22 Eylül 2022 Perşembe

The Sweet Kill - Darkness

 
The Sweet Kill, tek kişilik bir post-punk, darkwave, gothic rock projesi. O tek kişinin adı da Pete Mills... Mills o kadar çok projede bulunmuş multi-enstrumantalist bir müzisyen ki, şimdi onları saymaya kalksak kimseye bir faydası olmayacak. Belki yeni ya da kıyıda köşede kalmış eski gruplar keşfetmeye meraklı dinleyiciler için Flash Bastard, Mark Kleiner Power Trio, Sparrow gibi isimler bir fayda sağlayabilir. Kanada/L.A. karışımı köklere sahip Mills'in The Sweet Kill adı altında yine aynı adı taşıyan 2008 tarihli bir albümü bulunuyor. Şimdilik bulamadım. Zaten onu arama zahmetine giren 4 kişiden biri olduğumu düşünüyorum. Öte yandan bazı kaynaklarda ise bugün toplanma sebebimiz olan Darkness albümüne "debut" dendiğini gördüm. Kafalar biraz karışık. Benim için bunların Darkness yanında hiç önemi yok. Çünkü zaten çok sevdiğim post-punk ile yoğrulmuş cool bir albüm kendisi. Hemen hepsi post-punk hiti sayılabilecek 10 şarkı, türün meraklılarını mest edecek kalitede. Yalnız post-punk'ın deneysel olmayan, radyolarda kolayca yer bulabilecek, new wave - pop rock arasında gidip gelmeye müsait tarafında yer almakta olduğunu söyleyelim. Yani Fontains D.C.Black Country, New Road, Yard Act gibi son dönem İngiliz "art" örneklerden farklı bir gothic, hatta new romantic telden çalıyor.

Açılış şarkısı Darkness ile bariton insan Pete Mills'i Nick Cave'in evden kaçıp sıkı bir rockçı olmuş kayıp kardeşi olarak gördüğümden midir, oturduğum yere şöyle heyecanla yerleşip, içimden "galiba çok eğleneceğiz" diye geçirdim. Darkness ve arkasından gelen Closer, gotik rock'ın ferahlatıcı etkilerini sergilerken, peş peşe Satellite, Heart Attack, Love tepemize oramıza buramıza neon ışıkları yakıp, o ferahlığı kasvetle buluşturuyor, hatta beraberinde dans bile ettiriyorlar. Cold, Hurt, Die, albüm durmuyor, aksamıyor, coşuyor, coşturuyor. Şarkılar aynı zihinden çıkmış olmasına rağmen hepsi kendi ışığıyla ışıl ışıl parlıyor. Nakaratlar o kadar ustalıklı ki, özellikle Satellite, Love, Cold, Die gerçek birer nakarat harikası şarkılar. Mills müziğine gösterdiği özeni, liriklerini dillendireceği vokal bölümlerinde de gösteriyor. Lirikler ise bazı şarkı isimlerinden de anlaşılacağı gibi tek kelimelik kavramlar üzerine. Yoğunlukla aşk (tabii ki mutlu olmayan versiyonu), ölüm, yağmur, kasvet, karanlık, soğuk, kısaca insan ruhunu karartan ne kadar kavram varsa elinden geldiğince üstümüze üstümüze gelmiş. Arada hoş istihzalar, kelime oyunları, olmazsa olmaz new romantic karamsarlığından mülhem öfkeli hüzünler...

Pete Mills'in iki kişiden yardım aldığı bir grubu da var. Ama albümde onlar çalıyor mu, yoksa pek çokları gibi sadece konserlerde mi yardıma geliyorlar bilmiyoruz. Başta new wave şahikası synthler ve adeta navigasyon görevi gören kütür kütür bas gitar olmak üzere tüm enstrümanlar doğru yer ve zamanlara sahip. Bu kadar karamsarlık, kaygı, kasavet taşımasına rağmen Heart Attack, Love, Hurt, Sea Of Fate, Closer örneklerinde olduğu gibi gayet enerjik, dinç, hatta inceden sezilen bir mutluluk da söz konusu. Hatta bu enerjik olma hali albümün geneline hakim. The Cure, Joy Division, New Order ve karizmatik Pete Mills sesinden ötürü Nick Cave'in The Bad Seeds genlerinden izler taşıyan The Sweet Kill, zaten uğraşsak referansları çoğaltabileceğimiz post-punk janrıyla gönül bağı kurmuş dinleyiciyi heyecanlandırmaması çok zor bir proje. Şahsen heyecanlanmaktan öte her dinleyişte yüksel yüksel nereye kadar diye kendime sorduğum, belli anlarıyla yerçekimsiz bir ambiyansa düştüğüm, yere bastığım anlarda da coşku ve çileyi aynı anda sindirdiğim bir albüm Darkness... Basit, tahmin edilebilir, popüler olabilecek potansiyelde "pop", çarpması gayet normal potansiyelde "rock", yine de kesinlikle sözünün eri bir "post" kalma hali.

1. Darkness
2. Closer
3. Satellite
4. Heart Attack
5. Love
6. Cold
7. Hurt
8. Rain
9. Die
10. Sea of Fate

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder