2010 senesinde Melbourne/Avustralya'da kurulan yedi kişilik
King Gizzard & The Lizard Wizard, o zamandan beri 12 albüm, 4 EP çıkarmış, üretkenliğinin zirvesinde bir grup. İlk albümleri
12 Bar Bruise'ü 2012'de çıkardıktan sonra, her yıla ikişer albüm sığdırarak ilginç bir albüm kariyeri belirlemişler. 2016'yı
Nonagon Infinity adlı tek bir albümle geçiren grup, 2017'de tam dört albüm yaparak kendini aşmış bulunuyor. Psychedelic rock, neo-psychedelia gibi uçuk kaçık türler benimseyip, bunları garaja sokmak suretiyle kimi zaman pop, caz, surf, bossa nova ile bile ilişkilendirmeleri neticesinde kendilerini sıradışı bir yerde konumlandırmaları (ya da bunu müzik medyasının yapması), onları eklektik, aynı zamanda zor bir yere koydu. Evet, benim için
King Gizzard zor bir grup. Müziğin "psychedelic" ve "experimental" kısmıyla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. Bu yüzden daha önce dinlediğim 3-4 albümlerinden aklımda kalan yegane şey, onları anlamadığım, anlamak için de çaba göstermek istemediğim oldu. Müzikal yetenekleri, enstrüman hakimiyetleri bu psych ve deneysel oluşlarının gölgesinde kaldı bana göre.
2017 içinde sırasıyla
Flying Microtonal Banana,
Murder Of The Universe,
Sketches Of Brunswick East ve
Polygondwanaland albümlerini yapan grup, yukarıda sözünü ettiğim 3-4 eski albümleri yüzünden hiç sallamadığım bir statüdeydi. Ta ki, bir playlist içinde tesadüfen sekiz dakikalık
Rattlesnake'e rastlayana kadar. Nasıl geçtiğini anlamadığım o sekiz dakika (aslen 7:50), duymayalı grubun seviye atladığını düşündürdü. Zira daha önce hiç şarkı gibi şarkı yaptıklarını duymamıştım. Hatta o playlistte
King Gizzard & The Lizard Wizard adını görünce şarkıyı atlamayı bile düşündüm. Çünkü zamanında bana çok çektirdiler. Ama
Rattlesnake'in o yılan sinsiliğindeki melodisi, özellikle 70'lerin psychedelic, progressive ve Anadolu rock (evet Anadolu!) motiflerini ustalıkla kaynaştırmış yapısı, üstüne bir 7:50 daha olsa giderdi dedirtti. Öyle ki, grup hakkındaki görüşlerimi bir kenara koyup, 2017'de çıkardıkları dört albümün peşine düştüm. Amacım sadece
Rattlesnake'i bulmak değil, o kıvamda başka şarkı olup olmadığına bakmaktı. Ben kendimi o "başka şarkı" ümidine hazırlamışken, aynı kıvamda komple bir albüme rastladım. Adı da
Flying Microtonal Banana idi.
Diğer üç albümü hemen aradan çıkarayım. Zira yine deneysel, gıcıksal özelliklerine geri döndükleri bu albümlerden hiçbir şey anlamadığım gibi, anlar gibi olduğum kısacık anlarda da beni adeta geri itiverdiler. Oysa 24 Şubat'ta çıkmasına rağmen Ekim ayında tanıştığım, o zamandan beri de altından girip üstünden çıktığım, dinlemediğim günlerde özlediğim, kavuştuğumda mutlu olduğum
Flying Microtonal Banana, sanki
King Gizzard'ın değil de, zaman tüneliyle günümüze düşmüş, yolda gelirken 70'lerden bir Anadolu rock grubuyla bedensel dönüşüme uğramış yabancı bir grubun elinden çıkma gibi duruyor. Bu tarifi çok daha iyi yapabilmek mümkün. Ama dokuz şarkının hepsi kendi içlerinde o tarifleri sakladığı gibi, olağanüstü bir bütünlük içinde konsept albüm havası yaratıyorlar. Mesele sadece
Rattlesnake'ten ibaret değil.
Open Water,
Sleep Drifter,
Billabong Valley,
Anoxia,
Nuclear Fusion ve kapanıştaki albüme adını veren, zurnalarıyla tüylerimi diken diken eden enstrümantal
Flying Microtonal Banana süper parçalar. Gitarların çoğu zaman elektro bağlama hissiyatı yaratmasıyla oluşan muhteşem atmosfer sonucunda o zurnaların kimi şarkılarda birden ortaya çıkıp, zaten albümün oryantal gücünden başı dönmüş dinleyeni iyice kıvama getirmesinin tadına doyulmuyor.
Dokuz şarkıdan beşini tek başına,
Flying Microtonal Banana ve
Nuclear Fusion'ı gitarist
Joey Walker ile birlikte yazan, multi-enstrümantalist ve vokalist
Stu Mackenzie'nin inanılmaz bir özümseme yaşadığı kesin. Zaten çeşitli yerlerde verdiği demeçlerde grupça
Aşık Veysel,
Erkin Koray,
Selda Bağcan hayranı olduklarını dile getirmiş. Lakin hayranı oldukları bu efsanelere elitist ve oryantalist değil, şaşırtıcı bir içselleşmeyle bakmasını bilmişler. Onları dinlemekle kalmamış, müzikal felsefelerini, psychedelic ve progressive yerelliklerini, kendilerine verdikleri evrensel ilham emarelerini hayranlık verici bir doğallıkla biraraya getirerek çalıp söylemişler. Tabii bunu yaparken o nostaljik bileşenleri yıpratmadan modernize etmeyi, o modernliği mikrotonal 70'lere mal etmeyi, ana kaynağın orası olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde işaret etmişler. Bu konsept tüm gruba öyle sirayet etmiş ki, sadece
Stu Mackenzie değil, muhteşem
Anoxia'yı tek başına yazan
Joey Walker ve bu dokuz şarkıya hayat veren diğerleri artık ölümsüz hale gelmiş bu albüme binlerce ayrıntı katmışlar. Bir daha böyle bir albüm yaparlar mı bilmem. Yapmasalar da olur. Zaten eski sıkıcılıklarına dönmüşler. Her dinleyişte bir öncekinden farklı detayların keşfedildiği bu olağanüstü deneyim, içinde bulunduğumuz kaosa, anlamsızlıklara, adaletsizliklere inat, müziğin ölümsüzlüğüne, zamansızlığına, bağımsızlığına doğudan doğup batıyı da ısıtan bir güneş gibi doğuyor.
1. Rattlesnake
2. Melting
3. Open Water
4. Sleep Drifter
5. Billabong Valley
6. Anoxia
7. Doom City
8. Nuclear Fusion
9. Flying Microtonal Banana
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder