28 Ekim 2017 Cumartesi

Bruce Springsteen - Tunnel Of Love


Hikaye şöyle: Canımız ciğerimiz biricik patronumuz Bruce Springsteen, 80'lerin başlarında New Jersey'de yerel grupların sahne aldığı The Stone Pony adlı barda Patti Scialfa'yı dinler. Sesinden ve performansından etkilendiği Scialfa ile tanışır. Birlikte vakit geçirmeye başlarlar, dost olurlar. 1984'te patron, Scialfa'dan Born In The U.S.A. Tour için grubu E Street Band'e katılmasını ister, o da katılır. Bu tur, aslında tam da birbirine bu denli yakın iki insanın bir çift olması için fırsattır. Fakat tam bu evrede, 1985 yılında birgün ortak dostları vasıtasıyla tanıştığı aktris Julianne Phillips'ten etkilenir, kısa süre sonra da evlenirler. Ne var ki başta yoğun tur seyahatleri olmak üzere çeşitli sebeplerden bu evlilik yıpranmaya başlar. Ve 1987'de Springsteen, eşi Phillips ile olan ilişkisini, mutsuzluğunu kırılgan bir perspektifle yansıttığı Tunnel Of Love albümünü yazar.

1988'de Tunnel Of Love Express Tour başlar ve Springsteen, arkadaşı Scialfa'yı bu tura davet eder. Solo albümünün hazırlıkları içinde olan Scialfa başta pek razı olmasa da, patronun vahşi cazibesine karşı koyamayarak solo albümünü erteleyip tura katılır. Aynı yıl içinde Phillips ve Springsteen ayrılırlar. Ve beklenen olur. Springsteen ve Scialfa, Tunnel Of Love Express Tour sürecinde aşık olurlar. Springsteen'in memleketi New Jersey'de beraber yaşamaya başlayan çiftin 1990'da ilk çocukları dünyaya gelir. Bir yıl sonra sade bir törenle dünya evine giren çiftin daha sonra iki çocukları olur. Bu çocuklardan biri Boston Üniversitesi mezunu bir şarkı yazarı, biri şampiyon bir binici, biri de itfaiyeci olarak hayatlarını sürdürmekteler. Springsteen (68) - Scialfa (64) çifti ise yazlıklarında vakit öldüren emekli kokoş çiftlerin aksine, içlerindeki o hiç sönmeyen rock ateşine hep sadık kalarak o konser senin, bu tur benim müzik yapmaya devam ediyorlar.

Hayatı dillere destan bir belgesel serisine konu olası büyük patron Bruce Springsteen'in her dönemi ayrı bir efsane. Buradaki naçizane konumuz ilk paragrafta anlatılan dönem ki, benim için olağanüstü bir müzikal uyanışa sebep olmuştur. Patronla ilk tanışmam 1984 tarihli efsane Born In The U.S.A. albümüyle olmuştu ve yeni yeni yabancı müzik dinlemeye başladığım tıfıl zamanlarıma bir güneş gibi doğmuştu. Kan, ter içinde bir albüm olan Born In The U.S.A., isminin çağrışımı ile uzun süre Amerikan propagandası albümlerden biri olarak algılanmıştı. Oysa gerçek bir işçi sınıfı manifestosuydu. Eleştirel, cesur, küçük hikayeler anlatmayı seven, onlardan hisseler çıkaran, aynı zamanda duygusal yanlarını inkar etmeyen bir fenomendi. Üç yıl aradan sonra çıkan Tunnel Of Love'dan da aynı hissiyatlar bekleniyordu. Fakat kapağından içeriğine sanki başka bir karaktere bürünmüş gibi duran Tunnel Of Love, yeni bir Born In The U.S.A. bekleyenleri hayal kırıklığına uğratacakmış gibi görünüyordu. İlk başlarda bana olan tam da buydu. Her şarkısı hakkındaki ilk izlenimlerim, sonra onları yavaş yavaş kazanmam ve nihayetinde onlara birer birer aşık olmam daha dün gibi aklımda.


12 şarkıdan oluşan Tunnel Of Love kasetini walkmenime taktığım anda beni karşılayan Ain't Got You, kıpır kıpır bir blues gibi başlasa da, sanki bir türlü kopmuyor, yön değiştirip azgın bir rock şarkısına dönüşmüyordu. Şarkının bir yerinde artık şöyle davullar girsin, kafa göz dalsın istiyordum. Oysa şarkı neredeyse başladığı gibi bitmişti. "Neydi bu şimdi" diye düşündüğümü anımsıyorum. Ama dinledikçe Ain't Got You'nun aslında önceden ne olduğunu düşündüysem ondan kat kat güzel bir şarkı olduğunu anladım. Onu bu haliyle sevmemizi istiyordu Springsteen. İyi ki davullar girmemiş, kafa göz dalmamıştı. Ain't Got You için bu hissettiklerim, albümdeki daha pek çok şarkı için hissettiklerimin üç aşağı beş yukarı aynısıydı. İkinci şarkı Tougher Than The Rest, olağanüstü gitar tonu, gümbür gümbür davullarıyla daha ilk dinlediğimde beni yakalamış çok güçlü bir balad olarak her seferinde gözümde daha da yüceliyordu. Sıra All That Heaven Will Allow'a geldiğinde keza "nedir bu akustik gidişat, artık kopsun gitsin şu albüm" fikrinden "ah ne güzel, işte yine All That Heaven Will Allow zamanı" fikrine geçişim de uzun zaman aldı. Patron herşeyi planlamış gibi yüreğime ince ince işliyordu bu albümü.

Spare Parts, Springsteen'in zaman zaman Amerika kırsalından anlattığı kısa hikayelerden biri. Bobby ve Janey diye iki genç üzerinden kısa ve manidar bir erken büyüme profili sunuyor. İlk duyduğumda nihayet Born In The U.S.A. zamanlarından kalma sert bir rock şarkısı koymuş albüme demiştim. Haliyle albümdeki ilk sevdiğim şarkılardan biri olmuştu. Ama devamında peşpeşe gelen Cautious Man ve Walk Like A Man tansiyonu tekrar düşürerek, benim o dönemlerde anlamadığım o içe dönük karakterin yansımalarını vasatlık olarak (yanlış) anlamama sebebiyet vermişti. Çünkü olaya sadece müzikal gözden bakıp, meselesi olan bu şarkıların sözlerini anlamaya fırsat tanımamıştım. Tabii yıllar içinde ağır ama emin adımlarla bu iki naif country bestesinin, o harika bütünün parçaları olduğunu anlamaya başladım. Kasetin A yüzü bittiğinde bu 6 şarkıdan sadece Tougher Than The Rest ve Spare Parts ile erkenden sağlam bir ilişki kurmuştum. Ama diğerlerinin de o dönem Springsteen'in kırılmış kalbinden kopan hüzün zerreleri olduğunu idrak etmem fazla uzun sürmedi.

B yüzü albüme adını veren Tunnel Of Love ile açılıyor. Patronun bu şarkıyı albüm ismi olarak seçmesi boşuna değil. Sanki albümdeki diğer şarkıları kanatları altına alan, hepsine bir şekilde sızmış, onları hem coşkulu, hem de hüzünlü atmosferiyle etkilemiş gibi gelir. Her duyduğumda tüylerimi diken diken eden dünyanın en güzel şarkılarından biridir. Birbirini seven insanların, birbirini kaybetmelerinin çok kolay olduğu bir aşk tüneline girdiklerinden bahseder. Bunu sadece sözleriyle yapmaz. İçinde sanki 2-3 şarkı daha varmış gibi destansı havası, hem pastoral, hem kentli olabilen, her ikisine de eşit mesafeden bakabilen olağanüstü bilge bir şarkı Tunnel Of Love... "You've got to learn to live with what you can't rise above" dizesini yeryüzündeki hiçbir şarkıcı onun kadar karizmatik biçimde söyleyemez. 60'lardaki bir swing kulübünün dumanaltı huzurundan fırlamış gibi duran Two Faces'ın ardından bir başka efsane daha gelir. Brilliant Disguise... Bir keresinde onu dinlerken ağlamışlığım var. Ama o kadar düzgün ve dürüst bir ağlamaydı ki, sanırım hayatımda bir daha o şekilde ağlayamam. Şarkıyı bana ifade ettiği biçimde bundan iyi de anlatamam. Oysa onun hakkında "birini asla gerçekten tanıyamama üzerine yürek burkan bir şarkı" diyenler bile varmış. Dinlediğim vakit beni hem dik tutan, hem de o yüreğimi burkan olağanüstü bir gücü var. Hayatının aşkına yeniden aşık olmanın verdiği şeyle aynı.


Hazır Brilliant Disguise'ın hüzün bulutlarını dinleyenin tepesine koymuşken, üzerine bir de yağmur yağdırayım adlı Springsteen şarkısının adı ise One Step Up... Tarifsiz bir efkar, sessiz bir yoğunluk, muhteşem bir dinginlik. Onun hayal kırıklığıyla sonuçlanan Julianne Phillips ile evliliğine dönüp bakışını en fazla hissettiğim şarkılardan birisi. Peki ya When You're Alone'u ne yapacağız? "Aşk yok olup gidince kimse nereye gittiğini bilmez, ama gidince gitmiştir işte" demeye getirdiği sözler içeren When You're Alone, tıpkı One Step Up ve Tunnel Of Love'da olduğu üzere hayatının kadını Patti Scialfa'nın geri vokallerini içeren bir şarkı. Samimi bir bar ortamının çakırkeyif bir anına epik bir folk dokunuşunda bulunan bu şarkı, bana hep bu eşsiz albümün görkemli kapanışı gibi gelmiştir. Çünkü kapanışta yer alan Valentine's Day, albümde belki de en uzak kaldığım şarkı olmuştur. Birbiri ardına sıralanan, her biri diğerinin yoldaşı şarkılar arasında Valentine's Day nedense hep sönük kaldı. Onu da bu yüksek çıtanın altında kalan bir nazar boncuğu olarak gördüm. Evet, albüm bitti. Daha söylemediğim çok şey kaldığını hissediyorum. En gerekli gördüklerimi seçip son bir paragraf daha yazacağım sanırım.

Tunnel Of Love 9 Ekim 1987'de çıktı. Yani 30 yıl önce bu ay. Kapağında o her an motoru tamir etmek için arabanın altına girmeye hazır, ter içindeki Bruce Usta yerine, traş olmuş, üstü açık klasik arabasının kapısına yaslanmış jilet gibi bir patron var. Yani Tunnel Of Love hem müzik, hem de imaj olarak diğer Springsteen albümlerinden farkı. Ama bu onun Springsteen albümü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik bana göre en iyilerinden biri olduğu gerçeğini. Tunnel Of Love için "Marriage Bible" diye bir yorum görmüştüm. Doğruluk payı var. Sanıldığının aksine, evliliğinin bitmesi onu çok etkilemişti. Tam aşkı bulduğunu düşünürken aslında bir tünelde kaybolduğunu fark ederek biten evliliğinin anatomisini yapmıştı bu albümde. Gerçek aşkı Patti Scialfa da hep onun yanındaydı. Bruce Springsteen kariyeri boyunca hep yaşadıklarını, hissettiklerini tüm samimiyetiyle şarkılarına aktaran, üstesinden gelebildikleri kadar, gelemediklerinin de muhasebesini yapmaktan çekinmeyen dürüst bir adam. Hayatındaki böyle bir evreyi de görmezden gelemezdi. Zaten efkar ona çok yakışıyordu, Tunnel Of Love ile bunu muhteşem bir zerafete dönüştürdü. Working On A Dream albümünden bahsederken kurduğum o son cümleyi, aslında Tunnel Of Love'ın bu güçlü naifliğine istinaden kurmuştum. O cümle bu albüme aitti: "O benim Elvis'im!"

1. Ain't Got You
2. Tougher Than the Rest
3. All That Heaven Will Allow
4. Spare Parts
5. Cautious Man
6. Walk Like a Man
7. Tunnel of Love
8. Two Faces
9. Brilliant Disguise
10. One Step Up
11. When You're Alone
12. Valentine's Day

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder