31 Ağustos 2018 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ağustos 2018)

Aretha Franklin - The Very Best of Aretha Franklin: The '60s
Yıl: 1994 ABD
Tür: Soul
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Chain of Fools"

Van Canto - Trust in Rust
Yıl: 2018 Almanya
Tür: A Cappella, Power Metal
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ride the Sky (feat. Kai Hansen)"
 
 
Wild Nothing - Indigo
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Letting Go"
C + C Music Factory - Gonna Make You Sweat
Yıl: 1990 ABD
Tür: Dance Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gonna Make You Sweat (Everybody Dance Now)
Nick Johnstone - Atomic Mind
Yıl: 2014 Kanada
Tür: Instrumental Hard Rock, Progressive Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lost in a Dream"
What Women Want OST
Yıl: 2000 ABD
Tür: Pop, Vocal Jazz
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Frank Sinatra - "I've Got You Under My Skin"
Gabrielle - Under My Skin
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Pop Soul, R&B
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Put Up a Fight"
 LADY X - Love Life Complicated
Yıl: 2018 Güney Afrika
Tür: Afro-Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Igugu Lami"
 
Cool Kids of Death - Cool Kids of Death
Yıl: 2002 Polonya
Tür: Garage Rock, Punk Rock, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Radio miłość"
 
Laurel - DOGVIOLET
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Indie Pop, Pop Sul
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Take It Back"
Los Straitjackets - The Further Adventures of Los Straitjackets
Yıl: 2009 ABD
Tür: Surf Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Teen Beast"
NAVVI - Omni
Yıl: 2016 ABD
Tür: Indie Pop, Electropop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Simpatico"
Jain - Souldier
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Electropop, Indie Pop, Art Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "On My Way"
 
Tourlou the Band - Παντοπωλείον
Yıl: 2017 Yunanistan
Tür: Stoner Rock, Rebetiko
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ξενιτεμένα μου πουλιά"
SECTION 25 - Elektra
Yıl: 2018 Avusturya
Tür: Indie Rock, Post-Punk
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "You Want Some"
All Sparks Burn Out - Ceremonies for the Lost
Yıl: 2018 Avustralya
Tür: Shoegaze, Dream Pop, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Painful Paths"
Boy In The Shadows - The End of Nothing
Yıl: 2017 İsveç
Tür: Alternative Rock, Gothic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Burn Your Flag"
Clare Maguire - Stranger Things Have Happened
Yıl: 2016 İngiltere
Tür: Pop Soul, Art Pop, Singer/Songwriter
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Faded"
 
Middle Class Rut - Gutters
Yıl: 2018 ABD
Tür: Alternative Rock, Grunge
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "No Sale"
Jimmy Page & Robert Plant - No Quarter: Jimmy Page & Robert Plant Unledded
Yıl: 1994 İngiltere
Tür: Blues Rock, Folk Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kashmir"

28 Ağustos 2018 Salı

Robert Plant - Dreamland


Fate Of Nations'dan sonra solo albümlerine uzun bir ara veren Robert Plant, bu ara zarfında beklenmedik bir şey yaparak kadim dostu Jimmy Page ile tekrar çalışmaya başladı. Fate Of Nations'ın çıktığı 93 yılında Page de efsane Whitesnake solisti David Coverdale ile Coverdale & Page adlı gümbür gümbür bir rock albümü yapmıştı. İkili 90 dakikalık bir MTV projesi olan, birkaç stüdyo kaydı haricinde Fas ve Mısırlı müzisyenlerle, Londra Petropolitan Orkestrası'nın da katkılarıyla canlı kaydettikleri No Quarter: Jimmy Page and Robert Plant Unledded albümünü çıkardı. Bu şahane albümdeki bazı Led Zeppelin klasiklerini Orta Doğu enstrümanlarıyla tekrar duymak olağanüstüydü. 19982de ikili bu kez ful stüdyo albümleri Walking Into Clarksdale ile kendini gösterdi. No Quarter kadar olmasa da üzerinde Plant ve Page isimlerinin yazdığı bu albüm "biz daha ölmedik" diyordu. Keşke bu birlikteliğin bir belgeseli olsaydı da izleseydik diye hala düşünürüm. Walking Into Clarksdale sonrası müzikal birlikteliklerini noktalayan Plant ve Page abilerimiz kendi yollarına gittiler. Takvimler Temmuz 2002'yi gösterdiğinde ise 7. Robert Plant stüdyo albümü Dreamland müjdelendi.

Dreamland, Plant solo kariyerinde ilklerin albümüydü. 10 şarkıdan 6 tanesi cover, 2 tanesi eski şarkılardan bazı unsurların alınıp yeniden yorumlanması (ki buna tam cover denmiyor), 2 tane de sıfır kilometre Plant şarkısıydı. Eski grubundan sadece basçı Charlie Jones'u yanına alan Plant, bu albümde gitarlarda Justin Adams ve eski The Cure gitaristi Porl Thompson, keyboardda John Baggott, davulda ise Radiohead, Portishead, Jeff Beck, Roni Size gibi farklı isimlerle stüdyoda buluşmuş olan Clive Deamer ile çalışmış. Bu grubun adı da Strange Sensation olarak kayıtlara geçmiş. Önce yeni Plant şarkılarına göz atarsak, her ikisi de grubun ortak bestesi olan iki şarkıdan Last Time I Saw Her için psychedelic öğelerle bezeli kozmik bir blues rock tanımlaması uygun olacaktır. Aynı tanıma uygun fakat Last Time I Saw Her kadar karizmatik bulmadığım Red Dress'te sonlara doğru ritm gitarın arka plandan vurduğu tanıdık oyun havası ezgisinden başka dikkatimi çeken bir şey olmadı. Cover olmayan, ama delta blues sanatçısı Bukka White'ın Fixin' To Die Blues şarkısı temel alınarak yazılmış açılış şarkısı Funny In My Mind (I Believe I'm Fixin' To Die), her Plant albümü gibi sıkı açılışlar kervanına dahil, folk öğeleriyle zenginleştirilmiş enfes bir psychedelic blues rock şarkısı. Yine cover olmayan, ama aralarında John Lee Hooker'ın That's Alright Mama şarkısının da bulunduğu dört eski blues bestesinden elementler taşıyan Win My Train Fare Home (If I Ever Get Lucky), "kozmik blues" tanımının dibine vuran bir başka lezzet.

Geldik 6 adet cover şarkıya. Fate Of Nations'daki tek cover olan If I Were A Carpenter'dan sonra keşke tamamı coverlardan oluşan bir albüm yapsa diye aklımdan geçmemişti doğrusu. İlk başta Dreamland'in tamamının coverlardan oluşacağı yanlış bilgisini edinince bu fikrin ne kadar harika olduğunu düşündüm. Bu 6 şarkıyı yıllar içinde didik didik ettim. Hala da içlerinde yeni şeyler bulabiliyorum. Robert Plant kesinlikle bir cover ustası. Tabii grubundan da destek alıyor ama kimsenin ona şu şarkıyı seç, burayı şu şekilde söyle dediğini sanmıyorum, zira bunu söyleyen çarpılır. Öncelikle Skip's Song ve ilk gördüğümde Jimi Hendrix coverı sanıp sevindiğim Hey Joe şarkıları yerine keşke başka şarkılar seçseymiş düşüncemi hala muhafaza ettiğimi belirteyim. Ağır, yoğun, adeta bitmeyen, bittiğinde de ardında bana kayda değer bir şeyler bırakmayan bu iki şarkı, her şeye rağmen albüm akışında atlamadan dinlediğim yeniden yorumlar. Amerikalı psychedelic rock grubu The Youngbloods'ın 1968 tarihli şarkısı Darkness Darkness ve Kanadalı folk müzisyeni Bonnie Dobson'ın, Plant'in ellerinde olağanüsü bir deneyime dönüşen 1976 yılına ait Morning Dew şarkıları ise pozitif manada yoğun ve güçlü coverlar olarak albüme değer katan nitelikteler. Albümün bazı ülkelerdeki basımında bonus olarak yine "kozmik rock'n roll" demeyi uygun gördüğüm kapanış şarkısı Dirt In A Hole'u da dinlemek mümkün.


Dreamland'in iki eşsiz incisi var ki, albüme neden Dreamland dendiğini sırf bu iki coverdan anlamak mümkün. İlki, Jeff Buckley'nin vefasız babası olarak da bilinen folk şarkıcısı Tim Buckley'nin 1970 tarihli Starsailor albümünden Song To The Siren. Orijinali yaklaşık üç buçuk dakika olan şarkıyı Plant'in altı dakikaya çıkarması hiç sorun değil. Zira o kadar harikulade bir yeniden yorumdur ki, her dinleyişimde hiç bitsin istemem. Hassas bir anınızda dinlediğiniz vakit hiç acımayacaktır. Kendi halinde akan akustik gitarlara bir anda eşlik etmeye başlayan muhteşem yaylıların kattığı destansı atmosfer, Plant'in en hassas yorumlarından biriyle bütünleşince kendimi bir filmin içinde bulurum, ayaklarım yerden kesilir. Bir diğer inci ise albümün tarihi anlarından biri. Bob Dylan'ın 1975 yazında Greenwich Village'daki The Other End isimli gece kulübünün bir köşesinde yazdığı, The White Stripes'tan Sertab Erener'e birçok müzisyen tarafından coverlanan muhteşem One More Cup of Coffee… Tabii şarkıyı her yorumlayanın hakkını verdiği söylenemez. Ama bana göre Robert Plant yorumu zirvededir. Bir efsanenin, başka bir efsanenin şarkısını yeniden söylemesi ancak bu kadar mükemmel sonuç verebilir. Sanki yıllar yıllar sonra Plant o kulübe tekrar gitmiş, aynı masaya oturmuş, içkisini yudumlarken şarkıyı kafasında tekrar elden geçirmiş gibi bir saygı duruşudur.

Psychedelic rock, blues, folk ve modern rock öğelerini güven veren bir bilgelikle bir araya getiren Dreamland, bu sayede Plant kariyerinde bambaşka bir öneme sahiptir. Hala aktif biçimde kaliteli albümler yapmaya devam eden, 2005-2017 arasına dört albüm daha sığdıran Robert Plant, müzik tarihinin en önemli değerlerinden biri olarak yolculuğuna devam ediyor. Bu son dört albüm, öncesindeki dört albüm kadar sık ziyaret ettiğim albümler değil. Sebebi belki de Plant'i daha içe dönük, geleneksel, deneysel, biraz da yorgun bulmamdan kaynaklı olabilir. Lakin müzikal bilgeliğinde en ufak bir eksilme yok ve en iyi yaptığı şeye hala tutkuyla bağlı bir adam. Sesi hala Now and Zen'deki gibi çıkıyor. Bir daha 1988-2002 yılları arasındaki gibi albümler yapar mı, benim pek ümidim yok açıkçası. Keşke en azından müziğe ve hayata veda etmeden evvel Dreamland gibi bir cover konsepti daha yapsa da, önce Led Zeppelin ile, sonra da solo albümleriyle bizi gezdirdiği o rüyalar aleminde biraz daha vakit geçirebilsek, sesindeki o türlü renklerle kafamızda kendi rüyalar alemimizi çizsek.

1. Funny in My Mind (I Believe I'm Fixin' to Die)
2. Morning Dew (Bonnie Dobson)
3. One More Cup of Coffee (Bob Dylan)
4. Last Time I Saw Her
5. Song to the Siren (Tim Buckley)
6. Win My Train Fare Home (If I Ever Get Lucky)
7. Darkness Darkness (The Youngbloods)
8. Red Dress
9. Hey Joe (Billy Roberts)
10. Skip's Song (Moby Grape)

20 Ağustos 2018 Pazartesi

Robert Plant - Fate Of Nations


Fate Of Nations, Robert Plant'in 6. solo albümü. Ve bana göre şimdiye kadar ki en harika olanı. Şimdiye kadar öyle ve bundan sonra onun gibisinin geleceğini pek sanmıyorum. Ömrü yettiğince Plant hep iyi albümler yapacaktır. Ama bana göre Fate Of Nations, her saniyesiyle özel olan ilk ve son Plant albümüydü. 93 tarihli olmasına rağmen "zamansız" tarifinin hakkını mükemmel biçimde karşılaması, binbir türlü duyguyu bazen parça parça, bazen bütün halinde üzerimize yağdırması, her şarkının kendi ruhu bünyesinde sağladığı değişkenleri serbest bırakması sonucu tıpkı bazı Led Zeppelin şarkılarının Led Zeppelin'i bile aşması gibi, Plant şarkılarının Plant'i aşması burada mümkün olmuştur. Kendisi Fate Of Nations'ı tarif ederken şunları söylemiştir: "Daha 91 senesinde geçmiş(im)e döneceğimi, Moby Grape, Jefferson Airplane, Tim Hardin, Quicksilver, Traffic dinleyerek bu albümü yapacağımı biliyordum. Bu insanlar çeşitli gelenekleri akustik ve elektrik temalarıyla dinleyiciye birşeyler anlatmaya çalışıyorlardı." Yani bir nevi Plant'in eskilerine, gençliğine, saflığına, kırılganlığına dönüş albümüdür Fate Of Nations. Kendi dinleyicisini de kendi saflık ve kırılganlıklarıyla yüzleştirecek olmanın haklı gururuyla...

Albümün çekirdek kadrosunda Plant'in yol arkadaşları yine yanında. Ekstralar da var. En önemlilerinden biri de tüm şarkılarda gitar çalan, 80'lerin Cutting Crew grubunun gitaristliğini yapmış Kanadalı Kevin MacMichael. Onun sayesinde Doug Boyle'un işi hafiflemiş, o da sadece iki şarkıda gitar çalmış. Manic Nirvana'nın yıldızı davulcu Chris Blackwell ise burada sadece Promised Land'de davul çalmış. Ama tam 6 şarkının yazımına katkıda bulunmuş. Davulları ise iki isim üstlenmiş. İlki multi enstrümantalist ve yapımcı olan (aynı zamanda Tears For Fears'ın dünyanın en güzel şarkılarından biri olan Everybody Wants To Rule The World'ü ikiliyle birlikte yazmış ve yapımcılığını üstlenmiş olan) Chris Hughes. Diğeri ise Plant ve Page'in sadık konser, tur, stüdyo emektarlarından Michael Lee. Yine tüm tuşlular Phil Johnstone'a, tüm bas gitarlar ise Charlie Jones'a emanet. Jones ayrıca Down To The Sea şarkısında davul ve gitar haricinde ne duyuyorsak hepsini çalan kişiymiş. Başrolleri de saydıktan sonra bu epik filmi izlemeye başlayabiliriz.

Perde Robert PlantChris Blackwell bestesi Calling To You ile açılıyor. Pete Thompson'ın gümbür gümbür davulu, havada salınan şahane gitar riffleri, açılış gibi açılış. Şarkıda önemli bir konuk var ki, o da usta kemancı Nigel Kennedy. Calling To You'nun ortalığı ateşe veren cevvalliğini hafifletmek için hemen devreye giren Down To The Sea, Plant'in Charlie Jones ile yazdığı, dört dakikalık bir kara bulut. Aslında bu dört dakikanın ilk üç dakikası bir türlü yağmur yağdırmayan o bulut, son bir dakikada nihayet sağanağa dönüşüyor. Bazı Plant şarkılarını böyle tanımlamak gerekiyor. Yumuşaklığını nakaratındaki hafif şiddetle dengeleyen Come Into My Life, enerji ve huzurdan yapılmış bir dev adeta. İrlandalı keltik folk grubu Clannad'ın solisti Máire Brennan'ın büyülü geri vokalleri şarkıyı artı yükseklik kazandırıyor. Plant'in Phil Johnstone ile yazdığı I Believe ayrı bir efsane. Her seferinde tüylerimi diken diken eden bu pop rock şaheseri, güneşli olmasına rağmen yağmur yağdıran bir gökyüzünden kopmuş gibi duygu dolu. Şırıl şırıl gitarlar, güçlü geri vokaller ve yine derinden akan hüzün / umut dalgası. Peşinden gelen 29 Palms, I Believe için ne dediysem üzerine farklı bir şey ekleyemeyeceğim bir başka güzellik. Belki ekstradan yüklendiği folk rock ışığının ve yürek dağlayan minicik gitar bölümünün tadını ekleyebilirim. Kasetimizin A yüzünün kapanışını Led Zeppelin etkileri hissedilen, ilk yüz geneline göre sert Memory Song (Hello, Hello) yapıyor. Gitar, bas, davul ve Plant, ağır tempoyla coşturuyorlar.


Zaten A yüzüyle ayaklarımı yerden kesmiş olan Fate Of Nations, bir de üzerine altı şarkılık B yüzüyle daha ne yapmayı planlıyordu. Daha nasıl yükselebilirdi? Bunların cevapları o kadar güçlü, naif ve balanslı suretlerde önüme gelmeye başladı ki, daha ikinci dinleyişimde ondan vazgeçemeyeceğimi anlamıştım. 1941-1980 tarihleri arasında yaşamış Amerikalı folk müzisyeni Tim Hardin'in  If I Were A Carpenter şarkısı albümün tek coverı. Plant'in cover konusunda ne kadar doğru işler yaptığını Fate Of Nations'dan dokuz yıl sonra göreceğiz. Bunu çok az şarkı için söylemişimdir ama If I Were A Carpenter bence orijinalinden daha iyi duran cover şarkılardan biri. Plant "bir marangoz olsam / yine de benimle evlenir miydin / benim çocuğumu doğurur muydun" dizelerindeki folk sevimliliğine, dinginliğine, aşkına fazlasıyla sahip çıkıyor. Yaylılarla, türlü tonlara sahip gitarlarla ve Plant'in tutkulu vokalleriyle şarkı bir dağdan yere inmeden başka bir dağa konuyor sanki. If I Were A Carpenter'da mandolin çalan, 88-91 yılları arasında Jethro Tull'da keyboard çalmış multi enstrümantalist Maartin Allcock, Colours Of The Shade'de tekrar sahneye çıkıyor. Şarkıdaki davul harici tüm enstrümanları çalan Allcock, bu harika bir progressive folk bestenin yazarlarından biri olarak da imza atmış. Albümün epik yanını en fazla hissettiren şarkılardan biri.

Yine bir Plant / Johnstone ortak bestesi olan Promised Land, Plant'in armonikasının, Johnstone'ın hammond organ dokunuşlarının ve Francis Dunnery'nin gitarının dans ettiği, Plant'in sabit kalıpları bol bol emprovize vokalleriyle süslediği, enerjisi yüksek bir şarkı. Finale doğru ilerlerken iki uzun ve meşakkatli şarkı bizi bekliyor. İlki, yaylıların müthiş bir iç huzur sağladığı, bildiğin sağlam bir soul rock olan The Greatest Gift. Diğeri ise bildiğin dingin bir soul funk rock olan Great Spirit. Başlangıçta benim için uzunlukları ve meşakkatli oluşlarını aşmam belli bir süre almıştı. Ama aştıktan sonra Plant'in bu iki şarkıyla (hatta bu ikiliye Down To The Sea ve Colours Of The Shade'i de eklemek istiyorum) ne yapmak istediğine dair kendime göre çıkarımlarda bulundum. Albüme farklı genlerden, derin bir çeşitlilikten ortak bir ruh bütünlüğü sağlıyor. Manic Nirvana'nın hırçınlığını daha blues, country, folk bileşenleriyle sağaltıyor. Kendi solo kariyerini olgunlaştırıyor. Açılıştaki gibi Plant / Blackwell ortaklığı olan Network News ile kapanışı yapan Plant, tempolu, coşkulu, tutkulu bir final gerçekleştiriyor. 90'lardaki dünyanın feci halinin, petrol bağımlılığının, savaşların, çevre kirliliğinin güncelliği, "şirket haberleri" ile öğrenemeyeceğimiz gerçeklerin yüze vuruluşu hayranlık verici. Navazish Ali Khan, Gurdev Singh ve Surge Singh destekli etnik yaylı çıkışlarının şarkıdaki coşkuyu ikiye katladığını da ekleyelim.

Bugün Robert Plant'in 70. doğum günü. Fate Of Nations çıktığında 45 yaşındaydı. Gitarist Kevin Scott Macmichael 2002 yılında akciğer kanserinden öldüğünde ise 51 yaşındaydı. İnsanlar yaşlansa da, ölüp gitseler de Fate Of Nations gibi albümler asla yaşlanmıyor. Müzisyen olmanın en havalı yönü bu ölümsüzlük aslında. Macmichael olağanüstü gitar melodileriyle Fate Of Nations'ın içinde yaşıyor. Plant artık Fate Of Nations'dan farklı karakterde albümler yapıyor. Zaten sürekli isimlerini zikrettiğimiz grubuyla yaptığı son albüm bu. Sonrasında farklı isimlerle yola devam etti. Yaklaşık bir yıl önce Carry Fire adında çok iyi bir albüm yaptı. Fate Of Nations'da sinyallerini verdiği o içsel, pastoral, çok kültürlü müzikal anlayışa daha fazla yöneldi. Fate Of Nations'ı kendi solo kariyerinde bir dönemi kapattığı için mükemmel bir veda albümü olarak görmüşümdür. Bir veda albümünde olması gereken efkara, yaz sonu günbatımı serinliğine, kısık gözlerle ufka bakan yeni umutlara, eriyen dünyanın yardım çağrılarına, güne, geceye, mevsimlere ithaf edilmiş gibidir. Onu tanımış, sevmiş olmakla övündüğümdür.

1. Calling to You
2. Down to the Sea
3. Come Into My Life
4. I Believe
5. 29 Palms
6. Memory Song (Hello, Hello)
7. If I Were a Carpenter
8. Colours of a Shade
9. Promised Land
10. The Greatest Gift
11. Great Spirit
12. Network News

10 Ağustos 2018 Cuma

Robert Plant - Manic Nirvana


Müzik marketlerin yeni çıkanlar raflarına bakarken yaşanılan heyecanın tarifi çok zordu. Ne internet, ne bir müzik programı, sadece 1-2 müzik dergisi vardı müzik dünyasından haber alabileceğiniz. Onlar da kim sansasyonel takılıyorsa ona yaslanan dergilerdi. Yani sevdiğiniz bir sanatçı veya grup yeni albüm yapmışsa bunu öğreneceğiniz ilk yer bu raflar olurdu. Adam gibi takip edemediğiniz için günün birinde bu raflarda R.E.M., Tom Petty veya Heart'ın yeni albümüne rastlamak olağanüstü bir duyguydu. Gerçi Stüdyo FM gibi az sayıdaki programdan yeni haberleri alıyor, bazen albüm habercisi yeni singleları ya da tüm albümü dinliyorduk. Ama ya kaçırdıysak? İşte o zaman o raflarda görüp kaptığımız jelatinli kaset, altın külçesinden farksız olurdu. Defalarca tattığım bu duygunun en unutulmazlarından biri de, eskisi kadar sık olmasa da hala vakit geçirdiğim Now and Zen'den iki yıl sonra birgün o rafta Manic Nirvana'yı görmüş olmamdı. Şimdi olsa çıkacağından iki ay önce haberimizin olacağı yeni Robert Plant albümünü bir anda karşınızda bulmanın şoku çok özel bir duyguydu.

Manic Nirvana'yı hep Plant kariyerinin yaramaz çocuğu gibi görmüşümdür. Teknoloji ile daha bir içli dışlı olması yanında, hırçınlığı, coşkusu, tutkusu yerli yerinde bir albümdür. Alternatif pop kafasıyla yazılmış alternatif rock şarkılarıdır sanki bunlar. Now and Zen kadrosundan sadece bas gitardaki Phil Scragg yerine Charlie Jones'u görüyoruz. Dört şarkının yazımına katkı sağlaması yanında, Jones'un bas konusunda taze kan getirdiği de çoğu şarkıda açıkça görülüyor. Dikkat çeken bir başka husus da, Now and Zen'de hiçbir şarkının yazımında bulunmamış davulcu Chris Blackwell'in, Manic Nirvana'nın altı şarkısında grupla beraber künyeye adını yazdırmış olması. Üstelik albüm genelinin en sağlam performanslarından biri de Blackwell'e ait. Phil Johnstone ve Doug Boyle çok formdalar. Plant zaten her türlü şahane. Yani kendi adıma ortada Now and Zen'i aşan bir albüm var diyebilirim. Gerçi çoğu yerde bu iki albümün aynı seviyede oldukları, ratinglerinin birbirine çok yakın olduğu görülüyor. Ne olursa olsun, ortada yine 90'lara sığmayan, şu dakika piyasaya çıksa kimsenin "bu ne iştir" diyemeyeceği bir albüm Manic Nirvana.

Fişek gibi bir açılış yapan Hurting Kind (I've Got My Eyes On You) ve daha onun etkisini atamadan gümbür gümbür biçimde adeta bu açılışı sürdüren Big Love, albümün liste başarısına sahip vitrindeki parçalarıydı aynı zamanda. S S S & Q, albümün bu istikrarını sürdüren, yenilikçi, seksi ve sert bir pop şarkısı. I Cried, sertliğini dizginleyen (kısa bir süreliğine dizginleri bırakan) epik bir rock. She Said aslında fena olmadığını fakat teknik fazlalıklarla biraz sunileştiğini ve kalıbına göre süresinin biraz fazla uzun tutulduğunu düşündüğüm bir başka ortak beste. Kaset formatında kimbilir kaç defa dinlediğim albümün A yüzünün kapanışı, en sıkı şarkılardan biri olan Nirvana ile yapılıyor. Blackwell ve Jones'un içten içe jam yaptıkları, Doug Boyle'un gitar müdahaleleriyle bu gücü kontrolsüz olmaktan koruduğu, Plant'in yine her şeyin merkezinde yer alan bilge vokalini istediği yöne çekebildiği Nirvana'nın ismiyle müsemma enerjisi, sanki önemli olan zirve değil, zirveye doğru katedilen yolun adrenalini demenin müzikte vücut bulmuş hali.


Kasetimizin B yüzü Plant, Blackwell ortak bestesi Tie Dye On The Highway ile başlıyor. Bu da şarkıdaki ritmin önemine işaret. Şarkının ortasına kadar drum machine kullanan Blackwell, ikinci yarıya bu makinenin ritmi üzerine bagetlerini çıkarıp Thor'un çekici gibi davula vuruyor adeta. Tie Dye On The Highway yapı itibariyle öyle kocaman bir şarkı ki, ancak böyle bir ritm organizasyonu onun altından kalkabilir. Hırçın gitarlar, Plant'in ön ve geri vokalleri, gerçek bir elektro rock. Your Ma Said You Cried In Your Sleep Last Night adlı şarkı ise orijinali 1961 yılında Kenny Dino adlı Amerikalı şarkıcıya ait bir cover. İnsan orijinalini de merak etmiyor değil. Gereksiz uzun ve marşı andıran yapısıyla Anniversary'yi bu albüme hiç yakıştıramamışımdır. Ama bu albüme acayip yakışan Plant, Boyle bestesi Liars Dance, bence gelmiş geçmiş en iyi akustik baladlardan biridir. Sadece Plant'in olağanüstü vokali ve Boyle'un olağanüstü akustik gitarıyla tek seferde kaydedilmiş olması muhtemel Liars Dance, bu kadar yoğun, elektrik ve enerji yüklü albüme son derece saf, içten, aynı zamanda iki buçuk dakikalık destansı bir denge sağlıyor.

Albümü kapatan Watching You, Plant, Johnstone, Blackwell bestesi. Watching You, Blackwell'in doğu ritimleri üzerine Johnstone'un epik çevre düzeniyle akan, ortalarında adının Siddi Makain Mushkin olması dışında hakkında hiçbir şey bulamadığım bir vokalin kısa bir alıntısının yer aldığı bir doğu-batı buluşması. Mushkin veya Kenny Dino gibi adamları nereden bulduğunu bilmesek de, Plant'in bu buluşmaları sevdiği sürpriz değil. Sadece bunları solo albümlerinde görmüyorduk. Kendini en fazla 94 tarihli No Quarter: Jimmy Page & Robert Plant Unledded adlı konser albümünde gösterecek bu tavır, birçok Led Zeppelin şarkısına da yansımıştı. Zeppelin demişken, Manic Nirvana'da çoğu şarkıda geçmişin etkilerine dair ikide bir aynı şeyleri söylememek adına genel bir değerlendirme yaparsak, Now and Zen'e göre daha fazla Zeppelinsel hareketler görürüz. Plant'in hem lirik, hem de müzik açısından bunları terk etmesi pek kolay değil... diye düşünürken üç sene sonra çıkacak olan ve bence Robert Plant'in en iyi solo albümü olan Fate Of Nations'ta bazı şeyleri terk ettiğini, onların yerine güçlü bir post-Zeppelin bilgeliği eklediğini ifade etmek gerek. Şayet Manic Nirvana, Plant kariyerinin yaramaz çocuğu ise, Fate Of Nations o çocuğun akıl hocası olabilir.

1. Hurting Kind (I've Got My Eyes on You)
2. Big Love
3. S S S & Q
4. I Cried
5. She Said
6. Nirvana
7. Tie Dye on the Highway
8. Anniversary
9. Liars Dance
10. Watching You

4 Ağustos 2018 Cumartesi

Robert Plant - Now and Zen


Robert Anthony Plant, 20 Ağustos 1948 yılında West Bromwich, Staffordshire, İngiltere'de bulunan Black Country kasabasında dünyaya geldi. Klişenin aksine ailesinde hiç müzisyen yoktu. Okulla arası iyi olmayınca 16 yaşında evi terk edip, çocukluktan beri içinde yatan müzisyen olma tutkusu için yollara düştü. Gruptan gruba, kasabadan kasabaya sürüklendi. Müzikten fazla para kazanamadığı için başka işlerde de çalışmışlığı vardı. 1968'e gelindiğinde müzikal kariyerinde çok iyi yerlere gelmiş, 66-68 yılları arasında adeta bir gitarist akademisi gibi olan Yardbirds'te gitar çalmış Jimmy Page ile tanıştı. Yardbirds sonrası yeni bir grup kurmak isteyen Page, önce solist olarak Terry Reid adlı bir vokalist ile anlaşmak üzereydi. Ama Reid (sonradan pişman olmuş mudur bilinmez) Robert Plant isimli bir çocuğu kendi yerine önerdi. Düzenlenen seçmelerde Jefferson Airplane'in muhteşem Somebody To Love şarkısını Page'in önünde söyleyen Plant, ilk başta iyi bir imaj bırakmamış. Page onu duyar duymaz nedense onda bir kişilik bozukluğu olduğu, beraber çalışmak için zor biri olabileceği fikrine kapılmış. Ama bir yandan da etkilenmiş.

Plant'ten dört yaş büyük olan Page, onunla hem müzikal, hem de kişisel olarak takılmak istemiş. Beraber çok iyi anlaştıklarını fark etmişler. Hemen eski blues şarkılarını elden geçirmişler. Plant, davulcu olarak John Bonham'ı önermiş. Daha sonra Page'in stüdyo müzisyenliği döneminden tanıdığı John Paul Jones da projeye dahil olmuş. İlk başta New Yardbirds gibi saçma bir isim tercihinde bulunsalar da, kısa sürede dünyanın en karizmatik grubuna dünyanın en karizmatik grup isimlerinden biri olacak Led Zeppelin'de karar kılmışlar. Böylece 1968'de Led Zeppelin efsanesi doğmuş. Ondan sonrası çok başka bir hikaye. Biz bu hikayenin çok sonrasına, Robert Plant solo albümleri kısmına odaklanacağız. Zira şarkılara kendi sözlerini yazmaya başladıktan sonra Led Zeppelin'in müzikal yönden bir efsane olmasının yanına felsefi bir kimlik de kazandırmış olması, en önemlisi de hard, heavy, blues, country rock gibi pekçok türde şarkı söyleyen solistlere sonsuz ilham kaynağı olan tarzı, onu rock müzik tanrıları arasına koymaya yetiyor. Üstelik Zeppelin fiziki ömrünü tamamladıktan sonra oluşan boşluğu en iyi kapatan, boşluk kapatmaktan ziyade, Zeppelin yolunda kendi personasını farklı boyutlara taşıyabilen bir bilge olması onu ayrı bir yere koyuyor.

Led Zeppelin ile tanışmam 80'lerdedir. Başyapıtlarına hala doyamam. 1988 tarihli Now and Zen ise dinlediğim ilk Plant solo albümüdür. Bir Zeppelin spin-off'u değildi beklentim ama beklediğimin de üzerinde çıkmış bir albümdür. Hele de önceki ömür törpüsü üç solosundan sonra. Üzerinde Robert Plant ismini taşımayı hiç hak etmeyen bu rezalet üç albüm, hep iyi örnekleriyle hatırlamak istediğim 80'ler new wave türünün en ruhsuz örnekleriyle doludur. Şayet Plant sololarına bunlarla başlasaydım Now and Zen ile hiç işim olmazdı. Yeni bir grup, yeni bir perspektif anlayışıyla yapılan, organik enstrümanlar yanında zamanın teknolojilerinin ve yaratıcı fikirlerinin de uygulandığı Now and Zen nihayet Plant'in şanına yakışır bir rock albümü olarak 88 yılının çok ilerisindedir. Şarkıların çoğunu Plant ile keyboard ve programming sorumlusu Phil Johnston'un birlikte yazdıkları Now and Zen şarkıları, o iyi örnekleriyle hatırladığım 80'ler new wave lezzetinden kaliteli izler taşıdığı gibi, belki de Zeppelin ruhunun solo bir bünyeden saçabildiği kadar ışık saçan ilk Plant şarkılarıydı.


Heaven Knows'u radyoda her duyduğumda nasıl paralize olduğumu bir ben bilirim. Yıllar sonra şarkıdaki gitar solonun Jimmy Page tarafından atıldığını öğrenmemle şaşırmam bir olmuştu. Tam bir açılış şarkısı olan Heaven Knows'un ardından aksak ritmi, geri vokalleri, gitar ve keyboard numaraları ile Dance On My Own, peşinden yine Page'in gitar solo döşediği ilginç Tall Cool One geliyor. İlginçliği o ana dek yapılmış hiçbir Plant şarkısına benzememesinden kaynaklı. Yerinde duramayan bir rock'n roll olması yanında davul programlaması ve Whole Lotta Love, Dazed and Confused, Black Dog, Custard Pie, The Ocean gibi Zeppelin bombalarından kısa sample'lar içermesi bu yeni Robert Plant soundu ile çok iyi anlaşacağımın sinyalleriydi o yıllarda. The Way I Feel'in new wave'e çalan pop rock duruşu da bu yeniliklerin yanında hiç demode durmuyordu. Kasetin A yüzü dolu dolu biterken, B yüzü için tereddüt de kalmıyordu benim için.

Kim ne derse desin Now and Zen'in en iyi şarkısı bence Helen Of Troy'dur. Belki de bana en fazla Led Zeppelin tadı veren, ama bu tadı yeni Plant tarzı ile sarıp sarmalayarak veren olağanüstü bir şarkıdır. Chris Blackwell'in mükemmel davul enerjisi, inanılmaz bir gitar riffi, tutkulu bir nakarat, onun hemen öncesindeki ferahlatan kısa girizgah, ele avuca sığmayan Helen Of Troy'un adeta bir ödül olduğunu düşündürdü her seferinde. Enerjik, sevimli, dengeli bir rock'n roll olan Billy's Revenge'i takiben gelen Ship Of Fools da ayrı bir efsanedir. Albümün en iyi şarkısı olarak Helen Of Troy'u saymayanlar kesinlikle Ship Of Fools'u sayarlar. 80'lerin bitişine, yazın bitişine kusursuz bir ağıttır sanki. Plant'in ne kadar iyi bir şarkı yazarı olduğunu üç adet solo albümde göremeyiz. Fakat tek başına Now and Zen'in içinde arka arkaya böyle tokatlanırız. Saf bir new wave dokunuşu olan Why ve sanki bir sonraki Plant albümü olacak Manic Nirvana'nın ayak seslerini duyuran White, Clean And Neat ile albüm sona erer. (CD sürümünde bonus olarak Walking Towards Paradise kapanışta yer alır ki, bence daha isabetlidir.)

En iyi Led Zeppelin albümü hangisidir sorusuna asla tek bir isim veremem kendi adıma. En iyi Robert Plant albümü için ise tek bir cevabım vardır. O cevap Now and Zen değil. Lakin en iyilerden biri olduğu kesin. Bir kere Helen Of Troy ve Ship Of Fools'u taşıdığı için çok kıymetlidir. Ama en önemlisi, üç kötü solo albümden sonra Robert Plant efsanesinin küllerinden doğduğu yeni bir başlangıçtır. Modern sound içine sızmış olan geleneklerden de bolca esintiler görebiliriz. O geleneklerin çoğunu zaten Led Zeppelin icat etmişti. Plant'in bu kalıpları birebir alarak zangır zangır hard rock şarkıları yazmak yerine, onları tutkuyla bağlı olduğu pop rock, rock'n roll ve new wave ekseninde değerlendirmek istemesi çok değerli. Böylece müzik dünyası herkesin tanıdığı bir efsaneden başka bir müzisyen daha çıkmasını kutlayacaktı. Now and Zen'in ticari başarısı, kalitesi ve teknoloji ile kurduğu bağ Plant'i daha da şevklendirecek, iki yıl sonrasında yine içinde çok acayip olayların döndüğü Manic Nirvana ile solo takılmanın tadını çıkaracaktı.

1. Heaven Knows
2. Dance on My Own
3. Tall Cool One
4. The Way I Feel
5. Helen of Troy
6. Billy's Revenge
7. Ship of Fools
8. Why
9. White, Clean and Neat
10. Walking Towards Paradise