9 Mayıs 2018 Çarşamba

The Postmarks - Memoirs At The End Of The World


The Postmarks, Miami’den çıkma bir pop üçlüsü. Tabiî pop kelimesi burada anlamını gayet piyasa dışı bir stil ile bulmakta. 60’ların, özellikle de Sean Connery’li James Bond filmlerinin tematik bütünlüğünü bozmayacak derecede retro bir pop ile, içine dahil olunması çaba gerektirebilecek ölçüde grileşmiş dream pop öğelerinin yoğunluğu sezilmekte. Bunun adı da pulp literatürde “seksi” olarak geçiyor çoğu zaman. Eski dost, aynı zamanda müzik ortağı Christopher Moll ve Jon Wilkins’in tüm enstrümanları paylaştığı, sesi kadar güzel Tim Yehezkely’nin şantözlüğünü yaptığı The Postmarks, 2007’den başlayıp hiç ara vermeden yılda bir albüm çıkarmış bir grup aynı zamanda. 2007’de kendi isimlerini verdikleri debut ile iyi bir başlangıç yapıp, yaz festivallerinin gülü Lollapalooza’dan, çocuk şovu Yo Gabba Gabba’ya kadar pek çok yere çıkmışlar. 2008’deki By The Numbers ile Bob Marley, Blondie, The Jesus & The Mary Chain, David Bowie, The Cure, The Ramones şarkılarının da yer aldığı 12 coverdan oluşan albümleriyle çizgilerini fazla bozmamışlar. Buradaki son “-mış”, bizzat benim yorumum. Zira grubun dinlediğim tek albümü de oydu bugüne kadar.

2009’un Ağustos ayında çıkan üçüncü albüm Memoirs At The End Of The World, bu kez tamamı grubun ortak bestesi 13 şarkıdan oluşuyor. Nefesliler, yaylılar, tuşlular, telliler derken, bugüne kadar ajanlı casuslu bir sürü filme yaptıkları müziklerle klâsikleşmiş Henry Mancini, John Barry, Lalo Schifrin gibi ustalara bolca göndermeler yapıyorlar sanki. Fakat retro da olsa pop yönlerinden ödün vermemeye gayret ederek. Cover albüm By The Numbers’da bile bu kadar etkileyici değillerdi açıkçası. Daha ilk şarkı No One Said This Would Be Easy başladığında vokale birden Shirley Bassey girecek sanıyor insan. Meğer grubun enstruman zenginliğini ve atmosfer yaratma kabiliyetini tüm gücüyle sunan büyülü bir parçaymış. Dinlemeye başladığım andan itibaren geride 12 parça daha olduğunu düşünüp koltuğuma daha bir rahat yerleşmemi sağladı. Gerisini hatırlamıyorum diyeceğim, yalan olacak. All You Ever Wanted, I'm In Deep, Don't Know Till You Try, Go Jetsetter, My Lucky Charm öyle pat diye unutulacak şarkılar değil benim için. Böylesine güçlü orkestrasyonlara sahip şarkıların Yehezkely’nin neredeyse albüm süresince hiç değişmeyen düşük vokal tonuyla seslendirilmesi ise ciddi bir risk gibi görünebilir. Ama bu sayede müzikal zenginlik daha ön plana çıkmış, bu vokal de şık bir davette o zenginliğe eşlik etmiş sanki.


Retrodan ekmek yemek isteyen grupların sayısı son zamanlarda hayli arttı. Samimiyetleri tartışılması gerekenlerin sayısı bana göre fazla olmasına rağmen, arada The Postmarks gibilerin çıkması sevindirici. Burada esasen neye seviniyoruz? 2009 model bir grubun ne kadar eski kalabildiğine mi? Retronun moda hale gelmesini fırsat bilip, 60’lar, 70’ler, 80’ler gibi giyinerek ilgili dönemlerin soundlarını taklit etmek bir marifet değil. Bunu yaparken o ruhu yakalamayı başaran iyi şarkılar da yazmak gerek. Benim için The Postmarks gibilerinin sevindirici olması, retroyu kendi modern müzik anlayışları için mükemmel bir zemin olarak gören, onun sırtından geçinmek yerine, onun günümüz elektronik ve pop kalıplarıyla uyum içinde yaşayabileceğini kanıtlayan gruplardan biri olmasından kaynaklanıyor.

1. No One Said This Would Be Easy
2. My Lucky Charm
3. Thorn in Your Side
4. Don't Know Till You Try
5. All You Ever Wanted
6. Run Away Love
7. For Better...or Worse?
8. I'm in Deep
9. Thorn in Your Side (Reprise)
10. Go Jetsetter
11. Theme From "Memoirs"
12. The Girl From Algenib
13. Gone

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder