31 Mayıs 2018 Perşembe

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mayıs 2018)

Bombino- Deran
Yıl: 2018 Nijerya
Tür: Tishoumaren, Folk Rock, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Imajghane"
CHVRCHES - Love Is Dead
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Synthpop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Get Out"
Lord Huron - Vide Noir
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Folk, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Balancer's Eye"
 
Deadpool 2 OST
Yıl: 2018 ABD
Tür: Pop Rock, Pop, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: Peter Gabriel - "In Your Eyes"
John Cougar Mellencamp - Big Daddy
Yıl: 1989 ABD
Tür: Folk Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mansions in Heaven"
Now, Now - Saved
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "AZ"
Aq Bure - Уйнап, Көлеп, Җырлап, Биеп​.​.​.
Yıl: 2018 Tataristan / Rusya
Tür: Folk Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Алдым Кулга Думбыра"
Friendship - Ain't No Shame
Yıl: 2018 Norveç
Tür: Hard Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gypsy"
 
Greyhounds - Cheyenne Valley Drive
Yıl: 2018 ABD
Tür: Soul, Blues Rock, Americana
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "No Other Woman"
Halo Maud - Je Suis Une île
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Du Pouvoir/Power"
 
Only Makebelieve - Message From a Mockingbird
Yıl: 2008 ABD
Tür: Progressive Rock, Pop Rock
 "F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nuclear Reactor"
Arash - Arash
Yıl: 2005 İran/İsveç
Tür: Pop, Dance-Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Temptation (feat. Rebecca)"
 
Tribali - RABA'
Yıl: 2018 Malta
Tür: World
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dharamsala"
 
niXes - niXes
Yıl: 2017 Polonya
Tür: Psychedelic Pop, Neo-Psychedelia
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Summer Waves"
La Luz - Floating Features
Yıl: 2018 ABD
Tür: Surf Rock, Garage Rock
 "F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Floating Features"
Mos Generator - Shadowlands
Yıl: 2018 ABD
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
 "F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shadowlands"
 
Professor Electric - Mark of the Serpent
Yıl: 2018 ABD
Tür: Heavy Blues Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Strannik"
Yossi Sassi & The Oriental Rock Orchestra - Illusion of Choice
Yıl: 2018 İsrail
Tür: Progressive Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Monad"
Matrix OST
Yıl: 1999 ABD
Tür: Electronic, Altrenative Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Rage Against The Machine - "Wake Up"
 
Thunderpussy - Thunderpussy
Yıl: 2018 ABD
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Speed Queen"

27 Mayıs 2018 Pazar

Spiders - Killer Machine


İsveçli dörtlü Spiders'ın 2014'ün en iyi rock albümlerinden biri olan Shake Electric albümleri sayesinde İsveç'teki hard rock kalitesinden, eskiye olan sadakatlerinin günümüze olumlu yansımalarından söz etmiştim. Shake Electric ile o dönem epey vakit geçirmiştim. Araya bir dünya albüm girince görüşmelerim seyrekleşti, sonra bitti. Dinlemeyeli 1 seneden fazla olmuştur. Bir dünya albüm sonrası yeni albümleri çıkacak mı, ne zaman çıkacak diye bile düşünmeye fırsat olmadı. Ama bir gün üzerinde Spiders yazan Killer Machine adlı albümü görünce eski dostlarımı görmüş kadar sevindim. Sapına kadar güven veren Shake Electric'in üzerinden 4 yıl geçmiş olması neticesinde Killer Machine'in de çok iyi olduğuna emin gibiydim. Çünkü o albümdeki oturmuşluk, uyum, tutku ve köklere bağlılık, yeni albümden beklentilerimi sabitlemişti. Nitekim sanki Shake Electric'ten bir yıl sonra çıkmış gibi kaldıkları yerden Killer Machine ile devam ettiklerini görmek çok güzel. Herşey yerli yerinde, neredeyse en ufak bir değişiklik yok. Sadece kendi kalitelerinin başka bir versiyonu ile geri dönmüş durumdalar. Konu Spiders olunca, bu değişiksizliğe en ufak bir itirazım olmaz, olamaz.

Aralarında tam rock radyolarına marş olası Dead or Alive'ın da yer aldığı ilk dört şarkı yağ gibi akıp giderken, ilk dinleyişin verdiği tam yerleşmemiş çiğliği (ki çok severim) hissedince zaten albümü seveceğime dair içimde en ufak bir şüphe olmamasıyla gurur duydum. Fakat önce özellikle nakaratıyla bir ABBA şarkısının coverlanmış hali gibi duran Like A Wild Child, sonra da albümün tam orta yerine bırakılmış bir bomba gibi Higher Spirits, yerleşmemişlik, çiğlik falan dinlemeden direk olmuş halleriyle daha ilk dinleyişte kalbimi çaldı. Higher Spirits, yine nakaratının verdiği coşkunun birkaç saniyede 70'lere, 80'lere uzanışına hayran bıraktıran bir şarkı olarak her seferinde ayaklarımı yerden kesiyor. Zaten Spiders'ın en sevdiğim özelliklerinden biri, hard rock genlerinin tartışılmaz üstünlüğü kadar, o genlerin içinde güçlü bir pop duygusu da taşıyor olmaları. Bu duyguyu 70'ler hard rock türüne, hatta 70'ler etkisinde kalmış 80'ler nostaljisine dayayabilmek, bunların hepsini 2018'de yapmak ancak birinci ligde mücadele eden rock gruplarında görülen bir durum. Spiders zaten Shake Electric ile o lige çıkmaya hak kazanmıştı, Killer Machine ile bunu ne kadar hak ettiğini tescilliyor.

Like A Wild Child ve Higher Spirits'e geldiğimizde, "tamam, albüm olmuş, burada bitse bile olur" dedikten sonra geriye 5 şarkı daha kaldığını görmek ne güzel bir duygudur. Buraya kadar türlü hard rock numarasıyla mest eden Spiders, gaza gelmiş Whitesnake şarkılarını anımsatan Swan Song ve inceden Fleetwood Mac ruhu taşıyan So Easy ile durmak bilmiyor. Ta ki, 80'lerin "Hard'n Heavy Ballads" albümlerinden birine koyulsa garipsenmeyecek Don't Need You molasına kadar. 5:23 ile albümün en uzunu olması, 80'ler olması, balad olması vs. yanıltmasın, o da albümün genel karakterine uygun biçimde yağ gibi akıyor bana göre. Kapanışı yapan Heartbreak, albümün ve kapanış itibariyle grubun karizmasına cuk oturan, nakaratıyla, mızıkasıyla, hard pop rock duruşuyla, son iki dakikasında enstrümantal başka bir şarkıya dönüşen özgürlüğüyle son darbeyi indirip gidiyor. Albümün ilk dönüşü bitince ikinci tura başlamıyorum. Çünkü ilk seferin demlenmesi gerekiyor, çok iyi bulduklarımı özlemek istiyorum. Nakaratları, ritimleri, soloları, Ann-Sofie Hoyles'un vokal iniş çıkışlarını hayal meyal hatırlamak çok hoşuma gidiyor. İkinci dinleyişte hatırlayışlarım, taşların yavaş yavaş yerine oturması da öyle. Üçüncü artık bambaşka birşeye dönüşüyor. Belki 4 yıl sonra yine görüşürüz. Ama o zamana dek Killer Machine ile daha çok şey yaşayacağız.

1. Shock and Awe
2. Dead or Alive
3. Burning For You
4. Killer Machine
5. Like a Wild Child
6. Higher Spirits
7. Swan Song
8. So Easy
9. Don't Need You
10. Take What You Want
11. Heartbreak

15 Mayıs 2018 Salı

Novo Amor & Ed Tullett - Heiress


Ed Tullett, İngiltere'nin East Essex bölgesinden bir folk müzisyeni. Never Joy (2011) ve Fiancé (2016) adlı iki albümü, Trawl (2012) adlı bir EP'si var. Novo Amor (gerçek adı Ali Lacey) ise yine İngiltere'nin Caerdydd diye hiç duymadığım bir yerinden gelmekte. Onun da Woodgate, NY (2014) diye bir albümü, Bathing Beach (2017) diye de bir EP'si bulunmakta. Bu ikili 2013 Kasım'ında tanışıp hemen kaynaşmak suretiyle birlikte müzik yapmaya başlamışlar. Bu işbirliğinin ilk meyveleri Faux (2014) ve Alps (2016) adındaki iki enfes şarkı olmuş. Bu şarkılar kendilerini takip eden indie çevreler tarafından haklı övgüler almış ve albüm beklentileri artmış. Nihayet belli aralıklarla 4 yıl boyunca üzerinde çalıştıkları ilk albümleri Heiress, 2017'nin sonlarına doğru gün yüzüne çıkmış. Faux ve Alps'in yer almadığı albüm, onları hiçbir şekilde aratmayan 11 harika şarkıyla benim için 2017'ye damgasını vuranlar arasında yerini aldı.

Heiress, duyar duymaz vurulduğum bir albüm oldu. Normalde çok az folk albümüne bu şekilde ilk görüşte aşık olurum. Tabii bazı vurulma kriterlerim var. Örneğin işin içinde sadece folk gitarları olmamalı, tuşlular veya yaylılarla hem güçlü, hem kırılgan, hem de epik bir atmosfer yaratılmalı, şarkılar dream pop kuşağına yakın durmalı, ortaya nezih bir "dream folk" çıkmalı. Bunların hepsi ve henüz kelimelere dökemediğim başkaları Lacey - Tullett ikilisinin büyülü müziğinde mevcut. Açık konuşmak gerekirse, Heiress gibi albümleri ilk dinleyişte kabullenmem kolay olmaz. Çünkü çok fazla yoğun, ağır, katran karası bir keder ile yoğrulmuş karakterdedirler. Dinleyeni hemen içine almak istemez, onu uğraştırmak, çeşitli testlerden geçirmek isterler. Oysa Lacey ve Tullett sanki bir an önce o hüzne kendini hazır hisseden bünyeleri hiç vakit kaybetmeden kucaklamak, onlara ağlamaları için omuz vermek ya da onların omuzlarında ağlamak için çok güçlü bir keder samimiyeti kuruyorlar. Dinleyene hem huzur, hem de karamsarlık içeren çok acayip bir ağırlık yüklüyorlar.

Açılışta ilk görüşte aşk yaşatan Silvery, aslında albümün genel karakterinin de bir özeti sayılabilir. Hüznün binbir türlü hallerinden damıtılmış, bir albüme, o albümdeki 11 şarkıya ne kadar sığdırılabilirse o kadar sığdırılmış kolektif bir ruh. Konsept albüm diye düşünsek sırf müziğin bu bütünlüğü neticesinde olağanüstü bir deneyim. Sözler zaten o bütünlükten hiç kopmayan folk naifliğinde. Eşine az rastlanır bu karakteri veren en önemli unsur Novo Amor ve Ed Tullett'in inanılmaz sesleri. Ayrı ayrı ayırt edilmesi nüanslara bağlı bir yalnızlığın özetiyken, çift ses kullandıklarında destansı anlar yaratıyorlar. Ortaya Silvery, Vantablack, Anatome, Freehand, Amateur Blood, Euphor gibi harikulade besteler çıkıyor. 11 şarkı için ayrı birer paragraf açılabilir, hissettirdikleri üzerine bilinç akışıyla içimizi dökebiliriz. Fakat bu durum tıpkı onların müziklerine yansıttıkları gibi çok içe dönük, bazen kafası karışık, çoğunlukla acı çeken ama acısını içine dönmüş vaziyette yaşayan türden olacağı için herkesin ilgili paragrafta yazacağı şeyler de kendi acılarından beslenecektir.


Bu acı ve artık adı her neyse, onun bir standardı (var gibi görünse de) yok aslında. Mesela Cavalry gibi bir şarkı başından sonuna değişip dönüşen, asla nasıl süreceği ve nasıl biteceği kestirilemeyen bir progressive folk adeta. Pteryla'yı kazanmak oldukça zor. Ontario da kısa ama emek isteyen şarkılardan sayılır. Ama onlar bile Lacey ve Tullett'in derinlerindeki derinliği temsil etme yetisine sahipler. Piyano darbeleri müthiş bir gerilim yaratırken bir anda ortalık süt liman olur, çift vokal kendi bölümünü bülbül gibi şakırken arka planda kah bir slide gitar, kah yaylılar, ama hep bir ambient ambiyans vuku bulur. Şarkılar kendini aşar, kendilerine sinematik bir doku oluşturmaya başlarlar. Olay artık folk, rock, pop olmaktan çıkar. Dönüşüm kendi içinde kırılgan olduğu kadar kararlıdır da. Lacey ve Tullett, belki de milyonlarca folk müzisyeninin, hatta Fleet Foxes'ın ilk iki albümünde yaklaştığı, bazen ulaştığı zirveye eliyle koymuş gibi ulaşabilmektedir. Heiress belki kır kültürünün kenti reddedişini bir Fleet Foxes albümü kadar kesin çizgilerle çizmez. Ama Heiress bu kültürü Amerika'ya hapsetmeyip olması gerektiği gibi globalleştirir ve yitip gitmekte olanlara mükemmel ağıtlar yakar.

Bu her yüreğe erişim sağlayabilecek tavrı belki de en fazla Terraform'da hissederiz. O Terraform ki albümün göz bebeği. Çok sevdiğim şarkıların videolarını izlemekten korkarım. Şarkı iken yarattığı büyüyü videosunda bozan yüzlerce örnek sayabilirim. Terraform'un videosunu izlemekten de bir süre bu yüzden kaçtım. Ama dayanamayıp izledikten (hatta iki damla gözyaşı döktükten) sonra bir bütün olarak Heiress'in varoluş nedenlerini zihnimde katmanlaştırmak biraz daha kolaylaştı. Jorik Dozy ve Sil van der Woerd'in yönettiği 5 dakikalık video, Endonezya'da bulunan Ijen Dağı'ndaki zehirli kraterlerlerden sülfür çıkaran 100 kadar madenciden biri olan Bas'ın bir gününü özetliyor. Günde iki defa her biri 95 kilo çeken sepetlerle, hiçbir modern ekipman olmadan kraterden sülfür çıkaran bu insanlardan biri olan Bas, günde en fazla 10 dolar için yaptığı bu iş ile eşi ve küçük kızının geçimini sağlamaya, geleceğini kurmaya çalışıyor. Lacey ve Tullett de bu video ile hem farkındalık yaratmak, hem de Bas gibi işçilere ve ailelerine yardımcı olmak istiyorlar. (Konuyla ilgili detaylı bilgiye videonun yapımcılarının kurduğu ijenassistance.com adresinden ulaşılabilir.) Biz neden Bas ve ailesi için daha güzel bir dünya yok diye düşünürken, onlar şarkılarında "gezegeni yaşanabilir kılmak biraz zaman alsa da, bu değişimi gerçekleştirebiliriz" diyerek güçlü bir ümidi, güçlü bir müzikle birlikte taşıyorlar.

1. Silvery
2. Euphor
3. Cavalry
4. Amateur Blood
5. Pteryla
6. Vantablack
7. Anatome
8. Ontario
9. Dancer
10. Terraform
11. Freehand

9 Mayıs 2018 Çarşamba

The Postmarks - Memoirs At The End Of The World


The Postmarks, Miami’den çıkma bir pop üçlüsü. Tabiî pop kelimesi burada anlamını gayet piyasa dışı bir stil ile bulmakta. 60’ların, özellikle de Sean Connery’li James Bond filmlerinin tematik bütünlüğünü bozmayacak derecede retro bir pop ile, içine dahil olunması çaba gerektirebilecek ölçüde grileşmiş dream pop öğelerinin yoğunluğu sezilmekte. Bunun adı da pulp literatürde “seksi” olarak geçiyor çoğu zaman. Eski dost, aynı zamanda müzik ortağı Christopher Moll ve Jon Wilkins’in tüm enstrümanları paylaştığı, sesi kadar güzel Tim Yehezkely’nin şantözlüğünü yaptığı The Postmarks, 2007’den başlayıp hiç ara vermeden yılda bir albüm çıkarmış bir grup aynı zamanda. 2007’de kendi isimlerini verdikleri debut ile iyi bir başlangıç yapıp, yaz festivallerinin gülü Lollapalooza’dan, çocuk şovu Yo Gabba Gabba’ya kadar pek çok yere çıkmışlar. 2008’deki By The Numbers ile Bob Marley, Blondie, The Jesus & The Mary Chain, David Bowie, The Cure, The Ramones şarkılarının da yer aldığı 12 coverdan oluşan albümleriyle çizgilerini fazla bozmamışlar. Buradaki son “-mış”, bizzat benim yorumum. Zira grubun dinlediğim tek albümü de oydu bugüne kadar.

2009’un Ağustos ayında çıkan üçüncü albüm Memoirs At The End Of The World, bu kez tamamı grubun ortak bestesi 13 şarkıdan oluşuyor. Nefesliler, yaylılar, tuşlular, telliler derken, bugüne kadar ajanlı casuslu bir sürü filme yaptıkları müziklerle klâsikleşmiş Henry Mancini, John Barry, Lalo Schifrin gibi ustalara bolca göndermeler yapıyorlar sanki. Fakat retro da olsa pop yönlerinden ödün vermemeye gayret ederek. Cover albüm By The Numbers’da bile bu kadar etkileyici değillerdi açıkçası. Daha ilk şarkı No One Said This Would Be Easy başladığında vokale birden Shirley Bassey girecek sanıyor insan. Meğer grubun enstruman zenginliğini ve atmosfer yaratma kabiliyetini tüm gücüyle sunan büyülü bir parçaymış. Dinlemeye başladığım andan itibaren geride 12 parça daha olduğunu düşünüp koltuğuma daha bir rahat yerleşmemi sağladı. Gerisini hatırlamıyorum diyeceğim, yalan olacak. All You Ever Wanted, I'm In Deep, Don't Know Till You Try, Go Jetsetter, My Lucky Charm öyle pat diye unutulacak şarkılar değil benim için. Böylesine güçlü orkestrasyonlara sahip şarkıların Yehezkely’nin neredeyse albüm süresince hiç değişmeyen düşük vokal tonuyla seslendirilmesi ise ciddi bir risk gibi görünebilir. Ama bu sayede müzikal zenginlik daha ön plana çıkmış, bu vokal de şık bir davette o zenginliğe eşlik etmiş sanki.


Retrodan ekmek yemek isteyen grupların sayısı son zamanlarda hayli arttı. Samimiyetleri tartışılması gerekenlerin sayısı bana göre fazla olmasına rağmen, arada The Postmarks gibilerin çıkması sevindirici. Burada esasen neye seviniyoruz? 2009 model bir grubun ne kadar eski kalabildiğine mi? Retronun moda hale gelmesini fırsat bilip, 60’lar, 70’ler, 80’ler gibi giyinerek ilgili dönemlerin soundlarını taklit etmek bir marifet değil. Bunu yaparken o ruhu yakalamayı başaran iyi şarkılar da yazmak gerek. Benim için The Postmarks gibilerinin sevindirici olması, retroyu kendi modern müzik anlayışları için mükemmel bir zemin olarak gören, onun sırtından geçinmek yerine, onun günümüz elektronik ve pop kalıplarıyla uyum içinde yaşayabileceğini kanıtlayan gruplardan biri olmasından kaynaklanıyor.

1. No One Said This Would Be Easy
2. My Lucky Charm
3. Thorn in Your Side
4. Don't Know Till You Try
5. All You Ever Wanted
6. Run Away Love
7. For Better...or Worse?
8. I'm in Deep
9. Thorn in Your Side (Reprise)
10. Go Jetsetter
11. Theme From "Memoirs"
12. The Girl From Algenib
13. Gone