16 Ekim 2025 Perşembe

Morgan James - Soul Remains The Same


Morgan James, Amerikalı bir soul-jazz, blue-eyed soul şarkıcısı. Son albümüne kadar kendisinden hiç haberimin olmadığı çok albümlü isimler kulübünün yeni üyesi. Kendisinden haberim olması için:

1. 1 veya 2 şarkısına bir yerlerde denk gelip çok beğenmiş olmak,
2. Albüm kapağına bayılmak,
3. Cover albümle karşılaşmak,

gibi kriterlerim oluyor genelde. Morgan James, 3. maddeden dolayı radarıma girdi. Soul müziği zaten seviyorum. Bir de üstüne şarkı listesinde Sad But True, Is This Love, Cult Of Personality ve başka tanıdık isimler görünce Soul Remains The Same adını taşıyan albümünün bir cover işi olduğu ortaya çıktı. Üstelik grunge, hard rock, alternative rock şarkılarının soul, funk ve pop caz yorumları bunlar. Daha önce ikonik rock şarkılarını farklı türlere (daha sakin türlere diyelim) uyarlayan cover albümlere de bayılmıştım. Mesela İsveçli Sofia'nın Search & Destroy: A Punk Lounge Experience (2017) ve yine İsveçli Hellsongs grubunun 2008'de çıkan Hymns In The Key Of 666 (hatta orada da bir Thunderstruck yorumu var) adlı albümleri hala dönüş yaptığım işlerdendir. Cover kolay bir üretkenlik biçimi. Üretkenlik bile sayılmaması gereken, orijinalinin neredeyse aynısı bir dolu şarkı/albüm var. Ama Sofia gibi, Sue Ellen gibi, Morgan James gibi şarkıcıların kendi tarzlarından çok farklı şarkıları yeniden yorumlarken üretkenlik sayılabilecek, onları heyecan verici başka şekillere sokabilecek arayışlar içinde olmaları, onlara başka bir ruh katmak istemeleri takdire şayan. Bu açıdan bakınca pek de kolay sayılmaz.

Angus Young'ın arı kovanından çıkma gitarıyla çaldığı Thunderstruck'ın o meşhur gitar girişini, bu albümde hammond organ üstlenmiş. İyi bir cover albüm nasıl açılış yapmalıysa öyle yapmış Morgan James. En son The Metallica Blacklist adlı cover albümde Jason Isbell & The 400 Unit grubunun şahane yorumuyla dinlediğimiz Sad But True, burada da şahane bir funk rock'a dönüşmüş. Zaten bazı şarkıların kötü coverlanması zor oluyor. Şarkı, onu yorumlayanı coverlıyor adeta. Gitar soloda sanki Kirk Hammett stüdyoya uğramış, soloyu atıp kaçmış gibi hayal ettim. Orijinali de funk rock olan Cult Of Personality'nin daha soul bir funk rock şeklinde icra edilişine de bayıldım. Rahmetli Ozzy Osbourne'un 1981 yılına ait Diary Of A Madman albümündeki Flying High Again ise tanınmayacak halde nefis bir soul funk olmuş çıkmış. Smashing Pumpkins'in nadir iyi şarkılarından olduğunu düşündüğüm Tonight Tonight ise, 80'ler keyboard balladlarından birine çevrilmiş, şarkıya bambaşka bir açıdan bakmayı mümkün kılmış etkileyici coverlardan bir diğeri. Söyleyenin ayağını yerden kestiğini düşündüğüm bir başka şarkı olan Is This Love, aslında birinci sınıf bir soul şarkısıymış da, Whitesnake onu yorumlamış gibi müthiş bir duyguyla James tarafından sahiplenilmiş. Ara sıra bazı şarkıları, ince beline sarılıp dans ettiğimiz, aromalı sabun kokusunu içimize çekerken kendimizden geçtiğimiz kadınlara benzettığimiz olur. (Yani bana oluyor!) Is This Love'ın bu yorumu işte tam onlardan biri.


Bu albüme Pearl Jam'den hangi şarkı konmalı diye sorulsa söyleyeceğim üç adaydan biri mutlaka Better Man olurdu. (Hadi diğer ikisi de Black ve Nothingman olsun.) James o billur gibi sesiyle Better Man'i öyle dingin ve tutkulu bir biçimde söylüyor, grubu da o kadar dengeli bir pop/soul/caz ile anı güzelleştiriyor ki, albümün birkaç zirvesinden birine daha ulaşıyor, mest oluyoruz. Nine Inch Nails'in Something I Can Never Have'inden neo soul karizması çıkarmak da fena fikir değil. Albümde farklı olmasını istediğim sadece iki şey var. Stone Temple Pilots'dan ilk tercihim Plush olmazdı sanırım. Creep'i veya Interstate Love Song'u James'in sesinden duymak isterdim. The Day I Tried To Live'e de saygı duymakla beraber, orijinaliyle de beni yoran bir şarkı olmuştur. Olay Soundgarden olunca cover seçenekleri hepsinden daha fazla oluyor benim için. En bariz ihtimal olan Black Hole Sun demeyeceğim. Switch Opens'dan yine çok iyi bir neo soul çıkabilirdi mesela. Burden In My Hand, My Wave, hatta Spoonman'den bile çok acayip funk rock/soul funk ihtimaller düşünülebilirdi. Yani her cover albümden sonra aklımıza gelen bazı dilek ve temenniler. Morgan James'in tecrübe saçan blue-eyed soul sesi ve artık o enfes uyarlamalar kime aitse onların yaratıcılıkları her cover sever tarafından mutlaka dinlenmeli. Bu tür üzerinden bir cover albüm yapılacaksa da Soul Remains The Same müfredata konmalı.

1. Thunderstruck (AC/DC)
2. Plush (Stone Temple Pilots)
3. Sad But True (Metallica)
4. The Day I Tried to Live (Soundgarden)
5. Cult of Personality (Living Colour)
6. Is This Love (Whitesnake)
7. Something I Can Never Have (Nine Inch Nails)
8. Better Man (Pearl Jam)
9. Flying High Again (Ozzy Osbourne)
10. Tonight, Tonight (Smashing Pumpkins)

10 Ekim 2025 Cuma

Orbit Culture - Death Above Life

 
2013'te Eksjö/İsveç'te kurulup günümüze kadar ufak tefek yol kazalarıyla da olsa gelebilen melodic death metal, groove metal dörtlüsü Orbit Culture, 5. albüm Death Above Life ile tanıdığım bir grup. İyi ki de tanımışım. Death metal'in kanatları altında, groove, power, nu, progressive, technical ne varsa üstümüze salmışlar. O kanatlar bu metal türlerini öyle bir kuşatmış ki, hepsi o death ruhunun sadık hizmetçileri gibi Orbit Culture müziğinin metal eklektiğine katkı sağlamışlar. Grubun vokalisti, ritm gitaristi, şarkı yazarı Niklas Karlsson ve 750 sayfalık bir romanın karakterlerinden birinin adı gibi tınlayan ex-gitarist Maximilian Zinsmeister tarafından, her ikisi de 17 yaşındayken kurulan Orbit Culture, aynı zamanda başka bir yerel grupta da çalan Zinsmeister'ın bir davulcu ayarlaması, sonra da bir basçının katılımıyla şekillendi. Bir EP ile başlayan yolculuk, albümler, konserler, olaylar, ayrılıklar, yeni katılımlar şeklinde günümüze kadar geldi. Grubun tek sabit üyesi, haliyle de lideri Karlsson bu "kültürü" 12 senedir canlı tutuyor. Artık nasıl bir disiplin uyguluyorsa, 2016'da gruba dahil olan lead ve bas gitaristlerle hala birlikte. 2018'de de davulcu yenilemiş. Eskilerle yeniler arasında nasıl bir fark olduğunu, grubun pozitif mi yoksa negatif mi yönde ilerlediğini yorumlayabilecek durumda değilim. 2025'ten bakınca çok iyi bir albüm görüyorum sadece.

