22 Kasım 2025 Cumartesi

Emma Elisabeth - A Sudden Break In The Clouds

 
"A Sudden Break In The Clouds, grubumla tek bir odada, hepimiz mutlu olana kadar birlikte kayıtlar yaparak kaydedildi. Kaydedilmesi ve bu güzel, büyük stüdyo odasında çalışılması, tüm albüme gerçekten özel hissettiren bir enerji verdi. Hepimizin, grup olarak dinamiklerimizin ve yaratıcılığımızın bir albüme yansıtılmış bir sinerjisi. Genellikle aşırı mükemmeliyetçi ve detaycıyımdır, kayıtlar üzerinde çalışmak çok daha uzun sürer. Bu albümle süreci kucaklamaya, bir adım geri çekilmeye ve büyük resme bakmaya karar verdim. Büyüleyici ve alçakgönüllü bir deneyimdi. Başardıklarımızla gurur duyuyorum. Albüme, albümdeki bir söz dizesinden esinlenerek "A sudden Break in the Clouds" (Bulutlarda Ani Bir Kırılma) adını vermeye karar verdim. Genel olarak öncekinden daha az karanlık, yağmur bulutları dağılıyor ve biraz daha fazla güneş ışığı içeri sızıyor (hüzünlü bir havası olsa da). İstikrarı bulmayı, umutlu kalmayı, kaybolmuş hissetmeyi ve yeniden yolunuzu bulmayı konu alıyor."

1984 İsveç doğumlu Alman şarkıcı Emma Elisabeth, detaylarını bilmediğim müzikal hayatına Betty Dittrich adıyla girmiş, 2013 yılında Gute Jungs, böse Mädchen adlı ilk ve tek albümünü yapmış bir insan. Sunshine pop ve schlager (özellikle Almanya, Avusturya, İsviçre'de popüler Avrupa melodik pop türü) nostaljisi taşıyan albüm ne uzayan, ne kısalan bir pop şirinliği. Bu albümden üç yıl sonra 2016'da bu kez Emma Elisabeth adıyla Cover Stories'i çıkardı. 12 adet coverdan oluşan bu akustik, karanlık, kırılgan albümü genel olarak beğendim. Paranoid, The Chain, Only Happy When It Rains, Born To Be Wild gibi çok iyi civerlar vardı. Sonrasında Melancholic Milkshake (2019) ve Some Kind Of Paradise (2022) albümlerini dinledim. Onlar için aynı olumlu şeyleri söyleyemeyeceğim. Sıradan, bende herhangi bir duygu uyandırmayan indie pop şarkılarıydı bunlar. Tabii tüm bu albümleri 4. albüm A Sudden Break In The Clouds'u dinleyip çok sevdikten sonra geçmişinde neler yaptığına bakmak için dinledim. Belki ilk onları dinleseydim bu güzeller güzeli 4. albüm için çok hevesli olmayabilir, pas geçebilirdim. A Sudden Break In The Clouds, diğer albümlerden biraz farklı olarak folk, alt.country, americana türünün iyi örneklerinden biri olarak boy gösteriyor. Hatta ilk dinlediğimde Emma Elisabeth'i Amerikalı kaliteli bir singer/songwriter sandım.


İçinde indie pop ve blues da hissedilen bu tür dönüşümünün ona çok belli bir olgunluk, bir ruh, bir karizma kattığı görülüyor. Yani bana öyle göründü. Onunla tanışmak için en ideal albüm bu olsa gerek. Schlager'dan americana'ya uzanan singer ve singer/songwriter yolculuğu bu albümle çok iyi bir durakta duruyor. A Sudden Break In The Clouds gerçekten de Elisabeth'in grubuyla bir odaya girip sakince şarkılarını çalıp söyledikleri ve kaydettikleri 42 dakikalık bir "session"a benziyor. Etiketindeki Amerikan kırsalına dair pastoral referanslar sebebiyle sıradan bir country albümü izlenimi edinmek olası. Normalde bu izlenim sebebiyle pas geçtiğim çok albüm oldu. Belki oralarda  Elisabeth gibi başka kaliteli insanları kaçırmış olabilirim. Herkese yetişmemiz mümkün değil. Beni Emma Elisabeth'i, özellikle de bu albümünü dinlemeye iten sebep neydi hiç bilmiyorum. Bazen hiç sebepsiz, önsezisiz, temelsiz, pat diye bir albüme daldığımız olur ya (olur değil mi?), işte böyle anlardan birinde kavgasız gürültüsüz, kırsal hüznün içinde kaybolmak isteyeceğimiz bir müziğin kollarında olmak ihtiyaç halini alır. Özellikle bazı kadın country, folk, americana müzisyenlerindeki o ağırbaşlı savruluş o kadar güzeldir ki, onların dinginlikleri altında yatan tutkuyu hissetmemek çok zordur. Bana bunları söyletenler genelde Amerikalı kadınlar oldu. Bir Alman olarak Emma Elisabeth'in bu melankoli evrenine dahil olması, müziğin lokal özgünlüğü kadar coğrafi evrenselliğini de tescilliyor.

