Iron Maiden, hakkında birşeyler yazamayacağımı düşündüğüm gruplardan biridir. Bunda kendilerinin yaşayan bir efsane oluşlarının ve bu efsane ile ilgili ne gibi söylenmemiş şeyler bulabileceğimin çaresizliği etkendir. Ama
Sam Dunn ve
Scot McFadyen'in gecikmeli olarak izlediğim
Iron Maiden: Flight 666 belgeselinin de gazıyla daha fazla sessiz kalamayacağımı hissettim. Zaten amaç söylenmemiş birşeyler değil. Sadece
Iron Maiden olgusunun bir kültür, bir yaşam biçimi, bir din gibi algılanışını hiç bu kadar yakından görememiş olmamdan ötürü benim de gönül bağımın bulunduğu bu ustalar topluluğuyla ilgili kendi çapımda vefa borcumu ödemek. Buna vesile olacak albümün de 1986 tarihli
Somewhere In Time olmasını kendi adıma uygun buldum. Benim için anlamı çok büyük. Satın aldığım ilk
Maiden kaseti olması yeterli bir sebep.
Iron Maiden, bu albüm öncesinde sadece
Run To The Hills ve
The Number Of The Beast'i bir şekilde duymuş ama gözümü hard rock bürümüş olmasından dolayı üzerinde fazla duramadığım, uzaktan saygı duyduğum bir gruptu.
Somewhere In Time sayesinde gerçek kıvamını buldu.
O yıllarda belli bir dönem neredeyse hergün dinlediğim
Somewhere In Time, her dinleyişimde yeni riffler, ataklar, nağmeler, lirikler sunuyordu. Bu yüzden bir albümü hergün dinleyerek eskitmek istememe prensibim bu albüm için geçerliliğini yitiriyordu. Topu topu 8 şarkı vardı ama her biri kendi içinde çiçek gibi açılıp serpildikçe sanki bir şarkının içinden yeni iki üç tane daha çıkıyordu. Böylece istesem de eskitemeyeceğim bir albümle daha tanışmış olmanın huzuru, gün içinde ona kavuşacağım anı beklerken yaşadığım heyecana ortak oluyordu. Zaman temasına odaklanan konseptini o yıllarda tam kavrayamamış olsam da, müziğin yarattığı benzersiz atmosfer her seferinde zaten beni bambaşka bir zamana ve aleme götürüyordu. "Kitap gibi" benzetmesini yaptığım ilk albüm de budur sanırım.
Somewhere In Time, aynı zamanda grubun gitar synthesizerı kullandığı ilk albüm. Zaten önceki albümleriyle karşılaştırıldığında aradaki sound farkını görmek için
Iron Maiden uzmanı olmaya gerek yok. Bu yüzden
Somewhere In Time öncesi çiğliğe tutkuyla bağlı olanları ilk başta "ne oluyoruz"a sürüklemiştir. Fakat sahip olduğu üstün nitelikleri değişmediği sürece bir parça sound değişikliği yaşamaları onların çıtasını düşürmemiş, tam tersi, onları hayran kitlesini katlayacak daha gizemli, daha özgün, daha özgür bir rotaya sokmuştur. Tür olarak NWOBHM (New Wave Of British Heavy Metal) dendiğinde akla
Iron Maiden'dan başkasının zor gelmesinin sebeplerinden biri de bu benzersizlik, bu zamansızlık yüzündendir. Albümle ilgili bir başka detay ise,
Bruce Dickinson'ın daha akustik ve folk bir albüm olması dilekleriyle yazdığı materyallerin grup tarafından (süper bir hareket olarak) reddedilmesi ki,
Somewhere In Time tüm bu sebeplerin toplamında hem grup, hem de onların edinecekleri hayran kitleleri için kesinlikle bir dönüm noktasıdır.
Albüm kapağından liriklere kadar birçok referansın yıllar boyu irdelendiği
Somewhere In Time, belki de aynı bizim kasetten dinlediğimiz 80'lerdeki saf ve çiğ duygularla dinlenmesi gereken bir başyapıt. Zaman kavramı üzerine epik bir duruşa sahip olması, onun kendi zamanının dışına taşan bu bilgeliğinde anlamını buluyor. 80'lere, 90'lara, 2000'lere sığmayan bu duruş, nostaljinin ötesine geçip bir zaman makinesinin fonksiyonlarına sahip olduğunu hissettiriyor.
Iron Maiden'ı
Iron Maiden yapan en önemli unsurların başında gelen büyük usta
Steve Harris'in tek başına yazdığı
Caught Somewhere In Time,
Heaven Can Wait,
The Loneliness Of The Long Distance Runner ve
Alexander The Great, grubun istikrarlı biçimde sürdürdüğü progressive yoğunluğunu melodik öğelerle harmanladığı harika besteler.
Harris'in bir mühendis edasıyla herşeyini planladığı bu şarkılar, atılan temellerin üzerine katlar, balkonlar, teraslar çıkıyorlar.
Iron Maiden: Flight 666 belgeselinde kısa bir süre de olsa içindeki blues gitaristini gördüğümüz
Adrian Smith besteleri olan
Wasted Years,
Sea Of Madness ve
Stranger In A Strange Land de albümün sekiz ağır topundan üçü.
Wasted Years'ın single iskeleti her ne kadar zamanında bazı fanatik
Maiden hayranlarını kızdırsa da, aradan geçen yıllar sayesinde eskimeyeceği anlaşılan bu şarkı da
Somewhere In Time'ın marşlarından biri olmaya hak kazanmıştır. Albümün tek ortak çalışması,
Steve Harris ve
Dave Murray bestesi olan ve bana göre lokomotiflerden biri olan
Deja-Vu'dur ki, zaten
Harris'in elini attığı her bestenin böyle olması neredeyse kaçınılmazdır.
Harris dışında beste yapan ya da katkıda bulunan diğer grup üyelerinin de bu destansı tarzdan vazgeçememesi, onun grubun müzikal vizyonuna ne derece hakim olduğunu, bir diktatör değil bir öğretmen portresi çizdiğini kanıtlar nitelikte.
Yukarıda dile getirdiğimiz yersiz isteğinden dolayı bu albümde hiçbir besteye imza atamayan
Bruce Dickinson'ın o benzersiz sesiyle her şarkıya asıl imzasını yine attığını görüyor, duyuyor, iliklerimize kadar hissediyoruz. Dünyanın en iyi rock vokallerinden biri olan
Dickinson havada olduğu kadar yerde de müthiş bir pilot. Bunu saçma bir benzetme amacıyla söylemedim. Opera stiliyle bir ikon haline gelmiş bu tenor insan, şarkıların nereye, nasıl uçacaklarına, nerede yükselip alçalacaklarına, nerede yere ineceklerine karar veren profesyonelliğiyle yıllardır nicesine ilham kaynağı. Davuldaki büyük usta
Nicko McBrain de aynen öyle... Milyonların hayran olduğu ünlü davulcuların bile bir iki teknik kaparız umuduyla ağzı açık izlediği
McBrain,
Somewhere In Time'da kusursuz bir performans sunuyor. Bu adamı daha yakından tanımak için yine
Flight 666 belgeseline ve her türlü konser görüntülerine başvurmak herşeyi özetleyecektir.
Somewhere In Time'dan iki yıl sonra çıkan
Seventh Son Of A Seventh Son ile efsane kaldığı yerden devam etti. Yine mest oldum. Ama bu kez ne beklediğimi bilerek (ve beklediğimi bularak) dinlediğim bu albüm, iki yıl önce ne beklediğimi bilmeden (ve bilmediğim için hazırlıksız olarak) dinlediğim
Somewhere In Time'ın bendeki "ilk" oluşunun manevi değerinde olamadı doğal olarak. Yine de dev
Iron Maiden kariyerinde benim için anlamı en büyük iki albüm
Somewhere In Time ve
Seventh Son Of A Seventh Son'dır. Onları
Iron Maiden'a en hazır olduğum dönemde tanımışımdır. Sonrasında ne yaptılarsa geçmişin gözüme indirdiği perde yüzünden bana görünen olumsuzlukları görmezden gelmişimdir. Oysa bu iki efsane
Maiden albümü mükemmeldir. Sonrasında rastlanacak olası kusurları örtebilecek kadar hem de...
1. Caught Somewhere in Time
2. Wasted Years
3. Sea of Madness
4. Heaven Can Wait
5. The Loneliness of the Long Distance Runner
6. Stranger in a Strange Land
7. Deja-Vu
8. Alexander the Great