Albümü açan Inferma, death metal ile progressive metal'in birlikteliğinden doğan progressive death metal'in gücünü yansıtan taş gibi bir şarkı. Ona taş dediysek hemen peşinden gelen Bloodhound'a ne diyeceğiz? Bloodhound gerçek bir panzer, asla yumuşamıyor, taviz vermiyor. Bazı şarkılar melodik ve brutal vokallerle karışık ilerlerken Bloodhound, Niklas Karlsson'un brutalde daha iyi olduğunu düşündürdü bana. Melodik takıldığı bazı anlarda klişe nu metal vokallerini andırmıyor değil. Albümün bütün şarkılarını yazdığı, sertliği iyi kontrol ettiği, vokal tasarımlarını ustaca dengeleyip seslendirdiği için bu nu metal iticiliğini görmezden gelebilirim. Nu metal karşıtı olduğum anlaşılmasın. Sadece birkaç istisna dışında bana fazla Amerikan gelen bir tür olmuştur. Albüme dönersek, Hydra, Metallica'nın 80'ler trash vokallerini anımsatan nakarat aurası, power metal ile temasta kurduğu sertlik dozuyla gözüme girdi. Death Above Life ve The Storm, technical death dokunuşlarını iyice belirginleştiren ve yine melodik vokali bir kenara bırakarak brutal takılan diğer iki şarkı. Haliyle benim için albümün en iyilerinden, lokomotiflerinden. Gerçi böyle groove kalibresi yüksek bir albümdeki şarkılardan lokomotif şarkı seçmek mantıksız görünebilir. Ancak adını zikrettiklerim o lokomotifliği kaliteli şarkı yazma ve uygulama açısından tepeye ulaştırmış işler.

Neural Collapse ile son bir kez duvardan duvara fırlatıldıktan sonra kapanıştaki The Path I Walk'ın akustik girişli, biraz da albümün karakterine pek uymadığını düşündüğüm o "fazla Amerkan" ya da "fazla Avrupalı" çağrışımlara maruz kalıyorum. Bana fazlalık gibi geliyor. Bence Neural Collapse bir kapanış için şahane bir seçim olurdu. The Path I Walk düşman olunacak bir şarkı değil elbette. Ama kendi kafamda şekillendirdiğim Orbit Culture karakterinin o agresif, enerjik, dramatik parametrelerine bir yerlerden uymayan, kolay açıklanamayan bir içe sinmeme durumu mevcut. Inside The Waves ve The Tales Of War şarkıları da ilk izlenimde böyle hissettirmiş olsa da, zamanla onları bu parametrelere uygun görmeye, bütünün orijinal parçaları olarak algılamaya başladım. Bir yandan da grubun müzikal yolculuğunu merak etmekteyim. Önceki 4 albüm bir şekilde çekici titreşimler yayıyor. Son albümünü çok beğenip önceki işlerine döndüğüm grup/şarkıcılarda geniş bir perspektife, kapsamlı bir gözleme sahip olduğum da oldu, hayal kırıklığına uğradığım da. Orbit Culture'un nerelerden Death Above Life'a geldiğini merak etmemin özel bir sebebi yok. Albümü çok sevdim. Ama bazen çok sevdiğim albümlerin öncesini merak etmediğim de oluyor. Orbit Culture, death metal'in farklı kulvarlara da sıçradığı, sentezlendiği bir dönemde hem sadık, hem de yeniliklere açık metal severlere hitap edebilen güçlü bir grup.

