5 Eylül 2019 Perşembe

The Cure - Wish


Bazı tanışmalar geç olur ama temiz olur. O geç tanışmaları bazen "keşke daha önce tanısaydım" diye, bazen de "tam zamanında tanımışım" diye değerlendiririz. İşte ben The Cure ile tanışmamı ikinci cümleyle özetlerim. 1976 yılında West Sussex/İngiltere'de kurulan The Cure, ilk albümü Three Imaginary Boys'u 1979'da çıkarmıştı. Benim The Cure'u ilk görüşüm ise 80'lerin sonlarına doğru TV'de bazı kliplerini gördüğüm Disintegration albümündeki şarkılar sayesinde oldu. Pictures Of You ve Lovesong hala eskimeyen birer The Cure klasiğidir. Ama o zamanlar biraz beğeni çıtası, biraz müzik zevki, biraz da ekonomik sebeplerden ötürü Disintegration'a sahip olma arzum olmadı. Hatta müzik dijital ortamlara taşınana dek de o albümü tümüyle dinlemedim bile. Fakat henüz o dijital çağa girmeden The Cure ile yolumun kesişmesinin çok yakın olduğunu da bilmiyordum. Hem de öyle bir tanışma ki, yıllar geçse de unutulmayacak, üzerinden her geçen yıla rağmen zamansızlığıyla aklımı başımdan alacak mükemmel bir albümle kavuşmanın güzelliğiyle tanışmaydı. 1992 tarihli dokuzuncu stüdyo albümü Wish ile tanışmaydı.

"Unique Sound" denilen tabiri ilk kez kafamda oturtabildiğim albümlerden biri olan Wish, post-punk ve new wave kardeşleri 80'li yıllardan bildiğim haliyle öyle bir revize etmişti ki, o yıllara ait rock ve pop ruhuna dair sevdiğim ne varsa kusursuz bir karışım meydana getirmişti. Bu Open ile başlayıp End ile biten, melankolinin, tutkunun, hüznün, neşenin doruklarda yaşandığı şarkılarla dolu konsept bir albümdü. Aynı zamanda bazı heavy metal veya melodik death metal şarkılarında denk geldiğim "gotik" atmosferin daha sakin ve daha derin yansımalarına rastladığım anlar barındırıyordu. Gotik kavramının pop karşılığını bundan böyle Wish'teki bu yansımalar ışığında değerlendirecek, çıtayı Wish'e göre belirleyecektim. Ama High, Wendy Time, Doing The Unstuck ve Friday I'm In Love gibi yaşama sevincini iliklerine kadar yaşayan şarkılarla sağlanan dengeyle Wish'in tamamen gotik, pesimist, yılgın bir albüm olmadığının da farkındaydım elbette. Böylesi karmaşık ruh hallerinin iç içe geçtiği, ama aynı anda olağanüstü bir bütünlük ve uyum içinde gerçekten yaşadığı çok az albüm dinlemiştim.


İlk zamanlar Wish albümünde gerek uzunlukları, gerekse kıvrımsızlıkları, köşesizlikleri nedeniyle (ki bu tabirler o dönemde hissettiklerimdir) bir süre yıldızımın barışmadığı From The Edge O The Deep Green Sea, Apart, Cut gibi şarkıların derinlerine inildikçe kendilerini ele verdiklerini görmek anlatılmaz bir duygu. Funky, üzgün veya kaotik, ne iseler onun The Curecasını çalıp söylemişler. İtiraf edeyim, bende dünyanın en güzel şarkılarından biri olan Friday I'm In Love ve dünyanın en hüzünlü şarkılarından To Wish Impossible Things'in yeri çok ayrıdır. Haftanın 6 gününü gömüp, aşık olduğu Cuma gününü yücelten Friday I'm In Love ve bir zamanlar birlikte olduğu yarinin içine doldurduğu "imkansız şeyler dileme" duygusunu kaybetmeye başlayan bir adamın mutsuz sonlu ağıtı olan To Wish Impossible Things, bence The Cure adına yapılmış en muhteşem şarkılar. Bu ikisinin üzerinden şu an 27 yıl geçmiş. Ama bir 27 yıl daha geçse bendeki etkileri solmaz. Dünya 127 yıl sonrasını görür mü bilmem. Ama görürse mutlaka birileri bir şekilde bu şarkıları o yıllara taşıyacaktır. İmkansız bir dilek mi bilmiyorum ama buna inanmak istiyorum.

Wish onlarca duyguyu içinde yaşatan çok boyutlu bir albüm. Bu duygular ne olursa olsun ortak payda şarkıların her hücresine sinmiş olan ve farklı dozlarda kana karışan hüzün. Muhteşem efkarıyla Trust, kıpır kıpır yüreklere balıklama dalan High, nakaratı şahane bir gitar melodisinden oluşan ve ne zaman o melodiyi duysam bana yaz mevsiminin coşkusunu yudumlatan Doing The Unstuck, "please stop loving me/ I am none of these things" dizelerini zihnime kazıyan End şarkıları da Wish'in incilerinden olmuştur her zaman. Ne Wish'ten önce, ne de Wish'ten sonra hiçbir The Cure albümünü bu kadar sevmedim, sevemedim. Müzik tarihinde kendine özel bir yeri olan solist Robert Smith'in ayrıcalıklı sesi, bu iflah olmaz romantiğin gözyaşlarını mürekkep yapıp yazdığı lirikleriyle birleşince dünya daha anlamlı bir yer olarak görünüyor. 90'larda bu anlam, kendi yalnızlığına acıyan bir adamın yüreğine asit yağmurları gibi yağarken, 2010'ların sonuna doğru o yağmur asitsiz ama yine yağacağı yeri çok iyi bilen nitelikte hissiyatlara evriliyor. Wish, insana kaliteli yaşlandığını hissettiren albümlerden biri. İster imkanlı, ister imkansız olsun, dileklerin sonsuzluğuna olan umudu, onların yitip gitmesi karamsarlığıyla aynı düzleme koyabilen insani gelgitlerle birlikte anlatabilen türden.

1. Open
2. High
3. Apart
4. From the Edge of the Deep Green Sea
5. Wendy Time
6. Doing the Unstuck
7. Friday I'm in Love
8. Trust
9. A Letter to Elise
10. Cut
11. To Wish Impossible Things
12. End

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder