31 Ağustos 2015 Pazartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ağustos 2015)

Motörhead - Bad Magic
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: Heavy Metal, Hard Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Victory or Die"
True Detective: Music From the HBO Series
Yıl: 2015 ABD
Tür: Alt. Country, Folk Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: The Handsome Family - "Far From Any Road"
 
Calliope - Calliope
Yıl: 2013 ABD
Tür: Heavy Blues Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mine, All Mine"
The Legends - It's Love
Yıl: 2015 İsveç
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Keep Him"
Low - Ones and Sixes
Yıl: 2015 ABD
Tür: Indie Rock, Slowcore
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "No End"
Flört - Anadolu Beat
Yıl: 2012 Türkiye
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dün TRT'de İzledim"
Electric Guitars - String Fever
Yıl: 2015 Danimarka
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "White Flag"
Søren Andersen - Constant Replay
Yıl: 2011 Danimarka
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Black Lady"
VA - Bosporus Bridges: A Wide Selection of Turkish Jazz & Funk 1968-1978
Yıl: 2006 Türkiye
Tür: Jazz-Funk, Anatolian Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Okay Temiz - "Denizaltı Rüzgarları"
The Pibons - Stoned Love
Yıl: 2015 İspanya
Tür: Indie Rock, Blues Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Me and the Blue Meanies"
Olde - I
Yıl: 2014 Kanada
Tür: Stoner Metal, Doom Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Roads That Lead Nowhere"
 
Yo Mama's Big Fat Booty Band - Funk Life
Yıl: 2015 ABD
Tür: Funk, Jazz-Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wake Yo'Self"
 
Iron Maiden - The Book of Souls
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: Heavy Metal, Progressive Metal
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tears of a Clown"
 
Buddy Guy - Born to Play Guitar
Yıl: 2015 ABD
Tür: Blues
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Whiskey, Beer and Wine"
Lenny Kravitz - Mama Said
Yıl: 1991 ABD
Tür: Funk Rock, Psychedelic Rock, Soul
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Always on the Run"
 
Kadavar - Berlin
Yıl: 2015 Almanya
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Last Living Dinosaur"
 
PulpFusion - Mixes, Mashes & Freebies
Yıl: 2013 İsviçre
Tür: Big Beat, Electronic, Mashup, Remix
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: Led Zeppelin - "Immigrant Song (PulpFusion Mix)"
Buenos Aires Karma - El Gran Ruido
Yıl: 2015 Arjantin
Tür: Pop Rock, New Wave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "El día más largo"
 
Sola Rosa - Get It Together
Yıl: 2009 Yeni Zelanda
Tür: Electronic Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Get It Together"
Daniel Pemperton - The Man From U.N.C.L.E.
Yıl: 2015 İngiltere
 Tür: Film Score, Soundtrack
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Take You Down"

25 Ağustos 2015 Salı

Electric Guitars - Electric Guitars


Electric Guitars, iki gitar virtüözü olan Mika Vandborg ve Søren Andersen tarafından kurulmuş Danimarkalı bir grup. İkili 2012 yılında tüm zamanların en iyi Danimarkalı gitaristlerinin katıldığı yaklaşık 10 dakikalık Hero Of Mine adlı bir şarkının kaydedilme etkinliğinde beraber birşeyler yapma konusunda gaza gelerek Electric Guitars'ı hayata geçirmişler. Bu birliktelik o kadar rağbet görmüş ki, mesela konser için Danimarka'ya Deep Purple gelince, açılış grubu için Electric Guitars'tan başkası düşünülemezmiş. Tabii bu noktaya gelmeden evvel hiç de çaylak sayılmazlar. Her ikisi de sayısız grupla albüm, stüdyo, konser çalışmalarında bulunmuş, kendi solo albümlerini çıkarmış profesyonel müzik adamları. Aynı zamanda şarkıları söyleyen Søren Andersen, Dave Mustaine (Megadeth), Glenn Hughes (Deep Purple), Mike Tramp (White Lion), Joe Bonamassa, Jason Bonham gibi isimlerle çalışarak dışa açılma fırsatı bulduğundan Mika Vandborg'a nazaran biraz daha popüler sayılır. Daha dokuz yaşındayken Jimi Hendrix'i duyunca eline gitar alan Vandberg ise Danimarka'da tam bir gitar efsanesi. Saygın lokal gruplarda bulunmuşluğu, kendi ürettiği materyallerle albümlere, bazı TV işlerine pena sallamışlığı var.

2013 tarihli kendi adlarını verdikleri ilk albüm ve 2015'te benim onların farkına vardığım ikinci albüm String Fever, klasik rock, hard rock, heavy blues rock dışına çıkmayan taş gibi şarkılardan oluşuyor. String Fever çok iyi bir albüm. Ancak ilk albüm Electric Guitars bana göre 1-2 puan daha iyi. Müthiş rifflerin etrafında şekillendirdikleri, fevkalade gitar sololarla zenginleştirdikleri, poz değil ciddiyet sergiledikleri kişilikli, tutkulu, yoğun ve melodik bir hard rock yapıyorlar. Rock'n roll, boogie, blues öğelerini yılların verdiği ustalıkla şarkılarına katık ediyorlar. 2011 tarihinde Constant Ripley adıyla şık bir solo albümü de olan gitarist, yapımcı, şarkı yazarı Søren Andersen, adeta konuşturduğu gitarı kadar, macera peşinde koşmayan kaymak gibi sesiyle şarkıların çıtasını daha da yükseltiyor. İkiliye bas gitarda eşlik eden Peter Kjøbsted ile davullardan sorumlu Morten Hellborn, Electric Guitars projesine başından beri emek veren kaliteli müzisyenler.

Break It Up, Four Leaf Clover, Easy Way Out, So Far Away, Horsefly, Spotlight diye uzayıp giden favorilerimin ortak noktası, enerjilerini klasik rock türünün hizmetine sunuşlarındaki güven veren ustalık. Adı geçen şarkılar nasıl ki en yakındaki heavy metal tişörtünü giyip, en yakındaki arkadaşlarla, en yakındaki rock barda birşeyler içme isteğini kaşıyorsa, Never Mind The Dog da o bar dönüşünde şehir ışıklarına karşı içmeye devam ederken geçmişi özleten bu ruh halinin kalp kırıklığına ortak oluyor. Albümün kapanışına Danimarka rock sahnesinin tarihi anlarından birini oluşturan Hero Of Mine'ı koymaları, bu ilk albümü daha anlamlı kılıyor. Uzun süresinin nasıl geçtiğini anlamamış olmak sadece bana mahsus bir durum olabilir. Vandborg ve Andersen'i bile yeni tanımışken, şarkıya emeği geçen o Danimarka efsanesi gitaristlerin kaçını tanıyor olabiliriz? Hiç mühim değil. Adamlar gitarlarıyla zaten ortak bir dil konuşuyorlar. O dil sayesinde sizi geçmişe götürüyorlar. Hatta geri getirmeyip uykuya dalana kadar yanınızdan ayrılmıyorlar.

1. Break It Up
2. So Far Away
3. Easy Way Out
4. Spotlight
5. Never Mind the Dog
6. Ronnie
7. You're On Fire
8. Elevator Blues
9. Four Leaf Clover
10. Baby I Love You
11. Horsefly
12. Hero of Mine

24 Ağustos 2015 Pazartesi

The Mitten Muffins - Mammoth Rock


Portland, Oregon dolaylarından gelen The Mitten Muffins, bugüne dek duyduğum en ilginç gruplardan biri olabilir. Barb, Stevie, Sessy, Drips, Gwen, Leslie, Erica adında 7 kadından oluşan The Mitten Muffins, 2013 yılında dijital ortamda çıkardıkları ilk ve şimdiye kadarki tek albümleri Mammoth Rock ile kafaları karıştırıyor. Haklarında hiç bilgi edinememekle beraber, bu kafa karışıklığı nedeniyle müzikleri hakkında da kesin bir bilgi vermek, deveye hendek atlatmaya benziyor. 10 enstrümantal şarkıdan oluşan Mammoth Rock'a tek tek bakarak detaya girelim. Mammoth Rock adlı şarkıyla daha dakka bir gol bir, fişek gibi bir açılış yapıyorlar. Bu şarkı, şahane riffiyle garajdan çıkma bir grunge gibi duruyor. Peşinden gelen Feel For You, son derece alakasız biçimde enstrümantal bir Coldplay şarkısıymış rolü yapan, kendini tutkulu piyano tuşlarına bırakmış bir pop rock. Rocky Road, ıslık melodisiyle adeta western trip hop'u şeklinde takılıyor. Love Letters, tekrar eden melodisiyle hipnoz etme ihtimali bulunan bir alternative dance, inditronica örneği. Stereo MC's'in bir albümünde bu şarkıya rastlasak şaşırmayız hani. Freedom Ride ise pop rock ile dirsek teması bulunan orta karar bir indie rock.

İkinci yarı, bu kez post-punk sertliği içeren Combustion ile başlıyor. Give Us Energy bildiğin 80'lerden fırlamış bir hard rock / glam rock numunesi. Dört dakikalık Rise Up! ise bildiğin ambient! Kızlardan ikisinin keyboard ve piyanoyu üstlendikleri bilinse bile gruptan Rise Up! gibi bir ambient ile karşılaşmak tam bir sürpriz. Silent Path, mutlu sonla biten bir dramın end credits kısmında çalınabilecek yumuşak bir indie rock. Kapanıştaki Zombie Walk, ismiyle müsemma nefis bir trip hop. Şu iki kısa paragraf süresince kaç türün adı geçti bilmiyorum. Ama dinledikçe bunlara yenileri de eklenebilir. Grubun bu kör göze parmak eklektik duruşu, belki de çok büyük oynamadıkları için rahatsız etmiyor. Onu da yaparız, bunu da ukalalığına mahal vermeyecek kadar spontane bir tavırdan söz edilebilir. Hatta en ufak bir fikrim olmamakla birlikte, tek seferlik bir grup + albüm bile olabilir. Başka türlü Mammoth Rock ile Rise Up!'ın aynı albümde yer almasını açıklamak zor. Kolay olan ise, bu şarkıları önyargısız dinleyip zahmetsizce benimsemek. Zaten grubun kalabalık künyesinde "easy listening" türünü de görmek bu yüzden gülümsetiyor.

1. Mammoth Rock
2. Feel For You
3. Ricky Road
4. Love Letters
5. Freedom Ride
6. Combustion
7. Give Us Energy
8. Rise Up!
9. Silent Path
10. Zombie Walk

19 Ağustos 2015 Çarşamba

The New Division - Gemini


Önce Shadows (2011), ardından Together We Shine (2014) ile övgülere boğduğum Amerikalı synth pop /dream pop dörtlüsü The New Division hakkında;

"Together We Shine'ın gerçekliği, ilk albüm Shadows'un başlattığı o rüya atmosferinde filizlenen elit pop hissiyatını kaldığı yerden sürdüren, daha yükseğe taşımaya çalışan bir gerçeküstü bilinçle kol kola ilerliyor. Doyurucu olduğu kadar tadını damakta bırakmayı da beceriyor."

"Her biri kendi içinde bağımsız, özgün, dokunaklı, kimi zaman savunmasız, kimi zaman korunaklı, ama o pop hüznü özünde saklı şarkılar harika bir evren yaratıyorlar."

"Kendi süreleri dahilinde dinleyenin kulaklarından süzülüp bir sınır ve o sınırı istediği zaman kaldırabilecek bir esneklik algısı oluşturuyorlar. Girişler, gelişmeler, nakaratlar, köprüler beyin kıvrımlarına dantel gibi işleniyor."

"İki albümde o kadar şarkı, onlar için kurulan bu kadar cümle aslında hep boşuna. Zira The New Division müziği hala gizemli."

...şeklinde cümleler kurmuştum. Together We Shine'ın ardından 2-3 sene bekleriz diye düşünürken üçüncü halka Gemini müthiş bir sürpriz yaptı. Yukarıdaki alıntıları rahatlıkla Gemini için de kullanabileceğimi düşünerek yaptım. Açıkçası Shadows sonrası gruptan bir sonraki hamle olarak çok büyük beklenti içine girmemem yönünde bir temkinlilik hali vardı. Together We Shine çıkana dek, çok iyi bir albüm yapıp sırra kadem basan gruplardan biri olacağını düşünmüştüm onlar için. Ne zaman ikinci albüm çıkıp beni o ilk albüm kadar mutlu etti, işte o zaman o beklenti içine girmemem yönündeki temkinlilik hali üçüncü albüm için endişeye dönüştü. Benzerleri çoktur. Çekirge bazen üçüncü zıplayışında kafa üstü yer çakılır. Fakat Gemini müthiş bir zıplamayla tüm bu beklenti / temkinlilik / endişe duygularını kenara itiyor. Olağanüstü bir üçlemenin son halkası olarak parende atıp ayakları üstüne düşerek tüm ihtişamıyla karşımıza dikiliyor.


Albümden iki ay önce, yani Nisan'da üç şarkılık Eyes EP'si heyecan uyandırdı. Başta Eyes olmak üzere Cloud ve Romantic şarkıları sound değişimi olmadığı müjdesini veriyordu. Konu The New Division ve ilk iki albümü olunca böyle bir değişim görülmemesi müjdedir zira. Grubu grup yapan, o görkemli şarkıları kadar, karanlıktan aydınlığa ya da ters istikamete doğru ilerleyen gizem dolu sounduydu. Önceki yazılarda solist John Kunkel'in şarkı yazmadaki aşırı üretkenliğinden bahsetmiştik. Belki Gemini'nin bu kadar çabuk vücut bulması biraz da bundandır. Kunkel öyle gırtlak oyunları, soul kaçamakları, nağme sihirbazlıkları yapan bir vokal değil. Ama çok iyi yazılmış, çok iyi düzenlenmiş ve çok iyi icra edilmiş bu The New Divisions şarkılarını ondan daha gizemli kimse söyleyemez herhalde. Zaten grubun üç albümü de kendi içinde, hatta üçü bir arada konsept artwork misali modern bir duruşa sahip. Üçü de birer pop klasiği. Progressive pop diye bir tür tanımı mevcut ve benim için The New Division bu türün Led Zeppelin'i kesinlikle. Sayelerinde synth pop ve new wave 2000'li yıllarda hiç bu kadar özel olmamıştı.

Gemini herşeyiyle o kadar olmuş, oturmuş bir albüm ki, Killer, Gemini, Introspective, Alive, Eyes, Coypcat, ve Murder Shock kendileriyle ilgili detay dolu paragraflar yazılabilecek mükemmel şarkılar. Bunlardan birini yılın şarkıları arasına koymam gerekecek. Bu öyle iştah kabartan bir yarış ki, hangisinin burun kılı farkıyla galip geleceğini zamana bırakmış şekilde ben de merak ediyorum. Her ne kadar benim 10 numara 5 yıldız olarak etiketlediklerim bunlar olsa da, Senseless, Iris, Golden Winter Child ve Bloom'u da 9 numara 4 yıldız olarak gönül rahatlığıyla etiketlerim. Geriye kısa introlar ii. ve i. kalıyor ki bu da albümün tamamı eder. Gemini kendi başına bir zirve olduğu gibi, üçlemeyi muazzam biçimde tamamladığı için de genel bir The New Division zirvesinin üçüncü halkası. Şayet John Kunkel günde üç şarkı yazmaya devam ediyorsa devamı da gelecektir. Grup şu albümden sonra dağılsa üzülür müydüm tam bilemedim. Onlar hakkında daha ne yazabileceğimi de bilmiyordum. Ama onların şarkıları devam edecek, ben de her yeni albümlerinde söyleyecek birşeyler bulacakmışım gibi bir his var içimde.

1. ii.
2. Killer
3. Gemini
4. Senseless
5. Iris
6. Introspective
7. i.
8. Alive
9. Gold Winter Child
10. Copycat
11. Eyes
12. Murder Shock
13. Bloom

13 Ağustos 2015 Perşembe

C Duncan - Architect


1989 Glasgow doğumlu Christopher Duncan, iki klasik müzik sanatçısının oğlu olması itibariyle piyano ve kemanla başlayıp, ergenliğinde takıldığı gruplar sayesinde de gitar, bas, davul çalmayı öğrenmiş. Öğrenmenin sonu yok diyerek Royal Scottish Academy Of Music and Drama'ya bile gitmiş. Yani karşımızda okumuş bir çocuk var. Kendisi ayrıca İskoçya'da sergilenen çeşitli tabloların sahibi başarılı bir ressammış. İlk albümünün ve single'ların kapaklarını kendisi hazırlamış. Albümü de evinin yatak odasına kurduğu küçük bir stüdyoda kademe kademe tamamlamış. Bu çalışkanlık ve azimle astronot bile olabilecek iken ilk albümü Architect'i Temmuz ortalarında çıkararak şimdilik müzikte ilerlemek isteyen Christopher, albümden önce sırasıyla For, Say, Here To There şarkılarını single olarak çıkarmış. (Albümde yer almayan Mountains adında bir single daha var.) Architect kısa sürede indie pop severler tarafından bağırlara basılmış ve birçok pozitif eleştiriyle karşılaşmış. Bu kadar -miş, mış'tan habersiz şekilde dinlediğim bu ilk C Duncan albümü bana sanki bu işe yıllarını vermiş bir veya birkaç müzisyenin işiymiş gibi gelmişti. Oysa hepsi Christopher'ın başı altından çıkmış.

Damarlarında akan klasik müziği modern bir pop, hatta sıklıkla dreampop ile buluşturan C Duncan, kulağa yapışan nakaratlar ya da dikkat dağıtan hınzır melodiler yerine daha içerikli ve pişmiş bir pop duygusuna sahip. Bunun en iyi hissedildiği, aynı zamanda benim albümde en çok beğendiklerim olan Say, For (kulağa yapışan ıslık melodileriyle içerikli ve pişmiş bir şarkı!), Silence and Air, Here To There, By, He Believes In Miracles şarkıları, kendi yollarını çizen, ölümüne basmakalıp indie pop seslenişlerine sırtını dönen, pop algısını hem sanatsal, hem de 60'lar vokal pop emareleriyle birleştiren besteler. C Duncan bu özeni sadece müziğine değil, her şarkıda itinayla tasarladığı bariz hissedilen yoğun vokal tasarımlarında da gösteriyor. Daha naif ve derin olmakla birlikte, 90'ların hemen başında vatandaşı Edwyn Collins'in gerçekleştirdiği çıkışa benzer bir durumu var. A Girl Like You gibi süper bir hiti yok belki ama Collins'i de o şarkı dışında pek bilmem zaten. Karşılaştırma gerekçem, geçmiş tecrübelerin çağdaş indie pop normlarında birleştirilmesinden kaynaklanan ruh halinin yarattığı olgun pop dengeleri. C Duncan'ın süper hitler çıkarmak için bu işe girmediği çok açık. Devamı da güzel gelir umarız.

1. Say
2. Architect
3. Silence and Air                                       
4. For
5. He Believes in Miracles
6. Garden
7. Here to There
8. By
9. Novices
10. As Sleeping Stones
11. I'll Be Gone by Winter

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Ex Drummer (OST)


Herman Brusselmans'ın aynı adlı romanından Koen Mortier'in senaryosunu yazıp yönettiği Ex Drummer, çılgın bir aklın ürünü ve kimseye eyvallahı olmayan müthiş bir yapım. Kadın düşmanı psikopat solist Koen, sağır ve uyuşturucu bağımlısı gitarist Ivan, sağ eli akla zarar biçimde sakat kalan, huysuz annesi ve üst katta bağlı tuttukları babasıyla yaşayan eşcinsel bas gitarist Jan üçlüsünden ibaret punk grubu The Feminists'in bir davulcuya ihtiyacı olmasıyla şekillenen film, o davulcunun bulunmasıyla acayip yollara sapıyor. Bu ucube kombodan çok etkilenen hali vakti yerinde yazar Dries, gruba davulcu olmak istiyor. Yalnız The Feminists'in bazı şartları var: Haliyle kendilerini engelli diye niteleyen grup üyeleri, davulcunun da engelli olmasını istiyorlar. Üstelik sadece tek bir performans için kurulan bu grup, deki yarışmadan sonra bir daha biraraya gelmeme kararı almışlar. Şartları kabul eden Dries'in engeli ise davul çalamamak!

Bu kaybedenler takımıyla zaten bir gelecek göremeyen, tek amacı kendi egosunu bu eziklere karşı palazlamak olan Dries'in de katılımıyla The Feminists'in sersefil müzik yolculuğu başlıyor. Müziğin neredeyse hiç susmadığı filmin alternative, punk ve post-rock ağırlıklı soundtrack albümü ise film izlemeden dinlenirse hazmı zor, filmden sonra dinlenirse muhteşem bir kombinasyondan oluşuyor. Zaman zaman (daha çok finaldeki yarışma bölümünde) sahne performansı olarak gördüğümüz bu müzikler, çoğunlukla filmin kara mizahla yoğrulmuş tuhaf ve gerilimli anlarına fon oluşturmak için kullanılıyor. Bu amacına da ulaşıyor. Açılış jeneriğinde gerisin geriye hareket ederken izlediğimiz Koen, Ivan ve Jan'ın tekinsizliğini Amerikalı Lightning Bolt şarkısı 2 Morro Morro Land çok iyi betimliyor mesela. Ama albüme ve filme etkili biçimde sirayet eden The Tritones, Mogwai, Isis gibi post-rock lezzetlerinin gücü hemen hissediliyor. Filmde bu isimlerin şarkılarının yarattığı atmosfer, yönetmen Koen Mortier'e de ilham vermiştir muhakkak.


The Feminists'in katılıp birinci olmayı hedefledikleri akıllara zarar Leffinge rock festivalindeki performanslar da albümde yer alıyor. Belçikalı gruplar Funeral Dress ve filmde "Koca Kamış"ın liderlik ettiği Harry Mulisch adıyla arzı endam eyleyen Flip Kowlier yanında, şu an 66 yaşında olan duayen şantör Arno'nun Een Boeket met Pisseblommen adlı karizmatik şarkısını da görüyor, duyuyoruz. Fakat Leffinge sahnesinin asıl bombası, The Feminists'i seslendiren Belçikalı Millionaire grubunun Deep Fish şarkısı oluyor. Filmde Koca Kamış ile ihtilaf yaşadıkları bir alternative punk harikası olan Deep Fish'i albüm kapanışına koymak da iyi fikir. Albümde ve filmde Millionaire'in orijinali 1977 yılına ait Devo şarkısı Mongoloid'in sıkı bir coverı da yer almakta. Filmdeki Mongoloid'in prova edildiği sahne de Ex Drummer'ın onlarca eğlenceli sahnesinden sadece biri.

An Pierlé ve Mel Dune gibi az bilinen iki kadının naif şarkıları da Ex Drummer'ın bazı ağır çekim şiddet sahnelerine fon oluşturmuş ve böylelikle o çok bilinen zıtlık sağlanmış. Belçika'nın dünya çapında en fazla tanınan alternative / indie rock gruplarından olan Ghinzu'nun yaklaşık 9 dakikalık Blow şarkısı ise, filmin uzun, kanlı ve tuhaf finaline damgasını vuruyor. The Experimental Tropic Blues Band, Madensuyu, Blutch gibi Belçikalı grupların vasat şarkıları albümün zayıf halkaları olmuş bana göre. İlle de Belçika olsun dersen onların yerine bir dEUS veya bir Jacques Brel patlatsalar hiç fena olmaz, hatta gayet orijinal olurmuş. Olsun! Ex Drummer Soundtrack, "film müziği" tanımının hakkını veren, film ile müziği çok iyi buluşturan albümlerden / filmlerden biri. Hem de en tuhaflarından biri!

1. Lightning Bolt - 2 Morro Morro Land
2. Madensuyu - Papa Bear
3. An Pierlé - Need You Know
4. The Tritones - Chagrin de la Mer
5. Mogwai - Hunted by a Freak
6. The Experimental Tropic Blues Band - Mexico Dream Blues
7. Flip Kowlier - De Grotste Lul Van t Stad
8. Millionaire - Mongoloid
9. Isis - Grinning Mouth
10. Arno - Een Boeket met Pisseblommen
11. Augusta National Golfclub - People in Paris
12. Mel Dune - Time Hangs Heavy On Your Hands
13. Ghinzu - Blow
14. Funeral Dress - Hello From the Underground
15. Blutch - Moving Ground
16. Millionaire - Deep Fish

4 Ağustos 2015 Salı

Calliope - ORBIS


2011 Milwaukee, Wisconsin doğumlu dörtlü Calliope, 6 şarkı, 26 dakikadan oluşan ikinci albümleri ORBIS'te icra ettikleri psychedelic'ten stoner'a uzanan müzikleriyle atmosferi çok güçlü bir grup. En önemlisi de bu atmosferi sağlamak için dayanak noktası olarak blues rock'tan besleniyor olmaları. Aynı isme sahip bir sürü grup mevcut. Zaten kendilerine en kolay ulaşım, yüzyılın en faydalı icatlarından Bandcamp sayesinde sağlanıyor. Orada belirtildiğine göre de ORBIS, Wisconsin'in kuzey bölgesindeki ormanlarda bir kulübede kaydedilmiş. Ne var ki bir kulübede değil de, profesyonel bir ses düzeniyle o ormanın tam içinde kaydedilmişçesine bir yoğunluk hakim. Blues rock'tan beslenirken onu ne ana yemek, ne de meze olarak tüketiyorlar. Hatta tüketmeyip her yeni şarkıda ölçülü bir sertlikle yeniliyorlar. Psych ve blues kimyasını harikulade biçimde birbiri içinde eriten grup, gitarist Victor Buell IV tarafından gerçekleştirilmiş kayıt ve miksajıyla bu erimeyi boyutlandırmada, onu şarkı formuna getirmede çok iyi işler yapıyor.

2013'teki kendi adlarını taşıyan 12 şarkılık ilk albümleri de bazı ufak tefek farklarla aynı sound çerçevesinde gayet oturaklı bir yapıda. ORBIS'te ilk albümün yarısı kadar şarkı var. Ama buna rağmen bu EP görünümlü LP, doyurucu olduğu kadar acıktırıcı özelliklere de sahip. Bir yandan keşke bir 6 şarkı daha olsaymış derken, öte yandan Prelude, Guns, ORBIS, Casino, The King, Iron Hand, yani tüm şarkılar kendi içlerinde bir tatmin duygusunun ayrı ayrı sözcülüğünü yapıyorlar. Müthiş bir gizem, dozu çok iyi ayarlanmış psychedelic blues ruhu, konser salonlarını ısıtacak mid-tempo canlılık, sahip olunması kolay olmayan bir karizma. Hepsi Calliope bünyesinde mevcut. Şu halleriyle ortalığı yakıp yıkmaları gerekirken binlerce Bandcamp grubundan biri olarak bu artılarına bir de tevazuyu ekliyorlar sanırım. Aksi durumda bir türlü meşhur olamamış leziz gruplar kulübünün gözü yaşlı neferlerinden biri olamayacak kadar olgun ve düzgünler. Yine de çok daha iyi yerlerde olmayı (kötü bir yerde olduklarından değil) hak ediyorlar. Birebir benzerini çok az duyduğum, duyduklarımın da şimdi adını unuttuğum bir müzik yapan Calliope'u kolay kolay unutacağımı sanmıyorum.

1. Prelude
2. Guns
3. ORBIS
4. Casino
5. The King
6. Iron Hand