilde akıyor ki, sanki o melodileri bir yerden hatırlıyor gibi oluyorsunuz. Tabii bu deja vu etkisinin tek açıklaması, geçmişe dair büyük gruplardan bilinçaltınıza biriktirdiklerinizin son derece şık biçimde uyandırılması. Ljungberg'in tüm şarkıları ana dilinde yazıp söylemesi de müziğin heyecan verici havasına katkı sağlıyor. İz bırakan bir sesi yok belki ama gitarıyla ortaya pat diye koyduğu sihirli müzik Second Sun'ın kolay silinmeyecek bir iz bırakmasına yetiyor. Kendisiyle yapılan bir söyleşide İngilizce'nin albümün duygusunu anlatmaya hem lirik, hem de fonetik olarak yetmediğini söyleyen Ljungberg'in bu tercihi hiçbir şekilde sırıtmıyor. Zaten lirik olarak albümün "Hopp/Förtvivlan", yani "Hope/Despair" olarak genel duyguyu verdiğini bilmek öyle çok şey kazandırıp kaybettirmiyor. Daha önce şarkı söylemediğini kendisi de itiraf ediyor. Albümün her şeyini sadece 5 günde bitiren bu güzel insanın mütevaziliği ve espirili yaklaşımı, yaptığı müziğin zekasını doğrular nitelikte.

Şahsen isimleriyle asla hatırlayamayacağım bu harikulade şarkılardan Om Det Aldrig Blir Något Mer Så Gör Det Ingenting, Själv Alltid, Jag Vill Att Du Tar Mig Med Dig Hem, Brinn Upp Med Mig, Hopp/Förtvivlan adını taşıyanları melodik olarak bir daha unutmayacağımın garantisini verebilirim. Mesela Själv Alltid'i duyunca 70'lerin nitelikli Anadolu rock şarkılarını hatırlamayan biri ya o duyguyu tam bilmiyordur ya da Second Sun'ı tam manasıyla idrak edememiştir. Progressive yanını fazla uzağa açılmadan gösteren, Vaggvisa För Hårt Levande ve Riden Av En Mara dışında psychedelic yanını da bu tavırla işleyen Second Sun, nereye açılırsa açılsın, nereye dalarsa dalsın, nerede olduğunu unutmamasını sağlayan sihirli bir haritanın rotasında seyrediyor. Şöyle mırıldanacak bir nakarat değil, mırıldanacak (ve mırıldandıkça iştah açacak) gitar melodileri keşfeden Ljungberg,vokaliyle olmasa da gitarıyla bir süper kahraman profili çizerken teslim ettiği diğer enstrümanlar da bu soundun ortaya çıkmasında çok güçlü roller üstleniyorlar. Henüz ilk albümde bu kadar sağlam riffi bir albüme koymasından çıkarılabilecek sonuçlardan biri, bunların geldiği yerde daha fazlası olması ki, şimdiden sonraki Second Sun albümleri için yeterli bir heyecan vesilesi. Daha fazla ne söylenir bilmiyorum. Albümü takın kulağınıza, sıkılana kadar dönsün dursun. Ben sıkılamadım, hala dönüyor. Durduramıyorum!

1. Om Det Aldrig Blir Något Mer Så Gör Det Ingenting
2. Hopp/Förtvivlan
3. Jag Vill Att Du Tar Mig Med Dig Hem
4. Vaggvisa För Hårt Levande
5. Brinn Upp Med Mig
6. Det Var Aldrig Jag, Det Var Du
7. Själv Alltid
8. Riden Av En Mara

14 Temmuz 2015 Salı

Wolvespirit - Free


Bit pazarına nur yağmaya devam ediyor. Gerçi bu "bit pazarı" lafı tedavülden kalkalı çok oldu. Zira retro kavramının sadece müzikte değil, kılık kıyafette, yiyecek içecekte, senaryo ve çekimlerde, edebiyat ve şiirde hiçbir zaman demode olmayacağını çoktan anladık. Karşımıza modifiye edilmiş biçimde çıksalar dahi, o eskilikte bize cazip gelen çok fazla şey bulmaya başladık. Nostalji artık dalga geçilecek bir şey değil, cool görünmenin diğer adı haline geldi. Özellikle olayın müzik tarafı, hele de rock müzik tarafı çok heyecan verici. Genellikle Zeppelin, Purple, Sabbath üçgeninden feyz alan, o aldıklarını ziyan etmemek için dönem şartlarına uygun biçimde çalıp kaydetmeye çalışan sürüyle grup ortalıkta dört dönüyor. Üstelik bu "bitler" sadece sound içinde değil, albüm kapaklarında, grupların giyim ve saç stillerinde de fink atıyorlar. Kimisi gayet suni kalırken, Wolvespirit gibileri sanki 70'lerden bir grubu dinliyormuşuz duygusu yaratmayı başarabiliyorlar. Tabii detaylarda onların da 2000 model olduklarını anlamamızı sağlayacak ip uçları, rahatsızlık yaratmadan sezilebiliyor.

Her ne kadar 80, hatta 90 doğumlu müzisyenleri 70'li yılların İspanyol paça dar pantolonlarıyla, bol desenli dar gömlekleriyle, sprey görmemiş uzun düz saçlarıyla görmek bir parça kuru özenti imajı yaratsa da, ortaya konan müzik, yerine göre her türlü şekilciliğin üstünü örtecek dirayette olursa asıl odak noktası şaşırılmıyor. Würzburg, Almanya'dan gelen Wolvespirit'in fotoğraflarını görünce ve müziğini duyunca bunlar aklınıza geliyor. 2010 yılından beri faaliyette olan beş kişilik grubu, 2015 tarihli üçüncü albüm Free ile tanıdım. Free sayesinde geçmişlerine gittiğimde ilk albüm Spirit Metal'i (2011) hiç beğenmememe rağmen, Dreamcatcher'ı (2013) gayet iyi buldum. Ama Free, çıtayı birkaç santim daha yükseltmiş bir albüm bana göre. İlk single Free'yi dinleyen biri albümde ne ile karşılaşacağını az çok tahmin edebilir. Karizmatik kadın solist Donna "Debbie" McCain'in "frontwoman" duruşu sadece bir duruş olmaktan öte, grubu maskülen klişeler zincirinden kurtaran, bu sayede sertliği kadar yumuşaklığını da kabul ettirmekte zorlanmayan lezzetli vintage rock anlarına yol açıyor.


Alman'dan ziyade, Ersen ve Dadaşlar'ın torunları gibi duran Wolvespirit müzisyenleri, Donna McCain'in güçlü sesini taşıyabilen ve en mühim amacı olarak görünen 70'ler hard rock'ının gereklerini yerine getirmede sorun yaşamayan insanlar. Daha önce de yapmışlardı ama 13 şarkılık Free'de çok daha diri şekilde ve kendine bağlama potansiyeli daha yüksek şarkılar yapmışlar bana göre. Tabii "şurası şöyle olabilirdi", burası daha hareketli olmalıydı", "Sometimes ve My Best Friend ikilisi hiç albüme konmasa da olurdu" gibi kafa sesleri duymak normal. Albümün hakkı tam 11 parça. En önemli özelliklerinden biri de, zamanında Mötley Crüe, W.A.S.P., Overkill, Accept, Great White, Stryper, Poison, Alice Cooper, Extreme, Megadeth, Ozzy Osbourne, Dokken, Metallica, White Lion, Skid Row gibi 80'ler hard'n heavy telefon defterinde kimler varsa yapımcı olarak adı geçen ödüllü Alman prodüktör Michael Wegener'in gözetiminde çıkması ki, bu tip teknik yapım ayrıntılarını anlayamasak da, sırf Wegener'in emek sarfetmesi nedeniyle bile Wolvespirit'in kıymetini anlayabiliriz.

Albümde ilk single Free ile birlikte Wild Woman, Time Lord, Let Me Live, Into The Mirror, Mercy ve yine 80'lerden kalma hard rock vokali Mark Slaughter'ın konuk olduğu iki şarkıdan biri olan Shining, daha ilk dinleyişimde beni geç vakitlere kadar takılmaktan zevk alacağım bir hard rock kafeye sokan parçalardı. Grubun klasik ve hard karışımı rock bileşenlerinden oluşan bu şarkılar, abartılı bir sertlikten kaçınan, hatta hammond organ ile yumuşatılıp daha havalı bir hale sokulan besteler. Psychedelic tarafını fazla ön plana çıkarmadan, öyle bir tarafı olduğunu dahi hissettirmeden 70'lerin sıkıcı deneysel fazlalıklarından arınmış, sahne keyfi yaşatan müzikleri en iyi bu albümde kendini göstermekte. Bu albüm de yıllar sonra bit pazarına düşünce onu bulup dinleyecek bir yeniyetmenin ne düşüneceğini çok merak ediyorum. Malum, şimdikiler sanki 40 yıllık 70'ler uzmanı. Ve bu uzmanlık yıllar geçse de hiç kaybolmayıp, türlü yönleriyle nesilden nesile aktarılıyor.

1. Free
2. Shining (feat. Mark Slaughter)
3. Let Me Live
4. Into the Mirror
5. Angelman
6. Moonlight
7. My Best Friend
8. Wild Woman
9. This is Love (feat. Mark Slaughter)
10. Time Lord
11. Spirit in My Soul
12. Sometimes
13. Mercy

9 Temmuz 2015 Perşembe

Seedy Jeezus - Seedy Jeezus


Lex Waterreus (gitar, vokal), Paul Crick (bas gitar), Mark Sibson (davul) üçlüsünün oluşturduğu, 2010'da Melbourne'da kurulan Seedy Jeezus, kurulduğu yıldan bu yana Melbourne'un yer altı rock camiasında yer etmiş, şahsen adını ilk kez duyduğum (ve bir kenara not ettiğim) onlarca grupla birlikte konserlerin, festivallerin gediklisi olmuş bir grup. Tabii dünyanın öteki ucundaki Avustralya'da herhangi yer üstü bir faaliyet bile bize yer altı gibi geleceği için adamlara solucan muamelesi yapmayalım. Bu konser hengamesinden fırsat bulup albüm yerine uzun süre EP'ler ile (ki onlar da konser kayıtlarından oluşmakta) seslerini Avustralya dışına duyurmaya çalışmışlar. Ne kadar çalışsalar da, bir stüdyo albümünün bu tanıtımdaki rolü daha önemli. Kendi materyallerini yazmaya başlayıp albüm çıkarmaları 2015'i bulmuş. Kendi adını taşıyan debut, tek farkı seyirci alkış ve çığlıkları olmayan bir konser havasındaki kayıtlardan oluşmakta. Bana göre stoner rock açısından yılın en dikkate değer işlerinden biri.

Kısa yoldan "70’lerin stoner space rock psychedelia"sı şeklinde bir tanım oluşturulmuş Seedy Jeezus müziği, bu tanımdan da anlaşabileceği gibi Black Sabbath ve Pink Floyd'un erken yıllarıyla büyüdüğünü hissettiren, ama bazı müzik yazarlarının yaptığı bu dudak uçuklatan karışımı bolca doğaçlama jam ile şekillendiren bir müzik. Eşi benzeri yok denemez. Gittikçe artan geçmiş merakını sadece bir merak olarak bırakmayan, onu işleyip her sert notasında yaşatan grup, isim vermekte zorlandığım 7 şarkısında müthiş numaralar sergiliyor. Dediğim gibi, bunlar eşsiz numaralar değil. Ancak stoner, doom, psych yan türlerini upuzun ve baygın şarkılarla formülize etmeye çalışan bazı gruplardan farklı olarak dinamik ritimlerle, güçlü rifflerle ve gitar sololarla, doyurucu doğaçlamalarla kendini ifade ediyorlar. 14 buçuk dakikalık müthiş How Ya Doin? bile bana zamanın nasıl geçtiğini hissettirmedi. Bu albümden hemen önce merakla beklediğim yeni Tame Impala albümü Currents'i dinledim. Kendileri ne yazık ki iki süper rock albümünün ardından psychedelic pop ve neo-psychedelia arasında kaybolup giderek kendilerine olan hayranlığımda bir yara açtılar. Neyse ki Seedy Jeezus hemen gereğini yapıp, ustalıkla bu yarayı tedavi etmesini bildi.

1. Wormhole
2. Universal Overdrive
3. Chasing the Dragons Tail
4. Pick Up
5. How Ya Doin?
6. Sun in My Car
7. Shakin' the Fuse

3 Temmuz 2015 Cuma

Nightwish - Endless Forms Most Beautiful


Metalin senfonik kanadından söz açılacaksa Finlandiya'nın gururu Nightwish'e değinmemek ayıptır. Hele de 8. stüdyo albümleri Endless Forms Most Beautiful çıkmışken günahtır. Kurulduğu 1996'dan bu yana senfonik ve folk metal adına en kaliteli işlerden bazılarını sunan grup, bana göre bu son albümleriyle kendi zirvelerini yakalamışlar. Gerçi bu iddiada bulunabilmek için bir Nightwish eksperi sayılmam ve 8 albümlerinden 4 adedini dinlemişliğim vardır. Ama insan dinlerken birşeyler hissediyor ve dinlemediklerine geri döndüğünde çok fazla kayıp yaşamadığını anlıyor. O kalan 4 albümü de birgün dinlersem eminim ki Endless Forms Most Beautiful'dan iyi bulmayacağım. Çünkü öncekiler benim için başarılı birer senfonik metal albümü iken, bu albüm epik bir masal, bir macera, bir tecrübe. 78 dakikalık bir sanat eseri. Her biri kendi içinde başka parçalar saklayan 11 parçalık bir saga.

