31 Mart 2017 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mart 2017)

Mastodon - Emperor Of Sand
Yıl: 2017 ABD
Tür: Stoner Metal, Progressive Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ancient Kingdom"

Flyying Colours - Mindfullness
Yıl: 2016 Avustralya
Tür: Psychedelic Rock, Shoegaze
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Long Holiday"
 
Nelly Furtado - The Ride
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Indie Pop, Art Pop
"F" Rate: 3/10
I.A.R. tavsiyesi: "Phoenix"
Desperate Journalist - Grow Up
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Post-Punk
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Resolution"
 
Hans Zimmer - Inception OST
Yıl: 2010 Almanya/ABD
Tür: Score, Modern Classical, Ambient
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mombasa"
 
Soulwax - From Deewee
Yıl: 2017 Belçika
Tür: Synth Pop, Electro House
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Missing Wires"
Soldout - Forever
Yıl: 2017 Belçika
Tür: Electropop, Synth Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Call Me Out"
Malt - Kendi Adını Taşıyan İlk Albüm
Yıl: 2006 Türkiye
Tür: Alternative Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Aşkın Gözü"
Talvin Singh - Ha
Yıl: 2001 İngiltere
Tür: Electronic, Breakbeat
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Uphold"
British Sea Power - Let The Dancers Inherit The Party
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bad Bohemian"
 
Ibibio Sound Machine - Uyai
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Afro-Pop, Electro
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Give Me a Reason"
 
The Masonics - Obermann Rides Again
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Garage Rock, Punk, Rock'n Roll
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Don't Understand Her Anymore"
Tamikrest - Kidal
Yıl: 2017 Mali
Tür: Tishoumaren, Tuareg Music
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mawarniha Tartit"
 
Jennie Abrahamson - Gemini Gemini
Yıl: 2014 İsveç
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Entity"
Jamiroquai - Automaton
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Acid Jazz, Nu-Disco, Sytnh Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nights Out in the Jungle"
Heavy Heart - Keepsake
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Indie Rock, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Teenage Witch"
Pretty Woman OST
Yıl: 1990 ABD
Tür: Pop Rock, Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: Roy Orbison - "Oh, Pretty Woman"
 
 
Selda - Selda
Yıl: 1976 Türkiye
Tür: Folk, Psychedelic Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mehmet Emmi"
 
Myrath - Tales of the Sands
Yıl: 2011 Tunus/Fransa
Tür: Progressive Metal, Power Metal
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Merciless Times"
 
Chuck Berry - The Definitive Collection
Yıl: 2006 ABD
Tür: Rock & Roll
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Roll Over Beethoven"

27 Mart 2017 Pazartesi

Sofia - Search & Destroy: A Punk Lounge Experience


Sofia, ya da tam adıyla Sofia Allard, DJ’lik ve modellik de yapmış bir şarkıcı. Şarkıcılık kariyerinde ise iki durak var. İlki, biraz depresif tarafından trip hop ikilisi olarak Krom, diğeri ise daha neşeli ve hareketli bir proje olan Eclectic Bob’muş. Her iki gruba da karakter katan büyüleyici sesi ile dikkat çekmesi uzun sürmemiş. Hem de öyle birinin dikkatini çekmiş ki sormayın: Carl-Michael Herlofsson! Sormayın dedik ama bu ismi duyunca “o da kim” diye sormak gerekiyor. Kendisi Rammstein, A-Ha, Weeping Willows, Timex Social Club gibi bir sürü isime yapımcı ve müzisyen olarak el vermiş, Grammy ödülü de almış, İsveç’in yetişirdiği en iyi prodüktörlerden birisi. “Score” bazında yine birkaç filmin müziğini yapmışlığı da var. Sofia’nın bu albümünün arkasında yapımcı ve müzisyen olarak durması, albümün ses, kayıt, miksaj artık ne varsa her yönden kalitesinin çıplak kulakla dahi hissedilmesinden anlaşılabilir.

70’ler ve 2000’lerden seçilmiş punk ve rock şarkılarının yeniden yorumlarından derlenen Search & Destroy albümü, elektronic, trip-hop ve “lounge” şeklinde tanımlanmış elit ve naif salon müziğinin elekto-caz havasından keyif alanların arayıp da bulamadıkları, bulurlarsa bırakamayacakları kalitede coverlar sunuyor. Sex Pistols, Ramones, The Clash, Iggy & The Stooges gruplarının punk güllelerinin, çok şık jazzy bir ortamda havadan kafamıza serpilen güllere dönüştüğü anların mimarı olan Sofia- Carl-Michael ikilisi, Led Zeppelin, Nirvana, Thin Lizzy şarkılarını da bambaşka diyarlara taşımışlar. Bu taşıma işlemi, cayır cayır punk şarkılarının çift zeytinli martini kıvamında yorumlanmış olması yanında, sadece sözlerinin alınıp sil baştan besteler yapılması sonucu da doğurmuş. Bundan şikayetçi değilim. Tam tersi, artık birer marşa dönüşmüş şarkı sözlerinin tepetaklak başka türlerle, başka bestelerle söyleniyor oluşu, müzikal sınırları olmayan dinleyicilerin türler arası yaptıkları masum kaçamaklarının karaoke hissiyatıyla bütünleştiği ilginç tecrübeler haline gelebiliyor.

Gerek ses, gerekse altyapı olarak Sofia’nın cover seçkisi bana “yorumlamak için hangi şarkıyı seçerse seçsin razıyım” diye düşündürse de, hazırda seçilmiş olan sert parçaların marshmallow kıvamına getirilip tamamen farklı şarkılara dönüşmesinden anlıyoruz ki, bu sadece “sert şarkıları yumuşatma” meselesi değil. Onların ne kadar boyutlu olabildiklerini kanıtlama. Çünkü seçilen şarkılar sert gruplara ait olmalarından öte, o şarkıların ruhanî boyutlarının gözler önüne serilmesinin ayrı bir yetenek işi olduğunu kanıtlaması da önemli. En kaliteli coverların, ya da çemberi Sofia’ya göre ayarlarsak birçok yönden Nouvelle Vague’un yaptığı da bu.



Hâlâ üzerinde çalışmakla birlikte, Search & Destroy albümünde bırakın kötü, vasat şarkı bile bulunmadığını düşünüyorum. Bunun orijinal şarkılara ne kadar sadık olunduğu veya onları ne kadar değiştirdiğiyle ilgisi yok. Bu tür cover albümler, isterse dünyanın en bilinen şarkılarından derlensin, olabildiği kadar orijinallerinin gölgesinden uzakta değerlendirilmeli. Elbette orijinal hali ile yeni hali arasındaki uçurumlardan aşağı bakmak çoğu kez hoşumuza gitse de, aklımızın bir yanı ile onları ne kadar “kendisi” olabildikleriyle duymaya, hissetmeye çalışmalıyız. Belli ki İsveçliler bunu bu şekilde algılıyorlar. Çünkü Hellsongs üçlüsü ve çeşitli yerlerden tek tük duyduğum çok başarılı coverlardan sonra İsveçli Sofia’nın bu güzel albümü hiç şaşırtmadı.

Tek tüklerden bahsederken yine İsveçli Timo Räisänen ismini anmadan geçmek istemiyorum. Kendisinin son albümü ...And Then There Was Timo’da yer alan AC/DC coverı You Shook Me All Night Long, cover nâmına bugüne kadar duyduğum en güzel şarkılardan biriydi. Hatta hiç kasmadan, şimdiye dek duyduğum en iyi cover ilk beşine bile dahil edebilirim. Dinlediğimde içime düşürdüğü hüzün dalgalarından korktuğum için sık dinlemek istemediğim, fakat dinlemedikçe de deli gibi özlediğim harika bir yorum. İtiraf etmek gerekirse Sofia’nın albümünde bu yoğunluğa sahip bir yeniden icrâ yok. Ama I Wanna Be Your Boyfriend var, Heart Shaped Box var, Pretty Vacant var, Dazed & Confused var, London Calling var. Sofia’nın hüzünlü bir kız çocuğu ile her santimine kadar seksi bir kadın arasında dalgalanan sesi var. Hepsi ilk kez duyuluyormuş gibi hem de.

1. Search & Destroy (Iggy & The Stooges)
2. Everlong (Foo Fighters)
3. Mongoloid (Devo)
4. I Wanna Be Your Boyfriend (The Ramones)
5. Homosapien (Pete Shelley)
6. No One Knows (Queens Of The Stone Age)
7. London Calling (The Clash)
8. Dazed & Confused (Led Zeppelin)
9. Boys Are Back In Town (Thin Lizzy)
10. Pretty Vacant (Sex Pistols)
11. Chinese Rocks (Johnny Thunders)
12. Heart Shaped Box (Nirvana)

16 Mart 2017 Perşembe

Myrath - Legacy


2005 yılında X-Tazy adıyla Double Face adında bir EP yapan, 2006'da ise önemli değişikliklerle Myrath adı altında daha derli toplu şekilde şaha kalkan Tunuslu beşli, adım adım hep yükselen bir kariyerin örnek gruplarından biri. Tunus - Fransa ortak yapımı diyebileceğimiz Myrath, ilk yıllarında death metal coverları, "düşük profilli" konserler falan derken 2006'nın ilk yıllarında yakaladığı çok hayati bir fırsatla kariyerinde sıçrama şansı elde etti. Robert Plant ve saygın Fransız progressive rock grubu Adagio'nun katıldığı bir konserin açılışını yapmaları onlar için itici güç halini aldı. Adagio’nun keyboard sorumlusu Kevin Codfert'in onları çok beğenip yapımcıları olmasına kadar giden yolun ucu, 2007 tarihli debut Hope'a çıktı. Çok iyi eleştiriler alsa da bence gerçek Myrath'ı yansıtmayan, standart ölçülerde bir progressive ve power metal albümü olan Hope, gruba debut prestiji sağlayarak arka sıralardan biraz daha ortalara doğru gelmesini sağladı. Ama önce Desert Call (2010), sonra da Tales Of The Sands (2011) albümleriyle standart ölçülerden sıyrılan, hatta kendi standartlarını kurma yolunda önemli adımlar atan grup, sürekli yükseliş halinde bir grafik çizdi.

Bu yükselişin en önemli nedenini, progressive ve power metal öğelerini geleneksel Tunus müziğiyle, daha geniş bir ifadeyle Kuzey Afrika unsurlarıyla giderek artan bir ustalıkla şarkılara ekleyen, zamanla o şarkıların vazgeçilmez özelliği haline getiren güçlü bir kaynaştırma becerisi olarak görebiliriz. 90'larda Avrupa'da ortaya çıkan ve hızla yükselen folk metal türünden farklı olarak daha çok doğu kültüründen beslenen oryantal ve arabesk öğelere ev sahipliği yapan bir geleneksellik durumu söz konusu. Metal ve oryantal müzik, biraraya geldiği zaman çok eğreti duran, turistik bir kombinasyon olarak karşımıza çıkar çoğu zaman. Eskilerden Orphaned Land, yenilerden de yine Tunuslu Nawather bu türün benim bildiğim en iyi örneklerinden ikisi. Şimdi Myrath sayesinde bu zümreye çok güçlü bir halka daha eklemiş olduk. İlk üç albümüyle sürekli yükselen bir yol tutan grup, Dream Theater, HIM, W.A.S.P., Tarja Turunen gibi isimlerin artık daha "yüksek profilli" açılış organizasyonlarında boy gösteriyor. (W.A.S.P.'a saygısızlık etmek istemem ama Myrath diğerlerine Tunus çöllerinin tozunu yutturur o ayrı.)


Myrath (Arapça "miras") dördüncü albümü olan Legacy (İngilizce "miras") ile bana göre yükselişteki kariyerinin zirvesine ulaşmış bulunuyor. Zaten dolaylı yoldan da olsa kendi adını taşıyan albüm tam da böyle olmalı. Artık bundan sonra grubun yapacağı albümleri derecelendirmek için Legacy ile kıyaslayacağız. Çıta orası. Jasmin adındaki kısa intronun ardından, bu türden süper bir hit çıkar mı diyenlere Believer ile tokat gibi bir cevap veren Myrath, bu şarkının yüksek coşkusuyla hem albümde bizi nelerin beklediğinin önemli detaylarını veriyor, hem de bir konser gibi geçecek yaklaşık bir saatin muhteşem açılışını yapıyor. Sonrasında Nobody's Lives, The Needle, The Unburnt, Storm Of Lies, Other Side vs. diye albüm öyle bir akıyor ki, anlatılması yerine yaşanması gereken tarihi bir tecrübe yaşadığımı hissediyorum. Neden tarihi? Çünkü Legacy'yi birkaç kez dinledikten sonra kenarlarını, köşelerini, kıvrımlarını, mağaralarını, gizli patikalarını, saklı bahçelerini birer birer keşfetmeye başladım. Hala da keşfediyorum. Bu hissi en son hangi albümde yaşadığımı değil de, eskilerden hangi albümde yaşadığımı buldum. Oraya birazdan geleceğiz.

Progressive / power metal altyapısına eklenen olağanüstü doğu yaylılarıyla, ayrıca solist Zaher Zorgati'nin çok yönlü vokaliyle yakalanan mükemmel uyum, Arapça - İngilizce karışık sözler, Myrath ve müziğini otantik bir zeminde tutuyor. Ama bir süre sonra bunun geçici bir turistik özellik değil, grubun oturmuş tarzı olarak kabul ediyoruz. Yaylıların mı gitarları, gitarların mı yaylıları yönlendirdiği belli olmayan, bu haliyle ayrı bir çekicilik taşıyan her bir Legacy şarkısı, kendi süreleri boyunca kendi dünyalarını itinayla inşa ediyorlar. Mesela Nobody's Lives, yaylı destekli harikulade bir giriş yaptıktan sonra İngilizce sözlerle ilerliyor. Ama olağanüstü nakaratının Arapça olması şarkının karakterini etkilemediği gibi daha da yükseltiyor. (Hatta Zorgati'nin "aman aman" diye uzun hava çektiği, sıkı bir groove metal bölüme bağlanacak kısa bölümü de atlamayalım.) Senfonik metalden yine groove metale evrilen müthiş bir girişle başlayan The Needle, yine muhteşem bir nakaratla (bu defa İngilizce) kendine bağlıyor. Bu kadarla yetinmeyip kemanların gitarlarla raks ettiği oryantal bölümle tadına tat katıyor. Zorgati'nin istisnasız senfonik, groove, heavy, progressive her şarkıya uyumlu mükemmel sesinin düzeni hiç bozmadan nağmeli oryantal geçişler yapması hayranlık verici. Adam şu şarkıda devleşiyor demek mümkün değil. Çünkü adam her şarkıda öyle.

Grubun Zaher Zorgati, süper nakaratlar, yaylı - gitar uyumu ekseninde birbirinden güçlü şarkıları artık sonlara doğru gittikçe özellikle Duat ve kapanışı yapan Other Side ile efsanevi boyutlara ulaşıyor. Hele bir I Want To Die var ki, her dinleyişimde gözümde birkaç metalcinin günbatımına karşı bir kıyı meyhanesinde rakı balık eşliğinde içerlerken dinledikleri bir şarkı manzarası canlandırıyor. İçinde taşıdığı tutku, acı ve aynı zamanda güç, bizim genlerimizde de saklı olan nağmeli söyleyişe, yaylı çalgılar efkarına, metal ve arabesk alakasızlığından ortaya çıkan cazibeye hiç yabancı değil. Bu cümleyi sadece I Want To Die için değil, albüm geneli için de kumamız gerek. Dinledikçe açılan, açıldıkça içindeki detayları ortaya çıkaran, hatta bir sonrakinde ortaya çıkardığını da ustaca gizleyebilen, böylelikle her seferinde kendini özletebilen şarkılar bunlar. 15-20 defa dinlediğim Legacy'de örneğin The Needle, Duat veya Nobody's Lives'daki hepsi birbirinden özel nakaratlarından ya da gitar rifflerinden hangisinin hangisine ait olduğunu daha tam olarak ezberleyememiş olmayı seviyorum. Çünkü neyin ne zaman karşıma çıkacağının belirsizliği beni heyecanlandırıyor. Bu duyguyu hala hissettiğim albümlerden biri de Iron Maiden'ın Somewhere In Time'ıdır. İşte bu yüzden Legacy benim için tarihi bir albüm.

1. Jasmin
2. Believer
3. Get Your Freedom Back
4. Nobody's Lives
5. The Needle
6. Through Your Eyes
7. The Unburnt
8. I Want to Die
9. Duat
10. Endure the Silence
11. Storm of Lies
12. Other Side

10 Mart 2017 Cuma

Wolvespirit - Blue Eyes


Solist Donna "Debbie" McCain'in liderliğindeki Alman grup Wolvespirit, yine eksantrik bir albüm kapağıyla, yine temelleri blues ile atılmış 70'ler etkilenimli hard rock müziğiyle, yine bu müziğin hakkını veren güçlü şarkılarla iki yıl aranın ardından 4. albüm Blue Eyes ile geri döndü. 2015 albümleri Free sayesinde kendileri hakkında ne düşünüp söylediysem, Blue Eyes hakkında da hemen hemen aynı şeyleri söyleyebilirim. Sadece bazı anlarda bir doz sertleşme ve sound bünyesinde yine bir doz modernleşme söz konusu olabilir gibi geldi. Ama bunda hiç sorun yok. Hatta temelleri sağlam attıklarından olsa gerek, her türlü kendilerine yakıştırabilmişler. Free'yi seven birinin Blue Eyes'ı sevmemesi için hiçbir neden yok. Free'de de vardı ama bu albümdeki sertliğin özellikle bazı şarkı sonlarında psychedelic kaos ya da "jam" ile vücut bulma şekli kesinlikle pozitif. Hammond ve farfisa orglar ile melodik anlamda eli zaten güçlü olan grup, sert gitarlarla dengelediği şarkılarını başkalaştırma yönünde iyice almış yürümüş.

You Know That I'm Evil ile açılış, Dance With The Devil ile kapanış yapan albüm, bu iki güçlü şarkının tuttuğu giriş çıkışların verdiği güvenle kendi karakterini dilediği gibi sert, yumuşak, mutlu, kederli suretlerde özgürce inşa ediyor. Öyle ki, McCain'in içindeki Janis Joplin daha fazla dışarı çıkma fırsatı bulmuş. Hatta bu albüme Free demeleri daha anlamlı olurmuş. Puslu gitar tonunun attığı şahane bir riff gözetiminde albümün karizma çıtasını yükselten Arise, bir hard rock ile bir surf rock evliliğinden doğan enfes bir "twist rock" olan Space Rockin Woman, yarısı standart bir hard blues rock, diğer yarısı uçmuş bir psychedelic rock şeklindeki I Want To Love, yine McCain'in uçurduğu ve sesindeki soul lezzetini en fazla hissettirdiği ismiyle müsemma Soul Burn tüm bu özgürlüklerden inşa edilmiş nitelikte besteler. Uzun süreler ve özellikle şu sıralar Amerikan ve İngiliz hard rock müziğindeki kabızlık, değil günü, içinde bulunduğu saati bile kurtaramayacak zavallılıkta seyrederken, Cojones (Hırvatistan), Ors (Fransa), The Ringo Jets (Türkiye), Lizard Queen (Ukrayna), Stone Cream (Yunanistan), John Holland Experience (İtalya) gibi arayış bilincine sahip grupların heyecan verici müzikleri ümidi hep zinde tutuyor.

1. You Know That I'm Evil
2. I Am What I Am
3. I Want to Love
4. True Blood
5. Soul Burn
6. Space Rockin Woman
7. Road of Life
8. Witchcraft
9. Arise
10. Dance with the Devil

6 Mart 2017 Pazartesi

Jennie Abrahamson - Reverseries


1977 Sävar, İsveç doğumlu Jennie Abrahamson, çeşitli gruplarla ve başka müzisyenlerle yaptığı çalışmaların ardından 2006'da başladığı solo kariyerinde beşinci albüm Reverseries'e ulaştı. Buraya kadar gelirken sonunda pop kelimesi olmak üzere indie, dream ve art yoğunluklu bir müzikle kendini ifade etti. Genel olarak başarılı eleştiriler aldı. Sanki yıllarca takip etmişim gibi böyle yaptı, etti diyorum ama Reverseries kendisiyle ilk tanıştığım albümü. Bütün kariyeri hakkında olmasa da, geldiği nokta olarak birşeyler söylebileceğimi hissediyorum. İlk göze çarpan sıcak, samimi, sevimli sesi, özellikle dream pop vokali nasıl olmalıdır sorusuna benim için verilebilecek iyi cevaplardan biri. Folk etkilenimli indie pop şarkıcılarında da görülen bu ses, bu albümde (öncekileri şimdilik bilmiyorum) Abrahamson'un karakteristiği halinde. Ecnebilerin "unique" dediği kadar olmasa bile, şarkıların onsuz kendi ayakları üzerinde durmasını güçleştirebilecek bir ses bu.

Elmanın diğer yarısını oluşturan müzik ise 80'ler etkilerinin hissedildiği (ki 80'ler etkisi  hissedilmeyen dream pop, dream pop değildir), kendini bu çerçevede günümüz modern indie pop detaylarıyla besleyen niteliklere sahip. Tutkulu melodiler sık sık ruhu olan güzel manzaralar yaratıyor, Abrahamson da sesiyle bu manzaraların fotoğrafını çekiyor. Lirikler bazen basit, bazen muğlak. Çok da önemli değil. Zaten onun ne dediğinden ziyade, nasıl dediğiyle ilgiliyiz. Reverseries ile ilgili tek eleştirim şarkıların biraz uzun tutulması olabilir. En kısası 4,5 dakika süren bu şarkılardan You Won Me Over, To The Water, Anyone Who, Lift Me Up, Man In You ve Not In My Name'de zamanın nasıl geçtiğini anlamadım. Zaten bunlardan biri kesinlikle yılın en iyi şarkılarından biri olarak listemde olacak. Ama Don't Talk ve Summer bitmek bilmedi sanki. Saymadığım iki şarkı Safe Tonight ve Bloodlines da kısa sürede A takımına yükselecektir. Bu kadar iyi şarkının bulunduğu bir albümün uzunluğu gözüme fazla batmasa da, bazı ufak budamalarla belki daha kısa sürede aynı etkiyi bırakacaklarına yine eminim. Reverseries ile 2017'nin yüzakı pop albümlerinden birini sunan Jennie Abrahamson'un önceki dört albümünde neler yaptığına da şöyle bir bakmak gerek sanırım.

1. Safe Tonight
2. You Won Me Over
3. To the Water
4. Bloodlines
5. Anyone Who
6. Not in My Name
7. Man in You
8. Don't Talk
9. Summer
10. Lift Me Up

28 Şubat 2017 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Şubat 2017)

Tinariwen - Elwan
Yıl: 2017 Mali
Tür: Tishoumaren, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sastanàqqàm"
Big Wreck - Grace Street
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Hard Rock, Post-Grunge
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "One Good Piece of Me"
 
Satan's Pilgrims - At Home With Satan's Pilgrims
Yıl: 1994 ABD
Tür: Surf Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Que Honda"
Valerie June - The Order of Time
Yıl: 2017 ABD
Tür: Alt. Country, Folk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shake Down"
Lisa LeBlanc - Why You Wanna Leave, Runaway Queen?
Yıl: 2016 Kanada
Tür: Folk Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Love You, I Don't Love You, I Don't Know"
Daniel Ash - Freedom I Love
Yıl: 2017 İngiltere
 Tür: Alternative Rock, Post-Punk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "You Unravel Me"
Negative Gemini - Body Work
Yıl: 2016 ABD
Tür: Electropop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Worry Bout the Fuck I'm Doing"
Amy Macdonald - Under Stars
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dream On"
 
Ex Deo - The Immortal Wars
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Melodic Death Metal, Symphonic Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hispania (The Siege of Saguntum)
 
Incubus - Morning View
Yıl: 2001 ABD
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wish You Were Here"
 
Kabul Dreams - Megalomaniacs
Yıl: 2017 Afganistan
Tür: Alternative Rock, Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Torn Apart"
Def Leppard - Adrenalize
Yıl: 1992 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Heaven Is"
 
Southern Avenue - Southern Avenue
Yıl: 2017 ABD
Tür: Folk Rock, Soul
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Give Up"
MUNA - About U
Yıl: 2017 ABD
Tür: Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "End of Desire"
Zebda - Essence ordinaire
Yıl: 1998 Fransa
Tür: French Pop, Funk, Hip Hop, Raï
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Oualalaradime"
The Grape and The Grain - Holy Rollin'
Yıl: 2017 ABD
Tür: Blues Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Maybe I'm Crazy"
 
Josefin Öhrn + The Liberation - Mirage
Yıl: 2016 İsveç
Tür: Psychedelic Rock, Art Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rainbow Lollipop"
Crocodiles - Dreamless
Yıl: 2016 ABD
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I'm Sick"
 
The Cure - Wild Mood Swings
Yıl: 1996 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Pop Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Club America"
Black Sabbath - The Ultimate Collection
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Heavy Metal, Hard Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Into the Void"

24 Şubat 2017 Cuma

Satan's Pilgrims - Psychsploitation


1992'de Portland, Oregon'da kurulmuş olan surf rock grubu Satan's Pilgrims, soyadı Pilgrim olan beş kişiden oluşuyor. Akraba olduklarından mı, yoksa grup için imaj fikri mi olduğunu bilmediğim, çok da takmadığım bu durumun gayet şık müzikleriyle pek bir ilgisi yok. Surf rock'ın gereklerini fazlasıyla uyguladıkları 6 albümlük kariyerlerine takılırsanız, onları tanımlayacak en uygun kelimenin "tecrübe" olduğunu görebilirsiniz. Surf rock grupları genelde kendilerine biçtikleri bir konsept etrafında bu müziği icra ettiklerinden, dinleyen üzerindeki etkileri daha sinematik boyutlardadır. Tabii sadece deniz, güneş, bikinili kızlar temalarında takılan gruplardan bahsetmiyorum. İsmen 60'ların B filmlerinden "Satan's Sadists"ten esinlenen Satan's Pilgrims ise, cismen özellikle vampir pelerinleri ve yer yer surf rock'ın karanlık ve gerilimli yüzünü yansıtan soundlarıyla kendine bu atmosferden bir konsept oluşturmuş.

The Ventures, The Wailers, The Sonics, The Kingsmen gibi surf rock efsaneleri ile kıyaslanan grup, bu kıyaslamayı sonuna dek hak eden 60'ların lo-fi nostaljisini yansıttığı şarkılarını enstrümantal bir deneyim haline getirme tecrübesine sahip. Albüm yapmaya başladıkları 1994'ten 2000'lere kadar kısa aralıklarla beş albüm çıkarmış, konserleri ve gizemli duruşlarıyla hep saygın bir konumda yer almışlar. Bu beş albümü de aradan çıkardıktan sonraki fikrim, 2009 tarihli 6. albüm Psychsploitation'ın diğerlerine göre bir başka güzel tınladığı yönünde. Biraz daha açarsam, ilk beş albümü dinledikten bir süre sonra olayın bir rutine döndüğünü hissettim. Psychsploitation akmaya başladıktan sonra aynı rutini ufak dokunuşlarla farklılaştırmaya, zenginleştirmeye çalıştıklarını düşündüm. Gitar melodisini fena halde bizim yerli şarkılardan birinin ezgisine benzettiğim In The Past, klas bir rock'n roll olan Wylde Tymes, insanın twist damarlarını bulup oraya hunharca basan Psycle Pswami, modern bir surf rock algısı yaratan Psych-A-Go-Go (Psych Out!) grubun ritim ve coşku yönündeki tecrübesini masaya vuran şarkılar.

Ritim biraz daha yavaşlayıp orta tempoya dönünce bu kez tüm karizmasıyla Colours Of Your Mind'ın liderliğinde Dilation, Chestnut Trees & Bumblebees, 10,000 Mirrors, Tomorrow Night's Mourning sörf tahtasının tadını çıkarmaya başlıyor. Nostaljik anlar kadar, o nostaljiye saplanıp kalmayan dengeli bir atmosfer oluşturuyorlar. Belki de önceki albümlerin biraz fazla nostaljiye saplandıklarını, bazılarının bu döngü içinde hapsolduklarını düşünmüş olabilirim. Tempo bir alt dereceye düşünce orada da karşımıza sadece ba-ba-ba vokalleriyle lezzet katılmış şahane Tracers (Of Love) çıkıyor. Albümün tam ortasına konmuş olan bu şarkı, adeta kilometreyi sıfırlayıp albümü başka şarkılarla tekrar başlatıyor. Grubun artık önceki gibi döngülere, rutinlere, birbirinin aynı melodilere tıkılıp kalmadığını, evcilleştirilmiş bir psychedelic bilinçle, olgun bir rock'n roll anlayışla şarkıların sıralamasında bile titiz davranmaya başladığını gösteren Psychsploitation'dan bu yana sekiz sene geçti. Adamlar şimdi ne yapıyor bilinmez. Birgün geri dönerlerse kapım açık bekliyor olacağım. B tipi vampir filmlerinden, sörf tahtalarından, surf rock efsanelerinden falan konuşuruz.

1. Dilation
2. In The Past
3. Chestnut Trees & Bumblebees
4. Tomorrow Night's Mourning
5. Wylde Tymes
6. Kaleidoscope
7. Tracers (Of Love)
8. Night Of The Face
9. Colours Of Your Mind
10. Psycle Pswami
11. Rainy Day Green Stop Sign
12. Psych-A-Go-Go (Psych Out!)
13. 10,000 Mirrors

19 Şubat 2017 Pazar

French Films - Imaginary Future


Helsinkili bir beşli olan French Films, 80'ler pop müziği ile new wave türlerini günümüz semalarına taşımaya hevesli onlarca çıtır gruptan biri. Onlarca grup arasından onları seçmemin nedeni, bu taşıma işlemini çok sevimli bir enerjiyle ve insanı yormayan bir nostalji dokusuyla gerçekleştiren mütevazi karakterde oluşlarıydı. 2010'da kurdukları gruplarıyla vakit kaybetmeden dört şarkılık Golden Sea EP'sini çıkarıp olumlu tepkiler alınca, albüm yapmaları kaçınılmaz olmuş. EP'den yaklaşık bir yıl sonra da Imaginary Future albümleri ile indie pop adı altında 80'lerin gitarlı pop müziğinin bazı kişilikli isimlerini anımsatan hoşlukta 10 şarkı pişirmişler. Dinlerken The Cure'un, R.E.M.'in, Talking Heads'in eski günlerini anımsayıp, bu ve buna benzer başka grupların kulaklarını çınlatmadım değil. Bu kadar iddialı isimleri saymamı sağlayan French Films müziği, öyle nadir bulunur cinsten sayılmaz. Fakat saçtıkları ışıkla geçmiş ile günümüz arasında pek de öyle uçurumlar olmadığı fikrine olan ihtiyacımızı besliyorlar bu tip gruplar.

Fransız filmleri kadar çetrefilli olmayan, hatta bazen duymaktan tiksinmeyeceğiniz türden reklâm cıngılları kadar basit ve hemen saran melodilerini Johannes ve Joni'nin gitar/vokalleriyle vücuda getiren French Films, kimi zaman aldıkları synth desteğiyle nostaljik yapılarını zedelemeden, tam tersi ona sahip çıkarak omurgalarını güçlü tutuyorlar. This Dead Town, Pretty In Decadence, The Great Wave Of Light, ayrıca punk'ın post yanını çok güzel yakalayan Convict ve New Zealand şarkıları Imaginary Future'ın kalitesini tescilleyen favorilerim. Aslında "kalite" gibi olumlu olduğu kadar iddialı bir kelimeyi böylesine sevimli ve new wave hüznünü genlerinde taşıyan bir albüm için kullanmak tuhafıma gitti. Onun kalitesi de burada sanırım. 80'leri daha popüler olmayan bir pencereden seyreden new wave kadifeliğini, post-punk harareti ile dengeleyen Imaginary Future, zamanında birilerinin kurcalarken bulduğu o eşsiz gitar tonunun gölgesinde yeni kuşakların ürettikleri melodilerden bir demetle, bazen 70'lerin Türkçe pop şarkılarının genel karakterinden ufacık kesitler dahi sunabilir dinleyenlerine.

1. This Dead Town
2. You Don't Know
3. Golden Sea
4. Pretty In Decadence
5. The Great Wave Of Light
6. Living Fortress
7. In The Afternoon
8. Convict
9. New Zealand
10. Up The Hill

12 Şubat 2017 Pazar

Def Leppard - Hysteria


Def Leppard'ın 1989 tarihli 6. albümü Hysteria daha piyasaya çıkmadan Animal ve Pour Some Sugar On Me şarkılarının videoları aklımı başımdan almıştı. Yanlış anlaşılmasın, videolar çok kötüydü. Hatta zamanın hard rock gruplarına nazaran görünüm olarak hiç de karizmatik gelmemişlerdi. O dönemde ekran karşısında beni kilitleyen müziğin kendisinden bahsediyorum. Bu öyle bir hard rock tonuydu ki, Bon Jovi, Cinderella veya daha sert kanattan Judas Priest ve AC/DC soundlarındaki çiğ yoğunluktan çok başka bir atmosfere sahipti. Farklı stüdyo teknikleri, hiçbir enstrümanı geri planda bırakmayan mükemmel kurgusu, gitar ve vokal zenginlikleri, çok iyi yazılmış şarkılarla biraraya gelince ortaya zamansız bir albüm çıktı. Bunda grubun yapımcı olarak Zambia asıllı İngiliz prodüktör Robert John "Mutt" Lange ile çalışmalarının da etkisi büyüktü. Zaten bana göre grubun en iyi albümlerinin altında hep onun imzası vardı. (Hatta severek dinlediğim ve Hysteria soundundan yoğun izler taşıyan Bryan Adams'ın Waking Up The Neighbours albümünün yapımcısı da kendisidir.)

Bu soundun oluşmasındaki bir diğer etken de, 1984'te geçirdiği trafik kazası sonucu sol kolunu kaybeden davulcu Rick Allen için tasarlanan özel davul setinden elde edilen güçlü neticeydi. Allen kazadan sonra bir daha davul çalamayacağını düşünse de grup arkadaşları onu devam etmesi için cesaretlendirdiler. Birkaç mühendis, Status Quo davulcusu Jeff Rich ve elektronik davul kitleri imalatçısı Simmons şirketinin ortak çabalarıyla Allen belki de iki kollu günlerinden daha yüksek bir performans elde etti. İlk kez 86'daki Monsters Of Rock konserinde sahneye çıkan Allen, Hysteria ile muhteşem bir kişisel dönüşe imza attı. İmkansızı mümkün kılan bu işbirliği ve teknoloji 80'lere sığmadığı gibi, 90'ların çiğ grunge yaylım ateşine karşı dokunulmazlık, 2000'lerin arayış içindeki başıboşluğuna karşı bağışıklık kazanmış bir başyapıttı.


Tabii Hysteria sadece Rick Allen'ın kişisel dönüşü değil, Def Leppard adının tüm dünyaya ilanıydı. Öncesinde beş albümleri daha olmasına rağmen, 80'lerde Amerikan egemenliğinde olan hard rock artık İngiltere'de ne kadar ünlüyse o kadar ünlü olan Def Leppard, Hysteria sayesinde aralarında benim de katıldığim hayran kitlesini katladı. Olabilecek en şahane tanışma albümlerinden biriydi. Kaseti walkmenime takıp dinledikten ve bitirdikten sonra kabına koyup elime alarak ona baktığımı çok iyi hatırlıyorum. Bir ansiklopedi tutuyormuş gibi hissetmiştim. Artık hiçbir şey aynı olmayacaktı. Zaten o dönemlerde günde bir defa dinlediğim albümün her dakikası keşfedilecek yeni şeyler içerdiğinden, hem hard rock köklerinden, hem de zamanının ötesinde bir modernlikten beslenen bu müzik, zamanla klasikleşeceğini belli ediyordu. Çıtayı öyle bir yere asmıştı ki, gelecekte karşılaşacağım pekçok albümü onunla karşılaştıracak, bu albümleri zavallı görecek, ona hergün yeniden aşık olacaktım.

Joe Elliott (vokal), Rick Savage (bas), Rick Allen (davul), Steve Clark (gitar), Phil Collen (gitar) efsane kadrosunun gerçekleştirdiği Hysteria, öncesinde ve sonrasında bazı mevkilerde değişikliğe gitmişti. En önemlisi de, Hysteria'ya karakterini veren en önemli unsurlardan biri olan ve 1991'de alkol zehirlenmesi sonucu hayatını kaybeden gitarist Steve Clark'ın emek verdiği son albüm olması. Albümün teknik detaylarında gizli inanılmaz bir mühendislik var ki, dinlemeye doyamadığımız bu şarkıların yazım ve kayıt aşamaları, aynı zamanda şarkı yazımına da grubun bir üyesi gibi katkı sağlayan Lange'in kontrolünde geliştirilmiş bir konsepti işaret ediyor. İlginçtir, Lange'in amacı Michael Jackson'ın efsane Thriller albümünün hard rock versiyonunu yaratmaktı. Yani her şarkısı hit potansiyeline sahip bir albüm. Öyle ki, Lange'in bir country baladı olarak stüdyoya getirdiği Love Bites'ın nasıl unutulmaz bir hard rock baladına dönüştüğü bu konsept bünyesinde belli oluyor.

Ama bu nitelikli teknik çalışma, albümün zaman dinamiklerini de farklı biçimlerde etkilemiş. Örneğin albümün en son yazılan şarkısı Pour Some Sugar On Me sadece iki haftada biterken, Animal'a son halini vermek neredeyse üç yıl sürmüş. Rocket, Gods Of War, Women, Excitable şarkılarında bir tık daha fazla hissedilen dönemin sonik teknolojisiyle önceki Def Leppard albümlerindeki geleneksel hard'n heavy tarz bir kenara konmuş. Thriller mantığı hedeflerken bu şekilde gelenekselden uzak durmaya çalışmanın riskini de alarak yapılan Hysteria, hedeflediği herşeyi gerçekleştirmiş. Dünya çapında 25 milyon kopyadan fazla satarak ve ABD, İngiltere, Avustralya listelerinde zirveye çıkarak bestseller olmuş. Her biri için paragraflar dolusu şey söylenebilecek bu 12 harika rock şarkısı, hedeflediği Thriller konseptinin hakkını verdiği üzere zamansız bir deneyim sunuyor. Bazen tek, bazen içiçe geçmiş muhteşem gitar riffleri birbirini izliyor. Bazen bir şarkıda kullanılan 8-10 riffin her birinden ayrı bir şarkı bile çıkarılabileceğini anlıyorsunuz. Bunlardan birinin kapanıştaki Love and Affection olması, bu bir saatlik baş döndürücü destansı tecrübenin epik finaline adını yazdırıyor.


Hani eski filmlerin bazı özel efektlerini günümüzde yavan buluruz ya, ironik biçimde teknik açıdan Hysteria'nın 80'lerin sonunda ortaya koyduğu müziğin ötesine geçen bir rock albümüne henüz rastlamadım. Bu yüzden benim gözümde klasik olmuş bir bilim kurgu eserinden aşağı kalır yanı yok. Özellikle 2000'li yıllarda abartılı biçimde yüceltilen o kadar çok albüm oldu ki, artık nasıl bir yokluk içindelerse bu insanların Hysteria'dan haberleri bile olmadığını düşünmeye başladım. Belki benim de haberim olmasaydı onlara başka gözle bakabilirdim. Bir dinleyici olarak onu duymadan şekillendireceğim rock kültürü nasıl olurdu diye zaman zaman düşünmedim değil. Benim için kendi öncesini ve sonrasını bile silmiş bir albüm olarak Hysteria, Def Leppard tarihinde bir kez çıkabilecek bir albümdü. Tıpkı OK Computer, Nevermind veya Mezzanine gibi kendi tarihlerinde bir defaya mahsus telakki ettiğim albümler kadar değerli, özel ve sonu olmayan...

1. Women
2. Rocket
3. Animal
4. Love Bites
5. Pour Some Sugar on Me
6. Armageddon It
7. Gods of War
8. Don't Shoot Shotgun
9. Run Riot
10. Hysteria
11. Excitable
12. Love and Affection

8 Şubat 2017 Çarşamba

Louise Burns - Young Mopes


2000'lerin başında Kanadalı dört kızdan kurulu pop rock grubu Lillix'te bas çalmış, birlikte üç albüm yapmış, 2011'de solo çalışmalara yönelmiş Louise Burns, 2017 Şubat ayında çıkardığı Young Mopes ile kendi kariyerinin üçüncü albümüne sahip olmuş, pek kimsenin bilmediğini düşündüğüm bir müzisyen. Öyle ki, zamanında Mellow Drama (2011) ve The Midnight Mass (2013) albümlerini dinlediğimi fark edene kadar ben bile bilmiyordum. Tabii aklımda hiç yer etmemiş bu iki albümün üzerinden hızlıca tekrar geçtiğimde (Young Mopes hatırına) neden aklımda yer etmediklerini bir kez daha anlamış oldum. Zaten Young Mopes'u da onun üçüncü albümü olarak dinlemedim. Yeni çıkmış bir indie müzisyenin ilk albümü deseler hemen inanırdım. Çünkü Louise Burns diye biri yoktu benim için. Ta ki çok kaliteli bir indie pop (bazen de rock) albümü olarak bir gün çıkıp gelen Young Mopes'a kadar. Kısacası, bu albümle unuttuğum birini hatırlamadım, adeta benim için yeniden doğdu. Aslında böyle afili laflardan ziyade daha mütevazi övgüler duymayı hak eden bir albüm Young Mopes. Bir köşede unutulup gidecek belki. Ama bana göre daha ikinci ayında 2017'nin en iyilerinden biri.

Açılışı yapan Who's The Madman, bana nedense direk yaz mevsiminin huzur dolu şezlong tembelliklerini anımsattı. Ama böyle söyleyerek onu basitleştirmiyorum. (Zaten tembellik, indirgeme yöntemi olarak kullanılmayacak kadar yüce bir duygudur benim için.) Tam tersi, o yaz huzurunun rüyamsı atmosferinden ve o atmosferden çıkıp gerçek dünyaya dönüşün hüznünden izler taşıyan enfes bir şarkı olduğunu söylemeye çalışıyorum. Pharaoh, Storms, Dig gibi albümün kalite çıtasını yükselten şarkılar, indie pop ve indie rock karması nasıl olmalıdır sorusuna kendi tevazularıyla alternatif cevaplar verebiliyorlar. Kısaca pop rock olarak da telaffuz edilebilecek iken, kısaca telaffuz edilmek istemiyorlar sanki. Louise Burns bu karışım arasına kesin çizgiler koymamayı tercih ediyor. Singer/songwriter karakteristiği olarak isteyen istediği şekilde görsün diye. Ben de nasıl gördüysem öyle seviyorum kendisini ve şarkılarını.

Fakat Burns bununla yetinmiyor. Who's The Madman ile birlikte Moonlight Shadow ve albüme adını veren Young Mopes ile biraz daha fazla hissedilen 80'ler synth ruhunu bu indie lezzetiyle karıştırmak suretiyle gözümde biraz daha büyüyor. Hatta Strange Weather'ın karizmatik western dokunuşlarıyla alt. country / folk rock sularında da rahatlıkla kulaç atabileceğini gösteriyor. Bazen bu tür şarkıları "outlaw country" olarak da tanımlayabiliyorlar. Strange Weather için de böyle deseler bayılırım. Demeseler de ben onu öyle görmekten memnunum. Albümle ilgili tek negatif eleştirim, kapanışta yer verilen Downtown Lights'ın vasatlığı olabilir. Şarkı gerçekten vasat mı, yoksa böyle iyi bir albümün kapanışını layığıyla yapamadığı için öyle mi görünüyor tam bilemedim. Onu çıkardığımızda 8. şarkı Young Mopes ile şık bir final yapılabilirmiş. Onun dışında tek bir nota bile eklenmemesi gereken, tam kararında, tam kıvamında bir albüm Young Mopes.

1. Who's the Madman
2. Pharaoh
3. Storms
4. Moonlight Shadow
5. Hysteria
6. Dig
7. Strange Weather
8. Young Mopes
9. Downtown Lights