28 Şubat 2014 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Şubat 2014)

The Chain Gang of 1974 - Daydream Forever
Yıl: 2014 ABD
Tür: Synth Pop, Indietronica, Electropop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Death Metal Punk"
Nükleer Başlıklı Kız - Gönüllü Köle
Yıl: 2013 Türkiye
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kaçmadık"
The Jezabels - The Brink
Yıl: 2014 Avustralya
Tür: Indie Pop, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The End"


Shake Some Action! - Catch the Sun
Yıl: 2014 ABD
Tür: Indie Pop, Power Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Colors Exploding"

We Are Augustines - Rise Ye Sunken Ships
Yıl: 2011 ABD
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Augustine"

Tinariwen - Emmaar
Yıl: 2014 Mali
Tür: Tuareg Music, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Koud Edhaz Emin"

Journey - Raised on Radio
Yıl: 1987 ABD
Tür: AOR, Pop Rock, Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Be Good to Yourself "


Sherine - Ana Keteer
Yıl: 2014 Mısır
Tür: Arabic Pop Music
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ya Layali"

Alpaca Sports - Sealed With a Kiss
Yıl: 2014 İsveç
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Will You Ever Come Back Home"

Dream The Electric Sleep - Heretics
Yıl: 2014 ABD
Tür: Progressive Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "To Love Is To Leave"


VA - From Another World: A Tribute to Bob Dylan
Yıl: 2014
Tür: World, Soul, Funk, Cover
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: Purna Das Baul - "Mr Tambourine Man"
Halina Młynkowa - Po drugiej stronie lustra
Yıl: 2013 Polonya, Çek Cumhuriyeti
Tür: Pop Jazz, Pop Folk
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Zjawa"

Breaks Co-Op - Sounds Familiar
Yıl: 2014 Yeni Zelanda
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Running"


Beastie Boys - Licensed to Ill
Yıl: 1986 ABD
Tür: East Coast Hip Hop, Rap Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fight for Your Right"

Act - World's a Stage
Yıl: 2013 Türkiye
Tür: Melodic Death Metal
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Solution"




Whitesnake - Slip of the Tongue
Yıl: 1989 İngiltere
Tür: Hard Rock, Blues Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Now You're Gone"



Highasakite - Silent Treatment
Yıl: 2014 Norveç
Tür: Indietronica, Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Iran"




Less Than Zero OST
Yıl: 1987 ABD
Tür: Pop/Rock, Hip Hop, Hard Rock, Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Public Enemy - "Bring the Noise"



FM Attack - Deja Vu
Yıl: 2013 Kanada
Tür: Indie Dance, Nu Disco, New Wave
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Corazon"



Renegades Of Jazz - Sidewinders
Yıl: 2014 İngiltere
Tür: Funk, Hip-Hop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nothin' Like A Hammond"

25 Şubat 2014 Salı

Vandenberg's Moonkings - Vandenberg's Moonkings


1954 doğumlu Hollandalı gitarist Adrian Vandenberg'in 2013'ün sonlarında kurduğu grubun ve bu grubun kısa sürede çıkardığı ilk albümün adı aynı: Vandenberg's MoonKings. Yeni bir grubun ilk albümü düşüncesiyle dinlediğim (ki teknik olarak bu doğru) bu adamın 80'lerin sonlarına doğru hard rock efelerinden Whitesnake'in gitaristi olduğunu öğrenmek beni pek şaşırtmadı desem yeridir. Çünkü bunu öğrendiğim sırada albümü neredeyse yarılamıştım. Kaldı ki bunu henüz açılış şarkısı Lust and Lies'dan bile anlamak mümkün. Gitar çalış tekniği, solo anlayışı, parmak izi vs. sayesinde anlayabileceğim birşey olmadığı için beni direk o kanala yönlendiren başka birşey oldu. Vanderberg'in kendisine vokal olarak seçtiği Jan Hoving'in fena halde (bu fenalık olumlu manada) David Coverdale'i andırıyor olması. Hatta özlediğimden midir, yer yer Ronnie James Dio tadı bile aldım Hoving'in şahane sesinden.

