R.E.M. diye bir grubun varlığına uyandığım 7. albüm
Out Of Time (1991), hele de benim için sadece grubun en iyisi değil, tüm zamanlarımın en iyi albümlerinden biri olan
Automatic For The People (1992) sonrası artık nasıl bir
REM albümü gelebilir ki, gelse de çıtayı aşabilir mi ki diye meraklandığımız 90'ları çok özlüyorum. 8 albüm boyunca folk rock, pop rock, indie rock civarında akustik duygulara tercüman olan olağanüstü şarkılar yazmış, çalmış, söylemiş olmaları artık bir sonraki albümde neremize dokunacaklar merakından öteye gitmiyordu. Ama 1994'te öyle bir
REM albümü geldi ki, şaşkınlık yaşamak üzerine yüzlerce benzetme yapabilirim. Bu şaşkınlık tamamen sound kaynaklı. Zira
Monster adındaki bu albüm, grubun kariyerinde tek tük şarkılara biçilmiş alternative rock, garage rock ve hiç biçilmemiş grunge, glam rock, post-punk karması cayır cayır bir rock manifestosuydu. Yine çok iyi yazılmış şarkıların bu kez distortion güdümlü gitarlarla, puslu bir atmosferle, alışık olunmadık
Michael Stipe lirikleriyle dizayn edilmiş 12 haline tanıklık ettik. Başka bir
REM albümünde bu olmadı, sonra da olmayacaktı. İlk ve sondu.
Aslında
Monster'ın arka planında çok ilginç olaylar yok. Başta davulcu
Bill Berry olmak üzere grup üyeleri 8 albüm boyunca istikrarla yürüttükleri akustik rock soundundan farklı olarak sadece "rock" yapmak istiyorlar. Gitarist
Peter Buck, albüm için tam 45 şarkı yazdıklarını, bunlardan yapacakları seçkilerle yeni albümü aynı sound ile piyasaya süreceklerini ama birdenbire gelen bu farklı bir şeyler yapma fikri etrafında herkesin anlaşması sonucu ortaya
Monster'ın çıktığını söylüyor. 94-96 arasında planlanan tur için yeni materyaller çalmak istemeleri, çalacakları şeylerin de daha rock olmasını istemeleri gibi haklı gerekçeleri var.
Berry ve basçı
Mike Mills'in rahatsızlıkları,
Buck ve
Stipe'ın ailelerine vakit ayırmak istemeleri, ayrıca sonuçları albüme de yansıyacak iki trajik ölüm de bu hikayenin bir parçası.
Stipe'ın arkadaşları olan oyuncu
River Phoenix'in 31 Ekim 1993'te 23 yaşında ve
Kurt Cobain'in 5 Nisan 1994'te 27 yaşında hayata veda edişleri
Monster'ın bazı hücrelerine sızıyor.
Monster'ı olağanüstü yapan şey, bu acıları ve o sertliği sağaltan, sağaltırken yoğunlaştıran, meditatif bir döngüye sokan, sonra da oradan çıkmanın ip uçlarını veren, hem kendini, hem de kendinin bambaşka bir yönünü keşfeden bu soundun doğurduğu ender ruh bütünlüğü.
Monster'ın açılış parçası, aynı zamanda ilk teklisi
What's The Frequency, Kenneth?, adını gazeteci ve anchorman
Dan Rather'ın 1986'da saldırıya uğradığı bir olaydan almış. Nereden aldığı o kadar önemli de değil. Asıl önemli olan, hiçbir
REM albümüne benzemeyen bu albümün hiçbir
REM şarkısına benzemeyen örneklerinden biri olması. Ondan sonra gelen,
Sonic Youth ikonlarından
Thurston Moore'un gitarı ve vokaliyle konuk olduğu
Crush With Eyeliner'ı da dahil ederek grunge, alternative rock, glam rock artık ne deniyorsa hepsinin tencerede karıştırılıp bunun
REM lisanına uyarlanışı, sanki yeni bir dil öğrenmişçesine heyecan yaratan bir yeniliğe sahip.
King Of Comedy, o yeniliği "glam dance" demek istediğim acayip bir boyuta taşımış.
Stipe'ın efektli vokali ve synth pop altyapının gitarla işbirliği sonucu ortaya çıkan synth rock doku resmen
REM ezberi bozan türden. Muhteşem
I Don't Sleep, I Dream bu kez aksak ritmi ve biraz yumuşattığı
Monster tarzıyla
Stipe'ın olağanüstü vokalini birleştirip unutulmaz bir şeye dönüşmüş. Yerinde duramayan
Star 69, belki de
REM tarihinin en hızlı şarkılarından biri olması yanında, bu hızı mükemmel biçimde kontrol altında tutan,
Stipe'ın bu kez geveze takılan vokaliyle kendine çift kanaldan ritim inşa eden cıva gibi bir şarkı. Kaset olarak yıllarca dinlediğim albümün A yüzünün kapanışında yer alan
Strange Currencies ise,
Everybody Hurts ile aynı dalga boyunda olan kalbi kırık bir
Monster şarkısı olarak çok görkemli bir slow.
B yüzü,
Michael Stipe'ın sesini inceltmek suretiyle tiz bir vokal tekniği olan falsetto şeklinde söylediği
Tongue ile açılıyor. Anlatıcının bir kadın olmasını istediği için bu şekilde söylediğini dile getiren
Stipe, şarkının aynı zamanda "cunnilingus" hakkında olduğunu da sözlerine eklemiş. Asıl önemlisi,
Tongue hiç de
Monster albümü için yapılmış gibi durmayan, 60'lar soul slowları gibi yumuşacık bir beste.
Bang and Blame grubun en fazla ticari başarı elde eden teklilerinden biri ve buna rağmen hiç de sevimsiz değil. Sonuna 30 saniyelik şık bir enstrümantal ekleme yapılmış olan şarkıya eşlik eden geri vokaller arasında
Michael Stipe'ın kız kardeşi
Lynda Stipe ve
River ile
Joaquin Phoenix'in kız kardeşi
Rain Phoenix var.
I Took Your Name hakkında bugüne kadar kimse bir şey söylemedi, kimse bir şey ilan etmedi ama ben gelmiş geçmiş en karizmatik
REM şarkılarından biri ilan ediyorum onu. Özellikle tremolo ile yarattıkları ambiyans ortaklıkları neticesinde
Crush With Eyeliner ile kardeşliği göze çarpan
I Took Your Name, şarkının akışını bölen gitar melodisinin bünyemde yarattığı tüy ürpertisini yıllar içinde hiç kaybetmedi. Gerçi o ürperti bir bütün olarak
Monster'ın her notasında, her saniyesinde, her hücresinde hissettiğim bir duygu olarak yerini hep korudu.
Let Me In, albümün bir başka özel şarkısı. Sadece
Stipe'ın şarkı söylediği ve
Peter Buck'ın gitar ve Farfisa marka org çaldığı şarkı, onu sevenler için özel olduğu kadar
Stipe için de çok özel. "
Şarkıdaki "me" telefonda Kurt (Cobain) ile konuşan benim. Onu kendini hapsettiği dar çerçevenin dışına çıkarmaya çalıştım. İçinde bulunduğu şöhretle baş etmeye çabalamamasını, bunlara hiç prim vermemesini söyledim. Bir sonraki Nirvana soundunun nasıl olacağını biliyordum. Harika bir şey geliyordu. Onunla albüm için çeşitli denemeler yapacaktık. Her şey ayarlanmıştı, uçak biletini bile almıştı. Son dakikada arayıp "gelemeyeceğim" dedi. Kendini öldürdüğü için ona kızgınım." diye anlatıyor
Stipe... Şimdi böyle hikayesi olan bir şarkının nasıl olmasını beklersiniz?
Buck'ın yoğun gitarlarıyla boğucu bir atmosfer yaratan, her dinlediğimde beni siyah beyaz bir filmin puslu, karanlık, rüzgarlı sahnesine hapseden
Let Me In,
Stipe'ın
Kurt Cobain'in kafasına girmeye çalışma çaresizliğini birebir yansıtan bir şarkı.
Circus Envy ise zaten
Monster evreni yeterince sert değilmiş gibi yangına körükle giden, tüm ekipmanları garaja indirip oradan çalıp söyleyen nefis bir glam punk. Kapanışı yapan
You, görkemli olmasa da (ki bence
Let Me In bu albümü çok iyi kapatırdı) fena sayılmayacak bir bitiş gerçekleştiriyor.
Monster'ı dinleyip bitirdiğim her zaman ılık bir duş alma ihtiyacı duyarım. Fiziksel ve duygusal hırpalanışlar sonrası içimde biriken yoğunluğu gride bırakmam kısa sürmez. Başka
REM albümlerinde başka türlü duygulara hapsolduğum gibi,
Monster da kendi dünyasındaki iniş çıkışları zihnime kazımış bir albümdür. Eskimez, yıpranmaz, merhamet etmez. 2020 itibariyle 26 yılı devirmiş bir albümün bu kadar taze kalabilmesi beni hiç şaşırtmıyor. Bu güce sahip onlarca isim sayabilirim. Çemberi daralttığımda
Throwing Copper (
Live),
Grace (
Jeff Buckley),
Hips and Makers (
Kristin Hersh) gibi benim için efsane albümlerle aynı yıl çıkmış olması 90'ların büyüsünü izah etmeye yetiyor benim için. 2000'den sonra çıkan dört
REM albümünden asla aynı tatları alamadım.
REM kesinlikle 90'lar grubuydu. Başyapıtlarını 90'larda tüm ihtişamıyla önümüze serdi.
Monster da kesinlikle onlardan biri. O kadar çağdaş, yeni, yenilikçi ki nostaljisini bile yapamıyorum. Bunda 90'ların inanılmaz albümlere ev sahipliği yapmasının etkisi büyük. Pek çok grup ve şarkıcı o yıllarda en verimli çağlarındaydılar. Mükemmel şarkılar, albümler yaptılar. Bu büyüleyici zamansızlık kendini o demlenişte daha iyi gösteriyor. Bugün artık
REM fiziki olarak yok. Ama ardında fizik kurallarını altüst eden albümleri var.
Monster da onların "canavar" olanı.
1. What's the Frequency, Kenneth?
2. Crush with Eyeliner
3. King of Comedy
4. I Don't Sleep, I Dream
5. Star 69
6. Strange Currencies
7. Tongue
8. Bang and Blame
9. I Took Your Name
10. Let Me In
11. Circus Envy
12. You