30 Kasım 2013 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Kasım 2013)

Heidi Feek - The Only
Yıl: 2013 ABD
Tür: Alt. Country, Folk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Like The Way"

Tricky Lobsters - Black Songs
Yıl: 2009 Almanya
Tür: Alternative Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "S6Xtyn9Ne"
Bedük - Overload
Yıl: 2013 Türkiye
Tür: Pop, Dance
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lose It All"
Tal - À l'infini
Yıl: 2013 Fransa
Tür: French Pop, R&B
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tombé du ciel"
Keane - The Best Of
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Pop/Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Crystal Ball"
Arrowhead - Atomsmasher
Yıl: 2011 Avustralya
Tür: Stoner Rock, Stoner Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Eagle Death Machine"
Diabula Rasa - Ars Medioheavy
Yıl: 2013 İtalya
Tür: Medieval Folk Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Maledicantur"
Motörhead - Ace of Spades
Yıl: 1980 İngiltere
Tür: Heavy Metal, Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ace of Spades"
Maps - We Can Create
Yıl: 2007 İngiltere
Tür: Dream Pop, Electronic
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "You Don't Know Her Name"
IIOIOIOII - Sun
Yıl: 2013 ABD
Tür: Synth Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "New Sedations"
Talisman - Humanimal
Yıl: 1994 İsveç
Tür: Hard Rock, AOR
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Humanimal"
Spiritual Beggars - On Fire
Yıl: 2002 İsveç
Tür: Stoner Metal, Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Street Fighting Saviours"
Sandi Thom - The Covers Collection
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Pop, Folk, Cover
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Alone"
Tamikrest - Adagh
Yıl: 2010 Mali
Tür: Tuareg Music, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tamiditin"
Solstate - Solstate
Yıl: 2013 Yeni Zelanda
Tür: Alternative Rock, Progressive Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Second Best"
Carrie OST
Yıl: 2013 ABD
Tür: Indie Rock, Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Lord Huron - "Ends of the Earth"
Mr. Mister - Welcome to the Real World
Yıl: 1985 ABD
Tür: Pop/Rock, New Wave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kyrie"
Vargas Blues Band - Heavy City Blues
Yıl: 2013 İspanya
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rock 'n' Roll Circus"
Depeche Mode - Songs of Faith and Devotion
Yıl: 1993 İngiltere
Tür: Synth Pop, Electronic
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Feel You"
The World's End OST
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Pop/Rock, Indie Rock, Britpop
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: Suede - "So Young"

28 Kasım 2013 Perşembe

Tamikrest - Chatma


Tuareg müzisyenlerinin çileli müzikal yolculuklarını Tinariwen'in bünyesinde özetlemiştik. 2006'da yirmili yaşlarının başında olan bir grup müzisyen tarafından kurulan Tamikrest de blues ve folk rock etkilenimli, ama yine de kendine özgü Tuareg müziğinin dikkat çekici isimlerinden birisi. Adagh (2010) ve Toumastin (2011) adlı iki güzel albümün ardından 2013 tarihli Chatma ile daha da dikkat çekici hale gelen grup, şarkıları yazan, söyleyen ve gitar çalan Ousmane Ag Mossa liderliğinde 7-8 kişiyi bulan bir nüfusa sahip. Onların hikayesi de pek farklı sayılmaz. 1990-95 arasındaki iç savaşın gölgesinde Mali'nin kuzeydoğusundaki Kidal'de sıkıntılı bir dönem yaşamışlar. 2006'da Ousmane Ag Mossa ve grupta bas çalan arkadaşı Cheick Ag Tiglia, tıpkı Tinariwen gibi mücadele için silahları değil, gitarları ve onlarla yazdıkları şarkıları seçmişler. Etkilendikleri isimler arasında ilahları olan Tinariwen haricinde batı kanadından Pink Floyd, Jimi Hendrix ve Bob Marley bulunmakta.

Tamikrest, ülkesinin bu rock tabanlı enfes müziğini kitabına uygun biçimde çalıp söyleyen en yetenekli oluşumlardan biri. Tanınmaları da 2008 yılında bir müzik festivalinde tanıştıkları Amerika-Avustralya kökenli Dirtmusic grubu sayesinde gerçekleşiyor. İlerleyen dostluk, Dirtmusic'in Tamikrest'i ikinci albümlerinin kayıtlarına davet etmesine vesile oluyor. Dirtmusic üyesi ve aynı zamanda temeli 80'lere dayanan Seattle'lı saygın rock grubu The Walkabouts'ın kurucusu Chris Eckman'ın onlardan çok etkilenip ilk iki albümün yapımcılığını üstlenmesi de bunu izliyor. Birlikte Avrupa'yı turlayıp hayran kitlelerini genişletiyorlar. Böylelikle 2013 Eylül ayında çıkan üçüncü albüm Chatma ile birlikte kadar sağlam altyapı, kültürel tecrübe, geleneksel ile modern arasında kurulmuş güçlü köprü muhafaza ediliyor.


Chatma, genel olarak ilk iki Tamikrest albümünü kaldığı yerden sürdürüyormuş gibi görünen bir albüm. Ama Tinariwen veya iyi bir Tuareg grubunun albümünü birkaç defa dinledikten sonra yaşadığım hissin aynısını Chatma'da da yaşadığım için benim açımdan bu durum hem kaldığı yerden bir devam, hem de yeni açılan bir sayfa anlamı taşıyor. Albümdeki 10 şarkıda boş yok. Şarkılar boyunca tribal etki yaratan gitarlar, el çırpmalar, kıvrak blues nağmeleriyle ilahi etkisi yaratan psychedelic dinginlikler arasında seyreden eklektik tasarımlar iliklere işliyor. Birçok Tuareg albümünden farklı olarak davul ve bas gitar yoğunluğu şarkıları daha da üste çıkarıyor. Tüm bunlara son derece karizmatik Ousmane Ag Mossa vokali de eklenince mükemmel bir iklim ortaya çıkıyor. Öyle ki, Mossa birçok şarkıda idolü Ibrahim Ag Alhabib'in mesafeli olduğu kadar Mali kederi de yüklenmiş vokal gücünü aratmıyor.

Zaten hiç künyeye bakmadan Imanin Bas Zihoun, Tisnant an Chatma, Itous, Djanegh Etoumast şarkılarını duysam, büyük ihtimalle Tinariwen bazı sound değişimleriyle ya da bir yan projeyle yeni albüm yapmış derdim. Fakat bunun yanında Achaka Achail Aynaian Daghchilan, Assikal, Timtar gibi "trip"ler, albümü gerçekte olduğundan farklı mecralara taşıma yetisine sahip içsel yolculuklar adeta. Bu sınırlı görünen müzikal bünyede kendi yolunu, yolculuğunu planlayabilen Tamikrest, köklerini Afrika toprağına, dallarını da blues ve folk rock'ın geçerli olduğu her yere salmasını bilen bir olgunluk örneği. Chatma da o olgunluğun en bereketli, en lezzetli meyvesi. Bana göre Tuareg müziği nedir sorusuna verilebilecek en dirayetli cevaplardan biri. Bu müziğin kilometre taşı albümleri arasında sayılması gerekenlerden.

1. Tisnant an Chatma
2. Imanin Bas Zihoun
3. Itous
4. Achaka Achail Aynaian Daghchilan
5. Djanegh Etoumast
6. Assikal
7. Toumast Anlet
8. Takma
9. Adounia Tabarat
10. Timtar

23 Kasım 2013 Cumartesi

Ejecta - Dominae


Ford & Lopatin, Games, Tigercity gruplarıyla müzik yapan Joel Ford ile, Fight Bite adlı bir başka grubun üyesi Leanne Macomber, 2009'da bir tur esnasında tanışıp arkadaş olurlarsa bundan bir romantik film de çıkar, yepyeni bir grup da... Ford ve Macomber, aralarında oluşan hızlı kimyanın etkisiyle yavaş yavaş temellerini attıkları ve Ejecta adını verdikleri bir grup çıkarmışlar. Adı geçen grupların hepsi electropop, synth pop, indie electronic temelli olunca Ejecta'dan da başkası beklenemezdi. On parçalık debut Dominae, Kasım başında çıktı. Albümün bu türlere kattığı ekstra şeyler olmasa da, müzik dünyasına Ejecta adında pırıl pırıl bir grup daha kazandırdığı aşikar. Zira elektro kökenli pop dallarına bağımsız kanattan getirdikleri saf ve temiz sound, şahsen 2013'te çok ama çok az rastladığım türdendi.

Ejecta özellikle 80'lerin synthwave romantizmini sanki direk o zamana aitmişçesine içten yansıtan bir müzik yapıyor. Tabii bu romantizmin içinde synth pop'un sağladığı downtempo ritim anlayışı da mevcut. Yine de bazı örneklerde rastlandığı üzere uykuyu çağıran bir düşük tempo tavrı değil bu. Öne çıkan en belirgin unsur kırılganlık ki, 80'ler nostaljisi ve o dönemin synth gelenekleri, 2000'lerde yazılmış bu yeni (!) şarkıları bünyesinde mükemmele yakın bir beceriyle eritmeyi başarmış. Amaç 80'ler ikliminde kan ter içinde dans ettirmek değil, aynı iklimde kan ter içinde dans etmiş bünyeleri rahatlatmak, hatta onlara yitik aşklarını, pişmanlıklarını, gerilerde kalmış mutluluklarını hatırlatıp hüzünlendirmek. Bunu en doğru, en dürüst biçimde yapabilen türlerden biri de synthwave'dir zaten.


Albümde ön(üm)e çıkan parçalar, aynı zamanda albümün üç haklı single'ı olan Jeremiah (The Denier), It's Only Love ve Afraid Of The Dark ile birlikte, açılışta insanı kendine ilk dinleyişte aşık eden Mistress, bir rüyadan kopup gelerek dream pop kılığına girmiş Eleanor Lye, gümüş parlaklığıyla göz alıcı bir atmosfer yaratan Silver oldu. Özellikle Jeremiah (The Denier), yıl içinde duyduğum en iyi, en kaliteli pop şarkılarından biriydi. Hani şu sık sık dinlemek isteyeceğiniz ama bir yandan da eskiteceğinizden korktuğunuz türden. Ama bunlar sadece öne çıkanlar. Gerçi Dominae öyle ilk dinleyişte, ilk öne çıkanlarla düşüp kalkabileceğiniz bir albüm sayılmaz. Sindirmek bir miktar emek isteyebilir. Tabii 80'ler altyapısı olanların bu süreçte birkaç adım önde olacaklarını söylemek yanlış olmaz.

Leanne Macomber, bu ilk albümü bir karakter olarak gördüğünü söylemiş. Çok da iyi söylemiş. Zira onun bakış açısından farklı olarak, içerdiği pop naifliğinin albümün genel temalarından biri sayabileceğimiz çıplaklıkla çok yakın alakası var. Bu nü duruş, o karakter olma halinin en saf, en savunmasız yönünü müzikal açıdan da ele vermekte. Evet, albüm boyunca renkli neon ışıkları oradan oraya savuran tavan mekanizması tepenizden eksik olmuyor. Ama dediğimiz gibi bu neon atmosfer çılgın dans gecelerine değil, savunmasız geceyarılarının huzurlu / hüzünlü yalnızlıklarına ait. Yine Macomber'a göre Ejecta "evrensel" ve "zamansız" bir ruha sahip. Aynı zamanda albümde gördüğü karakter tam bir "sıradan insan" suretinde. İşte çıplaklık da işin bir parçası. Tüm bu tanıdık parçaları biraraya getirdiğimizde ortaya çıkan şeyi sabaha kadar tasvir etmeye kalksak nafile. Fakat Ejecta bunu yapabilen bir müziğe sahip olduğu için hem "sıradan" hem de "özel".

1. Mistress
2. It's Only Love
3. Beast
4. Inside
5. Afraid of the Dark
6. Jeremiah (The Denier)
7. Silver
8. Eleanor Lye
9. Small Town Girl
10. Tempest

16 Kasım 2013 Cumartesi

Tricky Lobsters - The Blue Hospital Conspiracy

 

1996'da Rostock, Mecklenburg-Vorpommern, Almanya'da kurulan Tricky Lobsters, blind test yaptırılarak dinletilse asla "bunlar Alman" diyemeyeceğim rock gruplarından biri. Bunun bir orijinallik mi yoksa bir taklit yeteneği mi olduğu gruptan gruba değişen bir tartışma. Bence Tricky Lobsters için bu durum tamamen orijinal. Deutsch rock'ın da kendine özgü cazip yanları vardır belki. Tabii Deutsch rock adı altında bitmek bilmeyen Kuschelrock serisinde yer alan Amerikan, İngiliz, Alman vb. mamülü bayık pop rock şarkıları veya "schlager" adı verilen ana akım Alman parçalarının kemikli kısımları da zaman zaman yutturulmaya çalışılır. Sözkonusu hard, blues, heavy rock olunca diğerlerine göre bir miktar daha orijinal bulduğum İngiliz örnekleri çağrıştıran Tricky Lobsters'ın neden bunca zamandır popüler olmadığını anlamak zor. Gerçi bizim popülerlik anlayışımız Alman müzik piyasasını pek kapsamıyor. Ama The Blue Hospital Conspiracy, ister müzisyen, ister dinleyen, ister Amerikan, ister Alman, ister Flaman her rock severin evine lazım müthiş bir albüm.

Staff Sarge Grauper, Doc Rawhead, Cpt. Peters adlı üç müzikal karizmadan oluşan grup, henüz ulaşamadığım Untouched (2006) ve Dead Man's Ball (2007) albümleri ve neyse ki ulaşabildiğim Black Songs'un (2009) ardından çıkardıkları The Blue Hospital Conspiracy ile ortalığı darmadağın etmeyi sürdürüyorlar. "Wanted" ilanlarını her yere astığım ilk iki albümleri bir yana, Black Songs'un enerjisinin üstüne bu son albümde daha fazlasını koymuşlar. Blues, alternative, hard, stoner ne buldularsa hepsini birden idare edebilen çapkın müzikleri, Strollers, Black Soul / White Lies, Shakin' Off The Heat, One Man Show, Little Brother adlarında taş gibi şarkılar üretiyorlar. Grubun bu saydığım türlerle olan ilişkisi tepeden bakıldığında basmakalıp gibi görünse de, direk bunlardan sadece birine ait olmayışları detaylarda gizli. Ve o detaylar Tricky Lobsters'ı çok özel kılıyor.


Örneğin albümün ilk iki şarkısı olan Strollers ve Shakin' Off The Heat, eski veya yeni farketmez, bir grupla yaşanabilecek en güzel tanışma anlarını yaratıyorlar. Bu ikisini duyduktan sonra albümün kalanı hakkında en ufak bir tereddüt yaşamıyorsunuz. Nitekim sesiniz kısılana kadar "Strollers" diye bağırmak isteyebiliyor, Queens Of The Stone Age'in artık Shakin' Off The Heat gibi şarkılar yazamadığını üzülerek kendinize itiraf edebiliyorsunuz. Ama Tricky Lobsters'ı kazandığınız gerçeği moralinizi anında düzeltiyor. Rock ağacının farklı dallarını büyük bir ustalıkla uzatıp, yeşertip, meyve vermesini sağlıyorlar. Bas, gitar, davul üçlüsü her şarkıda konumlarının gereğini yerine getiriyor. Ama bu denklemde olağanın üzerine çıkan çok önemli bir unsur var: Staff Sarge Grauper'ın mükemmel sesi! Şarkılara hakim olduğu kadar, onları özgürleştiren bir rock meastrosu adeta. İçine Chris Cornell kaçmış bir Sammy Hagar gibi söylüyor adam.

Grauper bu tarzını, o ismini verdiğimiz şarkıların farklılıktan bir bütün yaratmış dokusunda yansıttığı gibi, Conspiracy ve War şarkılarının punk karakterinde, hatta How Not To Forget'in nispeten dozu çok iyi ayarlanmış pop rock ölçütlerinde de hissettirmiş. Üstelik tüm bunları yaparken "bak adam sesini şarkıdan şarkıya nasıl da değiştiriyor" dedirtmemiş. Belki de tam olarak anlatamadığım bu durumu yerine getirebilmek bana göre üstün yeteneklerden biri. Kabaca bakıldığında herşey normal görünür, normal duyulur. Oysa o normalliği özel kılan bazı elementler ayrıntılarda saklıdır. Tricky Lobsters hem olması gerektiği gibi, hem de olduğu gibi bir grup. Buna bir "hem" daha eklemek gerekirse, olduğundan fazlası bir grup.

1. Strollers
2. Shakin' Off The Heat
3. Suffering Soul (feat. Claus Grabke)
4. Black Soul / White Lies
5. One Man Show
6. Little Brother
7. Shapers Of The Future
8. Conspiracy
9. How Not To Forget
10. The Dark Side Of The Sun
11. War
12. Dust

12 Kasım 2013 Salı

The Wishing Tree - Ostara


Yılların progressive rock çınarı Marillion’un gitaristi Steve Rothery ile bas gitaristi Pete Trewavas’ın yanlarına Enchant isimli Amerikalı grubun davulcusu Paul Craddick ve billur sesli kadın vokal Hannah Stobart’ı da almalarıyla kurulan The Wishing Tree, haliyle İngiliz kökenli bir grup oluyor. Böyle proje gruplardan beklenen müzik, projeyi oluşturanların esas gruplarından beklenenden farklı olmalı. Yani beklentiler minimumda tutulmalı. Aksi taktirde elma ile armudu karşılaştırma yanlışına düşülebilir. O yüzden The Wishing Tree’yi kendi çeperinde değerlendirirsek tat alma şansımız artabilir.

Proje olduğundan mıdır, grubun pek çalışkan bir yapıda olduğu söylenemez. Zira şu ana kadar ilk ve son albümleri olan Carnival Of Souls 1997’de çıkmış. Marillion sounduna mütevazi biçimde yakın, akustik ağırlıklı, çok da güzel bir albüm. Ama 2009’da çıkan Ostara, adil olmayacak biçimde kıyaslanırsa normal olarak tam bir olgunluk meyvesi. 12 yıl aradan sonra çıkan ikinci albümde o kadar da olsun artık. Gitar, bas, davul profesyonelliği, Hannah Stobart’ın sıcacık vokaliyle çok şık bir kombinasyon oluşturuyor. Hız yapmayan, ilk albümlerindekine benzer şekilde aralara akustik serpiştirmeler yapan, nakarat sevmeyen rock anlayışları Ostara, Easy, Falling, Fly gibi ılık güzellikler sunuyor.
 
1. Ostara
2. Easy
3. Hollw Hills
4. Seventh Sign
5. Falling
6. Fly
7. Kingfisher
8. Soldier

9 Kasım 2013 Cumartesi

Sophie Madeleine - Silent Cynic

 


Love. Life. Ukulele (2009) ve The Rhythm You Started (2010) adında iki albümü bulunan İngiliz singer/songwriter Sophie Madeleine, üçüncü albümü Silent Cynic'i sevimli bir albüm kapağıyla çıkarmış bulunuyor. Evet, sırf albüm kapağını beğendiğim için dinlemek istediğim, dinledikten sonra da memnun kaldığım albümlerden biri oldu Silent Cynic. Yoksa kendisini tanımam etmem. Tanışmak için geçmişine baktığımda rastladığım ilk iki Madeleine albümü, onu iyi ki bu albümlerle tanımamışım dedirtti. Sıkıcılık, sıradanlık yönünden birbirinden rol çalan bu albümler belki Silent Cynic'i daha da sivriltmiştir gibi bir yanılgıya da düşmemek gerek. İlk iki albümdeki o uyuşuk, kişisel bile denemeyecek kadar bitkin kadın gitmiş, yerine olgun, her şarkıda ayakları farklı şekillerde yere basan, o bitkinliği dengeli bir hüzne evriltmeyi başarmış bir Sophie Madeleine gelmiş.

60'lardan ışınlanmışçasına sade ve karizmatik bir slow lezzeti olan Parallel ile başlıyor albüm. Daha ilk şarkıdan Madeleine'in sesi tam bir belirleyici ve yönlendirici konumda olduğunu hissettiriyor. Loş bir kulüpte, sevdiğinin kollarında dans ederken söylüyormuş gibi sanki. Rufio ile tempoyu biraz arttırıp rock'n roll - twist arası bir başka dansa göz kırpıyor. Calico, tropikal esintiler taşıyan, yine 60'lara aşık, günümüz zeki indie pop tazeliğini ve duyarlılığını hamuruna eklemiş bir şarkı. Tropikal kısmını atlarsak aynı şeyleri Automaton için de söyleyebiliriz. Tempoyu yine mezuniyet gecesi slow dansı seviyesine çekerek Swear için de dile getirebiliriz. Sonra tropikal kısmını tekrar işin içine sokarak Fragile için de papağan gibi aynı şeyleri tekrar edebiliriz.

Güzel sesinden fazla ödün vermeden, ama o ödünsüzlük içinde bile sevdiğini, eğlendiğini, hayalkırıklığına uğradığını, ağladığını dinleyene iletebilen Sophie Madeleine, adeta Nancy Sinatra'nın ketumluğuyla bu farklı duyguları iletebilme becerisi taşıyor sesinde. Önceki albümlerinde fazlasıyla duyulan ve kanımca vasatlığın en mühim sebeplerinden olan Amerikan folk anlayışını da ait olduğu İngiliz soul gelenekleri ve abartısız pop düzenlemeleriyle değiştirerek çok akıllıca davrandığı kesin. Ne de olsa insan ait olduğu yerlerden daha iyi ses çıkarır. Madeleine sanki ilk albümlerini Silent Cynic'in oturmuş bilincine ulaşabilmek için birer deneme niteliğinde çıkarmış. Silent Cynic'i de ilk albümü gibi görmüş, sevmiş, üzerine titremiş, gerekenleri yaptıktan sonra da ruhunu tamamen ona bırakıp ne çıkarsa bahtıma demiş. Geçmişi boşverip önümüze bakalım. Sophie Madeleine güzel bir kadın. Fakat önce sesi ve o sesin bize ilettiklerine aracı olan şarkılarıyla güzel olanlardan.

1. Parallel
2. Rufio
3. Count Me Like A Number
4. Beautiful Lie
5. Calico
6. Aviator
7. Automaton
8. Love in Monochrome
9. Let's Never Let Love
10. Swear
11. Triangle

5 Kasım 2013 Salı

Motörhead - Aftershock


Yıl olmuş 2013, Motörhead hala albüm yapıyor, durduramıyoruz. Hayır aslında durdurmak istemiyoruz. 1975'ten beri artık bir heavy metal grubu olmanın ötesine geçip bir marka, bir müzik formu haline gelmiş Motörhead'in 22. stüdyo albümü Aftershock çıktığında bu dönemlere şahit olduğumuzdan ötürü ne kadar şanslı olduğumuzun farkında olmamız gerekiyor. Fanatik hayranları tarafından tanrı ilan edilen 68 yaşındaki Lemmy Kilmister'ın önderliğinde sürdürülen bu uzun kariyer, benim gibi fanatik değil ama hayran olanlar tarafından bu adamın neden bu kadar sevildiğine dair nice önemli durakla dolu. Şahsen bu uzun kariyer boyunca onun yılmaz takipçilerinden biri değildim. Hatta 1980 albümü Ace Of Spades'ten 2006 tarihli Kiss Of Death'e kadar sadece önünden şöyle bir geçip gittim. Kiss Of Death'in çok iyi bir albüm olması bir yana, Motörhead'i 2006'da adeta yeniden keşfetmiş olmak şimdiye kadar hiç kimse için başıma gelmeyen birşeydi.

Motörhead'i "yeniden keşfetme" durumunun aslında tam dayaklık bir mesele olduğunun farkındayım. Bunu bu şekilde ifade etmek doğru gelmeyebilir. Ama yıllar boyunca değişen ve değişmesini istediğimiz rock formatlarıyla, yıllardır değişmeyen ve değişmesini istemediklerimiz arasında yaşadığımız çelişkiler bizi bu garip ifade biçimlerine zorlayabiliyor. Benim açımdan bu çelişkilere verebileceğim örneklerden biri AC/DC ile alakalıdır. Bazı albümleri haricinde AC/DC gibi bir rock ikonunu sıkıcı bulurum. Bana senelerdir hep aynı şarkıyı çalıyorlarmış duygusu verirler. Hemen her albümlerinde 1-2 hit şarkı bulunur, 1-2 adet de onlara hakkıyla yancılık edenler vardır, geri kalanı zaman doldurmak içindir sanki. Oysa Motörhead'in hitlerle, yancılarla, zaman doldurucularla işi olmaz. En kötü Motörhead şarkısı dediğinizde bile acayip işler dönebilir. Tamam, Motörhead'i derinlemesine analiz etmeye muktedir kişilerden biri sayılmam. Ama rock müziğin monotonlukla değil, rock'n roll'a doğru atını dörtnala sürmekle ilgili olduğunu herkes bilir.


Kiss Of Death (2006), Motörizer (2008) ve The Wörld Is Yours (2010) üçlüsü ile peşpeşe aklımı uçuran grup, üç yıl gibi Lemmy için uzun sayılabilecek bir aradan sonra Aftershock ile döndü. En son Another Perfect Day (1983) ve Orgasmatron (1986) arasında üç yıl ara vermiş, neredeyse her sene bir albüm yapmış, hatta sadece 79'da Overkill, Bomber ve On Parole ile üçlü çekmiş Lemmy, bu durumu kimseye çaktırmaz. Aradan bir sene de geçse sanki uzun süredir Motörhead dinlemiyormuş gibi hissederim. Motörizer'dan bahsederken de söylemiştim. Hiç bilmeyen birine Ace Of Spades'ten sonra Motörizer'ı veya Aftershock'u bir sonraki Motörhead albümü olarak yutturmanız mümkün. Başkası olsa bu durum hiç de övünülecek birşey olmaz. Ama Motörhead'den bahsediyoruz. Bunu biraz daha açalım:

Bazı müzisyenler, müzik eleştirmenleri ya da sokaktaki müzikseverler bir sanatçı veya grubu sadece ismen, olmadı birkaç şarkısıyla bilir ve körü körüne yaptığı her şarkıyı, her albümü seviyormuş gibi yapar. O şarkı ve albümleri hiç dinlemeseler bile sırf saygılarından "kesin iyidir, zaten onlar hep süperdir" deyip yollarına devam ederler. Motörhead de süperdir! Ama bunu boş boş söylememek çok lazım. Lemmy'nin benzersiz bas tekniğinin, benzersiz vokalinin, benzersiz rock'n roll hayat tarzının yansıması olan şarkılar, aynı yörüngede seyreden farklı ebat ve parlaklıktaki yıldızlar gibidirler. O kaos içinde cesaret, tutku, harbilik, hatta huzur bile bulunabilir. 2010 tarihli Lemmy belgeseli birçok yönden aydınlatıcı. Orada ona hayran rock müzisyenlerinin bir dolu övgüsü zaten herşeyi en iyi şekilde özetliyor.

