31 Ağustos 2016 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ağustos 2016)

©© les freres Smith - Free to Go
Yıl: 2015 Fransa
Tür: Funk, Afro Beat, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lamale"
Work Drugs - Method Acting
Yıl: 2016 ABD
Tür: Dream Pop, Indie Pop, Chillwave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Method Acting"
 
Dahlïn - Lün
Yıl: 2016 Fransa
Tür: Ambient, World
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Imalô"
 
600 Rubies - Vacation
Yıl: 2016 ABD
Tür: Indie Pop, Indie Rock, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Netherwind"
Bryan Ferry - Avonmore: The Remix Albüm
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Electronic, Dance Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Driving Me Wild (Johnson Somerset Remix)"
Lost Weekend - Lost Weekend
Yıl: 2015 Singapur
Tür: Indie Pop, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mornings"
Mokoomba - Rising Tide
Yıl: 2015 Zimbabwe
Tür: Afro-Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Njoka"
 
The Nice Guys OST
Yıl: 2016 ABD
Tür: Disco, Rock, Soul, Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Bee Gees - "Jive Talkin'"
 
Disrule - Omen Possessor
Yıl: 2016 Danimarka
Tür: Stoner Rock, Doom Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lo and Behold"
Skizzo Franick - My Definition
Yıl: 2006 Avustralya
Tür: Electronic, Breaks, Downtempo, Ambient
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Trip"
Medicine Boy - Kinda Like Electricity
Yıl: 2016 Güney Afrika
Tür: Indie Rock, Indie Folk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "E.V.I.L"
Biffy Clyro - Ellipsis
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Re-arrange"
 
The Dead Daisies - Make Some Noise
Yıl: 2016 Avustralya
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mine All Mine"
Greyhounds - Heaven on Earth
Yıl: 2015 ABD
Tür: Blues Rock, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "What's on Your Mind"
SPC ECO - Anomalies
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Dream Pop, Downtempo
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Out of My System"
Suicide Squad OST
Yıl: 2016 ABD
Tür: Hip-Hop, Rock, Indie Rock
"F" Rate: 3/10
I.A.R. tavsiyesi: Creedence Clearwater Revival - "Fortunate Son"
 
VA - The Beat Kicks Vol.2
Yıl: 2015 ABD
Tür: Breaks, Mash-Up
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Dis Ma'fucka - "Loco Notion"
 
XII Boar - Beyond the Valley of the Triclops
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Stoner Metal, Doom Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Penetrator"
Ramones - Rocket to Russia
Yıl: 1977 ABD
Tür: Punk Rock, Pop Punk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sheena is a Punk Rocker"
Bo Diddley - His Best: The Chess 50th Anniversary Collection
Yıl: 1997 ABD
Tür: Rock'n Roll, R&B, Blues
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "You Can't Judge a Book by Its Cover"

28 Ağustos 2016 Pazar

The Dustaphonics - Johnny & Bo


Gitarist Yvan Serrano'nun çeşitli müzisyenler ve vokalistlerle çalıştığı proje grup The Dustaphonics, dördüncü albüm Johnny & Bo'yu sunar! Londra'nın saygın ve tanınmış isimlerinden biri ama Londra dışında öyle fırtınalar koparmamış bir grup olarak The Dustaphonics, funk, soul, R&B, rock'n roll, surf rock karışımı deli dolu bir müzik yapıyor. Bütün albümlerini zevkle takip etmiş biri olarak bu albüm vesilesiyle nihayet bu oluşuma duyduğum sevgiyi dile getirme fırsatı elde etmiş oldum. Adından ve kapağından bir miktar anlaşılacağı üzere Johnny & Bo, sadece The Dustaphonics'in değil, milyonlarca müzisyenin en büyük iki ilham kaynağı olan Ramones gitaristi Johnny Ramone ve Bo Diddley'e ithaf edilmiş. İlginç bir kombinasyon olduğu aşikar. Bu her telden çalan bir albüm görüntüsü hem Johnny, hem de Bo severlere çok keyifli dakikalar yaşatacaktır. Şahsen Johnny'ye bayılmam ama Bo Diddley dinlemek bünyeme hep iyi gelmiştir. Albüme adını veren parça, bu tuhaf ikiliyi aynı anda anımsatan çok fırlama bir beste ve aynı zamanda albümde çokça bulunan parlak anlardan sadece bir tanesi.

Grup her telden çalmasına çalıyor ama bu tellerin dekorunda çoğunlukla surf rock var. Ama kimi zaman rutinleşip uyuşuk bir yaz tembeline dönüşen surf şarkılarından farklı olarak hep başka maceralara atılarak var. Listen To The Showman Twang'in gururla başı çektiği bu grupta Tura Satana Tribute Song (ki adından da anlaşılacağı üzere kült film Faster, Pussycat! Kill! Kill!'in kült oyuncusu, aynı zamanda Serrano'nun da arkadaşı olan Tura Satana'ya ithaf edilmiş), yaz sıcağındaki hoş esinti gibi Dreams On Screen (Dolce Vita Dream) ve "karizmatik bir surf rock şarkısı nasıl olmalıdır" sorusunun en basit cevaplarından biri olabilecek enstrümantal Cachaça yer alıyor. Kapanıştaki jeneriklik Love Jinx'i dinlemek her seferinde büyük bir keyif benim için. Aynı keyfin süper bir funk rock versiyonunu Q Sounds Groove ile yaşıyorum. You Don't Love Me Anymore (ve aynı şarkının bir de nefesliler versiyonu) Johnny Ramone'ye The Dustaphonics dilinde selam gönderen ender şarkılardan biri. Ama surf de olsa, soul ve funk da olsa, Ramones'in o deli dolu atmosferi ince ince biryerlerden sızıyor.

Tüm bunlara ska türünün İngiliz temsilcilerinden The Specials şarkısı Gangsters ve Ike Turner imzalı kulak dolduran bir soul blues rock bestesi olan I'm Hurting adında iki adet de cover eklenince ortaya buram buram kalite kokan bir albüm çıkıyor. Johnny & Bo bittiğinde sanki üzerimden günün yorgunluğu alınmış, yenilenmişim gibi hissediyorum. Hani doktor olsam, aynı dertten muzdarip olanlara vitamin niyetine ilaç diye günde bir defa yazardım. Şarkılara harika seslerini solo veya geri vokal olarak veren afetleri Hayley Red, Aina Roxx, Kay Elizabeth diye ismen de analım, sevgi ve saygılarımızı da sunalım. Birçok şeyde olduğu gibi yapımda da emeği geçen Yvan Serrano'ya, çeşitli kaynaklarda önüne "efsanevi" kelimesi getirilen DJ Healer Selecta da eşlik etmiş. Tüm bu bilgiler ne işime yarayacak demedim, bu güzel insanlardan biriyle biryerlerde karşılaşırsam ya da takip etmek istersem bir kenara not alayım dedim. Çünkü Johnny & Bo gibi albümlere sıklıkla ihtiyaç duyuyorum ve bazen küçücük bir isim bile beni başka barlara, kulüplere, şarkılara, albümlere götürüyor.

1. You Don't Love Me Anymore
2. Johnny & Bo
3. Q Sounds Groove
4. Listen To The Showman Twang
5. Cachaça
6. Dreams On Screen (Dolce Vita Dream)
7. Gangsters
8. I'm Hurting
9. Tura Satana Tribute Song
10. You Don't Love Me (Horns)
11. Love Jinx (Instrumental)

22 Ağustos 2016 Pazartesi

Joseph - I'm Alone, No You're Not


İkizler Allison ile Meegan ve ablaları Natalie Closner'dan oluşan Joseph, Portland'ta filizlenmiş bir folk triosu. Joseph ismini, Oregon'un küçük bir kasabası olan Joseph'ta yaşayan büyükbabaları Jo'dan aldıkları bilgisini ilk elden aradan çıkaralım. Konu birlikte müzik yapan üç kardeş olunca, bu durumun onlara aileden bulaştığını anlamak için kahin olmaya gerek kalmıyor. Hangi ebeveyni ne çalıp söylüyordu bilmiyoruz. Ama ilginçtir, kardeşler birkaç yıl öncesine kadar birlikte müzik yapmamışlar. Ne zaman ki Natalie, bir abla olarak kardeşlerin birlikte müzik yapmalarının zevkini tatmak gerektiğine kanaat getirmiş ve kendilerinde var olan yeteneklerden herkesin haberdar olmasını istemiş, o zaman Joseph resmen kurulmuş. Ama "çok da iyi olmuş" cümlesini 2014 tarihli ilk albümleri Native Dreamer Kin'i duyduktan sonra değil, 2016 tarihli ikinci albüm I'm Alone, No You're Not'ı duyduktan sonra kurdum. İlk albüm, gerek çok fazla yerel gibi görünen bir folk tutumu, gerekse bu yerelliği sıkıcı şarkılarla daha da bunaltan acemilikleri / vasatlıkları yüzünden hiç olmasa da olurmuş bir albüm. Zaten önce I'm Alone, No You're Not'ı duymamış olsam, ilk albümlerinden sonra onlara bir daha dönüp bakacağımı pek sanmıyorum. Böylece bu güzel albümü ıskalayacaktım. Hatta kimbilir bu yüzden kaç güzel albümü ıskalamışızdır.

Joseph, ikinci albümde yine folk merkezli, ama indie pop ve pop rock destekli, daha da güçlendirilmiş bir müzikle karşımıza çıkıyor. Güçlü kelimesinden daha gürültülü, daha görkemli ve kalabalık bir anlam çıkmasın. Bu gücün en belirgin yanı, yazdıkları tutkulu şarkılar. Mesela açılıştaki şahane Canyon, bazı yorumlarda görüp hak verdiğim yoğun Fleetwood Mac etkileriyle bezenmiş bir parça. Özellikle üçlünün vokal zenginliklerinin iyi tasarlanmış bir besteyle buluşmasının bence en sağlam kanıtı. Canyon ile beraber, ilk single olan coşkulu folk bestesi White Flag ve sevimli indie pop SOS (Overboard), albümün muhtemelen en çabuk benimsenecek üç şarkısı bana göre. Hani ben etmem de, genel olarak Blood and Tears'ı da bu gruba dahil edebiliriz. Geri kalan şarkılar biraz uğraştırdı açıkçası. Ama bu uğraşlarım sonucu I Don't MindWhirlwind ve Honest gibi üç cevher daha kazandım. Öyle ki bu üç şarkıyı ilk dinlediğimde bana hiçbir şey ifade etmediler. Oysa konsantre olup kendimi akıntıya bıraktığımda kendilerini çok iyi gizlemiş çok iyi şarkılar olduğunu yavaş yavaş (favorimdir!) anladım. İsmini yazmadığım diğerleriyle de temaslarım sürüyor. Şimdilik onların birşeyler gizleyip gizlemediklerini bilmiyorum. Fakat ismini yazdıklarım ziyadesiyle tatmin edici şarkılar.

I'm Alone, No You're Not en başta çok kuvvetli bir vokal albümü sayılır. Kardeşlerin şarkılara uygun gördükleri vokal biçim, ton, şiddet, naiflik gerçek anlamda profesyonel işi bir tecrübe gerektiriyor. Folk, pop, rock artık ne varsa bu üçlü vokal disiplinine hizmet etmekte. Hatta keşke bir de a capella versiyonu olsa da onu dinlesem diye düşündüm. Müziğin içindeyken bile vokallerin o duygusal çıplaklığını hissetmek hiç de zor değil. Ana ve geri vokallerin sürekli değiştiği, birbirini gölgelemediği, boğmadığı, tam tersi kol kola, omuz omuza yürüdüğü bir denge söz konusu. Bu kadar profesyonel bir uyumu bu kadar kısa bir sürede elde etmelerine kendileri bile şaşırmıştır büyük ihtimalle. Bu pozitifliklerin ilk albüme yansımamış olmasını da vasat şarkılara vermek lazım belki de. Tabii bana vasat gelen, Portland esnaf ve sanatkarına öyle gelmemiştir. Lakin I'm Alone, No You're Not, yaz bitiminin verdiği hüznün maddeleşmiş hali gibi, kaybedilen / bulunan aşkın sürüklediği serseri mayın gibi, başkalarının yalnız olmadıklarını bilerek yalnız olmanın verdiği buruk sevinç gibi bir albüm.

1. Canyon
2. SOS (Overboard)
3. Blood and Tears
4. Hundred Ways
5. Planets
6. I Don't Mind
7. Whirlwind
8. White Flag
9. More Alive Than Dead
10. Honest
11. Sweet Dreams

16 Ağustos 2016 Salı

Living Colour - Time's Up


1984'te New York'ta kurulan Living Colour, ilk defa MTV'de duyduğum Cult Of Personality şarkısıyla daha önce duymadığım tarzda bir müzik koymuştu önüme. Ama bu şarkının yer aldığı 1988 tarihli ilk albüm Vivid bir türlü bulunamıyordu. Bandrollü kaseti zaten yoktu ama yeraltı tedarikçilerine de düşmemişti nedense. Buldun bulamadın derken sene 1990 oldu. Önceden çıkacağını öğreneceğim bir kaynak olmadığı için birgün ikinci albüm Time's Up'ın bandrollü kasetini raflarda görmek çok acayip bir duyguydu. Nerede, ne zaman gördüm hatırlamıyorum. Ama hatırladığım tek şey, satın almak için hiç tereddüt etmediğim. Vivid'den önce sahip olduğum Time's Up'ı walkmenime taktıktan sonra tek bir saniyesini bile atlamadan dinlemeye başladım ve bittiği an anladım ki bu albümü dinlemekten hiç bıkmayacağım. Bunun sebebini o zaman kendimce anlamıştım ama anlatabilir miydim bilemiyorum. Aradan 26 yıl geçtikten sonra şimdi anlatayım:

Run-DMC ve Aerosmith harikası Walk This Way'den sonra bunu kalıcı bir tarz olarak benimseyen, bu yolda ciddi ciddi ilerlemeyi düşünen bir hip-hop / rock sentezi yoktu. Sanki Walk This Way bir defaya mahsusmuş, böyle bir sentez sadece kırk yılda bir düğünlerde bayramlarda yapılabilirmiş, onun dışında bu iki yemek asla aynı sofrada yenmezmiş gibi bir algı yaratılmıştı. Hemen hemen aynı dönemde rastladığım Red Hot Chili Peppers'ın dördüncü albümü Mother's Milk de üzerimde farklı bir etki yaratmış, benim için alternative rock kavramının tam tanımı olmuştu. Bu etki neydi? Rock müziğe ustalıkla entegre edilen funk ve hip-hop unsurlarıydı. İşte Living Colour, bu entegrasyonu olağanüstü bir biçimde deneyimleyen, 90'ların başında çıktığı halde hiçbir zamana ait olmayan Time's Up'ı özgün bir tarz olarak ilan etti. Alternative rock, funk rock, punk rock, hard rock, pop rock, caz rock, afro ezgiler ve tüm bunlara zekice sızdırılmış hip-hop kültürü bu tarzın yapıtaşlarını oluşturuyordu. En önemlisi de siyah bir grup olmanın doğal getirisi "soul" duygunun iliklere kadar işleyen, ambiyans yaratan dengelerine sahip olmalarıydı.

Living Colour için siyah olmanın doğal getirilerinden biri de liriklerde görülen politik duruşlarıydı. Yalancı, ikiyüzlü politikacılara, önyargılı şiddet yanlısı polislere, zayıfı köleleştirerek ezmeye çalışan zenginlere, her fırsatta içindeki ırkçıyı ve bölücüyü dışa vuran aramızdaki ruh hastalarına zekice sözlerle yüklenen grup, Public Enemy'nin üzerindeki "siyah güç" misyonunun yükünü de bir miktar hafifletmişti. Yine aynı dönemde çok daha sert bindirmeler yapan Rage Against The Machine ile siyahi kitleye latin hassasiyetleri de eklendi. Ama hepsinde geneli kucaklayan, zayıfın, sırf renginden dolayı ötekileştirilenin ve her türlü haksızlığa uğrayanın yanında yer alan kolektif bir bilinç hakimdi. Bu bilinç, Living Colour liriklerine küfürsüz ama yer yer küfür etkisi de bırakabilecek kızgınlıklar, kontrollü bir öfke, şık bir kara mizah suretleriyle yansıdı. Ama bence bu liriklerin müzikle bütünleşerek kanlı canlı şarkılar bütünü olmayı başardığı en güçlü albüm Time's Up'tı. Tür sıçramalarını şarkıdan şarkıya olduğu kadar şarkıların kendi bünyesinde de yapabilen Living Colour için lirik açıdan dobra sıçramalar yapmak zaten çocuk oyuncağıydı.


Saat sesleriyle başlayan ilk şarkı Time's Up, karamsar gerçekliğiyle çevreci bir punk rock olarak fişek misali açılış yapıyor. Tabii Living Colour usülü çeşnili bir punk'tan söz ediyoruz. Yoksa ormanların, nehirlerin, denizlerin elimizden kayıp gidişini, zamanın hiçbir zaman bizim yanımızda olmayacağını Green Day misali çakma bir punk ile anlatmak aynı etkiyi uyandırmazdı. Albüme başlarken körün istediği bir göz misali acaba Cult Of Personality ayarında başka şarkı var mıdır beklentisi içindeydim. Ama Type, Pride, Fight The Fight, This Is The Life gibi gümbür gümbür şarkıların Cult Of Personality'den çok daha iyi olmaları karşısında yaşadığım nutuk tutulması paha biçilmezdi. Albümdeki 6 şarkıyı tek başına yazan, diğerlerinde de farklı grup üyeleriyle ortaklaşa imzası bulunan Vernon Reid, Living Colour'ın en önemli unsuru olsa da, bas gitarda Muzz Skillings, davulda Will Calhoun ve grup hangi türe el atarsa atsın, hepsinde kendi soul karakterinden ödün vermeyen süper sesiyle solist Corey Glover, bu soundun gerçek bir ekip işi olduğunu açıkça hissettiriyorlar. Mesela Pride şarkısı Calhoun tarafından, Someone Like You ise Skillings tarafından yazılmış şarkılar ve sanki grubun ortak bestesiymiş kadar donanımlılar. Bu defa Glover'ın tek başına yazdığı (Oueen Latifah'nın rap vokaliyle konuk olduğu) Under Cover Of Darkness ise nispeten hip hop tandanslı, Reid'in caz gitar tonundaki solosuyla zenginleştirdiği daha farklı bir beste. Keza yine Glover'ın tasarladığı 48 saniyelik beatbox Tag Team Partners, keşke daha uzun sürse dediğim bir hip hop lezzeti sunuyor.

Grubun özen dolu müziğinin, aynı özene sahip liriklerle desteklenmesi sürpriz değil. Dört siyah adamın, yıllarca sanki beyazlara aitmiş gibi algılanan hard / alternative / punk rock türleriyle özgürce dans etmesi, bu türleri çoğu beyazdan daha özgün biçimde etüd edip hayata geçirmesi, bunu da şarkı sözleriyle deklare etmesi doğal bir haktı. Elvis Is Dead bunun en çarpıcı örneği. Elvis'in bir markette görüldüğü mitine dair çıkış noktasıyla matrak olduğu kadar manidar sözleri ("siyah bir adam ona şarkı söylemeyi öğretti / o da kral tacını takıverdi"), efsane rock'n roll şarkıcısı Little Richard'ın agresif vokali, saksafon solodan önceki bölümde, aralarında Mick Jagger'ın da bulunduğu insanların "Elvis is dead" cümlesini adeta kafalara kazımaları ve usta müzisyen Maceo Parker'ın saksafon solosu şarkıyı bir funk rock manifestosuna dönüştürüyor. Ayrıca Paul Simon'ın Graceland şarkısında geçen "I've got a reason to believe we all will be received at Graceland" (hepimizin Graceland'e kabul edileceğimize inanmak için bir nedenim var) cümlesindeki "will" kelimesini "won't" yaparak acayip zeki bir taşlama yapıyorlar. Haliyle çeşitli Elvis yobazı çevreler tarafından tepki görmelerine rağmen, "göze göz" demekten geri adım atmayan cesur yanlarını bir kez daha ortaya koyuyorlar bu şarkıda.

Glover / Reid ortak bestesi güzeller güzeli Solace Of You'dan da söz etmek gerek. Şırıl şırıl akan Vernon Reid gitarının Afrika ritimleri ve geri vokalleriyle bütünleştiği, hüzünlü ama umutlu bu şarkı, albümün sertliğini seyrelten en önemli unsurlardan biri. Yine hüznü ve umudu birarada barındıran, hayal ettiğin mükemmel hayatın karşısına yaşadığın sefaleti ve zorlukları koyarak güçlü bir zıtlık kuran This Is The Life ile final yapan albüm, 26 yıl öncesinin coşkusunu ve güncelliğini koruyan, dolu dolu geçen bir saatin hakkını her seferinde veren kıymette. Time's Up'ın üstüne üç albüm daha çıkaran grup, bana göre ne yazık ki asla bu seviyeyi bir daha yakalayamadı. Müziğini dinlediğiniz kadar, sözlerini de protest şiirler okur gibi okumanız gereken bir grup Living Colour. Belki bu sonraki albümlerdeki lirikler hala eskisi gibi gözünü budaktan esirgemiyordu. Ama yazdıkları şarkılar asla Time's Up kuvvetinde değildi. Ödül olarak gözümde bir kıymeti yok ama o zamanlar Yılın Hard Rock Albümü dalında bir de Grammy kazanan Time's Up, ırkçılığa, ikiyüzlülüğe, modern köleliğe, politik yalanlara, insan ve doğa istismarına, savaşa, şiddete, eski kafalı eğitim sistemine karşı bir duruş sergileyen, bunu müzikal anlamda da geniş ve özgürlükçü bir rock mantalitesiyle gerçekleştirmiş nadir albümlerden. Yıllar da geçse onun için hala Time's Not Up!

1. Time's Up
2. History Lesson
3. Pride
4. Love Rears Its Ugly Head
5. New Jack Theme
6. Someone Like You
7. Elvis is Dead
8. Type
9. Information Overload
10. Under Cover of Darkness
11. Ology
12. Fight the Fight
13. Tag Team Partners
14. Solace of You
15. This Is the Life

9 Ağustos 2016 Salı

Greyhounds - Change Of Pace


1999 yılında gitarist Andrew Trube'ün LA Weekly dergisine verdiği "keyboardist aranıyor" ilanına cevap veren Anthony Farrell ile birlikte kurduğu Greyhounds, geç keşfettiğim cool bir ikili. Kurulduktan sonra kısa sürede şarkılar yazıp turnelere akmışlar. Zaten turlamayı hala bırakmamışlar. 2004'te çıkardıkları ilk albüm Liberty, sonrasında da No Mass! (2008) ve Accumulator (2014) adında üç albümleri daha var. Benim onları tanımamı sağlayan dördüncü albümleri Change Of Pace, Nisan ayı başında çıkmış. Böylesine güçlü bir grubu geç de olsa tanımaktan çok mutlu oldum. Haklarında hiçbir şey bilmeden albüm kapaklarına ilk rastladığımda onları tecrübeli bir alt. country veya blues rock ikilisi sanmış olabilirim. Ama albümü dinlemeye başladığımdaki şaşkınlık ve sevinç karışımı duyguyu yaşamayı seviyorum. Bir alt. country veya blues rock ikilisine de hayır demezdim ama bu cool abiler R&B, funk, blues, soul ve rock karışımı enfes bir müzik icra ederek körün istediği bir gözden fazlasını bahşediyorlar. Üstelik bu türlerin, hele de öncelikle R&B ve soul kısmının hakkını hayranlık verici biçimde köklere bağlılıkla sergiledikleri için her türlü övgüyü hak ediyorlar. Önceki üç albümü dinleme fırsatım olmadı. Ama Change Of Pace o kadar sağlam, doyurucu, huzurlu, nostaljik ve dinamik ki, şu ana dek 3-4 defa dinlememe rağmen, hala ilk kez dinliyormuş gibi yeni ayrıntılar keşfediyor, önceki keşfettiklerimi (iyi ki) unuttuğumu fark edip onları da yeniden keşfediyorum. Önüme geleni keşfediyorum.

Bu beş yıldızlı albümün kurdelesini kesen Devil's Eyes, Trube'ün vokali eşliğinde müthiş bir funk rock ağırlıklı açılış yapıyor. Yedikçe karnımı acıktıran bir yiyeceğe benzeyen şarkıyı dinlerken sanki 70'lerden bir blaxploitation filminin fragmanı gözümde canlanıyor. İkinci şarkı Walls dönmeye başladığında, daha doğrusu Anthony Farrell vokali girdiğinde kısa süreli bir dumur yaşıyorum. Zira kendisi direk siyah olarak doğmuş, zamanla rengi açılmış ama sesi siyah kalmış gibi muhteşem bir soul gırtlağına sahip. Walls'un Devil's Eyes'dan aşağı kalır yanı yok. Sadece ona göre biraz daha tempoyu düşürmüş vaziyette. Davulu, gitarı, bası, Farrell'in ara ara girdiği tuşluları tıpkı bir 70'ler kaydı gibi çok net biçimde duyabiliyorsunuz. Hiçbir enstrüman tek başına şarkıyı boğup kendinden bıktırmıyor. Hepsinin yeri ve zamanı ekonomik biçimde belli. Gettin' Out AliveTrube'ün tekrara dayalı söyleyiş biçimiyle Farrell'in o leziz soul bağırışları sürüklüyor. Mütevazi olduğu kadar sevimli Change Of Pace, güzel olduğu kadar küstah Set Us Free ile albüm tüm hızıyla sürüyor. Farrell'in sesi ve neon ışıklar saçan orgu şarkıyı o kendini ağırdan satan güzel kadın küstahlığıyla ılık ılık estiriyor. Ve şayet bu albümü kasetten duysaydık, hakkıyla A yüzünün kapanışını yapacak olan o güzelim Cuz I'm Here... Son zamanlarda Take It Easy (White Denim) ve Blues That STÄNG (STÄNG) ile birlikte duyduğum en iyi R&B / blues rock bestelerinden biri olan Cuz I'm Here, Farrell'in tutkulu vokali ve Trube'ün şarkı içindeki hüzünlü gitar solosuyla alenen kalp çalan bir şarkı.

A yüzü nasıl güzel kapanıyorsa, B yüzü de Before BP (The War Is On For Your Mind) ile güzelce açılıyor. Bu şarkının nakaratının içindeki nefesli atağının verdiği gaz, 70'ler müziğinin minik özetlerinden biridir aslında. Devamında Andrew Trube'ün vokale geçtiği ve şık bir bar ambiyansı yaratan eğlenceli blues Late Night Slice var. Boğuk bir atmosferde ketum bir gitar ve nakaratsız Farrell vokaliyle enteresan rutin oluşturan (tam bu noktada nu-soul tabiri de kullanılır ama nu-blues sanki daha uygun) For You var. Artık kendilerinden ne tip bir şarkı geleceğini kestiremediğimiz noktada ortaya çıkan ve Fleetwood Mac şarkılarını anımsatan pop soul Moonshadows var. Yine Trube önderliğinde wah wah gitar ve Tom Petty'yi andıran vokalle örülü karizmatik Check The Gas var. Dümene geçen Farrell'in dümensiz, samimi sesiyle, Trube'ün yine sağlam bir soloyla taçlandırdığı, son 30 saniyesi sadece davulla nihayetlenen rock'n roll'n soul beste B Sizzle var. Son olarak da artık içinde blues, soul, rock ne varsa bulunabilecek It's So Good To Be Alive var. Bu kadar varlık içinde, yükseleniyle alçalanıyla, her dakikası kıymetli onlarca güçlü an, adı geçen türlerin her birinden ayrı ayrı zevk alan dinleyiciyi bekliyor. En kısa sürede önceki Greyhounds albümlerine de uğramak gerek. Şayet onlar da Change Of Pace gibiyse, uğramakla kalmayıp birkaç gün yatıya bile kalınabilir. O günlerin özellikle geceleri daha bir anlamlı olacaktır. Çünkü bu şarkılar sanki gecelere daha uygun bir ruh halini kabullenmiş görünümdeler. Üstelik gece giyilen takım elbiseyi de, pijamayı da...

1. Devil's Eyes
2. Walls
3. Gettin' Out Alive
4. Change of Pace
5. Set Us Free
6. Cuz I'm Here
7. Before BP (The War is on For Your Mind)
8. Late Night Slice
9. For You
10. Moonshadows
11. Check the Gas
12. B Sizzle
13. It's So Good to Be Alive

4 Ağustos 2016 Perşembe

Júníus Meyvant - Floating Harmonies


Gitmesek de, görmesek de İzlanda'yı seviyoruz. Filmleriyle, müzikleriyle, acayip soyadlarıyla, puslu havasıyla, yeşil doğasıyla, Eyjafjallajökull buzuluyla, en son da Avrupa Futbol Şampiyonası'na renk katan futbolu ve taraftarlarıyla seviyoruz. Bir ara satılığa bile çıkmıştı. Hayal işte, param olsa alırdım ve oraya bir çivi bile çakmazdım. Çünkü İzlanda'nın sosyal ve coğrafi yapısı bunu gerektiriyor. O kadar ilginç istatistiklere, o kadar güzel manzaralara sahip bir ülke ki, "huzur İzlanda" diye boşa kelime oyunu yapmamışlar. O istatistiklere girersek çıkamayacağımız, asıl mevzumuz da İzlanda'nın iklimi, bitki örtüsü, ekonomi ve politikası olmadığı için kestirmeden müzik branşına geçelim. Oradan da başka bir kestirme yol bulalım. Geleneksel İzlanda müziği ilahilerle, şiirlerle bezeli, dini içerikli sıkıcı bir müzik iken, Björk, Emilíana Torrini, Sigur Rós, GusGus gibi dünyaya malolmuş kazanımlar, evrensel pop müziği kendi kulvarlarında çok iyi yerlere taşımış isimler var. Gerçek adı Unnar Gísli Sigurmundsson, alter egosu Júníus Meyvant olan İzlandalı müzisyeni de uzun vadede bu isimlerin arasında anacağımızı sanıyorum. Bu iddiamın çok önemli bir sebebi var. 2016 Haziran ayının başında çıkardığı debut Floating Harmonies...

Bu süper albüm, 60'lar ve 70'ler pop, soul ve folk müziğinden yoğun izler taşıyan, aynı zamanda bu izleri günümüz naif indie pop tınılarıyla süsleyen şarkılarla dolu. Her biri kendi içinde itina ve ciddiyet barındıran şarkıların güçlü nostaljisi, retro ruha kapılarını her zaman açık tutan dinleyiciler için adeta nimet. Belki 60'lar ve 70'ler müziğini yerinde ve zamanında dinlememiş olabiliriz. Ama geç de olsa dinlediğimiz pekçok albümler, ikonlaşmış sanatçılar, hatta bunlara birlikte rastladığımız filmler bizi bu nostaljiyi tatmaktan alıkoymuyor. Dantel gibi işlenmiş yaylılar ve nefesliler, akustik gitar ve perküsyonla birleşince, üzerine şık Júníus Meyvant vokali ve sık sık ona eşlik eden kadın vokaller eklenince çok zengin bir atmosfer ortaya çıkıyor. Bu zenginlik kesinlikle sonradan görme şeklinde algılanmıyor. Meyvant'ın o dönemlere ait soul ve folk klasiklerini çok iyi hazmettiği anlaşılıyor. Hatta aynı dönemlerin disko ve funk klasikleriyle de arasının çok iyi olduğunu, ama hezeyanlara kapılmadan bunları kendi müziğine son derece ölçülü biçimde yedirdiğini de rahatlıkla duyabiliyoruz.


Albümün ilk iki single'ı olan Color Decay ve Hailslide'ı sosyal medyada biryerlerde duyan olduysa muhtemelen ya "çok eski bu" diyerek burun kıvıracak, ya da "evet güzelmiş" diyerek fazla heyecan yapmadan oradan uzaklaşacaktır. İşte albüm dinlemenin büyüsü biraz da burada. Tabii ki bu iki şarkı yukarıda döşediğim tüm pozitiflikleri taşıyorlar ve çok iyiler. Ama onları sürüden ayrı dinlediğimiz vakit bir bütün halindeyken olduklarından daha az etkili olabilirler. Oysa Floating Harmonies, sözünü ettiğimiz dönemlere ve türlere yapılan mütevazi bir zaman yolculuğu gibi bir albüm. Açılıştaki enstrümantal Be A Man, bu yol filminin "opening theme"i gibi. 70'ler temalı bir film veya diziye harika bir jenerik olurdu. Beat Silent Need kesinlikle 2016'da duyduğum en havalı şarkılardan biri. İşin içine biraz funk katınca lezzeti daha da artmış, böylece kendini aşmış bir şarkı. İlk duyduğumda kıvrak davul ve bas işbirliğine sinematik nefeslilerin kattığı coşkunun, Meyvant'ın karizmatik vokal bölümleriyle birleşip kanıma karıştığında yüzümde oluşan o kurnaz ve sakin gülümsemeyi fark ettiğimi hatırlıyorum.

İlk iki şarkıdan sonra "bu albüm olmuş" dediğim çok azdır. Ancak çok güvendiğim isimlerin ilk iki şarkısını dinlediğimde böyle söylerim ve kendimce haklı çıkarım. Ama daha ilk kez duyduğum İzlandalı bir adamın ilk albümü için bunu söylemenin riskli olduğunu biliyordum. Fakat Be A Man ve Beat Silent Need ikilisi o kadar güven vericiydi ki "bu albüm olmuş" deyiverdim. Sonrasında sözünü ettiğim iki nefis single ile birlikte gerisi de geldi. Neon Experience, neon ışıklar saçan bir disko topu altında bünyeyi ritme bırakabileceğimiz, üstelik aynı şarkının ortalarında bu dansı kısa süreliğine slow dansa dönüştürebileceğimiz bir güzellikti. Keza, Mighty Backbone için de benzer şeyler hissettim. Davulcunun özgürlüğü, nefesliler ve yaylıların dans edişi yine hayran bıraktı. Domestic Grace Man, Gold Laces, Signals daha derinlerine inilip keşfedilmeyi bekleyen folk pop şarkıları olarak bekliyorlar. Sadece akustik gitar ve Meyvant vokaliyle vücut bulmuş uzun, karanlık ama huzurlu bir folk bestesi olan Pearl In Sandbox ve kapanışta albüme adını veren piyano temelli bir trip hop'a benzettiğim Floating Harmonies ile yolculuk sona erdi. Bunun gibi iki albüm daha yapsın, kendisini de İzlanda'nın güllerinden biri olarak yukarıda saydığımız isimlere tereddütsüz ekleriz. Yapmasa da canı sağolsun. Floating Harmonies zaten hiç eskimeyecek "eski" albümlerden biri olmuş.

1. Be a Man
2. Beat Silent Need
3. Color Decay
4. Neon Experience
5. Domestic Grace Man
6. Hailslide
7. Mighty Backbone
8. Gold Laces
9. Signals
10. Manos
11. Pearl in Sandbox
12. Floating Harmonies