30 Eylül 2012 Pazar

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2012)

Tame Impala - Lonerism
Yıl: 2012 Avustralya
Tür: Psychedelic Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mind Mischief"
Natacha Atlas - Ayeshteni
Yıl: 2001 Belçika
Tür: Arabic Pop, World Music
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Put a Spell on You"
Bebe - Un pokito de rocanrol
Yıl: 2012 İspanya
Tür: Pop, Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "K.I.E.R.E.M.E."
Seeking a Friend for the End of the World OST
Yıl: 2012 ABD
Tür: Pop, Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: INXS - "Devil Inside"
Nelly Furtado - The Spirit Indestructible
Yıl: 2012 Kanada
Tür: Pop, Dance-Pop, R&B, Electropop, Folk Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bucket List"
Fleet Foxes - Helplessness Blues
Yıl: 2011 ABD
Tür: Indie Folk, Folk Pop, Progressive Folk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lorelai"
Brigitte - Et vous, tu m'aimes?
Yıl: 2011 Fransa
Tür: French Pop, Chanson, Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Oh La La"
The Jon Spencer Blues Explosion - Meat + Bone
Yıl: 2012 ABD
Tür: Garage Rock, Blues Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Get Your Pants Off"


Fatboy Slim - On the Floor at the Boutique
Yıl: 1998 İngiltere
Tür: Big Beat, Electronic, Techno, Dance-Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Michael Viner's Incredible Bongo Band - "Apache"

Matt Mays - Coyote
Yıl: 2012 Kanada
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Drop The Bombs"


The Raveonettes - Pretty in Black
Yıl: 2005 Danimarka
Tür: Indie Rock, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Love in a Trashcan"


Kasey Chambers & Shane Nicholson - Wreck & Ruin
Yıl: 2012 ABD
Tür: Country Rock, Country
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sick as a Dog"


Ladysmith Black Mambazo - Ladysmith Black Mambazo and Friends
Yıl: 2012 Güney Afrika
Tür: Mbube, World
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Homeless" (with Paul Simon)


Stefan Dettl - Summer of Love
Yıl: 2012 Almanya
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Stoana"


Marsheaux - Peek-a-Boo
Yıl: 2007 Yunanistan
Tür: Synth Pop, Electropop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dream of a Disco"


The Blue Van - Man Up
Yıl: 2008 Danimarka
Tür: Garage Rock, Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Be Home Soon"

Autumn's Grey Solace - Divinian
Yıl: 2012 ABD
Tür: Dream Pop, Ethereal Wave
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Unravel"
Nick Cave and Warren Ellis - Lawless OST
Yıl: 2012 ABD
Tür: Alt. Country, Country, Folk, Bluegrass
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: The Bootleggers - "Cosmonaut" (feat. Emmylou Harris)


Spheric Universe Experience - The New Eve
Yıl: 2012 Fransa
Tür: Progressive Metal, Power Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The New Eve"

Neşet Ertaş - Hata Benim
Yıl: 2000 Türkiye
Tür: Türk Halk Müziği
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Yalan Dünya"

24 Eylül 2012 Pazartesi

Metroland (OST)


Julian Barnes'ın aynı adlı romanından Adrian Hodges'ın senaryosunu yazdığı, Philip Saville'in yönettiği 1997 tarihli İngiltere/Fransa ortak yapımı Metroland, 60'larda hızlı bir gençlik dönemi geçiren Chris ve Toni adlı iki arkadaşın yıllar sonra tekrar karşılaşmaları ve o dönemdeki idealleriyle seçtikleri hayatlar arasındaki farklılıkları işleyen sevimli bir dramdı. Christian Bale ve Emily Watson'ın başrollerini paylaştıkları film, evlenip düzenli hayata geçmiş Chris ve yıllar sonra bekarlığı, ukalalığı ve özgürlüğüyle gençlik ideallerine ne kadar da bağlı kaldığı yönünde Chris'e hava atmak için geri dönen Toni arasındaki hayat tercihi farklılıklarının yol açtığı (ve birçoğumuza hiç de yabancı olmayan) geçmiş sorgusunu mütevazi ama ruh taşıyan bir biçimde ele almıştı. Geçmişin veya üniversite yıllarının solcularının, kazanovalarının, züğürtlerinin, kitap kurtlarının, kadın düşmanlarının, feministlerinin şimdi ne hallerde olduğunu gördüğümüzde yüzümüzde beliren tebessüm gibi bir film Metroland... Mark Knopfler ağırlıklı müzikleri de tıpkı film gibi sevimli, hüzünlü ve çekici.

Chris ve Toni'nin gençlik yıllarının geçtiği 60'ların ilk zamanları ile filmin şimdiki zamanı olan 77 Londra'sı arasında sahnleri olan film, müzikleriyle de bu gel-git atmosferini çok iyi yakalamış. Şanson divalarından ve 2012 Kasım'da bilmem kaçıncı albümünü çıkaracak olan Françoise Hardy'nin 1962 tarihli aynı adlı albümünde yer alan Tous les garçons et les filles ile 1910-1953 yılları arasında yaşamış swing müzisyeni Django Reinhardt'ın taş plaktan bugüne tadındaki iki parçası albümün Paris ayağını oluşturuyor. 70'ler sonundan seçkilerle The Stranglers, Hot Chocolate, Elvis Costello ve 1978 tarihli ilk albümlerinden efsanevi Sultans Of Swing'le Dire Straits Londra'dan sevgiler yolluyorlar. Sultans Of Swing şahane bir seçim olmuş ama diğer üç ismin bu albüme yakışacak daha sağlam şarkıları da vardı hani.

Mark Knopfler'ın yedi soundtrack çalışması ise albümün kıymetini arttıran en önemli unsurlar. Özellikle de filmin resmi teması olarak aynı adlı şarkının açılıştaki kısa ve enstrümantal versiyonu yanında, özellikle albüm kapanışında yer alan, aynı zamanda filmin end credits kısmına can veren Knopfler vokalli orijinali bir soundtrack içine konulabilecek en değerli şarkılardan biri. Filmle ilgili tüm duyguları derleyip toparlayan, giden gençlik yıllarının yürekte bıraktığı o kıymetli üzüntüye tercüman olan bu kapanış, güzel bir filmin aynı güzellikteki soundtrack derlemesine de hüzünlü bir veda duygusu veriyor. Başrolünde olduğumuz hayat, aşağıdan yukarı doğru akan "end credits" yazıları gibi akıp gidiyor.

1. Mark Knopfler - Metroland Theme (Instrumental)
2. Mark Knopfler - Annick
3. Françoise Hardy - Tous les garçons et les filles
4. Mark Knopfler - Brats
5. Django Reinhardt - Blues Clair
6. Mark Knopfler - Down Day
7. Mark Knopfler - A Walk in Paris
8. Mark Knopfler - She's Gone
9. Django Reinhardt and Quintette du Hot Club de France - Minor Swing
10. The Stranglers - Peaches
11. Dire Straits - Sultans of Swing
12. Hot Chocolate - So You Win Again
13. Elvis Costello - Alison
14. Mark Knopfler - Metroland

21 Eylül 2012 Cuma

Alela Diane - Alela Diane & Wild Divine


1983 Nevada doğumlu Alela Diane Menig, müzisyen aileden yetişme, okul korosundan gelişme artık o bildik müzikal geçmişini, soyadını atıp göbek adıyla yoluna devam etme kararı aldığı andan itibaren parlak bir geleceğe ilerletme yolunda kararlı adımlarla ilerleyen müthiş bir folk müzik kadını. Lakin benim için onun bu müthişliği şimdiye dek çıkardığı Forest Parade (2003), The Pirate's Gospel (2004), To Be Still (2009) albümlerindeki şarkılardan değil, bu şarkılara ruh katan ve bu camiada nadir bulunan olağanüstü ses rengi. Aslında renkleri desek daha doğru. Kendi kendine gitar çalmayı öğrenen ve aile kavramından, doğadan, kurmaca kısa hikayelerden bahseden şarkılar yazan Alela, yerel konserlerle piştikten sonra birer yıl arayla çıkardığı ilk iki albümünde son derece içine kapanık, kişisel olduğu kadar geleneksel ve bu sayede duruma vakıf olmayan benim gibi sarsaklar tarafından tanımlandırılacağı üzere "sıkıcı" bir tablo çiziyor aslında. Yere göğe sığdıramayacağım bir kadın için daha ilk paragrafta "sıkıcı" sıfatını kullanmamdan dolayı kendime teessüf etmiyor da değilim. Ne var ki henüz sadede gelmedik.

Forest Parade ve The Pirate's Gospel kolay kolay içine girilebilen albümlerden değil. Amerikan folk kültürünün kaynağından direk damacanaya doldurulmuş bu albümlerin, Amerika'nın bu kaynağına yabancı bizler tarafından doğru algılanmaması gayet normal. Gerçi Alela, The Pirate's Gospel'i Avrupa gezisi sırasında yazıp sonrasında kaydetmiş. Ama orada da bu folk özünden bir damla bile taviz vermemiş. Avrupa'da depreşen vatan hasretiyle bu öze sarılış daha da kuvvetlenmiştir onun için. Bilemeyiz. Bu iki albüm sonrasındaki süreçte Eddie Bezalel'in Myspace'te keşfedip, Headless Heroes projesi için en uygun isim olduğuna kanaat getirdiği Alela'yı yine folk disiplini dahilinde, fakat daha özgür ve yeteneklerini daha rahat sergileyebildiği (hatta bence kendini bulduğu) başka bir konsept içinde gördük, duyduk, aşık olduk. Zaten Headless Heroes olmasa benim de onun farkına varacağım yoktu. Bu olağanüstü proje grup keşfi sonrasında geri döndüğüm Alela Diane albümleriyle ilişkilerim ne yazık ki pek istenilen düzeyde olmadı.


Headless Heroes sonrası çıkan 2009 tarihli To Be Still ise benim açımdan ilk iki albüme nazaran daha ısınılabilen bir işti. Hani yine buraya kendisini övmeye değil de dövmeye gelmişim gibi olacak ama en azından "şarkı" gibi şarkılar vardı bu albümde. Buna rağmen benim o sarsak tarafımdan bakınca eksik şeyler de yok değildi. Bu durumu aklımın hala Headless Heroes'ta olmasına mı yorsam acaba diye düşündüm. Hiç ilgisi yoktu. Leaves Of Life isimli bir toplama albüme, beraber Amerika turuna çıktığı country rock grubu Blitzen Trapper'ın Destroyer Of The Void uzunçalarına ve Townes Van Zandt tribute çalışmasına konuk oldu. Alina Hardin adındaki genç bir folk müzisyeniyle altı şarkılık Alela & Alina EP'sini çıkardı. Belki arada atladığım başka ekstralara da çıkmıştır. Ne var ki o efsane sesini bir kenara koyarsak bunların hiçbiri Headless Heroes'ta tanıma şerefine eriştiğim Alela Diane'in başucuma koymayı beklediğim işleri olamadılar.

Nisan 2011'de çıkan Alela Diane & Wild Divine albümü ise nihayet nefes alan bir folk rock albümü olarak huzurlara çıktı. Genel kanı, ilk üç Diane albümüne göre o sözünü ettiğim koyu Amerikan folk özünden tavizler vermiş ama belki de bu sebepten daha benimsenebilir bir albüm olduğu yönündeydi. Benimsenebilir olmak için bazı tavizler verilmesi burada işe yaramıştı bana göre. Wild Divine üyeleri arasında Alela'nın babası Tom Menig'in ve kocası Tom Bevitori'nin de bulunduğunu söylersek olayın bir nebze aile albümü formatına büründüğünü, bu yüzden karşımızda dümdüz ve baygın folk şarkılarındansa, daha içine girilebilir bir country rock, indie folk, hatta biraz daha zorlasak indie pop sıcakkanlılığıyla tutanaklara geçecek şık bir albüm durduğunu söyleyebiliriz. Nakaratı dilime dolanan Elijah, uzaktan bir parça Fleetwood Mac şarkılarını andıran To Begin, sakinliğiyle boğmayan bir kır ninnisi olan The Wind ve albümün şahsiyetli folk bestelerinden Suzanne ile tereddütsüz bir ilk beş çıkarabilirim ki, benim için önceki Alela Diane albümlerinden bu kadarının bile çıkmasının güçlüğünü düşününce şimdilik en iyi albümünün bu olduğunu söylesem içim rahatlar. Ne var ki ilkler unutulmaz. Bir Headless Heroes üyesi olarak Alela Diane'i hepsine tercih ederim. Tek seferlik olmasının, devamının gelmeyeceğinin, o imkansızlığın çekiciliğine kapılıp gitmeyi seviyorum çünkü.

1. To Begin
2. Elijah
3. Long Way Down
4. Suzanne
5. The Wind
6. Of Many Colors
7. Desire
8. Heartless Highway
9. White Horse
10. Rising Greatness

16 Eylül 2012 Pazar

Headless Heroes - The Silence Of Love


Bu albümü neresinden başlayıp anlatsam bilemiyorum. Başlamak bitirmenin yarısı olduğuna göre önce yemin ederek başlayayım. Yemin ederim şu enfes kapağı görüp de tav olduğum bir albüm değil Headless Heroes - The Silence Of Love albümü. Hoş, görüp de tav olmanın da bir sakıncası yok. Dinleyip bitirdikten ve “ben acaba kimi dinledim şimdi” evresinden sonra googlelarken rastladım kapağa. Benim için tuhaf tür çağrışımları yapmadı değil bu kapak. "Tuhaf" güzel kelime. Hangi zevkimizi ya da neremizi tuhaf buluyorsak orayı kaşımaktan, orayı cilâlamaktan geri durmamalı. Tuhaf derecede iyi bir kapağın içerik gücüne olan inancım biraz olsun arttı bu sayede. Yine de benim için kapağı albümden çok daha güzel olan 300 adet albümün listesini yarım saat, olmadı bir saat içinde kolayca çıkarabilirim o ayrı. Tablo yorumlayan eksperler gibi beceremeyeceğim bir işin altına girmeden ve kapak muhabbetini uzatmadan, Headless Heroes adındaki bu grubun ilk ve araştırmalarım sonucu öğrendiğime göre son albümlerine uzanalım. Zira söylendiğine göre Headless Heroes tek albümlük bir proje olarak tasarlanmış.

Böyle albümlere "proje" demek bir bakıma yüreğimi yaralamıyor da değil. Sanki tünel inşası veya bitirme tezi tınıları yayıyor bu kelime. Ama farklı geleneklerin biraraya gelmesinden açığa çıkan enerjinin saflığına devamı gelmeyecek (gelmemesi de dilenen) tek bir deneme yapılmasının adına uygun düşebilecek bir kulak dolgunluğu da içeriyor gibi. Belki bir daha asla yanyana gelmeyecek bir grup müzisyenin bir kereliğine de olsa güç birliği yapıp kendi yazmadıkları şarkılara kattıkları farklı yorumlara verilebilecek sayılı kelimelerden biri olabilir. The Silence Of Love'ın tek seferlik devamı olmayacak bir albüm olmasının çok şık bir tarafı da var. Bu durum onu müzikal evrende "tek" kıldığı kadar, çok iyi bir "tek" albüm olması yüzünden kült adayı haline de getiriyor.


Adeta bir A&R (bir plak şirketi bünyesinde yeni yetenekleri ya da kıyıda kenarda kalmış müzisyenleri geniş kitlelere tanıtan müzik insanı) gurusu olan Eddie Bezalel'in Red Hot Chilli Peppers, Beck, Smashing Pumpkins, R.E.M. gibi grupların geri hizmetinde görev almış Josh Klinghoffer, Woody Jackson, Joey Waronker, Mike Green, Gus Seyffert, Leo Abrahams ve Mike Boldger adlı gizli kahramanları kahveden toplayarak, başlarına Primal Scream prodüktörü olarak nam salmış Hugo Nicholson'ı dikerek, vokale de en iyi yaptığı iş olan bir "keşif" sonucu Alela Diane'i getirerek hazırladığı bir proje Headless Heroes. Belirgin bir amacı (yardım, bağış, tribute vs.) olmayan ama biraraya getirilen coverlarla aslında en büyük yardımı kaliteli cover duymayı seven müzikseverlere yapan Bezalel, içindeki kaşifi bir türlü durduramayıp coverı yapılacak şarkıların seçimini de az veya hiç bilinmeyen bazı eski şarkılardan yapmış.

Bu seçimin en mühim kanıtı açılıştaki True Love Will Find You In The End. Ortalıkta çeşitli coverları dolaşan Daniel Johnston'a ait bu parça Headless Heroes'un ellerinde ve Alela Diane'in ses tellerinde sanki boyut değiştirip aşka dair çok önemli gerçeklerden birini açık etmiş. Gelmiş geçmiş en manidar aşk şarkılarından biri olması yanında meseleyi "eninde sonunda gerçek aşk seni bulacaktır, yeter ki sen onu aramaktan vazgeçme, çünkü o da seni arıyor, sen ışığa doğru git" demeye getirerek öyle bir özetlemiş ki, özünde umut vaat eden bir şarkıyı, ufukta uyumaya giden güneşin kara bulutlardan oluşan jaluziyi eliyle aralayıp son kez bakışı misali epik bir başyapıta dönüştüren Headless Heroes'un, sırf bu şarkıyı yeniden yorumlamak için bu proje altında biraraya geldiklerine bile ikna olabilirim. Ama True Love Will Find You In The End'in ardından da hayatın devam ettiği gerçekliğine dönüp diğer şarkılar akmaya başladıkça projenin amacı benim açımdan ortaya çıktı: Bu adamlar ve Alela her şarkıda önümüze dolu bir kadeh daha koyuyorlar. Keşke Here Before 2 dakika 10 saniye sürmese diyoruz da, sen de başa al tekrar dinle diyorsun. Ama işler öyle yürümüyor.

Blues Run The Game, Jackson C. Frank adlı birine aitmiş. Oysa 40 yıllık Alela Diane şarkısı gibi. Bu albümden önce ikisini de tanımıyordum. Ama nedense şarkı bana o hissi fısıldadı. Esasen albümdeki her şarkıda başıma gelen birşey bu. Belki Nick Cave bestesi Nobody's Baby Now'da biraz farklı bir açıdan bakabildim. Şarkının atmosferi tıpkı Cave mağarasından çıkmışçasına gotik, tıpkı o dokunmuşçasına sersefil. Vokale kadar Nick Cave şarkıya girecek sanıyorsunuz ama Alela Diane giriyor. Ve işin ilginç yanı o anı hiç yadırgamıyorsunuz. Çünkü Alela bizim Nick'in Nevada'da dünyaya gelmiş kayıp kızkardeşi sanki. Sesi değil ruhu benzediğinden öyle. Çünkü bir Nick Cave şarkısını bir kadın vokal ancak bu kadar içselleştirebilir. Herhangi bir Nick Cave şarkısına kadın sesi girmesi de apayrı birşeydir. Düşündüm de, Henüz yazılmamış bir şarkıda Nick ve Alela düeti de efsane olur hani.


The North Wind Blew South'un orijinali nasıldır bilmiyorum. Buradaki yorumu duyunca merak edip aramadım bile. Çünkü inanıyorum ki bulursam bana orijinali covermış gibi gelecek, onu hep Headless Heroes yorumuyla karşılaştıracağım. Kaybeden de o olacak. Bizim 70'li yıllarında altın çağını yaşayan pop şarkılarının şirinliğini taşıdığı gibi, genel havası itibariyle bu albümün dürüst hüznünün üstüne dürüst bir neşe ekliyor. Yaylıların olağanüstü dinamiği, bir müzik kutusunun Pazar sabahı faaliyeti, org solosunun hoş sürprizi şarkıyı alıyor, uçurtma gibi göklere salıyor. Alela ise yaptığı yanlışın yarısından dönmüş bir gelin gibi gelinliğiyle düğünden kaçıp, yağmur habercisi bir gökyüzünün altındaki kırlarda dans ederek söylüyor şarkıyı adeta. Hazır benzetme olayına kaptırmışken bu eşsiz kadın kapanıştaki See My Love'ı ise sevimli kır evinin önünde atını tımarlayan bir opera sanatçısı gibi söylüyor diyelim olsun bitsin. Anlayan nasıl bir yorumcu olduğunu anlasın, anlamayan tekrar dinlesin.

Bazı eski şarkıların yeniden yorumlarından oluşan bu albüm benim için bir "sözde cover" albüm. Bu bir cover albüm için yapılabilecek en iyi iltifatlardan biri olsa gerek. Cover albümleriyle Hellsongs, Diesel, Ania, Sue Ellen, Sofia ve hatta Santana'ya övgüler düzmüştüm zamanında. Ama onların yaptığı, zihinlerde hep yaşayan ve yaşayacak olan anlamlı şarkılara anlamlı başka yollar göstermekti. Oysa Headless Heroes, öncesinde sadece Nobody's Baby Now'ı ve True Love Will Find You In The End'i duyduğum (onu da başka bir coverdan) 10 adet eski (!) şarkının tekrar yorumlanmış halinden çok, sanki sıfırdan yazılmış 10 şarkı gerçekliği sundu bana. Ve ayrı bir yazı konusu olmayı hak eden Alela Diane'i tanıttı bana. "Tanıttı" hafif kaldı. Sanki onunla bir gün de olsa harika geçen bir randevu ayarladı. O günün fonunda da belli aralıklarla çalan 10 güzel şarkı vardı.

1. True Love Will Find You in the End (Daniel Johnston)
2. Just One Time (Juicy Lucy)
3. Here Before (Vashti Bunyan)
4. Just Like Honey (The Jesus & Mary Chain)
5. To You (I Am Kloot)
6. Blues Run the Game (Jackson C. Frank)
7. Hey, Who Really Cares? (Linda Perhacs)
8. Nobody's Baby Now (Nick Cave and The Bad Seeds)
9. The North Wind Blew South (Philamore Lincoln)
10. See My Love (The Gentle Soul)

12 Eylül 2012 Çarşamba

The Raveonettes - Observator


2000 yılında Sune Rose Wagner ve Sharin Foo'nun tanışmalarıyla kurulan Danimarkalı The Raveonettes ile ilk karşılaşmam, 2005'te çıkardıkları Pretty In Black albümlerindeki Love In A Trashcan şarkısının videosuyla gerçekleşmişti. Sune'un ve Sharin'in o videodaki karizmaları bugün bile hala beni etkilerken, ilk gördüğüm an gerçek bir çarpılma yaşadım diyebilirim. Klibin ve şarkının retro havası, ikilinin (özellikle de bir erkeği oturduğu yere çivileyecek bakışlarıyla Sharin'in) yüzlerine, sahne duruşlarına, soğukkanlı performanslarına yansımıştı. Bu yansıma izleyen ve dinleyene de yansımakta hiç güçlük çekmiyordu. Böylece 2005'ten itibaren grubun takipçilerinden biri haline geldim. Ne var ki grubun indie rock'tan dream pop'a uzanan, zaman zaman surf, twist, rock'n roll ve shoegaze ile flört halinde bulunan şarkılarını topladıkları dört albümlerinden hiçbir zaman %100 tatmin olmadım. Evet, milenyumdan bu yana Love In A Trashcan'in başı çektiği pekçok güzel şarkıya imza atmışlardı. Ama benim için albüm formatında öyle aman aman bir grup olmadılar. Ta ki 2012 albümleri Observator'a kadar...

Observator bana göre kesinlikle The Raveonettes'un en iyi albümü. Her zamanki gibi iki, bilemedin üç şarkılarını beğenip arşive katarım diye düşünürken daha açılıştaki Young and Cold ile müthiş bir atmosfere girdiğimi hissettim. Müzik tarihine çok mühim katkıları olmuş 90'ların çiğ tutkusunu taşıyan davulsuz Young and Cold, özellikle Sune'un ve Sharin'in ortak vokaliyle sanki kayıp bir X Kuşağı marşı gibi yoğun, çamura bulanmış bir şiir kadar mağrur, fevkalade bir şarkı. Peşinden gelen Observations, piyano ve gitarın sinematik bir gerilim yarattıkları, bunu şarkı boyunca sürdürdükleri çok güçlü bir başka beste. En önemlisi de, The Raveonettes'u tarif ederken kullanılan dream pop ya da shoegaze tanımlarının bugüne dek hiç olmadığı kadar hakkını veren türden bence. Bu hakkını verme olayı, tek bir vasat şarkı bulunmayan albümün tamamına sirayet etmiş durumda. Akılda kalıcı nakaratlar ama bunun yanında radyolar için fazla sert kaçabilecek post-punk numaraları aynı şarkıda vücut bulabiliyor. Buna ilaveten Sinking With The Sun, Downtown ve Till The End gibi tempolu şarkıları mısır ununa bulamış gibi gitara bulayarak çiğlikten pişmişliğe nasıl çevirdiklerini daha rahat gösterebilmişler kanımca. Bu durum daha önce The Raveonettes tarihinde tadını bir türlü alamadığım bir lezzetti.


Albümün en iyilerinden The Enemy, Sharin'in büyüleyici sesinin ön planda olduğu, hatta "Sharin'in sesi önceden de bu kadar büyüleyici miydi" diye düşündüren çok güzel bir şarkı. Cevabı da vermiş olduk böylece. Şarkılar güzel olursa sesler kendini daha iyi ifade ediyor. Zaten grubun soundu ya da ikilinin vokal uyumları konusunda eski albümlerinde hiç sıkıntım olmadı. Fakat yazılan ve yorumlanan şu dokuz şarkı bir süre daha demlendikten sonra (en azından benim için) indie klasiklerinden biri olma yolunda yürümekte. Önceki beş albümde eksik kalan tarifi güç şeyleri tanımlayıp tamamlamışlar gibi geldi sanki. Observations'tan sonra ikinci single olarak çıkarılan She Owns The Streets ve Curse The Night, tipik single sevimliliğini sözünü ettiğimiz ciddi şarkı yapılanmasına dahil etmiş iki şarkı ki, bu mesele de çoğu grubun halledemediği sorunlardan sayılabilir. Şöyle bakınca sözünü etmediğim tek şarkı olan You Hit Me (I'm Down) da bu halledilmişler arasına rahatlıkla konulabilir.

Observator ne sekiz, ne de on şarkı olması gereken bir albüm. Tam kıvamını bulmuş denebilir. Burası çok önemli. Mutfaktaki tüm işler bittikten sonra albüme konacak ekstra bir şarkı veya çıkarılması düşünülen bir başka şarkı şu ahengi bozabilirdi. İkinci kez dinledikten sonra Observator'ın artık şanlı bir tarih olan R.E.M.'in Monster (1994) ve New Adventures In Hi-Fi (1996) albümleri arasındaki dönemine, o dönemin ruhuna ait olduğunu hissettim. Bu iki albüm arasındaki büyük farkı bilen bilir. İşte Observator bu iki olağanüstü albüm arasında sağlanmış etkileyici bir geçiş ruhuna sahip. Stipe, Buck, Mills üçlüsünün Young and Cold'u duyduğu anda tüylerinin diken diken olup gözlerinin dolacağı ihtimaline inanıyorum. İnandığım bir başka şey de bu albümle çıtasını daha yüksek bir noktaya koyan The Raveonettes'un, bundan sonra pekçok dinleyenin gözünde seviye atlayacağı. En azından  bir daha Observator gibi bir albüm yapmasa bile Observator ile kendi gerçeğini nihayet kanıtlamış olmaları harika.

1. Young and Cold
2. Observations
3. Curse the Night
4. The Enemy
5. Sinking With the Sun
6. She Owns the Streets
7. Downtown
8. You Hit Me (I'm Down)
9. Till the End

9 Eylül 2012 Pazar

The Milk - Tales From The Thames Delta


Essex çıkışlı dörtlü The Milk, içinde bulunduğumuz yılın en sağlam debut albümlerinden biri olan Tales From The Thames Delta'nın sahibi. Çıtır gruplardaki nostalji tutkusu The Milk'te de apaçık ortada. Yalnız onlardaki nostaljiye körü körüne bağlı kalmaktan çok, R&B ve soul'un rock ile seviyeli birlikteliğini günümüz şartlarına uyarlamaktan, köklerini ellerinden geldiğince modernize etmeye çalışmaktan ibaret. Bunda da oldukça başarlılar. Bir kere en başta beyaz solist Rick Nunn'ın siyah gırtlağından şekil alıp, dilinden dudağından dökülen sesler onun 60'lar soul ve rock'n roll kültürüne dirsek temasını sağlıyor. Grubun aynı yıllardan devşirdiği ama modern teknik unsurlarla desteklediği müziği ise hem publara, hem de daha büyük konser salonlarına hitap edebilecek ölçüde delikanlı.

Broke Up The Family adlı yumruk gibi sıkı bir elektro-soul-rock şarkıyla açılan albüm, grubu sahnede hayal etmeme sebep oldu. Az biraz da The Commitments havası soludum. Ardından Hometown ve (All I Wanted Was) Danger ile Motown ruhunun sallanan yuvarlanan yanına feci önem verdiklerine kani oldum. Sonraki iki şarkıda duraklama dönemine girdiler, "acaba fazla mı abarttım kendilerini" diye düşündüm. Derken B - Roads'daki tavada pembeleşene kadar scratchlenmiş hip-hop üzerine koydukları gospel rock hassaslığını duyunca sıkıntım geçti. Gerçi nedense şarkının sonunda acayip bir 8-bit olayına sardılar ama olsun. Kimmi Kimmi yine şık bir sentez olarak dikkatimi çekti. Sıradaki orta karar bir şekilde ilerleyen Picking Up The Pieces'ın ortasında rap yapan ve siyah olduğuna artık emin olduğum kişinin ünlü aktör Idris Elba olduğunu öğrenmem harikulade bir dumur oldu benim için. Tam da Luther'ın iki sezonunu bitireli bir hafta kadar olmuşken kendisiyle hiç ummadığım bir ortamda tekrar karşılaşmak süper oldu.


Tam da "ulan bu çaylak herifler Idris abiyi nasıl bu işe kafaladılar" diye düşünürken, derinlemesine araştırmalarım sonucu kendisinin sinsi bir müzik kariyeri olduğunu öğrendim. Kronolojik olarak gidersek, 2005'te The Gospel adındaki serinin soundtrack albümünde yer alan Tamyra Gray'in Now Behold The Lamb şarkısına "featuring" olmuş mesela. 2006'da Big Man adlı bir EP çıkarmış. Jay-Z'nin 2007 albümü American Gangster'a yardımcı yapımcı ve katılımcı olmuş. 2009'da altı şarkılık Kings Among Kings ve 2010'da High Class Problems Vol. 1 ismindeki EP'lerini duyurduğuna/yayınladığına dair elimde belgeler var. Ama EP'lerin kendisi henüz elimde yok. Bir de Amerikan rapçi Pharoahe Monch'un 2011 tarihli W.A.R. (We Are Renegades) albümündeki The Warning şarkısına konuk olmuş. Oyunculuk kariyeri dışında DJ'lik ve klip oyunculuğu da yapmış. 2004'te Essence dergisi tarafından "Ten Hottest Men On The Planet" ve People Magazine dergisi tarafından "100 Most Beautiful People In The World" seçkilerinden birine dahil olmasından ise hiç bahsetmiyorum. Zira bunların müzikle pek ilgisi yok. İlgili kısım, müzikal anlamda onun böylesine katkı sağlayacağı isimleri hiç de piyasa olmak adına seçmediği. Kazara bir yerde "sinsi" demiştim sanki!


Luther Idris'i anlatmaya yetmeyecek bir paragraftan sonra albüme tekrar dönersek, vasat bulduğum Every Time We Fight'ın ardından gelen Chip The Kids'in iyice güçlendirdiği el çırpmalı, sağa sola sallanmalı, durduğu yerde ritim tutmalı soul karıncalanmaları, (belki de olması gerektiği üzere) Lay The Pain On Me adını taşıyan piyano baladı ile son buluyor. Bu şarkıda da Rick Nunn'ın sesini kime benzetirseniz benzetin, benzettiğiniz isimlerin %90'ı siyah olacaktır. Bu kadar söylemden sonra The Milk, The Meat ya da The Egg adıyla ilk albümünü yapmış kim olursa olsun yılın en iyilerinden biri olduğunu söylemek garip kaçmaz. 39. albümünü yaptığı halde saçmalayan onca isim arasından size şarkılarında birşeyler sızdrımayı başaran debut sahiplerini kucaklamaya iyice alıştık. Bazı gençler o kadar da uyuz değil demek ki. The Milk'in enerjisi kesinlikle test edilmeye değer. Zira süt dediğimiz şey arada mide bulandırsa da, ona katık ettiğiniz bazı maddelerle daha da lezzetlenir.

1. Broke Up the Family
2. Hometown
3. (All I Wanted Was) Danger
4. Mr. Motivator
5. Nothing but Matter
6. B - Roads
7. Kimmi Kimmi
8. Picking Up the Pieces (feat. Idris Elba)
9. Every Time We Fight
10. Chip the Kids
11. Lay the Pain on Me

7 Eylül 2012 Cuma

Allah-Las - Allah-Las


Tam Los Straitjackets ansiklopedisini bitirdiğim ve bir süre surf rock dinleyemeyeceğimi düşündüğüm bir anda, hem sosyal, hem de paylaşım halindeki sitelerin birinde gördüğüm Tell Me (What's On Your Mind) videosu sayesinde henüz bu müzik türünden "bir süre" ayrı kalmaya hazır olmadığımı anladım. Alışkanlık yapmış olma ihtimali yüksek. 60'ları 70'lere bağlayan bir dönemden izler taşıyan bu maliyeti düşük, kendisi şık video, Los Angeles kökenli Allah-Las dörtlüsüne aitti. Artık referans olarak surf rock'ın kalıplaşmış isimleri yanında The Rolling Stones'un ilk zamanlarına ve 60'ları 70'lere bağlayan dönemin bazı B filmlerine fon oluşturabilecek kalitede bir müzik yapan Allah-Las, 12 şarkılık bu lezzetli debut ile sörf alemlerinin dalgasını üstümüze sıçrattığı kadar, sözü edilen dönemin psychedelic ışıklarını, noir gölgelerini de (tıpkı videosunda olduğu gibi) bünyelerinde başarıyla taşıyorlar.

Özellikle 60'ların ortalarında İngilizlerin R&B, rock'n roll, soul karması şahane gruplarına cevaben gelişen bu alternatif Amerikan müziği, kendini en iyi garaj ve sörf kültürleri üzerinden ifade ettiği için büyük rağbet gördü. Hala da görmeye devam ediyor. Çünkü buralardan çıkan müziğin çiğliği ve saflığı, sade bir masumiyetin, nostaljik bir samimiyetin, aynı anda kan ter içindeki partilerin sözcülüğünü üstlenebildiği için zamansızlığını ilan etmişti çoktan. İşte yıl olmuş 2012, tüm retroluğuna rağmen bu müzik hiç eskimiyor. Allah-Las gibi o dönem dedelerinin yiyecekleri içinde vitamin olarak bulunan gencecik, tezecik gruplar bile zaman tünelinden çıkmışçasına tutkulu biçimde çalıp söyleyebiliyorlar. Tabii sound aynı sound olsa da bu grupların hepsi aynı kaliteyi gösteremeyebiliyor. Allah-Las'ın o yılları sound olarak çok iyi analiz edebildiği kadar, analiz başarılarını şarkılarına da yansıttıkları çok belli.

Gitarist/solist/yapımcı olarak gruba emek veren Nick Waterhouse liderliğinde çıkan albümde kanımca en iyi şarkılardan olan ilk iki single Tell Me (What's On Your Mind) ve açılışta yer alan Catamaran ile birlikte Don't You Forget It, Catalina, Vis-à-Vis, Busman's Holiday, Long Journey ve enstrümantal bossa nova tarzındaki Ela Navega öne çıkanlar. Her ne kadar öne çıksalar da albüm geneli şımarmayan, 90'lar tabiriyle "cool takılan" sörf tahtalarıyla dolu. Etrafta bikinili kızların fink atmadığı kapalı bir havada sörf yapmak gibi daha çok. Gerçi suyla alakalı bir izlenim bırakmıyorlar. Gayet tozlu, terli, haysiyetli bir sound imajı bırakıyorlar. Hatta vahşi batı coğrafyasına daha çok yakışan bir albüm bu. Tabii vahşilik lafın gelişi. Yoksa gayet efendi çocuklar ve efendi efendi müzik yapıyor, gelecekte bundan çok daha iyi albümler yapabilecekleri sinyallerini veriyorlar. İnanmayan Tell Me (What's On Your Mind) klibini izlesin, hem müziklerine, hem kendilerine bakıp kararını versin.

1. Catamaran
2. Don't You Forget It
3. Busman's Holiday
4. Sacred Sands
5. No Voodoo
6. Sandy
7. Ela Navega
8. Tell Me (What's On Your Mind)
9. Catalina
10. Vis-à-Vis
11. Seven Point Five
12. Long Journey