30 Haziran 2009 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Haziran 2009)

The Ditty Bops - Summer Rains
Yıl: 2008 ABD
Tür: Indie Pop, Folk Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "What Happened to the Radio"
The New Mastersounds - Plug & Play
Yıl: 2008 İngiltere
Tür: Funk
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "All We Can Do"
 
Kasabian - West Rider Pauper Lunatic Asylum
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Alternative Dance, Indie Rock
 "F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fast Fuse"
 
The Ruby Suns - Sea Lion
Yıl: 2008 Yeni Zelanda
Tür: Neo-Psychedelia, Indie Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tane Mahuta"
Vega - India
Yıl: 2003 İspanya
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Directo al sol"
 
Fink - Sort of Revolution
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Indie Folk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nothing is Ever Finished"
Malcolm Middleton - Waxing Gibbous
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Zero"
Static-X - Cult of Static
Yıl: 2009 ABD
Tür: Alternative Metal, Industrial Matal
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tera-Fied"
 
Tift Merritt - Tambourine
Yıl: 2004 ABD
Tür: Pop Rock, Country
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wait It Out"
Jeremy Jay - Slow Dance
Yıl: 2009 ABD
Tür: Indie Pop, Synth Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Winter Wonder"
 
Nocadeň - Ikony
Yıl: 2008 Slovakya
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Na čo asi myslíš"
Dinosaur Jr. - Farm
Yıl: 2009 ABD
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Said the People"
Lovers - I Am the West
Yıl: 2009 ABD
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "How the Story Ends"
 
Christophe Willem - Caféine
Yıl: 2009 Fransa
Tür: Synth Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sensitized" (feat. Kylie Minogue)
 
Kent - Vapen & Ammunition
Yıl: 2002 İsveç
Tür: Pop Rock, Alternative Rock
 "F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sundance Kid"
Regina Spector - Far
Yıl: 2009 Rusya
Tür: Pop Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Blue Lips"
 
Kumka Olik - Jedynka
Yıl: 2009 Polonya
Tür: Pop Rock, Indie Rock
"F" Rate: 3/10
I.A.R. tavsiyesi: "Być na nie"
The Whitefield Brothers - In the Raw
Yıl: 2001 Almanya
Tür: Funk
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Eji"
 
Telefon Tel Aviv - Immolate Yourself
Yıl: 2009 ABD
Tür: Synth Pop, Indie Pop, Ambient Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Birds"
 
Trilok Gurtu - The Beat of Love
Yıl: 2001 Hindistan
Tür: Electronic, Jazz Fusion
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Maya"

23 Haziran 2009 Salı

Anna Puu - Anna Puu


Finlandiyalı şirin mi şirin bir popçu olan Anna Puu, Finlandiyalı olması dolayısıyla doğum ismi olan Anna Emilia Puustjärvi’den kısaltılmış. Oysa bence uzun hali daha afiliymiş. 1982 doğumlu olan Anna Puu, ülkesinde bizim pek bilmediğimiz pop/rock müzisyen yoğunluğu arasından bir şekilde sıyrılıp listelere abone olmuş bu sıralar. Tabii yer Finlandiya olunca, bu şarkıcılar İngilizce konuşulan ülkelerde “indie” pozisyonda kalıyorlar. Ya albümleri geniş kitleler tarafından satın alınmıyor, sadece bloglardan veya ilgili sitelerden izleniyor, ya da kendi vatanlarındaki popülerliğin sefasını sürerek mutlu mesut şarkılarını söylüyorlar. Kendi güzel, sesi güzel Anna, Nisan sonunda çıkardığı Anna Puu adını taşıyan ilk albümüyle jangle pop/soft rock/indie folk karışımını sevenlere dil haricinde hiçbir yabancılaşma yaşatmayan şarkılar seslendirmiş.

Finlandiya, pop, popülerlik, jangle, şirinlik dediysek, verdiği imajın aksine Barbie Girl şarkılar söylemiyor elbette. Büyük oynamıyor, sakin ve mütevazi takılıyor. Açılışta Linnuton puu, kapanışta da Mestaripiirros adlı çok iyi iki olgun şarkı barındıran albüm, bu iki şarkının dışında genel olarak vasatın üzerinde birbirine yakın duran şarkılardan oluşmakta. Birkaç dinleyişten sonra aralarından sivrilenler olur mutlaka. Mesela Kun olet minun ve Idän hitain’in bu kadar tatlı olduğunu ilk duyduğumda fark etmiştim desem yalan olur. Yine iyi şarkılardan biri olan Palava tuuli’nin nakaratı da fena halde Bette Midler’ın bir şarkısını anımsattı. Akustik gitar, piyano, flüt çeşnisini albüm geneline çok ölçülü biçimde dağıtmış, ayrıca her şarkıda kendini kanlı canlı bir eşlikçi gibi hissettiren bas seslerinin şekillendirdiği bestelerden oluşan Anna Puu albümü kesinlikle kulak kabarttığım vakte değdi.

1.
Linnuton puu
2. C’est la vie
3. Melankolian riemut
4. Kaunis päivä
5. Palava tuuli
6. Idän hitain
7. Vieraiden valoon
8. Kun olet minun
9. Kolme vuodenaikaa
10. Mestaripiirros

21 Haziran 2009 Pazar

The Asteroids Galaxy Tour - Fruit


The Asteroids Galaxy Tour çıtır bir indie pop grubu. Bazı kaynaklara göre 6, bazılarına göre 7 Danimarkalı insandan kurulu grup, 2009 Nisan’ında Fruit isminde ilk albümlerini çıkarmış bulunuyorlar. Indie pop tanımı, yüzeyin görünen kısmını oluşturuyor. Fakat alt açılımlarda Funk, Psychedelic Pop (her ne kadar “psychedelic” bir tarafını göremesem de), Soul gibi daha hassas yakıştırmalar yapılmış kendilerine ki, bu yakıştırmalar pek bir yakışmış denebilir. Hatta karanlıkta dinlendiğinde yer yer sahiden ufak çapta bir galaksi turu yaptığınızı düşünebiliyorsunuz. Hikayeleri nedir bilmiyorum (hele o iğrenç albüm kapağından sonra fazla da merak etmiyorum!). Fakat özellikle solist Mette Lindberg’in dünya şekeri vokalinin yukarıdaki yakıştırmalarla bütünleşmiş hoş kombinasyonuna doyamadım desem yalan olmaz, sapına kadar gerçek olur.

10 şarkı bitince “daha yok mu” dedi sanki kulağım. Albümün yıldızı, aynı zamanda ilk single olan The Sun Ain't Shining No More olarak görülüyor. Ama en az onun kadar yıldız, hatta albüm hudutları dahilinde bir altın yıldız olan The Golden Age’i unutmak mümkün değil. Özellikle nakaratıyla tam bir şirinlik muskası olan bu parça yanında Satellite, Sunshine Coolin', Around The Bend şarkıları da yabana atılacak gibi değil. Zaten şu Push The Envelope gereksizliği dışında albümde kötü şarkı yok bana göre. Onu çıkarsan, 9 şarkılık bir albüm olsa bile boyu hiç de kısalmazmış. Sözün özü, insan günü güzel bir albümle kapatınca mutlu oluyor, tekrar dinleyesi geliyor. The Asteroids Galaxy Tour ismini bir kenara not alıyor ki birgün yine aynı şeyleri hissetmeyi ümit etsin.

1. Lady Jesus
2. The Sun Ain't Shining No More
3. Push the Envelope
4. Satellite
5. Crazy
6. The Golden Age
7. Around the Bend
8. Sunshine Coolin'
9. Hero
10. Bad Fever

18 Haziran 2009 Perşembe

Placebo - Battle For The Sun


İyi ve kötünün göreceliği üzerine söyleneceklerin geyikliği üzerine söylenecekler bile artık geyik olmuşken ve 2009 yılında birçok demirbaş müzik insanının albüm çıkarmasıyla ortalığın fena halde karışması beklenirken kendi adıma bu demirbaş kalelerin bir bir yıkıldığını görmek beni çok üzüyor. Bu üzüntünün son ayağı da Placebo oldu. Evet Placebo’nun yeni albümü Battle For The Sun kötü, hem de çok kötü. Hatta bu yıl (bırak bu yılı, kabaca son 5 yılda) dinlediğim en kötü albümlerden biri. Sen geçmişine 5 iyi albüm (Black Market Music yarı yarıya vasattı yalnız) ve Nancy Boy, Pure Morning, Every You Every Me, Taste in Men, The Bitter End, English Summer Rain, This Picture, Protège-moi, Special Needs, Meds ve şu an adını hatırlayamadığım nice alternatif rock marşı sığdırmış bir grupsun. Senin “yeni” diye sunacağın albüm bu mudur? Hayır, Nisan 1’de çıkmış olsa şu albüm, “ne kadar orijinal bir düşünce” diyerek bir süre gülüp “yeni albüm ne zaman acaba” diye sorardım kendi kendime. Elinden geldiğince sadık bir Placebosever olarak bu albümü hak etmek için kendilerine çok kötü bir şey yapmış olmam lazım ki Battle For The Sun saçmalığını reva görmüşler. Veya Brian Molko “ulan nasıl olsa internet var, millet bu albümü satın matın almaz indirir, iyisi mi biz tavan arasında küflenmiş birkaç şarkıyı iteliyelim de yeni albüm aradan çıksın” demiş sanki. Aklıma buna benzer bir sürü komplo teorisi geliyor. Gerçi o kadar dumur da olmadım. Çünkü en baba sinyaller U2, Depeche Mode gibilerden gelmişti. Yine de Placebo yemek yerken ağzını şapırdatmaz, uyurken horlamaz, çişi gelmez, gelse de belli etmez” büyüsüne kapılmışım belli ki. Büyü fena bozuldu, ağzıma geleni söylemek de bu Placebosever’in hakkı olmalı.

Albümde bana göre zaten iyi şarkı yok. Tutup bir de For What It’s Worth’ün single olarak belirlenmesi gibi durumlar da komik kalıyor. Hani biraz zorlasam Speak In Tongues eski günlerin hatırına, eski güzel albümlerinden birinde kıyıda kürek çeksin diyebilirim. İşkembeden salladığımı da düşünmüyorum. Placebo’yu yıllar boyu öyle özümsedim ki, bu albümdeki Ashtray Heart, The Never-Ending Why, Breathe Underwater isimli aldatmacaları “Karizmatik İsimli Placebo Şarkıları”nın müzikal karizmasından ayırmayı becerebiliyorum kendi adıma. Gerçi müzikal anlamda sorun yok. Molko ve arkadaşları nasıl biliyorsanız öyle çalıp söylüyorlar. Ama bu kez çalıp söylediklerinde meymenet yok. Şu 13 besteyi yeni yetme bir grup yapsaydı belki bir kalemde bu kadar kolay harcamazdım. Ama Placebo gibi bir markanın bu lüksü olmamalı. Keşke bir üç yıl daha bekleselerdi de daha iyi bir albümle sahalara dönselerdi. Olmadı 2007 yılında yaptıkları gibi enfes bir cover albümle (Covers) yaza damgalarını vursalardı.

2009 yılını yarıladık. Şu ana dek gözlemlediğim, özellikle bu sene müzik dünyasında babana bile güvenmeyeceksin artık. Ekonomik kriz, küresel ısınma, domuz gribi, terör paranoyası artık bu müzikal kısırlığı neye bağlamalı bilmiyorum ama tez elden şu baba grupların üzerindeki kara bulutlar dağılsın. Yoksa yakında “ne varsa eskilerde var” sözü tarihe karışacak. Moby’nin, Manic Street Prechers’ın falan da yeni albümleri içler acısı. “Baba” kategorisinde olmasalar da, şu ana kadar tek albümlük hatırları saklıdır bende. Fakat onların adını asla Placebo ile yan yana anmam. Özellikle “fakir ama onurlu genç” karakteri gördüğüm son albüm Meds ile bir sonraki albümleri için anayoldan fazla uzaklaşmadan daha farklı bir yöne gideceklerini düşünüp de Battle For The Sun gibi bir çıkmaz sokağa gireceğimi hiç düşünmemiştim. Bu tip durumlarda Placebo benim için bitmiştir” demek erken belki ama içimde kalmasın diye afedersin “Allah belanı versin Placebo demek istiyorum. Biteceksen de öncesinde bir cover albüm daha isteriz yalnız.

1. Kitty Litter
2. Ashtray Heart
3. Battle for the Sun
4. For What It’s Worth
5. Devil in the Details
6. Bright Lights
7. Speak in Tongues
8. The Never-Ending Why
9. Julien
10. Happy You're Gone
11. Breathe Underwater
12. Come Undone
13. Kings of Medicine

13 Haziran 2009 Cumartesi

Lovebugs - The Highest Heights


Basel/İsviçre dolaylarından çıkan Lovebugs beşlisi, haliyle ülkesi İsviçre’de hayli popüler olup, geçmişine 9 albüm sığdırmış tecrübeli bir grup. Müzik camiasında genellikle indie pop olarak tanımlanan müziği, ilk önce pop rock şeklinde daha makul bir tanıma sokulabilir. Yoğun synthesizer kullanımını gitar partisyonları ile başarılı şekilde dengeleyen, üzerine de Adrian Sieber’in ucundan azıcık euro’luğunu sızdırdığı rol kesen vokalini serpiştiren müzikal karakteri, genel anlamda iyi bestelerle şekillenince ortaya dinlemesi zahmetsiz bir albüm çıkıyor. Zahmetsizliği de, Avrupalı grupların çoğunda salgın hastalık olduğu üzere Amerikan özentisi duruşun verdiği yapmacıklığa tahammül etme yönünde insanı zorlamamasından kaynaklanıyor. Grubun öncesini bilmiyorum, pek fazla merak da etmiyorum. Benim için şöyle bir uğranmış duraklardan birisi. Ama ilk dinleyişte bile ışığı olan bir albüm olduğu fikri bende çok kuvvetlendi. Forever Gazing ile enstrumantal bir giriş yaptıkları albümlerine, kıpır kıpır olduğu kadar hisli de bir dans nesnesi olan isim parçası The Highest Heights ile devam ediyorlar. Ardından ilk single 21st Century Man geliyor ki aynı zamanda albümün en iyilerinden biri olması suretiyle ticari yönden de akıllı bir seçim olmuş denebilir. Good Life, Exit, Kitty’s Empire da çok sağlam pop rock, hatta alternatif rock şarkıları. Yani kısaca bazı ufak tefek aksaklıklar olsa da her şey pozitif yönde başlıyor, ilerliyor ve bitiyor.

Fakat benim için esas dumur, bu İsviçreli aşk böceklerinin 2009 yılında Eurovision Şarkı Yarışması’nda ülkelerini temsil ettiklerini öğrenmem oldu. Bölük pörçük izlediğim yarışmada denk gelmediğime üzüldüm. Zira bu albümü dinleyip beğendikten sonra kendilerini sahnede yarışma şarkıları The Highest Heights’i seslendirirken görmek isterdim. Aslında derinlemesine idrak edildiğinde pek de Eurovision kaleminde insanlar gibi gelmediler bana. Gerçi Patricia Kaas da öyle değildi, ne oldu? Başlıbaşına bir tez konusu olan Eurovision oluşumunun kitsch dokusuna ters düştüğünü düşündüğümüz yarışmacılar/şarkılar olmuştur kimi zaman. “Böyle bir sirkte ne işleri var bunların” demişizdir. İşte Lovebugs, böyle bir yarışmaya katıldığına biraz şaşırdığım, ardından “ne işleri var bunların” dediğim türden bir grup oldu benim için. Onları tanımlamak için de daha iyi bir tanımlamada bulunamazdım.

1. Forever Gazing
2. The Highest Heights
3. 21st Century Man
4. Head X
5. How Can You Sleep
6. Good Life
7. Tumbling Down
8. Exit
9. Everything Kills Me
10. Don't Stop Me Now
11. Kitty’s Empire

8 Haziran 2009 Pazartesi

Vega - Metamorfosis


İspanya gezisi sürüyor. Sürüyor sürmesine de, bu milletin müzik anlayışı pek monoton geldi nedense. Latin etiketli geleneksel Gypsy Kings müziğinden değil, Amerikan, İngiliz tarzı pop, rock, indie tabanlı örneklerden söz etmekteyim. Zaten o gelenekle aram hiç iyi değildir. Bu modern müzik-İspanyolca monotonluğu dile bağlanabileceği gibi, bağlanmayabilir, tam tersi İspanyolca’nın cazibesi ile hoş dakikalar geçirebilirsiniz. Lakin modernlikten nasibini almamış ruhsuz bestelerle dolu bir sürü albüm dinledim. Beğendiklerim de oldu ama anlık duygulardı. Bir süre sonra o kadar daralıyorsunuz ki, ileri sarma tuşunun gelmiş geçmiş en faydalı buluşlardan biri olduğunu düşünmeye başlıyorsunuz. 21. yüzyılda hala boğalara eziyet eden bir milletten müzikal anlamda atla deve beklemeyi de içim almıyor kimi zaman. Dinlerken (ve ileri sardırırken) bir yandan da vaktimi aldıkları için dümdüz saydırdığım onca isim arasında birini öyle bir yakaladım ki, piyasaya ilk çıktığı 2003’ten beri hiçbir yerde rastlamamış olmayı neye vermeli bilmiyorum.

1979 doğumlu, asıl adı Mercedes Migel Carpio olan Vega’yı daha yeni duymuş olmanın utancını utanmadan dile getireyim de ders olsun. India (2003), Circular (2006) ve Metamorfosis (2009) adlarına sahip birbirinden güzel üç albüm sahibi güzeller güzeli Vega’nın insanı yormayan, kimi zaman pop/rock klişelerinden beslenen, bazen alternatife, nadiren pop caza kayan müziği ile tanıştığıma çok sevindim. Birbirinden güzel de olsalar, üçünü arka arkaya dinledikten sonra fark ettim ki son albüm Metamorfosis ayrı bir güzel. Adeta İspanyolca ile sevişen sesini her saniyeye sığdıran Vega’nın Lolita, Mágico, Nada Es Infinito, Nueva York ile pop/rock kalitesine vakıf olmanız mümkün. Klişelerden beslenmek her zaman olumsuz sonuçlar vermez. Kaldı ki artık müzik dinlemekten melodik zombilere dönmüş insan evladı üzerinde bazen Eurovision tadı bırakan (ama yağsız tarafından!) Vega’nın o aşina müziği bile farkını bir şekilde hissettirebilir. Olgun, duyarlı, güçlü bir klişe bile Vega örneğinde olduğu gibi o kadar eciş bücüş İspanyol grubundan/şarkıcısından gına gelmiş dimağlara o farkını, veya farksızlığını fark olarak algılatan hassaslığını kulaklara tattırabilir. Bu kadar İspanyolca yeter, Vega uzun bir süre o ihtiyacı idare eder.

1. Lolita
2. Mejor Mañana
3. Nueva York
4. Cuánta Decepción
5. Nada es Infinito
6. Dentro
7. Princesa De Cuento
8. Te Tengo a Ti
9. Mágico
10. Faro de Guía
11. A Salvo

5 Haziran 2009 Cuma

Lagartija Nick - Larga Duración


Hazır İspanya’ya uğramışken bir de Lagartija Nick dörtlüsünün çayını içelim. Gerçi 1989’dan beri demlenmekte olan o çay, ardında 9 (dokuz) demlik bırakmış olmasına rağmen icra ettikleri rock müziğin sınırlarını zorlamayıp, kendi sınırları etrafında gezinmeyi tercih eden bir görünümden fazlasını tepsiye koymuyor. Nedense bu İspanyol ince bellileri ile içtiğim çaylar hep aynı tadı damaklarımda bırakıyor. Lagartija Nick’te de durum farklı değil. Evet, demliliği üzerine fazla şey söylememek gerek. Fakat nasıl ki çay içerken “ilk içtiğim bardak çok güzeldi, ikincisi biraz fazla demliydi, dördüncünün suyu fazla çekilmişti sanki, yedinci sallama mıydı” gibisinden cümleler kurmayacağımızdan dolayı, nasıl başladıysa öyle biten, en uzunu 3,5 dakika süren 11 şarkı süresince tek bir bardak çay içiyormuşcasına tekdüzelikte ilerleyen bir 2009 albümü olmuş grubun Larga Duracion albümü.

Üç erkek, bir kadından kurulu Lagartija Nick çaycıları arada bir de olsa farklı damak tatlarına hitap etmeye çalışan iyi niyetlerle servis yapıyorlar. Bana göre o tekdüzelikten bir nebze sıyrılan Sin Salir, Cuerpo Y Metne, Linea Recta şarkıları da kendi içlerinde aynı benzerliği barındırmaktalar. Öyle ki, bu üç şarkıdan birini dinleyip diğerlerini dinlemeden bile albüm geneli hakkında bir fikir sahibi olunabilir şeklinde peşin hükmümü taksitsiz dile getireyim. Lagartija Nick’siz de yaşanabilir. Love Of Lesbian nasıl geçmişini merak ettiriyorsa, Lagartija Nick de o kadar “geçmişimden uzak durun, size aradığınızı vermez” diyor sanki. Yine de gönül bu belli olmaz. Geri besleme yapıp geçmişteki 9 (dokuz) albümlerine de kulak atabilirsiniz.

1. De Par en Par
2. Cuerpo y Mente
3. Clavo Ardiendo
4. Sin Salir
5. Variación y Error
6. Nuevo Nexus
7. Sol
8. Sistemas de Visión
9. Línea Recta
10. Larga Duración
11. En mi Nombre

1 Haziran 2009 Pazartesi

Passion Pit - Manners



Birleşmiş Milletler’den toplanmış gibi duran Michael Angelakos, Ian Hultquist, Ayad Al Adhamy, Jeff Apruzzese, Nate Donmoyer isimlerine sahip, üçü gözlüklü, ikisi sakallı beş gençten kurulu Passion Pit, bu tiplere istinaden aygın baygın indie şarkılar çalıp söyleyen bir vizyona sahip değil. Tam tersi, kafalarda amigo kızların hulahop, palyaçoların top çevirdikleri, çocukların balon uçurdukları video kliplerdeki gibi cıvıl cıvıl ortamlar canlandıran elektro-pop şarkılar bile çalıyorlar kimi zaman. Aslında her şey Angelakos’un tek kişilik projesi olarak başlıyor. Çok hisli bir çocuk olmasından dolayı Sevgililer Günü’nde kız arkadaşı için Chunk Of Change isimli bir EP bile dolduruyor. Nasıl olduysa bu EP zamanla eşin dostun eline geçiyor, işler büyümeye başlıyor. İki sevgili arasındaki bu mahremiyeti artık kim bozduysa, bir indie plak firması tarafından önce bu EP güzelce cilalanıyor, bonuslanıyor ve Angelakos’un Sevgililer Günü hediyesi, bir anda Passion Pit’in çıkışını ilan ediyor. Aralarında Death Cab For Cutie’nin de bulunduğu bazı tanınmış grupların konserlerinde açılış yapmalarıyla ilk albümleri Manners’ı çıkaracak kadar destek topluyorlar.

Manners albümü, cıvıl cıvıl ortamlar yanında, belki de daha ağırlıklı olarak olgun bir indie/synth pop karakteri taşıyor. İlk dinleyişte dikkatimi çeken Little Secrets, To Kingdom Come ve Seaweed Song olmasına rağmen, daha sonraları grubun biraz daha gizemli ve deneysel yönlerini ortaya koyan Moth's Wings, Let Your Love Grow Tall gibi bestelerini de potaya sokabiliyorum. Chunk Of Change hediyesinde de yer alan, bir sevgiliye hangi ruh haliyle böyle enteresan bir şarkı yazmış acaba dedirten Sleepyhead (dinledikten sonra kızın yüzünün aldığı şekli tahmin etmek olanaksız gibi geliyor) ve diğer Angelakos besteleri, en başta türün sadık hayranları tarafından kesinlikle ıska geçilmemeli diye düşünüyorum. Parlak bir gelecek vaat ettikleri kesin. Bazıları bunu Chunk Of Change EP’si sonrası bile söylemişlerdi. Yine de böyle durumlarda kesin konuşmak için full albümleri beklemek gerek. Manners da alana indiğine göre Passion Pit’in önü açık. Böyle birkaç albüm daha çıkardıkça kendini daha da geliştirecek, günümüzün heyecan verici synth pop insanlarına erişmeleri hiç de zor olmayacaktır.

1. Make Light
2. Little Secrets
3. Moth's Wings
4. The Reeling
5. Eyes as Candles
6. Swimming in the Flood
7. Folds in Your Hands
8. To Kingdom Come
9. Sleepyhead
10. Let Your Love Grow Tall
11. Seaweed Song