Jon Anderson, 1979'da ayrıldığı
Yes'e 1983'te geri döndü. Onunla beraber
Tony Kaye de dönüş yaptı.
Trevor Rabin de o yıl gruba katıldı. Zaten
Yes çatısı altında olan
Chris Squire ve
Alan White ile birlikte
Jon Anderson (vokal),
Trevor Rabin (gitar, keyboard, geri vokal),
Chris Squire (bas gitar, geri vokal),
Tony Kaye (keyboard),
Alan White (davul, perküsyon) olarak son şeklini alan kadro
90125 (1983) ve
Big Generator (1987) albümleriyle grubun en fazla ticari başarı elde ettiği iki albüme imza attı. Ama
Yes dediğimiz oluşum, 1968'den bu yana büyük bir progressive rock okulu gibi olduğundan, başka büyük müzisyenlerin de mesai harcadığı bir yerdi.
Jon Anderson, bu iki albümden sonra gruptan ayrılıp o okulun diğer hocaları olan eski
Yesçiler
Steve Howe (gitar),
Rick Wakeman (keyboard) ve
Bill Bruford (davul) ile
Anderson Bruford Wakeman Howe (
ABWH) grubunu kurdu, yanına basçı
Tony Levin'i de alarak aynı isimle 1989 tarihli bir albüm bile yaptılar. 1990'da
ABWH ve
Levin ikinci albüm için çalışmaya başladılar. Ne var ki ticari başarının tadını alan,
ABWH projesine de bir türlü ısınamayan plak şirketi Arista onlardan
Yes tarzı radyo hitleri bekliyordu.
Anderson'ın
Yes'i ortada bırakıp eski
Yes tayfasıyla başka şeyler yapmasının kimseye pek bir faydası olmadı açıkçası.
ABWH'un birkaç bitmiş şarkısına vokallerini eklemek için Los Angeles'a giden
Anderson, orada
Trevor Rabin ile buluştu. Bu buluşma, herkes için çok önemli şeylerin temelini de atacak bir buluşmaydı.
Yes'in üzerinde çalıştığı şarkıları dinleyen
Anderson,
Rabin'e o şarkılara vokal yapmayı önerdi. Karşılığında da ondan
ABWH için hit bir şarkı istedi. "
O dönem tek ihtiyaçları iyi bir tekliydi" diyen, 80'lerde nice
Yes hiti çıkarmış
Rabin, dostunu kırmadı ve aralarında efsane
Lift Me Up'ın da yer aldığı üç adet demoyu
Anderson'a dinletti. Ama bunlardan sadece birini verebileceğini, diğerlerini
Yes albümü için kullanacağını söyledi. Ama üçünü de isteyen
Anderson,
Yes ve
ABWH kurmaylarının da araya girmesiyle tarihi bir karar aldılar: İki grup, olması gerektiği gibi
Yes bayrağı altında birleşecek, sekiz kişilik dâhiler ordusu olarak materyallerini ortak bir havuzda toplayıp albüm yapacak, adını da
Union (Birleşme) koyacaklardı. Ama bu bir anda olacak bir şey değildi. Başlangıçta
ABWH'un yeni kurulmuş ve geliştirilmesi gereken bir grup olduğunu savunarak bu birleşmeye karşı duran
Bruford ve
Howe, uzun uğraşlar sonunda ikna edildiler. Arista da iki grubun birleşme kararına yeşil ışık yaktı. Bu birleşme, yasal hakların korunup kollanması, adil paylaşım, telifler derken 90 sayfalık bir kontrata bağlandı. "
Hepimiz bir an önce yollara düşmek istiyorduk. En hızlı yolu da buydu" diye bu birleşmeyi özetleyen
Rabin,
Anderson ile birlikte
Union'ın hayata geçirilmesinde büyük pay sahibiydi.
Jon Anderson - Trevor Rabin
ABWH'un kendi için düşündüğü 10 şarkı, en alttaki şarkı listesindeki numaralarıyla 1, 2, 3, 5, 8, 10, 11, 12, 13, 14 şeklindeydi ve bunları beş farklı stüdyoda kaydetmişlerdi. Geri kalan dört şarkı olan
Lift Me Up,
Saving My Heart,
Miracle Of Life ve
The More We Live - Let Go ise
Yes'in yazıp üç ayda kaydettiği şarkılardı ki bana göre ilk üçü albümün lokomotif şarkılarıdır. Bu şarkıların ortak bir platform için yeniden elden geçirilmesi esnasında epey sorun yaşandı. Albüm baş yapımcısı
Jonathan Elias birçok kez zor durumda kaldı. Özellikle
Anderson ve
Howe arasındaki gerilim o kadar fazlaydı ki,
Howe ve
Wakeman kendi bölümleri için diğerlerinden ayrı stüdyoya girip çalıyorlardı.
Anderson ve
Elias ise onların çaldıkları bölümleri beğenmiyor, başka stüdyo müzisyenleriyle bu bölümleri tekrar pratik yapıyorlardı.
Howe ve
Wakeman, kendileri yerine getirilen stüdyo müzisyenlerinin bu pratiklerini beğenmeyip aşağılıyorlardı. Öte yandan
Elias albüm soundunun
90125 gibi olmasını isterken,
Anderson soundun mümkün olduğunca
90125'ten uzak olması gerektiğini savunuyordu. Bu kadar soruna ve itişmeye rağmen 30 Nisan 1991'de
Union piyasaya sürüldü. Sırasıyla
Lift Me Up,
Saving My Heart ve
I Would Have Waited Forever olarak üç tekli çıkarılan albüm yine iyi bir ticari başarı elde etti.
Gelelim
Union şarkılarına. Açılışı yapan
I Would Have Waited Forever,
Elias'ın tarif ettiği üzere önceki ve sonraki
Yes stilini temsil eden harika bir başlangıç. Direkt nakarat kısmıyla başlayan, sonrasında sanki o kısımla birlikte başka bir şarkıyı iç içe geçirmiş gibi duran, tekrar nakarata geçtiğinde yine tüyleri diken diken eden harika bir başlangıç.
Steve Howe, şarkıda kullandığı riffi yine 1991 tarihli solo albümü
Turbulance'da yer alan
Sensitive Chaos şarkısında da kullanmış. Ardından buldozer gibi
Shock To The System geliyor ki, bana göre belki de
Yes'in 90'ların başında modernize oluşunun en bariz örneklerinden birisidir kendisi. Ama o buldozerin derinlerinde öyle güçlü bir ruh da saklı ki, bunu sağlayan
Howe ve
Rabin'in olağanüstü gitar süslemeleri ve
Anderson'ın orkestra şefi edasındaki incecik vokali. 2:16 uzunluğunda
Howe bestesi tek akustik gitarlı enstrümantal
Masquerade,
Howe'un kendi ev stüdyosunda 15 dakikada kaydettiği nefis bir ara taksim. Şarkı ayrıca En İyi Enstrümantal Rock Performansı dalında Grammy adaylığı da kazanmış. Biraz da
Lift Me Up'a yol yapan naif bir giriş gibi olmuş.
Rabin,
Squire,
White,
Kaye ortak bestesi
Lift Me Up, bu birleşmenin en kutsal anlarından biri. Yoğun, diri, hüzünlü, sert, kocaman bir şey.
Rabin'in
Union içinde vokali ve gitarıyla dizginleri eline aldığı ilk şarkı. Ona göre
Lift Me Up, lavaboyu kullanmak için bir restorana giren ama içerdekilerin çıkmasını istediği bir evsiz hakkındaymış. Oysa dinleyince o adamın Tanrı olabileceğini çağrıştıran muhteşem bir masal.
Steve Howe - Rick Wakeman
Ağırlığı
Elias'ta olan
Without Hope You Cannot Start The Day, taslak olarak
Elias tarafından
Wakeman'a keyboard eklemesi için gönderilmiş, ama
Anderson ve
Elias,
Wakeman'ın yorumunu pek beğenmemiş.
Elias, basit ve nazik bir şey istemiş ama
Wakeman ona
Rachmaninoff piyano konçertosu gibi bir şey tasarlamış. Sonuçta ortaya
Elias'ın istediği gibi bir parça çıkmış. Şarkının asıl dikkat çeken yönü,
Anderson'ın sanki epik bir masal anlatır gibi seslendirdiği, arada çift vokaliyle süslediği tekniği. Albümü yıllarca kaset formatında dinlediğim için, A yüzünün kapanışında yer alan
Saving My Heart'ı hep şahane bir kapanış şarkısı olarak gördüm.
Rabin'in tek başına yazdığı şarkıyı, ilk başta ona (nedense)
Owner Of A Lonely Heart'ı anımsattığı için albüme koymak istememiş. Ama içerdiği pop ve reggae etkileriyle albümün en renkli anlarından biri olmuş
Saving My Heart.
Anderson sahip çıkmasa
Rabin belki albüme koymayacakmış bile. Buna rağmen
Rabin şarkının son halinden pek memnun kalmamış. Artık bundan öte nasıl bir şey bekliyorsa abimiz. Ve böylece albümün ilk yüzünü bitirmiş oluyoruz. Bana göre bu ilk yüz,
Union'ın kalitesinin %70'ini oluşturmakta. Tabii B yüzünü kötü göstermek gibi bir niyetim yok. Fakat ağır topların çoğu A yüzünde inanılmaz bir enerji birikimi yaratınca B yüzünü bu enerjiyi destekleyici nitelikte gördüm çoğu zaman.
Albümün o ağır toplarından biri B yüzünü açan
Rabin ve
Mark Mancina ortak bestesi
Miracle Of Life...
Mancina kim derseniz, kendisi Amerikalı besteci, aranjör, yapımcı, aynı zamanda
Hans Zimmer'ın film müzikleri şirketi olan Media Ventures'un veteranlarından biri. 60'ın üzerinde film ve dizinin müziklerini yapmış, ödüller kazanmış ve
Trevor Rabin'in de bu mecraya dahil olmasında katkıları olan bir müzisyen. Şarkıyı yine tek tabanca yazıp, bu kez dostunun da yardımını isteyince ortaya harikulade
Miracle Of Life çıkmış. Yedi buçuk dakikalık şarkı, olağanüstü bir 2 dakika 20 saniye ile başlıyor ve bu süre sonunda şarkı başka bir perspektife dönüp oradan sanki başka bir parça gibi devam ediyor. Ama o olağanüstülüğü aynen devam ediyor. Bir ara ayrı ayrı şeyler yapan üç farklı gitar tonunu aynı anda duyup çarpılıyorsunuz.
Rabin, Danimarka'da katledilen yunuslarla ilgili bir haber bülteninden etkilenip tutkuyla sözlerini yazdığı
Miracle Of Life'ı protest bir şarkı olarak tanımlıyor. Hayatın mucizelerinden biri olan yunuslar için gayet anlamlı. Bir efsaneye göre zor beğenen
Steve Howe da şarkı için "very good" yorumunu yapmış.
Howe'un özellikle gitar bölümlerini beğendiği bir başka şarkı olan
Silent Talking, yine
Howe'un solosu
Turbulance'da yer alan bir riff içeriyor.
The More We Live - Let Go ise grup üyeleri
Squire,
White,
Kaye ile birlikte
Billy Sherwood'a ait. Amerikalı müzisyen, yapımcı, ses mühendisi olan
Sherwood, kariyerinde
Toto,
Air Supply,
Asia,
Paul Rodgers ve daha pek çok progressive rock/AOR gruplarıyla çalışmış bilge bir insan. Muhtelif yıllar
Yes'in orijinal kadrosuna dahil olmuş, ama
Union'da sadece bu şarkıda hem yazıma katkıda bulunmuş, hem de keyboard, gitar ve bas çalmış, geri vokal yapmış. Epik havasıyla büyüleyen,
Let Go kısmında pik yapan bir başka progressive canavarı.
Anderson,
Wakeman,
Elias bestesi
Angkor Wat, adını Kamboçya'daki bir tapınaktan alan, finalinde
Pauline Cheng'in bir Kamboçya şiiri okuduğu ambient sularında yüzen bir parça.
Rick Wakeman'ın keyboard dokunuşlarından, mistik seslerden örerek kurduğu atmosfer muazzam.
Dangerous (Look in The Light Of What You're Searching For) ve
Holding On bir anda bu atmosferi dağıtıp dinleyeni maceradan maceraya sürüklüyor.
Bruford ve
Levin'in
ABWH turu esnasında yaptıkları davul ve bas düetinde buldukları 50 saniyelik
Evensong ile süren albüm,
The More We Live – Let Go ve
Angkor Wat'ın birlikteliğinden kopmuş bir parça gibi duran
Take The Water To The Mountain ile sonlanıyor. Aslında Avrupa ve Japonya baskılarında
Give & Take adlı şen şakrak bir finalle bitiyor. Bittiğinde ise sanki epik bir film izlemişçesine bir yoğunlukla kalıyorum her zaman. Bu kadar uzun uzun anlattığım bu birleşme hikayesini bir belgesel olarak anlatmayı o kadar isterdim ki. Ama sadece bu
Union süreci ile ilgili olacak şekilde. Röportajlar, arşiv görüntüleri, stüdyo süreci, grup içi çekişmelerin ve tatlıya bağlamaların birbirini izlediği dramatik bir kurgu ve tabii
Union şarkılarından oluşan mükemmel bir soundtrack. Zira bu albümde bir tarih yatıyor. Sekiz adam (ve onların dışında
Yes için uzun mesailer harcamış başkaları), sanki son bir soygun için bir araya gelmişler gibi öyle bir albüm yapmışlar ki, her dakikası ders niteliğinde, her dakikası başka bir evrene açılan kapılardan, pencerelerden oluşan, "I would have waited forever" diyebileceğim bir rock operası. Bir "miracle of life"...
1. I Would Have Waited Forever
2. Shock to the System
3. Masquerade
4. Lift Me Up
5. Without Hope You Cannot Start the Day
6. Saving My Heart
7. Miracle of Life
8. Silent Talking
9. The More We Live - Let Go
10. Angkor Wat
11. Dangerous (Look in the Light of What You're Searching For)
12. Holding ON
13. Evensong
14. Take the Water to the Mountain
15. Give & Take