Robert Anthony Plant, 20 Ağustos 1948 yılında West Bromwich, Staffordshire, İngiltere'de bulunan Black Country kasabasında dünyaya geldi. Klişenin aksine ailesinde hiç müzisyen yoktu. Okulla arası iyi olmayınca 16 yaşında evi terk edip, çocukluktan beri içinde yatan müzisyen olma tutkusu için yollara düştü. Gruptan gruba, kasabadan kasabaya sürüklendi. Müzikten fazla para kazanamadığı için başka işlerde de çalışmışlığı vardı. 1968'e gelindiğinde müzikal kariyerinde çok iyi yerlere gelmiş, 66-68 yılları arasında adeta bir gitarist akademisi gibi olan Yardbirds'te gitar çalmış Jimmy Page ile tanıştı. Yardbirds sonrası yeni bir grup kurmak isteyen Page, önce solist olarak Terry Reid adlı bir vokalist ile anlaşmak üzereydi. Ama Reid (sonradan pişman olmuş mudur bilinmez) Robert Plant isimli bir çocuğu kendi yerine önerdi. Düzenlenen seçmelerde Jefferson Airplane'in muhteşem Somebody To Love şarkısını Page'in önünde söyleyen Plant, ilk başta iyi bir imaj bırakmamış. Page onu duyar duymaz nedense onda bir kişilik bozukluğu olduğu, beraber çalışmak için zor biri olabileceği fikrine kapılmış. Ama bir yandan da etkilenmiş.
Plant'ten dört yaş büyük olan Page, onunla hem müzikal, hem de kişisel olarak takılmak istemiş. Beraber çok iyi anlaştıklarını fark etmişler. Hemen eski blues şarkılarını elden geçirmişler. Plant, davulcu olarak John Bonham'ı önermiş. Daha sonra Page'in stüdyo müzisyenliği döneminden tanıdığı John Paul Jones da projeye dahil olmuş. İlk başta New Yardbirds gibi saçma bir isim tercihinde bulunsalar da, kısa sürede dünyanın en karizmatik grubuna dünyanın en karizmatik grup isimlerinden biri olacak Led Zeppelin'de karar kılmışlar. Böylece 1968'de Led Zeppelin efsanesi doğmuş. Ondan sonrası çok başka bir hikaye. Biz bu hikayenin çok sonrasına, Robert Plant solo albümleri kısmına odaklanacağız. Zira şarkılara kendi sözlerini yazmaya başladıktan sonra Led Zeppelin'in müzikal yönden bir efsane olmasının yanına felsefi bir kimlik de kazandırmış olması, en önemlisi de hard, heavy, blues, country rock gibi pekçok türde şarkı söyleyen solistlere sonsuz ilham kaynağı olan tarzı, onu rock müzik tanrıları arasına koymaya yetiyor. Üstelik Zeppelin fiziki ömrünü tamamladıktan sonra oluşan boşluğu en iyi kapatan, boşluk kapatmaktan ziyade, Zeppelin yolunda kendi personasını farklı boyutlara taşıyabilen bir bilge olması onu ayrı bir yere koyuyor.
Led Zeppelin ile tanışmam 80'lerdedir. Başyapıtlarına hala doyamam. 1988 tarihli Now and Zen ise dinlediğim ilk Plant solo albümüdür. Bir Zeppelin spin-off'u değildi beklentim ama beklediğimin de üzerinde çıkmış bir albümdür. Hele de önceki ömür törpüsü üç solosundan sonra. Üzerinde Robert Plant ismini taşımayı hiç hak etmeyen bu rezalet üç albüm, hep iyi örnekleriyle hatırlamak istediğim 80'ler new wave türünün en ruhsuz örnekleriyle doludur. Şayet Plant sololarına bunlarla başlasaydım Now and Zen ile hiç işim olmazdı. Yeni bir grup, yeni bir perspektif anlayışıyla yapılan, organik enstrümanlar yanında zamanın teknolojilerinin ve yaratıcı fikirlerinin de uygulandığı Now and Zen nihayet Plant'in şanına yakışır bir rock albümü olarak 88 yılının çok ilerisindedir. Şarkıların çoğunu Plant ile keyboard ve programming sorumlusu Phil Johnston'un birlikte yazdıkları Now and Zen şarkıları, o iyi örnekleriyle hatırladığım 80'ler new wave lezzetinden kaliteli izler taşıdığı gibi, belki de Zeppelin ruhunun solo bir bünyeden saçabildiği kadar ışık saçan ilk Plant şarkılarıydı.
Kim ne derse desin Now and Zen'in en iyi şarkısı bence Helen Of Troy'dur. Belki de bana en fazla Led Zeppelin tadı veren, ama bu tadı yeni Plant tarzı ile sarıp sarmalayarak veren olağanüstü bir şarkıdır. Chris Blackwell'in mükemmel davul enerjisi, inanılmaz bir gitar riffi, tutkulu bir nakarat, onun hemen öncesindeki ferahlatan kısa girizgah, ele avuca sığmayan Helen Of Troy'un adeta bir ödül olduğunu düşündürdü her seferinde. Enerjik, sevimli, dengeli bir rock'n roll olan Billy's Revenge'i takiben gelen Ship Of Fools da ayrı bir efsanedir. Albümün en iyi şarkısı olarak Helen Of Troy'u saymayanlar kesinlikle Ship Of Fools'u sayarlar. 80'lerin bitişine, yazın bitişine kusursuz bir ağıttır sanki. Plant'in ne kadar iyi bir şarkı yazarı olduğunu üç adet solo albümde göremeyiz. Fakat tek başına Now and Zen'in içinde arka arkaya böyle tokatlanırız. Saf bir new wave dokunuşu olan Why ve sanki bir sonraki Plant albümü olacak Manic Nirvana'nın ayak seslerini duyuran White, Clean And Neat ile albüm sona erer. (CD sürümünde bonus olarak Walking Towards Paradise kapanışta yer alır ki, bence daha isabetlidir.)
En iyi Led Zeppelin albümü hangisidir sorusuna asla tek bir isim veremem kendi adıma. En iyi Robert Plant albümü için ise tek bir cevabım vardır. O cevap Now and Zen değil. Lakin en iyilerden biri olduğu kesin. Bir kere Helen Of Troy ve Ship Of Fools'u taşıdığı için çok kıymetlidir. Ama en önemlisi, üç kötü solo albümden sonra Robert Plant efsanesinin küllerinden doğduğu yeni bir başlangıçtır. Modern sound içine sızmış olan geleneklerden de bolca esintiler görebiliriz. O geleneklerin çoğunu zaten Led Zeppelin icat etmişti. Plant'in bu kalıpları birebir alarak zangır zangır hard rock şarkıları yazmak yerine, onları tutkuyla bağlı olduğu pop rock, rock'n roll ve new wave ekseninde değerlendirmek istemesi çok değerli. Böylece müzik dünyası herkesin tanıdığı bir efsaneden başka bir müzisyen daha çıkmasını kutlayacaktı. Now and Zen'in ticari başarısı, kalitesi ve teknoloji ile kurduğu bağ Plant'i daha da şevklendirecek, iki yıl sonrasında yine içinde çok acayip olayların döndüğü Manic Nirvana ile solo takılmanın tadını çıkaracaktı.
1. Heaven Knows
2. Dance on My Own
3. Tall Cool One
4. The Way I Feel
5. Helen of Troy
6. Billy's Revenge
7. Ship of Fools
8. Why
9. White, Clean and Neat
10. Walking Towards Paradise
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder