Brooklyn temelli dört kişilik
Pela grubundan vokalist
Billy McCarthy ve bas gitarist
Eric Sanderson,
Rise Ye Sunken Ships adlı albüm sonrası yaşadıkları badirelere dayanamayan
Pela'nın dağılmasına rağmen kenetlenip fazla vakit kaybetmeden
We Are Augustines'i kuruyorlar. Bu badirelere geçmeden önce grubun isminin Ağustos ayından geldiğini belirtelim.
McCarthy ve
Sanderson'ın Ağustos ayında doğmalarının yanında,
Pela'nın dağılma tarihi de Ağustos 2009'a tekabül ediyor. Aynı adlı bir başka grup yüzünden kendilerine
We Are Augustines diyen ikili, 2010 yılında beraber çalıştıkları davulcu
Rob Allen'i de kadrolu olarak aralarına dahil edince üçlü haline geliyorlar. Bu kez 2013 Ağustos'unda tekrar
Augustines adını aldıklarını herkese duyuruyorlar.
İlk albüm
Rise Ye Sunken Ships öncesinde
Pela'nın dağılması, plak şirketiyle yaşadıkları sıkıntılar,
McCarthy'nin yazmış olduğu 40 küsür şarkıyı beğenmeyip çöpe atması, tüm bunların üzerine
McCarthy'nin kardeşi (ki o da Ağustos ayında doğmuş)
James'in intihar etmesi, grubu oldukça sarsıyor. Ama buna rağmen toparlanıyor, hatta bu olumsuzluklardan beslenerek daha da güçlenerek yeni materyallerle albümü tamamlıyorlar.
Chapel Song,
Book Of James,
Augustine,
Juarez gibi iyi şarkılarla kendilerini tekrar kabul ettiriyorlar. Uzun bir aradan ikinci albüm
Augustines, bu kez Ağustos'ta değil, 3 Şubat 2014'te çıkıyor. Hem de
Rise Ye Sunken Ships ile elde ettikleri gücü katlamış şekilde.
12 şarkılık
Augustines, bir buçuk dakikalık intro
I Touch Imaginary Hands'in ardından gelen
Cruel City'nin biraz gergin ama içten içe coşkulu (ve bu sayede huzurlu) atmosferiyle karşılama yapıyor. Aslında bu cümle Augustines müziğini tanımlamak için kestirme bir yol bile sayılabilir. Indie rock'ın alternative ve pop rock arasında gidip gelen kafası karışıklığını kesinlikle kendi lehine çevirmiş bir müzik bu. Bir nevi art pop rock! Ama "art" kavramının entellektüel ve deneysel kafa karışıklığını değil, samimi vurdumduymazlığını yansıtan dosdoğru bir rock. Olmadı
Nick Cave & The Bad Seeds'in öfkeli hüznünü daha sinematik hale sokmuş bir koyu renkler bütünü.
Weary Eyes,
This Ain't Me,
Walkabout, hele de
Don't You Look Back, hele hele de
Kid You're On Your Own kimi zaman onurlu bir western epiği, kimi zaman bir İrlanda barı cevvalliği, kimi zaman piyanonun kucağında huzur bulmaya çalışan rahatsız (ama bağımsız) ruh hali olarak karşımıza dikiliyorlar.
Lirikler ise aşk, fedakarlık, ölüm klişelerinden kendine yeni yatacak yerler yaratıyor.
Billy'nin
James'in acısını hala yüreğinde hissettiğine dair sözleri kadar, (belki daha da fazla) içli ve yürekli sesi o acıyı, o özlemi iliklerimize işliyor. Bu albümü dinlediğim andan itibaren birkaç gün sadece buna benzeyen albümler dinlemek istedim. Çünkü yarattığı dramatik kimlik üzerine hemen sıcağı sıcağına farklı birşeyler dinlemek benim için kolay olmadı. Bir çırpıda o büyüyü bozmak istemedim. Daha önce duymadığım birşey değildi belki ama süresi boyunca sözünü ettiğim türlere, kişilere, coğrafyalara ithafen "bir şey"di en azından. Loşluğun içinde çalıp söylerken pencereden görünen aydınlığa özlemle bakıyor gibi görünmek ama aslında o loşluktan hoşnut olarak çalıp söylemeye devam etmenin notalara dökülmüş hali. Ağustos Böceği aldatmacasının inadına çalıp söyledikçe güçlenen biçimde hem de!
1. Intro (I Touch Imaginary Hands)
2. Cruel City
3. Nothing To Lose But Your Head
4. Weary Eyes
5. Don't You Look Back
6. Walkabout
7. Kid You're On Your Own
8. This Ain't Me
9. Now You Are Free
10. The Avenue
11. Highway 1 Interlude
12. Hold Onto Anything
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder