"A Sudden Break In The Clouds, grubumla tek bir odada, hepimiz mutlu olana kadar birlikte kayıtlar yaparak kaydedildi. Kaydedilmesi ve bu güzel, büyük stüdyo odasında çalışılması, tüm albüme gerçekten özel hissettiren bir enerji verdi. Hepimizin, grup olarak dinamiklerimizin ve yaratıcılığımızın bir albüme yansıtılmış bir sinerjisi. Genellikle aşırı mükemmeliyetçi ve detaycıyımdır, kayıtlar üzerinde çalışmak çok daha uzun sürer. Bu albümle süreci kucaklamaya, bir adım geri çekilmeye ve büyük resme bakmaya karar verdim. Büyüleyici ve alçakgönüllü bir deneyimdi. Başardıklarımızla gurur duyuyorum. Albüme, albümdeki bir söz dizesinden esinlenerek "A sudden Break in the Clouds" (Bulutlarda Ani Bir Kırılma) adını vermeye karar verdim. Genel olarak öncekinden daha az karanlık, yağmur bulutları dağılıyor ve biraz daha fazla güneş ışığı içeri sızıyor (hüzünlü bir havası olsa da). İstikrarı bulmayı, umutlu kalmayı, kaybolmuş hissetmeyi ve yeniden yolunuzu bulmayı konu alıyor."
1984 İsveç doğumlu Alman şarkıcı Emma Elisabeth, detaylarını bilmediğim müzikal hayatına Betty Dittrich adıyla girmiş, 2013 yılında Gute Jungs, böse Mädchen adlı ilk ve tek albümünü yapmış bir insan. Sunshine pop ve schlager (özellikle Almanya, Avusturya, İsviçre'de popüler Avrupa melodik pop türü) nostaljisi taşıyan albüm ne uzayan, ne kısalan bir pop şirinliği. Bu albümden üç yıl sonra 2016'da bu kez Emma Elisabeth adıyla Cover Stories'i çıkardı. 12 adet coverdan oluşan bu akustik, karanlık, kırılgan albümü genel olarak beğendim. Paranoid, The Chain, Only Happy When It Rains, Born To Be Wild gibi çok iyi civerlar vardı. Sonrasında Melancholic Milkshake (2019) ve Some Kind Of Paradise (2022) albümlerini dinledim. Onlar için aynı olumlu şeyleri söyleyemeyeceğim. Sıradan, bende herhangi bir duygu uyandırmayan indie pop şarkılarıydı bunlar. Tabii tüm bu albümleri 4. albüm A Sudden Break In The Clouds'u dinleyip çok sevdikten sonra geçmişinde neler yaptığına bakmak için dinledim. Belki ilk onları dinleseydim bu güzeller güzeli 4. albüm için çok hevesli olmayabilir, pas geçebilirdim. A Sudden Break In The Clouds, diğer albümlerden biraz farklı olarak folk, alt.country, americana türünün iyi örneklerinden biri olarak boy gösteriyor. Hatta ilk dinlediğimde Emma Elisabeth'i Amerikalı kaliteli bir singer/songwriter sandım.
İçinde indie pop ve blues da hissedilen bu tür dönüşümünün ona çok belli bir olgunluk, bir ruh, bir karizma kattığı görülüyor. Yani bana öyle göründü. Onunla tanışmak için en ideal albüm bu olsa gerek. Schlager'dan americana'ya uzanan singer ve singer/songwriter yolculuğu bu albümle çok iyi bir durakta duruyor. A Sudden Break In The Clouds gerçekten de Elisabeth'in grubuyla bir odaya girip sakince şarkılarını çalıp söyledikleri ve kaydettikleri 42 dakikalık bir "session"a benziyor. Etiketindeki Amerikan kırsalına dair pastoral referanslar sebebiyle sıradan bir country albümü izlenimi edinmek olası. Normalde bu izlenim sebebiyle pas geçtiğim çok albüm oldu. Belki oralarda Elisabeth gibi başka kaliteli insanları kaçırmış olabilirim. Herkese yetişmemiz mümkün değil. Beni Emma Elisabeth'i, özellikle de bu albümünü dinlemeye iten sebep neydi hiç bilmiyorum. Bazen hiç sebepsiz, önsezisiz, temelsiz, pat diye bir albüme daldığımız olur ya (olur değil mi?), işte böyle anlardan birinde kavgasız gürültüsüz, kırsal hüznün içinde kaybolmak isteyeceğimiz bir müziğin kollarında olmak ihtiyaç halini alır. Özellikle bazı kadın country, folk, americana müzisyenlerindeki o ağırbaşlı savruluş o kadar güzeldir ki, onların dinginlikleri altında yatan tutkuyu hissetmemek çok zordur. Bana bunları söyletenler genelde Amerikalı kadınlar oldu. Bir Alman olarak Emma Elisabeth'in bu melankoli evrenine dahil olması, müziğin lokal özgünlüğü kadar coğrafi evrenselliğini de tescilliyor.
Elisabeth ile bizi tanıştıran ilk şarkı Brando, karanlık, mağrur bir western gibi karizmatik. Marlon Brando'nun One-Eyed Jacks'inden esinlenmiş olmasını dilerdim. (Film, Brando'nun ilk ve tek yönetmenlik denemesidir bu arada.) Swan Song, bu hoş kasveti değiştirip olgun bir pop folk serinliği sunuyor. Zaten bu kasvet, karanlık, serinlik paslaşması albüm geneline hakim. Possibly Never, Pretty Garden, Under The Garden, The Ocotillos diye nehir gibi akan şarkılar, her dinleme turunda biraz daha kişilik kazanıyor. Lovers In Reverse'den ayrıca bahsetmek isterim. Bence albümün en kırılgan ve tutkulu şarkısı olabilir. Tabii diğerlerinde de kendi ölçüleri dahilinde o hüzün ve tutku farklı suretlerde görülüyor. Ama Lovers In Reverse sanki albümün üzerine bir battaniye gibi örtülüyor, onun altında üzülüyor, ağlıyor. Benim için albümün Denis Johnson novellasından aynı adla uyarlanan Train Dreams filmiyle aynı zamanlara denk gelmesi, Amerikan kırsalının şiirsel pastoralliğiyle yürek burkan bir örtüşme yaşattı. Benzer duyguları hissetmeyeli uzun zaman olmuş. Kendilerinden uzun süredir haber alınamayan Leah James ve Miranda Lee Richards'ın şarkılarında benzer tatlar vardı. Bu iki kadın o güzel atlara binip batının eşsiz günbatımında kayboldular. Bir gün dönerler diye bekliyoruz. Emma Elisabeth'i de bu albümle kazanmış olduk. Country müziğin melankolik yüzüne yüreğini koymuş kadın şarkıcıların çoğalması dileğiyle.
1. Brando
2. Swan Song
3. Pretty Garden
4. Possibly Never
5. Hell Or High Water
6. Under The Sun (Interlude)
7. Under The Sun
8. Songs About The City
9. Lovers In Reverse
10. Head Full Of Dreams
11. Chess With Death
12. The Ocotillos







.jpg)



















.jpg)






