1. Inferna
2. Bloodhound
3. Inside the Waves
4. The Tales of War
5. Hydra
6. Nerve
7. Death Above Life
8. The Storm
9. Neural Collapse
10. The Path I Walk

4 Ekim 2025 Cumartesi

SG Lewis - Anemoia

 
1994 doğumlu Samuel George Lewis ya da camianın onu tanıdığı adıyla SG Lewis, Londra'dan bir dance-pop, nu-disco, alternative R&B, synthpop, deep house, progressive house insanı. Üç albüm ve birkaç EP sahibi. Kendisini Eylül başında çıkan son albümü Anemoia ile tanıdım. Adı geçen türlere çok hakim değilim ama deep house'un hipnotize edici, rahatlatıcı etkilerini seviyorum. Hatta en son Oliver Laxe filmi Sirât'ta duyduğumuz Kangding Ray müziklerinin filme olan katkısı çok önemliydi. Tabii Lewis'in müzikleri biraz daha farklı. Bitmek bilmeyen house ritim ve melodileri yerine daha makul sürelere bölünmüş, vokalli, konuk vokalli, zaman zaman radyo dostu synthpop şarkıları duyuyoruz. Anemoia'yı çok beğenince önceki iki albüme de göz atayım dedim ama ikisini de Anemoia kadar iyi bulmadım. Albümdeki 10 şarkı melodik, atmosferik, hipnotik, dansa davet eden ama aynı zamanda oturup dinlenecek kalitede bir çeşitlilik gösteriyor. Lewis, dümdüz house ritimleriyle oyalanmak yerine duygusu ve ruhu olan synth tasarımlarını şık vokallerle karakterize ediyor. Yaz ve özellikle yaz sonu hissiyatı baştan sona dinleyeni hiç terk etmiyor. Zaten bu müziğin mayasında o his her zaman vardır. Lewis'in bu albümü yaz yerine Eylül başında çıkarmasının sebebini bilmiyorum. Ama salt bir dans albümü olmasındansa, yorumlanabilir bir dance-pop albümü yapmak istediği tahmininde bulunmak güzel olurdu.

Hakkında hiçbir şey bilmediğimiz bir müzisyenin albümünü dinlerken sizi neyin beklediğinin önemi, biraz da sevdiğiniz türle alakalı. Deep house olarak ün yapmış SG Lewis'den bu yüzden hiçbir şey beklemiyordum açıkçası. Böyle beklentisiz başlayıp da arka arkaya Memory, Feelings Gone, Sugar gibi üç nefis şarkıya rastlamak -başka bazı albümlerde de başıma geldiği üzere- bayıldığım bir durum. Memory çok etkileyici, buram buram deniz, güneş kokan, açılış gibi açılış yapan bir synthpop lezzeti. İngiliz alternative pop grubu London Grammar'ın, daha doğrusu hissedilen şekilde grubun solisti Hannah Reid'in konuk olduğu Feelings Gone da Memory gibi ilk dinleyişte 1. sınıf bir albümün içinde olduğumu anlamamı sağladı. 2022'de çıkardığı ilk albümü Nymph ile kaliteli pop müziğin temsilcilerinden biri olacağı yönündeki potansiyeline şahit olduğumuz Shygirl'ün misafir olduğu Sugar ile üçte üç yapınca yılın en iyi dans albümlerinden biriyle buluştuğum yönünde hisler kelebekler gibi etrafımı sardı. Sonrasında onlara Transition, Back on My Mind, Baby Blue eklendi. Hem keyfimiz az da olsa yerine geldi, hem de yaz bitti diye hüzünlendik. Sirât'ta geçen bir replikte çöl festivalleri müdavimleri "bu müzik dinlemek için değil dans etmek için" diyorlardı. Bence SG Lewis müziği her iki ihtiyacı da karşılıyor.

1. Memory
2. Feelings Gone (feat. London Grammar)
3. Sugar (feat. Shygirl)
4. Transition (feat. RAHH)
5. Devotion (feat. TEED)
6. Past Life
7. Back on My Mind
8. Another Place (feat. Frances)
9. Fallen Apart
10. Baby Blue (Oliver Sim)