Aftershock herşeyiyle sürprizsiz bir Motörhead yapıtı. Heartbreaker, Coup de Grace, Death Machine, Paralyzed, Crying Shame, Queen Of The Damned, Keep Your Powder Dry ile yine müthiş hard rock, heavy metal, punk ayarları çekiyorlar. Lost Woman Blues ve Dust and Glass adlı iki yavaş parçayla olaya blues dumanları savuruyorlar. 84'ten beri grupta yer alan Phil "Zoomster" Campbell'ın yürek söken gitar soloları ve hala 20'lik delikanlılar gibi çalan Mickey Dee'nin gümbür gümbür davulları her zaman olduğu gibi formunda. Şu 14 şarkıyı böylesine kıvama getirebilmek için birçoklarının senelerce göbeği çatlıyor. Ama Motörhead için basit bir refleksmiş gibi doğal, dürüst ve kendi bildiğinden şaşmayan bir tavır, şarkılar aracılığıyla dinleyiciye rahatça geçiyor. Belgeselde de söylendiği üzere Lemmy asiliği ve ozanlığı bünyesinde toplamış gerçek bir "Hard Rock Johnny Cash" olarak şarkılarına en okkalısından Motörhead damgasını vuruyor.


Aslında yukarıdaki gibi yapılmaması gereken bir karşılaştırma yaparsanız Motörhead AC/DC'yi götürür. Battı balık yan gider, bu kez de onun karşısına Pearl Jam'i koyalım. Elmayla armut gibi de düşünmeyelim. Grup yakın zamanda Lighting Bolt adında bana göre kötü mü kötü bir albüm yaptı. Bazı eleştirilerde bu albümün Ten ruhuna yaklaştığına dair yazılar okuyunca acaba kulaklığı yanlış bir yerime takıp öyle mi dinledim diye tekrar döndüm. Çekilir eziyet değil. 20. sanat hayatını icra eden çok sevdiğim Pearl Jam'in 1998'deki Yield albümünden sonraki işlerine tahammül edemeyişim her yeni Pearl Jam albümünde çok zoruma gider. 40. sanat hayatına merdiven dayamış Motörhead'i düşündükçe kendi bildiği yöntemlerle rock'n roll'a sadık kalabilmenin sırları ortaya çıkıyor. Bu kadar yıl, bu kadar albüm, bu kadar Jack Daniels bile 70'ine göz kırpan Lemmy'yi yolundan bir gram saptırmamışken, daha genç insanların huzurevi koltuklarında uyuklatan şarkılar yapmaları hayret verici gerçekten.

İnsanı insan, grupları grup yapanlar yine tercihleri oluyor neticede. Rock'n roll'dan vazgeçmenin nasıl bir tercih olduğunu anlayamasak da bu böyle. Lemmy ve Motörhead bu alemde çok şey gördü. Hair spray hard rock, psychedelic, grunge hepsinin içinden geçip gitti. Hiç yalana dolana sapmadı. Hep inandığı müziği yaptı. Aftershock gösteriyor ki hala yapıyor. Hem de en ufak bir yara almamış, sanki kilometreyi sıfırlamış gibi. Lemmy belgeselinde onun hakkında en güzel sözleri söyleyenlerden biri olan grunge eskisi Dave Grohl'un dediği gibi, onun döneminden kalan rock yıldızları özel jetleriyle turlarken, Paris'in en pahalı otellerinde mankenleri becerirken Lemmy Jack & Coke içip yeni albüm yapıyordur muhtemelen. Hatta belki şu anda bile. Yapmıyorsa da ara vermiş, ya çizgi film izliyor ya da Rainbow Bar'da atari oynuyordur.

1. Heartbreaker
2. Coup de Grace
3. Lost Woman Blues
4. End Of Time
5. Do You Believe
6. Death Machine
7. Dust and Glass
8. Going To Mexico
9. Silence When You Speak To Me
10. Crying Shame
11. Queen Of The Damned
12. Knife
13. Keep Your Powder Dry
14. Paralyzed