Tüm bunlara rağmen Vandenberg's MoonKings'i sevmemin en önemli sebebinin yazmış oldukları kaliteli hard rock şarkılar olduğunu söylemeliyim. Yoksa Joe Satriani ve Sammy Hagar'ın Chickenfoot'unu bile sırf bunun eksikliği yüzünden topa tutmuştum. Bazen gitar ve vokalde kimin olduğu, kime benzedikleri önemli olmuyor. Hard rock artık öyle bir yere geldi ki, sabah gözünü açan, 80'lerde yapılmış şarkıları biraz daha modernize ederek yeniden çalıp söylüyor ve işin kötüsü üstüne koyamadığı gibi cebindekini de tüketiyor. Geçmişten glam rock yavanlığını, günümüzden post-grunge saçmalığını farklı pazarlama teknikleriyle önümüze sürüyorlar. Halbuki müzik aynı müzik, şarkılar ne yazık ki aynı değil daha da kötü. Müziğin aynı müzik olmasında bir sıkıntı yok benim için. Ama artık günümüzde işi şansa bırakarak iyi rock şarkısı yazmak imkansız. Birikim yanında geçmişle irtibat halinde bir zeka ve his dalgasına da sahip olmak gerekiyor. Vandenberg's MoonKings'te bunların hepsinin olduğuna ikna oldum.


Lust and Lies, Close To You, Leave This Town, Feel It, Steal Away, Leeches gibi daha ilk dinleyişte Whitesnake kadar Led Zeppelin rüzgarları da estiren taş gibi rock şarkıları, Breathing ve Out Of Reach gibi yaylıların güç katıp 80'ler meltemi estirdiği kaliteli baladlar albümün her yanını kuşatmış durumda. Vandenberg ustanın ritm ve solo gitarları gerçek bir profesyonelin bırakın paslanmayı, ilk günkü kadar zinde olduğu gerçeğini her şarkıda dibine kadar hissettiriyor. Genç Jan Hoving'in tekrar dile getirilmekten bıkılmayacak enfes vokali ve bu ikilinin ağırlıklarını en iyi şekilde kaldıran basçı Sem Christoffel ile davulcu Mart Nijen Es, Vandenberg'in güvenini boşa çıkarmamış görünüyorlar. Ne varsa eskilerde var nostaljisi yapılacak bir durum yok. Vandenberg, kökleri eskilere dayansa da hiç öyle eski günler edebiyatı yapmıyor müziğinde. O gençlere değil, gençler ona ayak uyduruyor. Böylece yaşı olmayan bir hard rock elde etmeyi başarıyorlar.

Tüm bu güzel düşüncelerle, doyurucu bir rock yanında Hoving sayesinde David Coverdale özlemimizi de gidermiş bir şekilde son şarkı Sailing Ships'e geldiğimizde müthiş bir sürpriz bizi bekliyor. Vandenberg'in eski dostu David Coverdale bu güzel akustik baladı bizzat söylemeye başlıyor. Şarkı aynı zamanda Vandenberg'in en çok emek verdiği Whitesnake albümü olan Slip Of The Tongue'un (1989) kapanışında da yer almıştı. Böylece ağzımız kulaklarımızda bir veda yaşıyarak albümü bitiriyoruz. Ana fikir ise yaşayan eski ustaların kıymetinin bilinmesi yönünde olacakır ilk elden. Hepsinin sallanan koltuklarda emekliliklerinin tadını çıkarmadıklarını, bazılarının hiç ölmeyen gençlikleriyle hala samimiyetle müzik yapabildiklerini görmek harika birşey. 60 yaşına rağmen tıpkı görünüşü gibi elleri ve ruhuyla da zamanı yakalayabilmiş, efsanevi Here I Go Again'in solosunu atmış bir adamdan da bu beklenirdi.

1. Lust and Lies
2. Close To You
3. Good Thing
4. Breathing
5. Steal Away
6. Line Of Fire
7. Out Of Reach
8. Feel It
9. Leave This Town
10. One Step Behind
11. Leeches
12. Nothing Touches
13. Sailing Ships

21 Şubat 2014 Cuma

Augustines - Augustines


Brooklyn temelli dört kişilik Pela grubundan vokalist Billy McCarthy ve bas gitarist Eric Sanderson, Rise Ye Sunken Ships adlı albüm sonrası yaşadıkları badirelere dayanamayan Pela'nın dağılmasına rağmen kenetlenip fazla vakit kaybetmeden We Are Augustines'i kuruyorlar. Bu badirelere geçmeden önce grubun isminin Ağustos ayından geldiğini belirtelim. McCarthy ve Sanderson'ın Ağustos ayında doğmalarının yanında, Pela'nın dağılma tarihi de Ağustos 2009'a tekabül ediyor. Aynı adlı bir başka grup yüzünden kendilerine We Are Augustines diyen ikili, 2010 yılında beraber çalıştıkları davulcu Rob Allen'i de kadrolu olarak aralarına dahil edince üçlü haline geliyorlar. Bu kez 2013 Ağustos'unda tekrar Augustines adını aldıklarını herkese duyuruyorlar.

İlk albüm Rise Ye Sunken Ships öncesinde Pela'nın dağılması, plak şirketiyle yaşadıkları sıkıntılar, McCarthy'nin yazmış olduğu 40 küsür şarkıyı beğenmeyip çöpe atması, tüm bunların üzerine McCarthy'nin kardeşi (ki o da Ağustos ayında doğmuş) James'in intihar etmesi, grubu oldukça sarsıyor. Ama buna rağmen toparlanıyor, hatta bu olumsuzluklardan beslenerek daha da güçlenerek yeni materyallerle albümü tamamlıyorlar. Chapel Song, Book Of James, Augustine, Juarez gibi iyi şarkılarla kendilerini tekrar kabul ettiriyorlar. Uzun bir aradan ikinci albüm Augustines, bu kez Ağustos'ta değil, 3 Şubat 2014'te çıkıyor. Hem de Rise Ye Sunken Ships ile elde ettikleri gücü katlamış şekilde.


12 şarkılık Augustines, bir buçuk dakikalık intro I Touch Imaginary Hands'in ardından gelen Cruel City'nin biraz gergin ama içten içe coşkulu (ve bu sayede huzurlu) atmosferiyle karşılama yapıyor. Aslında bu cümle Augustines müziğini tanımlamak için kestirme bir yol bile sayılabilir. Indie rock'ın alternative ve pop rock arasında gidip gelen kafası karışıklığını kesinlikle kendi lehine çevirmiş bir müzik bu. Bir nevi art pop rock! Ama "art" kavramının entellektüel ve deneysel kafa karışıklığını değil, samimi vurdumduymazlığını yansıtan dosdoğru bir rock. Olmadı Nick Cave & The Bad Seeds'in öfkeli hüznünü daha sinematik hale sokmuş bir koyu renkler bütünü. Weary Eyes, This Ain't Me, Walkabout, hele de Don't You Look Back, hele hele de Kid You're On Your Own kimi zaman onurlu bir western epiği, kimi zaman bir İrlanda barı cevvalliği, kimi zaman piyanonun kucağında huzur bulmaya çalışan rahatsız (ama bağımsız) ruh hali olarak karşımıza dikiliyorlar.

Lirikler ise aşk, fedakarlık, ölüm klişelerinden kendine yeni yatacak yerler yaratıyor. Billy'nin James'in acısını hala yüreğinde hissettiğine dair sözleri kadar, (belki daha da fazla) içli ve yürekli sesi o acıyı, o özlemi iliklerimize işliyor. Bu albümü dinlediğim andan itibaren birkaç gün sadece buna benzeyen albümler dinlemek istedim. Çünkü yarattığı dramatik kimlik üzerine hemen sıcağı sıcağına farklı birşeyler dinlemek benim için kolay olmadı. Bir çırpıda o büyüyü bozmak istemedim. Daha önce duymadığım birşey değildi belki ama süresi boyunca sözünü ettiğim türlere, kişilere, coğrafyalara ithafen "bir şey"di en azından. Loşluğun içinde çalıp söylerken pencereden görünen aydınlığa özlemle bakıyor gibi görünmek ama aslında o loşluktan hoşnut olarak çalıp söylemeye devam etmenin notalara dökülmüş hali. Ağustos Böceği aldatmacasının inadına çalıp söyledikçe güçlenen biçimde hem de!

1. Intro (I Touch Imaginary Hands)
2. Cruel City
3. Nothing To Lose But Your Head
4. Weary Eyes
5. Don't You Look Back
6. Walkabout
7. Kid You're On Your Own
8. This Ain't Me
9. Now You Are Free
10. The Avenue
11. Highway 1 Interlude
12. Hold Onto Anything

14 Şubat 2014 Cuma

Tides Of Man - Young and Courageous


Floridalı beş müzisyenden oluşan Tides Of Man, Aralık 2007'de kurulduğu sırada basçı Alan Jaye daha ellerinde hiçbir materyal bile olmadığı halde bir organizasyonda konser anlaşması yapmıştı. Neyse ki grup üyelerinden bazılarının önceki gruplarından devşirdikleri bazı şarkılarla bu işin altından kalktılar. Sonrasını da getirip Empire Theory (2009) ve Dreamhouse (2010) adında bana göre iki kötü albüm çıkardılar. Tabii benim bu albümlere çamur atmamın altında post-hardcore denen türe olan ilgisizliğim, hatta özellikle Amerikan bandıralı olanlara olan gıcıklığım yatmakta. Yoksa bu malın alıcısı çok. Grup bu iki albümleri ve hayranlarıyla mutlu mesut yaşarken Dreamhouse sonrasında solist Tilian Pearson'ın ayrılık haberi anons ediliyor ki belki de Tides Of Man'in kaderi tam da bu noktadan sonra değişmiş bulunuyor.

Kendini başka projelere vermek için gruptan ayrılan Pearson'ın henüz ikinci albümden bu kararı almasının ardında grubun müziğinden kendisinin bile sıkıldığı fikri benim teorim. Kesin olan şey, Şubat 2014'te çıkan üçüncü albüm Young and Courageous ile grubun bambaşka bir yola girdiği ve çok daha derinlikli bir hal aldığı. Ayrılmakla gruba en büyük iyiliği yapan Pearson'ın gidişiyle sesini kaybeden Tides Of Man, yaptığı bu albümle aslında hiç de bir sese ihtiyacı olmadığını veya asıl sesini müziğinin içinde yakaladığını gösteriyor. Post-hardcore uyuzluğundan post-rock gerçekliğine evrilen bu müzik, grubun etraflıca planladığı birşey de değildi. Pearson yerine alınacak yeni bir solist için seçmeler yaparken, bir yandan da enstrümantal besteler üretiyorlardı. Bu üretim aşamasında çok farklı bir kimliğe sahip olduklarını keşfetmeleri üzerine ortaya çıkan Young and Courageous, post-rock'ın dirsek temasında bulunduğu progressive rock üzerinden 11 adet uçuş gerçekleştiriyor.

Bu uçuşlar arasında Desolate. Magnificent, All The Years, Mountain House, Measure Your Breath, en çok da We Were Only Dreaming post-rock denen mefhumun göçmen kuş haritalarına yansımış rotasını çiziyorlar. İyi bir "rock sonrası" albümde beni o kuşlarla beraber uçmaya teşvik eden ne varsa önüme seriyorlar. Bana sadece ikna olmak kalıyor. Özellikle We Were Only Dreaming'den sonra buna o kadar hazır oluyorum ki, tek bir riff bile doğru yer ve zamanda ne kadar çok şey anlatabileceğini bu derece yoğun biçimde gösterdikçe bu türe neden bu ismin verildiğine dair taşlar biraz daha yerine oturuyor gibi oluyor. Ama biliyorum ki o taşlar dünyanın en iyi post-rock albümünde bile hiçbir zaman yerine oturmayacak. Zaten oturmasın da. İşin güzelliği orada!

1. Desolate. Magnificent
2. Mountain House
3. Drift
4. Young and Courageous
5. All the Years
6. Eyes Like Strange Sins
7. We Were Only Dreaming
8. Hold Still
9. Keep Me Safe
10. Parallels
11. Measure Your Breath

9 Şubat 2014 Pazar

The Don Darlings - The Don Darlings


İsveçli beş müzisyenden oluşan The Don Darlings, İsveçli olamayacak kadar Nashville veya Teksaslı bir grup. Güneyi o kadar iyi özümsemişler ki, müziklerinin üstüne Nick Cave'den, Johnny Cash'ten, Tom Waits'ten country alternatifi lezzetler bile koymuşlar. Bu az şey değildir. Zira güneyin standart country pop rock veya bayık akustik folk anlayışının dışında kalmak elin Amerikalısının kendisine bile çoğu kez dar gelmekteyken, elin İsveçlisi ağızları bir karış açık bırakıyor neredeyse. Alt-Country alt türünün önemli bir cevher olduğuna inandıran The Don Darlings benzeri gruplar İsveç, Norveç, Teksas nerden olursa olsunlar kendilerine has bir karizma barındırmalılardır ki, sürüden ayrılmayı göze alan bir müziğin üzerine konmuş bu tip görsel ve işitsel (daha çok işitsel) imaj belki onları country radyolarının demirbaşları arasına koymaz. Ama kıyı kenar albümlere meraklı dinleyiciler için kimi zaman gömü bulmuş züğürt gibi sevindirebilir.

Yukarıda adı geçen ağır topları boşuna anmadık. The Don Darlings, blues, folk, country temelli müziğini karanlık, gotik, gizemli yollara sokabiliyorsa bunda en büyük paylardan biri vokalist Damon "The Reverend" Collum'un olağanüstü sesine ait. Cave, Waits, Cash, hatta Noose 'Round My Neck şarkısını biryerde duysam "bu hangi Leonard Cohen şarkısıydı" diye düşüneceğim kadar Cohen renginde bir sesten söz ediyorum. Yaylıların gergin bir atmosfer yarattığı ve bir Nick Cave albümünden alınmış gibi duran Resurrection ile açılan, If You Can't Be Good, Moonshine Baby, Let The River Run, Away From Me ve tabii Noose 'Round My Neck gibi bestelerle kendi sınırları içinde gelişen, sıçrayan, yaşayan bir alan yaratan albüm, sözünü ettiğimiz karanlık yanını bazen bir bar taburesinin coşkusuna da bırakabilecek kadar çok yönlü. Ama bunların hepsi o gotik ambiyansın loş ve dumanaltı halini gözümüzde canlandıracağımız bir barda vuku buluyor. The Don Darlings ve aynı adlı albümleri, 2013'ün gözden kaçan ama dimdik ayakta duran örneklerinden. Zaten Damon Collum gibi vokale sahip bir grubun sırtı kolay kolay yere gelmez.

1. Resurrection
2. Provide Me an Angel
3. If You Can't Be Good
4. Transcendental Noise
5. Noose 'Round My Neck
6. Moonshine Baby
7. Away From Me
8. Right Side of Murder
9. Julius the Misanthrope
10. Let the River Run

5 Şubat 2014 Çarşamba

Luther - Idris Elba Presents: Songs and Score From Series 1, 2 & 3


BBC polisiyesi Luther, 3 sezon, 14 bölüm boyunca polisiye alanında ezber bozmasa da, her bölümü iple çekilen zeki, duygusal, gerilimli ve hüzünlü tuğlalar örmüştü zihnimize. BBC'nin hem tadımlık, hem de doyumluk hissi veren dizi politikasının bir ürünü olarak az zamanda çok işler başarmıştı. Belki bir miktar ezber bozabilecek bir unsur olarak karizmatik dedektif John Luther'ı çok nadir şiddet kullanırken (ki o da çözmeye çalıştığı davaların gerektirdiği bazı kurnazlıklar ve zorunluluklar yüzündendir) gördük. Hatta 14 bölüm boyunca onu elinde silahla gördüğüm sadece bir sahne hatırlıyorum. Ama onu da ateşlememiştir muhtemelen. Genelde meseleleri zekasıyla çözer, şiddet gerektiren yerleri yardımcısı Justin veya başka etmenler hallederdi. Ama tabii bu durum onu pasif bir hanım evladı yapmıyor. Sherlock kadar detay manyağı olmasa da, zekasıyla kötü adamlara olduğu kadar seyircilere de sürprizleri olan bir adam Luther.

Dizinin geneline hakim duygulardan biri olan hüzün Luther'ın yakasından hiç düşmüyor. Yaşadığı acı olaylar, onu bir parça "BBC'nin Behzat Ç'si" yapmıyor değil. Bu manada dedektiften karizmatik dizi kahramanı yaratma klişelerini bünyesinde barındıran bir kanun koruyucu denebilir. Arada senaryo yönünden bazı gedikler de sırıtabiliyor. Ama etrafında sorunlu ve komik karakter olmayışı Luther'ın yalnızlığını daha da sivriltiyor. Güzel insan Justin'in tamamlayıcı varlığını bir kenara koyarsak, Luther'ı hepten yalnız bırakmanın dizinin selameti açısından pek iyi olmayacağını düşünen dizinin yaratıcısı Neil Cross, onun yanına öyle bir karakter daha koymuş ki, dizinin hayranlarını ikiye katladığı gibi, kendisi için düşünülen bir spin-off fikri bile tüyleri diken diken etmeye yetti: Alice Morgan! Kısa zamanda kendine has hayran kitlesini oluşturan Alice, Luther'ın çözmeye çalıştığı vahşi bir cinayetin şüphelisi olarak girdiği dizide önce nefret edilen, sonra deli gibi sevilen süper gizemli bir karakter.

Zekası ve dürüstlükten şaşmayan kendine özgü tarzıyla davaları çözmeye çalışan Luther'ın ihtiyacı olan şiddet, yalan, tehdit, cinayet, yasadışı ve etik dışı kritik hamleler, kısacası her türlü pis işi dizinin jokeri olmasından hareketle sanki dişi Joker gibi ya da soyadından hareketle Dexter Morgan'ın kayıp kızkardeşi gibi halletmesi Alice'i müthiş bir yan karakter yapıyor. Luther ile Alice'in o kadar güçlü bir kimyası var ki, aralarındaki muğlak ilişkinin karşı konulmaz cazibesine kapılmamak, diyaloglarında geniş bir yelpaze keşfetmemek, birbirini tamamlayan hamlelerine hayran kalmamak çok zor. Neil Cross imzalı bir Alice Morgan serisine kesinlikle ihtiyaç var. Özellikle diziye girmesine vesile olan vahşi cinayetlerin motivasyonları üzerindeki gizem perdesi hala ardına kadar kapalıyken bu ihtiyaç sanki kaşımaktan zevk aldığınız bir kaşıntı gibi.


Luther ile ilgili söylenecekleri toplasak buradan Londra'ya gidiş dönüş yolu olur. Asıl konumuz ise Luther şarkıları. Diziye ustalıkla yerleştirilmiş tanıdık veya tanımadık şarkıları bir albümde toplamak da ayrı bir ihtiyaçtı. Belki bazı hayranlar kendilerine ait Luther Unofficial Soundtrack hazırlamışlardır. Ama "Idris Elba Presents" başlıklı, BBC onaylı böyle bir soundtrack hem yenecek, hem de yanında yatılacak cinsten. Jenerikte 14 bölüm boyunca bizi karşılama nezaketini gösteren Massive Attack'in Paradise Circus şarkısı, aynı zamanda grubun bana göre en kötü albümü olan Heligoland'in (2010) ortalama şarkılarından biri iken, Luther sayesinde adeta cazibesini buldu. Albüm açılışını onun yapması da kaçınılmazdı. Hangi sahnelerde çaldıklarını hatırladıklarım kadar hatırlamadıklarım da bende diziye tekrar dönme isteği yarattı. Kestirmeden gidersek en azından benim için Gun (Emilíana Torrini), Sweet Dreams (Marilyn Manson), Don't Let Me Be Misunderstood (Nina Simone), Me and The Devil (Gil Scott-Heron) ve Robert Plant'in 2010 tarihli Band Of Joy albümünde yer alan Satan Your Kingdom Must Come Down beşlisi için bile arşivlere katılması icap eden bir derleme bu.

Suede, Kasabian, The Heavy, Joan As Police Woman ile, Nick Cave ve Warren Ellis'in kurduğu Grinderman gibi bonuslarla iyice şenlenen albüm, dizinin tema müziklerini hazırlayan Paul Englishby'ın 10 adet score çalışmasıyla Luther'ı işitsel olarak ayaklarınıza getiriyor. Ama albümde çok önemli de bir eksik bulunmakta. Birinci sezon beşinci bölümün sonundaki trajik sahneye şahane bir fon oluşturan Mia'nın Breathe Me'si ne yazık ki albümde yok. Hani telif melif problemi çıkmıştır diyeceğim ama dizide çıkmadıysa soundtrack konusunda hiç çıkmaması gerekir. Idris Elba'nın Breathe Me'yi albüme koymamasının geçerli bir nedeni olmalı. Onun dışında Beck'ten Everybody's Got To Learn Sometime ve Black Keys'ten Never Gonna Give You Up da dizide duyulmalarına rağmen albüme alınmamış şarkılar. Şu haliyle bile çok güçlü olan albüm, bu şarkıların katılımıyla kurşun geçirmez hale gelebilirdi.

Pasific Rim, Mandela gibi kötü projelerle meşgul edilen Idris Elba'yı, dizi olarak tadında bırakılan Luther'ın duyurusu yapılan uzun metrajında izlemek için sabırsızlanıyoruz. Şahsen diğer sabırsızlandığım bir nokta da, bu filmin yine Elba tarafından derleneceğini düşündüğüm soundtrack albümü. Tabii öyle bir albüm çıkarılırsa! Madem "eğer"lere başladık, eğer Alice Morgan için de bir spin-off çekilecekse onun şarkılarını da bizim İdris seçsin. Ruth Wison "yok ben seçeceğim" derse onların da yabana atılmayacak cinsten olacağına yönelik inancım var. Doğmamış diziye soundtrack biçmeyi burada kesip, kendimizi gece sessizliğindeki Luther şarkılarına teslim etmek en iyisi.

1. Massive Attack - Paradise Circus
2. Paul Englishby - The First Case
3. The Heavy - Big Bad Wolf
4. Paul Englishby - Carnage
5. Gil Scott-Heron - Me and the Devil
6. Paul Englishby - Luther Does Things His Way
7. Robert Plant - Satan Your Kingdom Must Come Down
8. Paul Englishby - John Luther
9. Nina Simone - Don't Let Me Be Misunderstood
10. Paul Englishby - Unlucky Young Couple
11. Emilíana Torrini - Gun
12. Paul Englishby - Attack in the Attic
13. Suede - She
14. Paul Englishby - The Children
15. Joan as Police Woman - Flash
16. Paul Englishby - Double Crossed
17. Marilyn Manson - Sweet Dreams (Are Made of This)
18. Paul Englishby - He's Behind You
19. Hanni El Khatib - I Got a Thing
20. Paul Englishby - Alice
21. Grinderman - Palaces of Montezuma
22. Kasabian - Black Whistler