Elisabeth ile bizi tanıştıran ilk şarkı Brando, karanlık, mağrur bir western gibi karizmatik. Marlon Brando'nun One-Eyed Jacks'inden esinlenmiş olmasını dilerdim. (Film, Brando'nun ilk ve tek yönetmenlik denemesidir bu arada.) Swan Song, bu hoş kasveti değiştirip olgun bir pop folk serinliği sunuyor. Zaten bu kasvet, karanlık, serinlik paslaşması albüm geneline hakim. Possibly Never, Pretty Garden, Under The Garden, The Ocotillos diye nehir gibi akan şarkılar, her dinleme turunda biraz daha kişilik kazanıyor. Lovers In Reverse'den ayrıca bahsetmek isterim. Bence albümün en kırılgan ve tutkulu şarkısı olabilir. Tabii diğerlerinde de kendi ölçüleri dahilinde o hüzün ve tutku farklı suretlerde görülüyor. Ama Lovers In Reverse sanki albümün üzerine bir battaniye gibi örtülüyor, onun altında üzülüyor, ağlıyor. Benim için albümün Denis Johnson novellasından aynı adla uyarlanan Train Dreams filmiyle aynı zamanlara denk gelmesi, Amerikan kırsalının şiirsel pastoralliğiyle yürek burkan bir örtüşme yaşattı. Benzer duyguları hissetmeyeli uzun zaman olmuş. Kendilerinden uzun süredir haber alınamayan Leah James ve Miranda Lee Richards'ın şarkılarında benzer tatlar vardı. Bu iki kadın o güzel atlara binip batının eşsiz günbatımında kayboldular. Bir gün dönerler diye bekliyoruz. Emma Elisabeth'i de bu albümle kazanmış olduk. Country müziğin melankolik yüzüne yüreğini koymuş kadın şarkıcıların çoğalması dileğiyle.

1. Brando
2. Swan Song
3. Pretty Garden
4. Possibly Never
5. Hell Or High Water
6. Under The Sun (Interlude)
7. Under The Sun
8. Songs About The City
9. Lovers In Reverse
10. Head Full Of Dreams
11. Chess With Death
12. The Ocotillos

12 Kasım 2025 Çarşamba

Eva & The Heartmaker - Let's Keep This Up Forever


2005 yazında Oslo / Norveç’te bir stüdyoda tanışan vokalist Eva Weel Scram ve gitarist / prodüktör Thomas Stenersen, artık birbirlerine nasıl ısındılarsa bir sene içinde Eva & The Heartmaker’ı kurup üstüne de debutları Behind Golden Frames’i çıkarıyorlar. Bu albümde yer alan Stupid Heart, 2007 yılı yapımı Norveç filmi Mars & Venus’te kullanılıyor. Bir diğer single olan I Am The Sun, ülkesindeki Hit 40 listesinin gediklisi oluyor. Daha çok İskandinav ülkelerinde adını duyurmasının, albümlerine radyoların büyük ilgi göstermesinin, hatta bir defasında “Haftanın Albümü” bile seçilmesinin ardından beklentiler artıyor. Böylece grup 2009 Mayıs’ında ikinci albümleri Let's Keep This Up Forever’ı günyüzüne çıkarıyor.

Etkilendikleri isimler arasında The Cardigans, The Reconteurs, Arcade Fire, Radiohead ve The Beatles (özellikle de Sgt. Pepper’s Lonely Hearts Club Band albümü) gibi yabana atılmayacak örnekler olması, Eva & The Heartmaker müziğinin olağanüstü iddialı bir pozisyonda olması anlamına gelmiyor. Neticede “etkilendikleri” derken, bu sayılanların Eva ve Thomas’a müzik yapma aşamalarında ilham veren isimler olarak telaffuz edildikleri gibi, her müzisyen dinlemekten hoşlandığı grup ve şarkıcıların müziğini yapacak diye bir kural da yok. Ama mesela The Cardigans sevenler ziyadesiyle memnun kalacaklardır. Sempatik İskandinav pop rock zeminine sahip bir grup olarak, açılış şarkısı Let's Hit The Road Jack ile bu kulvarın sağlam örnekleri arasında yer almaları gerektiği fikrine kapılabiliyorsunuz. Kapıldığınız bu fikrin A Potion Of Lust, Made Of Honour, Possible Escape/Possible Mistake gibi çok güçlü destekçileri de mevcut albümde. Bunun yanında ikilinin The Beatles etkilenimlerinin günümüz standartlarında karşılığını bulduğu hit potansiyeli olan Superhero, Please!, leziz bir indie pop olan The Spell ile, leziz bir blues olan Life Stil Goes On, albümün diğer kendini dinletmesini bilen besteleri. Geriye de fazla bir şey kalımıyor zaten. Güzel yazılıp icrâ edilmiş şarkılar kadar, olayın mutfağının da kalitesi anlaşılıyor.

Bu noktada da Thomas’ın becerileri ortaya çıkıyor. Artık tipik bir durum olan etkileyici İskandinav vokalinin dayanılmaz hafifliğini albümün her anına serpiştirmiş Eva kadar, hiç sesini duymadığımız Thomas’ın özen gösterildiği belli teknik hamleleri birleşince sıkı bir duonun keyfini çıkarmak şart oluyor. İlk albüm Behind Golden Frames’i bilemem ama Let's Keep This Up Forever her şeyi doğru yapan, (“doğru nedir” sorusunu şarkıları anlık yaşamayı seven dinleyiciler pas geçebilir) alternatifleri olduğu halde, hatta kendisi de onlara bir alternatif olduğu halde, sahip olduğu yeteneklerin hakkını veren bir grubun aklından çıkma bir pop kalitesi. Çorabına kadar ünlü olanlar bile tonlarca para döktükleri halde bu kadar iyisini yapamıyorlar şu günlerde!

1. Let's Hit The Road Jack
2. Charming Sexy
3. Superhero
4. A Potion Of Lust
5. Please!
6. Mississippi
7. Life Still Goes On
8. Made Of Honour
9. The Spell
10. Possible Escape/Possible Mistake

31 Ekim 2025 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ekim 2025)

Amadou & Mariam - L'amour à la foire
Yıl: 2025 Mali
Tür: Mande Music, Afrobeat, Woldbeat
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sonfo (feat. Fally Ipupa)"
Adrian Quesada - Jaguar Sound
Yıl: 2022 ABD
Tür: Neo-Psychedelia, Jazz-Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Inquisitor (feat. Neal Francis)"
Macy Rodman - Scald
Yıl: 2025 ABD
Tür: Electropop, Alternative Dance
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Antarctica"
Richard Ashcroft - Lovin' You
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Pop Rock, Britpop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lover"
AY YOLA - Ural Batyr
Yıl: 2025 Rusya
Tür: Bashkir Folk Music, Trap, Industrial Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tugan Tel"
Budos Band - V
Yıl: 2019 ABD
Tür: Jazz-Funk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Old Engine Oil"

Morgan James - Quarantunes, Vol. 1
Yıl: 2020 ABD
Tür: Soul, Acoustic, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Everybody Hurts"
Morgan James - Quarantunes, Vol. 2
Yıl: 2020 ABD
Tür: Soul, Acoustic, Cover
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Won't Back Down"
Jelusick - Apolitical Ecstasy
Yıl: 2025 Hırvatistan
Tür: Alternative Metal, Groove Metal
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Groove Central"
Big Wreck - The Rest of the Story
Yıl: 2025 Kanada
Tür: Alternative Rock, Post-Grunge
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Short Bangs"
Nova Twins - Supernova
Yıl: 2022 İngiltere
Tür: Rap Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Antagonist"

Bloodred Hourglass - We Should Be Buried Like This
Yıl: 2025 Finlandiya
Tür: Melodic Death Metal, Groove Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Frail"


Massage - Coaster
Yıl: 2025 ABD
Tür: Indie Rock, Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "No North Star"
The Len Price 3 - Misty Medway Magick
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Garage Rock, Power Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gypsy Magick"

Swim School - Swim School
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Indie Rock, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Heaven"
Sanguisugabogg - Hideous Aftermath
Yıl: 2025 ABD
Tür: Brutal Death Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Repulsive Demise"
Julie Pavon - Born with Heartbreak
Yıl: 2025 Danimarka
Tür: Dance-Pop, House
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Love How You Dance (feat. Musumeci & OLiO)"
Eje Eje - Primordial Soup
Yıl: 2025 İsrail
Tür: Psychedelic Funk, World, Neo-Psychedelia
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Bride (feat. Elad Kimchi)"
Night Tapes - portals//polarities
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Chillwave, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "swordsman"
islandman - Island5
Yıl: 2025 Türkiye
Tür: Pysch Rock, World, Indie Dance
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Adada"

16 Ekim 2025 Perşembe

Morgan James - Soul Remains The Same


Morgan James, Amerikalı bir soul-jazz, blue-eyed soul şarkıcısı. Son albümüne kadar kendisinden hiç haberimin olmadığı çok albümlü isimler kulübünün yeni üyesi. Kendisinden haberim olması için:

1. 1 veya 2 şarkısına bir yerlerde denk gelip çok beğenmiş olmak,
2. Albüm kapağına bayılmak,
3. Cover albümle karşılaşmak,

gibi kriterlerim oluyor genelde. Morgan James, 3. maddeden dolayı radarıma girdi. Soul müziği zaten seviyorum. Bir de üstüne şarkı listesinde Sad But True, Is This Love, Cult Of Personality ve başka tanıdık isimler görünce Soul Remains The Same adını taşıyan albümünün bir cover işi olduğu ortaya çıktı. Üstelik grunge, hard rock, alternative rock şarkılarının soul, funk ve pop caz yorumları bunlar. Daha önce ikonik rock şarkılarını farklı türlere (daha sakin türlere diyelim) uyarlayan cover albümlere de bayılmıştım. Mesela İsveçli Sofia'nın Search & Destroy: A Punk Lounge Experience (2017) ve yine İsveçli Hellsongs grubunun 2008'de çıkan Hymns In The Key Of 666 (hatta orada da bir Thunderstruck yorumu var) adlı albümleri hala dönüş yaptığım işlerdendir. Cover kolay bir üretkenlik biçimi. Üretkenlik bile sayılmaması gereken, orijinalinin neredeyse aynısı bir dolu şarkı/albüm var. Ama Sofia gibi, Sue Ellen gibi, Morgan James gibi şarkıcıların kendi tarzlarından çok farklı şarkıları yeniden yorumlarken üretkenlik sayılabilecek, onları heyecan verici başka şekillere sokabilecek arayışlar içinde olmaları, onlara başka bir ruh katmak istemeleri takdire şayan. Bu açıdan bakınca pek de kolay sayılmaz.

Angus Young'ın arı kovanından çıkma gitarıyla çaldığı Thunderstruck'ın o meşhur gitar girişini, bu albümde hammond organ üstlenmiş. İyi bir cover albüm nasıl açılış yapmalıysa öyle yapmış Morgan James. En son The Metallica Blacklist adlı cover albümde Jason Isbell & The 400 Unit grubunun şahane yorumuyla dinlediğimiz Sad But True, burada da şahane bir funk rock'a dönüşmüş. Zaten bazı şarkıların kötü coverlanması zor oluyor. Şarkı, onu yorumlayanı coverlıyor adeta. Gitar soloda sanki Kirk Hammett stüdyoya uğramış, soloyu atıp kaçmış gibi hayal ettim. Orijinali de funk rock olan Cult Of Personality'nin daha soul bir funk rock şeklinde icra edilişine de bayıldım. Rahmetli Ozzy Osbourne'un 1981 yılına ait Diary Of A Madman albümündeki Flying High Again ise tanınmayacak halde nefis bir soul funk olmuş çıkmış. Smashing Pumpkins'in nadir iyi şarkılarından olduğunu düşündüğüm Tonight Tonight ise, 80'ler keyboard balladlarından birine çevrilmiş, şarkıya bambaşka bir açıdan bakmayı mümkün kılmış etkileyici coverlardan bir diğeri. Söyleyenin ayağını yerden kestiğini düşündüğüm bir başka şarkı olan Is This Love, aslında birinci sınıf bir soul şarkısıymış da, Whitesnake onu yorumlamış gibi müthiş bir duyguyla James tarafından sahiplenilmiş. Ara sıra bazı şarkıları, ince beline sarılıp dans ettiğimiz, aromalı sabun kokusunu içimize çekerken kendimizden geçtiğimiz kadınlara benzettığimiz olur. (Yani bana oluyor!) Is This Love'ın bu yorumu işte tam onlardan biri.


Bu albüme Pearl Jam'den hangi şarkı konmalı diye sorulsa söyleyeceğim üç adaydan biri mutlaka Better Man olurdu. (Hadi diğer ikisi de Black ve Nothingman olsun.) James o billur gibi sesiyle Better Man'i öyle dingin ve tutkulu bir biçimde söylüyor, grubu da o kadar dengeli bir pop/soul/caz ile anı güzelleştiriyor ki, albümün birkaç zirvesinden birine daha ulaşıyor, mest oluyoruz. Nine Inch Nails'in Something I Can Never Have'inden neo soul karizması çıkarmak da fena fikir değil. Albümde farklı olmasını istediğim sadece iki şey var. Stone Temple Pilots'dan ilk tercihim Plush olmazdı sanırım. Creep'i veya Interstate Love Song'u James'in sesinden duymak isterdim. The Day I Tried To Live'e de saygı duymakla beraber, orijinaliyle de beni yoran bir şarkı olmuştur. Olay Soundgarden olunca cover seçenekleri hepsinden daha fazla oluyor benim için. En bariz ihtimal olan Black Hole Sun demeyeceğim. Switch Opens'dan yine çok iyi bir neo soul çıkabilirdi mesela. Burden In My Hand, My Wave, hatta Spoonman'den bile çok acayip funk rock/soul funk ihtimaller düşünülebilirdi. Yani her cover albümden sonra aklımıza gelen bazı dilek ve temenniler. Morgan James'in tecrübe saçan blue-eyed soul sesi ve artık o enfes uyarlamalar kime aitse onların yaratıcılıkları her cover sever tarafından mutlaka dinlenmeli. Bu tür üzerinden bir cover albüm yapılacaksa da Soul Remains The Same müfredata konmalı.

1. Thunderstruck (AC/DC)
2. Plush (Stone Temple Pilots)
3. Sad But True (Metallica)
4. The Day I Tried to Live (Soundgarden)
5. Cult of Personality (Living Colour)
6. Is This Love (Whitesnake)
7. Something I Can Never Have (Nine Inch Nails)
8. Better Man (Pearl Jam)
9. Flying High Again (Ozzy Osbourne)
10. Tonight, Tonight (Smashing Pumpkins)

10 Ekim 2025 Cuma

Orbit Culture - Death Above Life

 
2013'te Eksjö/İsveç'te kurulup günümüze kadar ufak tefek yol kazalarıyla da olsa gelebilen melodic death metal, groove metal dörtlüsü Orbit Culture, 5. albüm Death Above Life ile tanıdığım bir grup. İyi ki de tanımışım. Death metal'in kanatları altında, groove, power, nu, progressive, technical ne varsa üstümüze salmışlar. O kanatlar bu metal türlerini öyle bir kuşatmış ki, hepsi o death ruhunun sadık hizmetçileri gibi Orbit Culture müziğinin metal eklektiğine katkı sağlamışlar. Grubun vokalisti, ritm gitaristi, şarkı yazarı Niklas Karlsson ve 750 sayfalık bir romanın karakterlerinden birinin adı gibi tınlayan ex-gitarist Maximilian Zinsmeister tarafından, her ikisi de 17 yaşındayken kurulan Orbit Culture, aynı zamanda başka bir yerel grupta da çalan Zinsmeister'ın bir davulcu ayarlaması, sonra da bir basçının katılımıyla şekillendi. Bir EP ile başlayan yolculuk, albümler, konserler, olaylar, ayrılıklar, yeni katılımlar şeklinde günümüze kadar geldi. Grubun tek sabit üyesi, haliyle de lideri Karlsson bu "kültürü" 12 senedir canlı tutuyor. Artık nasıl bir disiplin uyguluyorsa, 2016'da gruba dahil olan lead ve bas gitaristlerle hala birlikte. 2018'de de davulcu yenilemiş. Eskilerle yeniler arasında nasıl bir fark olduğunu, grubun pozitif mi yoksa negatif mi yönde ilerlediğini yorumlayabilecek durumda değilim. 2025'ten bakınca çok iyi bir albüm görüyorum sadece.

Albümü açan Inferma, death metal ile progressive metal'in birlikteliğinden doğan progressive death metal'in gücünü yansıtan taş gibi bir şarkı. Ona taş dediysek hemen peşinden gelen Bloodhound'a ne diyeceğiz? Bloodhound gerçek bir panzer, asla yumuşamıyor, taviz vermiyor. Bazı şarkılar melodik ve brutal vokallerle karışık ilerlerken Bloodhound, Niklas Karlsson'un brutalde daha iyi olduğunu düşündürdü bana. Melodik takıldığı bazı anlarda klişe nu metal vokallerini andırmıyor değil. Albümün bütün şarkılarını yazdığı, sertliği iyi kontrol ettiği, vokal tasarımlarını ustaca dengeleyip seslendirdiği için bu nu metal iticiliğini görmezden gelebilirim. Nu metal karşıtı olduğum anlaşılmasın. Sadece birkaç istisna dışında bana fazla Amerikan gelen bir tür olmuştur. Albüme dönersek, Hydra, Metallica'nın 80'ler trash vokallerini anımsatan nakarat aurası, power metal ile temasta kurduğu sertlik dozuyla gözüme girdi. Death Above Life ve The Storm, technical death dokunuşlarını iyice belirginleştiren ve yine melodik vokali bir kenara bırakarak brutal takılan diğer iki şarkı. Haliyle benim için albümün en iyilerinden, lokomotiflerinden. Gerçi böyle groove kalibresi yüksek bir albümdeki şarkılardan lokomotif şarkı seçmek mantıksız görünebilir. Ancak adını zikrettiklerim o lokomotifliği kaliteli şarkı yazma ve uygulama açısından tepeye ulaştırmış işler.

Neural Collapse ile son bir kez duvardan duvara fırlatıldıktan sonra kapanıştaki The Path I Walk'ın akustik girişli, biraz da albümün karakterine pek uymadığını düşündüğüm o "fazla Amerkan" ya da "fazla Avrupalı" çağrışımlara maruz kalıyorum. Bana fazlalık gibi geliyor. Bence Neural Collapse bir kapanış için şahane bir seçim olurdu. The Path I Walk düşman olunacak bir şarkı değil elbette. Ama kendi kafamda şekillendirdiğim Orbit Culture karakterinin o agresif, enerjik, dramatik parametrelerine bir yerlerden uymayan, kolay açıklanamayan bir içe sinmeme durumu mevcut. Inside The Waves ve The Tales Of War şarkıları da ilk izlenimde böyle hissettirmiş olsa da, zamanla onları bu parametrelere uygun görmeye, bütünün orijinal parçaları olarak algılamaya başladım. Bir yandan da grubun müzikal yolculuğunu merak etmekteyim. Önceki 4 albüm bir şekilde çekici titreşimler yayıyor. Son albümünü çok beğenip önceki işlerine döndüğüm grup/şarkıcılarda geniş bir perspektife, kapsamlı bir gözleme sahip olduğum da oldu, hayal kırıklığına uğradığım da. Orbit Culture'un nerelerden Death Above Life'a geldiğini merak etmemin özel bir sebebi yok. Albümü çok sevdim. Ama bazen çok sevdiğim albümlerin öncesini merak etmediğim de oluyor. Orbit Culture, death metal'in farklı kulvarlara da sıçradığı, sentezlendiği bir dönemde hem sadık, hem de yeniliklere açık metal severlere hitap edebilen güçlü bir grup.

1. Inferna
2. Bloodhound
3. Inside the Waves
4. The Tales of War
5. Hydra
6. Nerve
7. Death Above Life
8. The Storm
9. Neural Collapse
10. The Path I Walk

4 Ekim 2025 Cumartesi

SG Lewis - Anemoia

 
1994 doğumlu Samuel George Lewis ya da camianın onu tanıdığı adıyla SG Lewis, Londra'dan bir dance-pop, nu-disco, alternative R&B, synthpop, deep house, progressive house insanı. Üç albüm ve birkaç EP sahibi. Kendisini Eylül başında çıkan son albümü Anemoia ile tanıdım. Adı geçen türlere çok hakim değilim ama deep house'un hipnotize edici, rahatlatıcı etkilerini seviyorum. Hatta en son Oliver Laxe filmi Sirât'ta duyduğumuz Kangding Ray müziklerinin filme olan katkısı çok önemliydi. Tabii Lewis'in müzikleri biraz daha farklı. Bitmek bilmeyen house ritim ve melodileri yerine daha makul sürelere bölünmüş, vokalli, konuk vokalli, zaman zaman radyo dostu synthpop şarkıları duyuyoruz. Anemoia'yı çok beğenince önceki iki albüme de göz atayım dedim ama ikisini de Anemoia kadar iyi bulmadım. Albümdeki 10 şarkı melodik, atmosferik, hipnotik, dansa davet eden ama aynı zamanda oturup dinlenecek kalitede bir çeşitlilik gösteriyor. Lewis, dümdüz house ritimleriyle oyalanmak yerine duygusu ve ruhu olan synth tasarımlarını şık vokallerle karakterize ediyor. Yaz ve özellikle yaz sonu hissiyatı baştan sona dinleyeni hiç terk etmiyor. Zaten bu müziğin mayasında o his her zaman vardır. Lewis'in bu albümü yaz yerine Eylül başında çıkarmasının sebebini bilmiyorum. Ama salt bir dans albümü olmasındansa, yorumlanabilir bir dance-pop albümü yapmak istediği tahmininde bulunmak güzel olurdu.

Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir müzisyenin albümünü dinlerken sizi neyin beklediğinin önemi, biraz da sevdiğiniz türle alakalı. Deep house olarak ün yapmış SG Lewis'den bu yüzden hiçbir şey beklemiyordum açıkçası. Böyle beklentisiz başlayıp da arka arkaya Memory, Feelings Gone, Sugar gibi üç nefis şarkıya rastlamak -başka bazı albümlerde de başıma geldiği üzere- bayıldığım bir durum. Memory çok etkileyici, buram buram deniz, güneş kokan, açılış gibi açılış yapan bir synthpop lezzeti. İngiliz alternative pop grubu London Grammar'ın, daha doğrusu hissedilen şekilde grubun solisti Hannah Reid'in konuk olduğu Feelings Gone da Memory gibi ilk dinleyişte 1. sınıf bir albümün içinde olduğumu anlamamı sağladı. 2022'de çıkardığı ilk albümü Nymph ile kaliteli pop müziğin temsilcilerinden biri olacağı yönündeki potansiyeline şahit olduğumuz Shygirl'ün misafir olduğu Sugar ile üçte üç yapınca yılın en iyi dans albümlerinden biriyle buluştuğum yönünde hisler kelebekler gibi etrafımı sardı. Sonrasında onlara Transition, Back on My Mind, Baby Blue eklendi. Hem keyfimiz az da olsa yerine geldi, hem de yaz bitti diye hüzünlendik. Sirât'ta geçen bir replikte çöl festivalleri müdavimleri "bu müzik dinlemek için değil dans etmek için" diyorlardı. Bence SG Lewis müziği her iki ihtiyacı da karşılıyor.

1. Memory
2. Feelings Gone (feat. London Grammar)
3. Sugar (feat. Shygirl)
4. Transition (feat. RAHH)
5. Devotion (feat. TEED)
6. Past Life
7. Back on My Mind
8. Another Place (feat. Frances)
9. Fallen Apart
10. Baby Blue (Oliver Sim)

30 Eylül 2025 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2025)

Sian - Chaos
Yıl: 2025 İrlanda
Tür: Nu Disco
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mirror Balls (Dark Disco edit) (feat. Cafius)
Los Straitjackets - Somos Los Straitjackets
Yıl: 2025 ABD
Tür: Surf Rock, Garage Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "High Wire Act"
Miller Campbell - Miller Campbell
Yıl: 2025 ABD
Tür: Pop Rock, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "All Night"
Archie Sagers - Dreams Along the Shore
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Post-Punk, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ship's Helm"
Johnny Tupolev - The Best Unknown
Yıl: 2025 Almanya
Tür: Alternative Rock, Grunge
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Down Again"
Robert Plant - Saving Grace
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Americana, Alt-Country
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Everybody's Song"
The Wrestler OST
Yıl: 2009 ABD
Tür: Hard Rock, Glam Metal
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: Cinderella - "Don't Know What You Got (Till It's Gone)
Big Thief - Double Infinity
Yıl: 2025 ABD
Tür: Folk Rock, Neo-Psychedelia, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Words"
Cecelia Castleman - Cecelia Castleman (Deluxe Edition)
Yıl: 2025 ABD
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Waiting On You (Synth Version)
Nova Twins - Who Are the Girls?
Yıl: 2020 İngiltere
 Tür: Rap Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Taxi"
Spinal Tap - The End Continous
Yıl: 2025 ABD
Tür: Hard Rock, Heavy Metal
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Let's Just Rock Again"
Rana & Selçuk Alagöz - Biz Sizin Şarkılarınızla Büyüdük
Yıl: 2009 Türkiye
Tür: Pop, Folk, Best Of
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Malabadi Köprüsü"
crushed - No Scope
Yıl: 2025 ABD
Tür: Indie Pop, Baggy
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "exo"
VuVuVu - VuVuVu
Yıl: 2023 İsrail
Tür: Neo-Psychedelia, Funk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "VuVuVu"
The Budos Band - The Budos Band II
Yıl: 2007 ABD
Tür: Jazz-Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "My Girl"
Fobos Hailey - Bulletproof
Yıl: 2025 Rusya
Tür: Breakbeat
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Knife"
The Mighty Mocambos - A Higher Frequency
Yıl: 2025 Almanya
Tür: Funk, Soul
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Phantom Power"
Sophie-Ellis Bextor - Perimenopop
Yıl: 2025 İngiltere
Tür: Dance-Pop, Electropop, Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Relentless Love"
Sadu - PROBLEEMID PARADIISIS
Yıl: 2025 Estonya
Tür: Pop, Folk, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "See pole see"
Ida Maria - Seven Deadly Sins + 3
Yıl: 2025 İsveç
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lazy"


20 Eylül 2025 Cumartesi

Bonnie Raitt - Nick Of Time

 
2025 itibarıyla 76 yaşında olan Amerikalı blues rock sanatçısı Bonnie Raitt’in 10. stüdyo albümü Nick Of Time çıktığında kendisi tam 40 yaşındaydı. Kariyeri boyunca 18 albüm yaptı. Nick Of Time'dan giriş yapma sebebim, onunla tanışma albümüm olması. Blues'u zaten bilirdik de, blues rock denen, pop rock'tan country'ye, americana'dan folk rock'a uzanan daha geniş bir yelpazeyle tanışmamın ve bu tanışmadan memnun olmamın örneklerinden biridir. 5 milyon kopya satan, 1990 Grammy Ödülleri'nde Yılın Albümü dahil 3 ödül kazanan, dünyaca ünlü Rolling Stone dergisinin tüm zamanların en iyi 500 albümü listesinde 2003 yılında 229. sırada olan, "1001 Albums You Must Hear Before You Die" kitabına dahil edilen, Washington'da bulunan Kongre Kütüphanesi tarafından "kültürel, tarihsel veya estetik açıdan önemli" olduğu gerekçesiyle ABD Ulusal Kayıt Sicilinde korunmak üzere seçilen Nick Of Time, kaliteli bir albüm olduğunu göstermek için daha ne yapsın? Tabii ben 89 veya 90'da Nick Of Time kasetini aldığımda bunların olacağını ve albümün bu günlere aynı dirilikte geleceğini öngörecek bir birikimde değildim. Sadece basit bir biçimde şarkıları çok seviyor, defalarca dinliyor, coşuyor, hüzünleniyordum. Benim için yeni tanıdığım bir kadın şarkıcı/gitaristin ilk albümü gibiydi. Kariyerinin orta yerinde piyasaya çıkan ve Raitt'in hayatının akışını değiştiren Nick Of Time'ın hikayesinden çok sonra haberim oldu.