İtiraf edeyim, bu albüme kadar Nightwish hakkında hiç bu kadar yoğun duygular hissetmemiştim. Hatta Century Child (2002) ve Once (2004) albümlerini arka arkaya dinlediğimi hatırlarım. Başlarda iyi gelse de bir süre sonra uyuşma veya iç kıyılması yaşanabiliyor. Bu yüzden Nightwish benim üzerimde hep saygı duyulan, ama fazla derinine inildiği taktirde sizi tekrar yukarı çıkarmadan orada bırakıp giden karakterde bir grup imajı bırakırdı. Bazen orada bırakmak da marifettendir. Çünkü ne yapacağınızı bilemeden tekrar başa dönerek çıkış yolu aramanızı söyler size. Belki de giriş, gelişme, sonuç düzeni bulamadığımız için bu terk edilmişlik duygusuna kapılırız. Oysa Nightwish şimdi tüm ihtişamıyla bu imajı yeniden dizayn ediyor. Sound aynı da olsa 2015 Nightwish'inde farklı birşeyler olduğu seziliyor.

Grubun şarkılarının çoğuna imza atan, keyboard ve piyano çalan, yapımcılığı üstlenen Tuomas Holopainen'in 7 şarkıyı tek başına, kalanları da bas gitarist Marco Hietala ile yazdığı Endless Forms Most Beautiful, Nightwish cephesinde bazı ilklerin yaşandığı bir albüm. Bu farklılığı o ilklere bağlamak ne derece doğrudur, onu Nightwish uzmanları daha iyi analiz edecektir. Grup 2005 yılında olaylı biçimde ayrıldığı vokalist Tarja Turunen'den sonra çalıştığı Anette Olzon ile de 2012'de yollarını ayırmıştı. Merakla beklenen yeni ses, After Forever, ReVamp, Star One gibi gruplarda bulunmuş Hollandalı Floor Jansen olmuş. (Bu değişimin detayları grubun 2013 tarihli tur belgeseli Showtime, Storytime'da görülebilir.) Ayrıca 2013'ten bu yana grupta folklorik enstrümanlar çalıp geri vokal yapan Troy Donockley de resmi Nightwish üyesi ilan edilmiş. Böylece grup, kendi tarihinde ilk kez altılı olarak sevenlerinin karşısına çıkıyor. Zaten tecrübeli olan Jansen ve Donockley takviyesi ile daha da güçlenen Nightwish, bu taze kanların moraliyle adeta tüm birikimini ve coşkusunu bu albüme boşaltmış.


Konsept olarak Charles Darwin'in 1859 tarihli On "The Origin Of Species" kitabından esinlenen, albümün adını da kitapta geçen bir cümleden alıntılayan Toumas Holopainen, şahane açılış parçası Shudder Before The Beautiful'un başlarında da İngiliz biyolog Richard Dawkins'ten bir alıntı yapmış. Üstelik Profesör Dawkins, Holopainen'in daveti üzerine kendi sesiyle bu açılışı yapma nezaketini göstermiş. Oxford'da bir stüdyoda yapılan kayıt gruba gönderilmiş. Albüm kapanışında yer alan The Greatest Show On Earth ismi ise, yine Dawkins'in 2009 tarihli "The Greatest Show On Earth: The Evidence For Evolution" kitabından alınmış. Toplamda doğal hayatın ve evrimin güzellik boyutundaki anlamını şiirsel olduğu kadar bilimsel dengelerle yorumlamaya soyunmuş liriklerle dolu bir albüm bu. Bu kadar ağır meselelere eğildiği için iç kıyıcı boğuk bir atmosfer içinde yüzdüğü sanılmasın. Zira bu referansları müzik içinde sindirmeye eğilimli belli bir metal kitlesini avucunun içine alabileceği kadar, konsepte fazla kafa yormayıp sadece kafa sallamaya hevesli heavy metal çakallarını da tavlamaya muktedir.

Anlatılmaz yaşanır bir albümü anlatmaya çalışırken fonda bu şarkıların çalıyor olması gerek. Çünkü havaya girmek önemli. Grubun progressive / symphonic / power metal dengelerinin vazgeçilmez bir parçası olan orta çağ folk ruhu, senfonik metalin hizmetine sunulmuş şekilde yine dozunda. İlk iki şarkı Shudder Before The Beautiful ve Weak Fantasy, coşkulu heavy progressive yapılarıyla bu folk ruhunu kaynaştırarak daha ilk dakikalardan albüm çıtasını yüksek tutuyorlar. Bu nitelikli karışıma özellikle orkestrasyonu çok kuvvetli Yours Is An Empty Hope ve Endless Forms Most Beautiful'u da eklemek bir zorunluluk. Karşımızda o kadar harika bir metal formu duruyor ki, farklı bir başka metal formu olarak Iron Maiden'ın progressive lezzetine elit bir Orta Çağ ambiyansı katılmış zenginlikler duyuyoruz adeta. (Tabii burada itici değil, çekici bir elitlikten söz ediyoruz.)

Élan, albümden çıkan ilk single ve ne yazık ki kötü bir klibe sahip (ki bu ilk defa başıma gelmediği için özellikle başarılı İskandinav grupların kötü klip çekmezse ölecek hastalığı var diye düşünmeye başladım.) Élan'ın, Edema Ruh'un ve Our Decades In The Sun'ın naif atmosferleri, harika fiziği ve sesiyle Floor Jansen'in içinde sadece bir Zeyna olmadığını, tutkulu ve kırılgan bir kadının da yaşadığını gösteriyor. Enstrümantal The Eyes Of Sharbat Gula, adından da anlaşılacağı üzere, Holopainen'in birkaç yıl önce National Geographic sayısında rastladığı o meşhur Afgan kızı Sharbat Gula'nın röprodüksyonundan çok etkilenmesi üzerine yazılmış. Böylesine anlamlı bir fotoğrafın bir de şarkısı olması gerektiğini düşünen Holopainen, Sharbat Gula'nın gözlerindeki korku ve korkusuzluğu, vahşilik ve gizemi şarkılaştırmak istemiş. Liriklerin içinden çıkamayınca da, enstrümantal olmasına karar vermiş. Şarkıyı dinlerken o fotoğrafa bakmak çok etkileyici olsa da, şarkısı henüz yazılmamış, belki de hiç yazılamayacak, zaten kendi kendinin şarkısı olan bir fotoğrafı yorumlamak çok zor.


Nightwish için bir başka ilk ise, kapanıştaki o beş bölümlük The Greatest Show On Earth... Beş bölüm, 24 dakika süren bu epik, Nightwish tarihindeki en uzun şarkı olma özelliği taşıyor. Şarkı demek pek doğru değil. "Doğal seleksiyon yoluyla hayat ve evrim" temalı bu yapıt, klasik müzik, film teması, progressive metal, rock opera karışımı bir kısa film tadında. Holopainen bu uzun deneyimi "bugüne dek yaptığımız en iddialı şey" diye tanımlıyor. Albümü tanımlarken de "9 destek hareketi, bir fasıla (The Eyes Of Sharbat Gula) ve asıl hamle; final şarkısı" diyor. Hani Iron Maiden için Steve Harris ne ise, Nightwish için Tuomas Lauri Johannes Holopainen de o. Caz ve klasik müzik eğitimi de almış olan bu adamın, söz, müzik, düzenleme, yapımcılık yeteneklerini kendi egosuna hapsetmeyip, çeşitli grupların, 1996'dan beri de Nightwish'in hizmetine sunması onu metal camiasının en güçlü personalarından biri yapıyor. Onun için metal müzik sadece uhrevi sözlerden ve yüksek volümlü bestelerden ibaret değil. Orkestrasyon, alt metin, yüksek tansiyon, savunmasızlık, hepsi bu tasarımın içinde kendine uygun yerler buluyor. Sonsuzluğa uzanan formlardaki güzellikler her yeni Nightwish albümünde yeni arayışlara sebep oluyor.

1. Shudder Before the Beautiful
2. Weak Fantasy
3. Élan
4. Yours Is an Empty Hope
5. Our Decades in the Sun
6. My Walden
7. Endless Forms Most Beautiful
8. Edema Ruh
9. Alpenglow
10. The Eyes of Sharbat Gula
11. The Greatest Show on Earth
      i. Four Point Six
      ii. Life
      iii. The Toolmaker
      iv. The Understanding
      v. Sear-Worn Driftwood