Bonnie Raitt için Nick Of Time sadece bir müzikal dönüş değil, aynı zamanda kişisel bir yeniden doğuş hikayesiydi. 1980’lerde kariyerinde zor bir dönem geçiren, özellikle son iki albümünün başarızlığı sonucu maddi manevi zor bir döneme giren, plak şirketiyle sözleşmesi fesh edilen Raitt, grubunun parasını ödeyemedi, depresyona girdi, aşırı yeme, içme, partileme sonucu darmadağın oldu. Bir ara kendisine hayran olan Prince'in onu kendi şirketi Paisley Park Records'a katılmaya ikna etmesi de faydalı olmadı. Daha yeni materyal hazırlayamadan kayak kazası geçirip iki ay yatağa mahkum oldu. "Adsız Alkolikler"e katılıp arınmaya çalıştı. Prince ile çalışma şansı suya düşünce Paisley Park'tan da ayrıldı. Akustik konserlerle geçimini sağlamaya çalışırken ünlü yapımcı Don Was ile yolu kesişti. Birlikte eski Disney filmlerindeki müziklerden oluşan toplama bir tribute albüm için Baby Mine adlı şarkıyı kaydettiler. Don Was ile kimyalarının uyuştuğunu görunce, çıkarmayı düşündüğü yeni albümü için onun yapımcı olmasını istedi. Ne var ki artık onun ticari bir getirisi olmayacağını düşünen yöneticiler, işin içinde Don Was olmasına rağmen albüm finanse etmeye yanaşmadı. Ta ki Capitol Records'dan Tim Devine yeni bir Bonnie Raitt albümüne sıcak bakıp onunla 150 bin dolarlık sözleşme yapana kadar. Böylece yeni bir doğuş için gerekli tüm şartlar oluştu.


Üç yıl aradan sonra gelecek yeni bir albümün Don Was gözetiminde kaydedilecek olması, acaba işe funk da karışacak mı beklentisi doğurdu. Doğrudan olmasa da country, pop, soul ve blues gibi türlerin zarif bir birleşimine katık edilmiş ince funk dokunuşları ortaya son derece samimi ve derinlikli bir sound çıkardı. Böylece hem ticari, hem de eleştirel anlamda zirveye doğru bir yolculuk başlamış oldu. Açılıştaki Nick Of Time ve kapanıştaki The Road's My Middle Name olmak üzere iki Bonnie Raitt bestesi ve dokuz coverdan oluşan albüm, yaşlanma korkusu, aile bağları ve zamanla yarış gibi temalar içeren Nick Of Time şarkısının huzur veren sounduyla açılış yapıyor. Hemen ardından albümün yıldızı saydığım Thing Called Love geliyor. John Hiatt'ın Bring The Family (1987) albümünden alınma bu cover, albümün temposunu çok iyi yükselttiği gibi, Raitt'in müzikal kimliğine ve karizmasına çok uyan bir yorum olarak göz kamaştırıyor. 35 yaşında bir Dennis Quaid'in oynadığı video klibi de gayet hoştur bu arada. Başta Thing Called Love ayarında başka şarkı olmaması biraz hayal kırıklığı yaratmıştı. Ama o kulvara çok abanmayıp farklı karakterde şarkılar seçmek, ticari çakallıklar peşinde koşmayıp çeşitliliği, kaliteyi öncelik olarak belirlemek anlamına geliyor. Yaldır yaldır bir geri dönüş albümü yapmaktansa, bu geri dönüşü anlamlandıran daha içsel bir yol seçiyor Raitt.

Cry On My Shoulder (David Crosby ve Graham Nash'in şahane geri vokalleriyle), Nobody's Girl, Too Soon To Tell, I Ain't Gonna Let You Break My Heart Again (Herbie Hancock'un şahane piyanosuyla) dörtlüsü, belki Thing Called Love coşkusu taşımıyor. Ama onların taşıdığı şey, orta yaşla yüzleşme, aşkın iniş çıkışları, kişisel olgunlaşma, kadın ruhunun gücü ve kırılganlığı temalarını işleyen şarkı sözleri yanında, çok çarpıcı bir melankolinin temsili soul, blues, folk, country, caz ustalığı. Raitt’in yumuşak ve güçlü vokali, bu sözlere duygusal bir ağırlık, samimi dokunuşlar katıyor. Ayrıca Raitt’in slide gitar kullanım ustalığı da blues ve folk köklerine olan bağlılığının hala kaybolmadığını hatırlatıyor. Nick Of Time, Bonnie Raitt’in olgunluk döneminin getirdiği içgörülerle harmanlanmış, dürüst, zarif, onun hem sanatçı olarak ustalığını hem de insani kırılganlıklarını sergilediği bir başarı öyküsü. Üstelik bu başarıyı, popüler müzik piyasasının gençleşmeye odaklandığı bir dönemde elde etmiş olması, albümün kalıcılığını daha da anlamlı kılıyor. The Road's My Middle Name gibi gelenekselden, Have A Heart gibi moderne uzanan geniş yelpaze, Nick Of Time'a tecrübe kadar güncele de dal oluşturmuş eski bir ağaç niteliği katıyor. Raitt’in bir sonraki albümü Luck Of The Draw (1991) da çok iyiydi. Something To Talk About, Come To Me, I Can't Make You Love Me gibi hala özlediğim şarkıları içinde taşır. Sonrasında kendisinden kopmuş olsam da, bu iki albümün sağladığı yoğunluğun bir doygunluk yaratmış olma ihtimali de yüksek. Devamında 6 albüm daha çıkarma dirayetine sahip olması bile çok güzel.

1. Nick of Time
2. Thing Called Love
3. Love Letter
4. Cry on My Shoulder (feat. David Crosby & Graham Nash)
5. Real Man
6. Nobody's Girl
7. Have a Heart
8. Too Soon to Tell
9. I Will Not Be Denied
10. I Ain't Gonna Let You Break My Heart Again
11. The Road's My Middle Name

12 Eylül 2025 Cuma

The Bronx Teleport Company - The Uprising

 
Lionel Cohen isimli Fransız asıllı dostumuz biosunda kendini müzik yapımcısı, film müziği bestecisi, David Bowie müridi olarak tanıtmış. Biraz araştırıldığında kimsenin duymadığı oyuncuların oynadığı, kimsenin duymadığı filmlerin (bazıları oyun, hatta bazıları sahte film bile olabilir) müziklerini yapmış olduğu görülebilir. Bu müzikler araştırıldığında standart, eli yüzü düzgün, bir süre sonra sıkan score parçaları şeklindeydi. 2007'den itibaren bitmek bilmeyen bir diskografisi var. Biraz daha araştırıldığında kendisinin sosyal medyasında bir sürü A sınıfı oyuncu ve müzisyenle fotoğrafına rastlanabilir. Peki bu ismi bu kadar araştırmaya iten sebep nedir? O sebep The Bronx Teleport Company adlı bir oluşumun The Uprising adlı albümü. Bu oluşum Lionel Cohen'in bizzat kendisi. Bir fütüristik bilim kurgu filminin soundtrack albümü havası veren kapağın karizmasıyla dinlemeye başlayıp, en uzunu 3 dakikayı bile bulmayan enstrümantal elektronik, funk, rock, breakbeat, big beat, broken beat parçacıklardan oluşan, toplamda 20 parça 45 dakikalık sinematik bir yolculuk diyebileceğim The Uprising, son zamanlarda duyduğum en iyi enstrümantal işlerden. Sanki The Uprising diye bir film çekilmiş, albüm de onun müziklerinden oluşuyormuş havası çok ikna edici. Bir aşamada albümü İtalyan üçlü Whatitdo Archive Group'un The Black Stone Affair adlı kayıp filmin 2021 tarihli soundtrack albümünün konseptinde sandım. Oysa The Bronx Teleport Company, Lionel Cohen'in takma adı ve müzikal cosplayi gibi.

Cohen'in diğer işlerinden farklı olarak The Uprising, her ne kadar baştan sona bir stüdyo işi olduğunu belli etse de, hip-hop ve türlü beat kökenli müzikten feyz almış sağlam ritimler, üzeri funk ve rock ile kaplanmış riffler, toplamda her biri kısa döngüler oluşturan ve farklı sahneler için yapılmış gibi duran soundtrack temaları ile göz dolduruyor. İsim, kapak, müzikler derken konsept olarak sci-fi ile spy theme arası gidip gelen, çoğu zaman hiç çekilmemiş bir filmin oluşturduğu evrenden çıkmış hissiyatı uyandıran Cohen müziği, bu karışımı sevenler için şahane anlar vaat ediyor. Yalnız burada Lalo Schifrin tarzı sofistike bir jazz-funk'tan ziyade, 90'larda ivme kazanan breakbeat/big beat türüne daha yakın bir işleyiş var. Günümüz teknolojisiyle bu müziği yapmak oldukça kolay. Hatta yapay zeka ürünü olduğu düşünülebilir. Cohen o mecralara da girmiş olabilir bilemeyiz. AI her şeye olduğu gibi müziğe de girdi, daha da girecek. Yine de günün sonunda elimizdeki müziğin kalitesi veya kişisel tercihlerimize ve aldığımız tatlara hitap edişi önemli olacak. Breaking the Chains of Order, Cities in Revolt, Beast of Brooklyn, Rise in the Shadows, Wars in the Streets of Steel parçalarını ilk dinleyişte bir kenara yazdım. Albümün tamamından da keyif aldım. Diğerlerinden olmasa da The Uprising'den razıyım. Organik müzikle doğduk büyüdük. Ama muazzam örneklerle elektronik müziği de kucakladık. The Bronx Teleport Company o muazzam örneklerden biri olmasa da kulağa hiç de rahatsızlık vermiyor.

1. A Reckoning with Every Step
2. Breaking the Chains of Order
3. We Ride into the Storm
4. Rush of the Reckless
5. Cities in Revolt
6. Freedom in the Frenzy
7. The Fight Starts Now
8. Stop Me, Kill Me
9. When the World Shatters
10. Break Everything
11. Beast of Brooklyn
12. The Truth is the Only Truth
13. Rise in the Shadows
14. Fires that Ignite the Heart
15. The Rhythm of Resistance
16. Revolt on the Horizon
17. The Beat that Keeps Us Alive
18. Rage Against the Status Quo
19. Pulse for the People
20. Wars in the Streets of Steel