3 Kasım 2020 Salı

Shamir - Shamir

 
1994 Las Vegas doğumlu Shamir Bailey çok ilginç ve ilginç olmanın renkliliğini üzerinde taşıyan bir müzisyen. 2020 tarihli Shamir adlı albümünün kapağını gördüğümde r&b, hip-hop, neo-soul, belki biraz da funk titreşimleri aldım. Sonuçta albüm kapağı mühim bir mesele. Ama albümü dinleyince o ilginçlik ve renklilik hemen kendini gösteriyor. Oraya birazdan geleceğiz. Shamir'in müzikal geçmişinde kardeşiyle birlikte yaşadığı müzisyen teyzesi var. Eve girip çıkan çeşitli müzisyenlerden etkilenerek r&b, soul, hip-hop aşinalığı sağlamış, Billie Holiday, Nina Simone, Janis Joplin gibi divaları keşfetmiş. Epiphone marka gitar edinerek kendi şarkılarını yazmaya başlamış. 16 yaşında bir arkadaşıyla birlikte başarısız bir punk grubu kurmuş. Lise yıllarında ilk EP'sinde yer alan şarkılarını kaydedip mezun olduktan sonra demosunu New York'ta bulunan Godmode şirketine yollamış. Şirketin sahibi Nick Sylvester da onu kaçırmak istemeyip anlaşmayı imzalatmış. 2014 tarihli Northtown adlı bu EP ve bir yıl sonra çıkan debut albüm Ratchet ile gelen olumlu yorumlar Shamir dostumuzun yolunu açmış.

Kadın tonlarına eşit tona sahip erkek ses tonu anlamına gelen kontrtenor bir sese sahip olan Shamir, vokal gücünü buradan almakta. Yani duyduğunuzda onu bir kadın sanmanız normal. Öte yandan erkek olabilir mi acaba diye de düşündürmüyor değil. Bu durumun zenginliği şarkılarda kolayca seziliyor. Üstelik bu çift cinsiyetlilik onun sadece sesinden kaynaklı değil. Her ne kadar erkek olarak doğmuş olsa ve genel anlamda öyle tanımlanmayı tercih etse de, kendisini kadın, erkek veya gey olarak da sabitlemek istemiyor. Cinsiyet kimliklerinin maskülen veya feminen olmayan, yani ikili cinsiyet sınıflandırmasının dışındaki kimliklerini kapsayan bir spektrumu olan, bu yüzden çeşitli cinsel yönelimlere sahip "non-binary" denilen yerde konumlandırılmak istiyor. Bitmedi. Müslüman olarak büyümesine rağmen kendini dindarlıktan bağımsız ruhani bir pozisyonda görüyor. Tanrıya inanmadığı gibi, bizzat kendisini tanrı gibi hissettiğini söylüyor. Ama bunu narsist bir tonda değil, sadece evrende kapladığı yer hakkında daha geniş bir bakış açısıyla düşündüğü için bu şekilde dile getiriyor. 2017 tarihli ikinci albüm Hope'dan sonra müziği bırakmaya karar verip bipolar bozukluk nedeniyle hastaneye yatıyor. Oradan güçlü çıkarak yine aynı yıl üçüncü albümü Revelations'ı yazıp kaydediyor.

Her sene bir albüm çıkararak 2020'ye kendi adını taşıyan albümüyle giren Shamir, bana göre öncekilerden farklı bir özen, tutku, coşku ve ruh yüklenmiş rock şarkılarıyla gelmiş. Alternative rock, pop rock, indie rock ve eser miktarda pop unsurlarıyla şekillendirdiği, malum sesiyle bu rock konseptini sağalttığı müziği ortaya On My Own, Running, Diet gibi çok iyi şarkılar çıkarıyor. Sağladığı bu denge alternatif pop rock diye nihai bir varış noktası belirlese de, Other Side gibi hoş bir country pop, Paranoid gibi bir noise rock, Pretty When I'm Sad gibi bir post-punk ile şık bir vizyon ortaya koyuyor. Kapanışı da bir art pop ilahisine benzetebileceğimiz In This Hole ile yaparak perdeyi kapatıyor. Şarkı yazarken ilham kaynağı olarak Taylor Swift'i göstermesi, pek analiz edebileceğim bir durum değil. Sözler genel olarak muğlak ve güzel ama Swift benzerliği tam olarak nerelerde kendini gösteriyor bilemiyorum. Zaten en başta Shamir'in dış görünümü ile müziği arasındaki tezatı aştıktan sonra her türlü muğlaklığa, çılgınlığa ve ilginç bilgiye hazırlıklı hale geliyorsunuz. Hastaneden çıktıktan sonra verdiği bir demeçte söyledikleri de aslında nasıl biri olduğunu, ne amaçladığını özetler nitelikte. "Birçok insan benim deli olduğumu düşünüyor. Aslında biraz öyleyim. Ama kendim için neyin en iyisi olduğunu biliyorum ki, bu bana göre para ve şöhretten çok daha önemli."

1. On My Own
2. "Junglepussy Juice"
3. Paranoia
4. Running
5. "River Is About to Die in This Garage"
6. Other Side
7. Pretty When I'm Sad
8. "There We Go"
9. Diet
10. I Wonder
11. In This Hole

31 Ekim 2020 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ekim 2020)

Sidonie - El regreso de Abba
Yıl: 2020 İspanya
Tür: Indie Pop, Pop Rock, Psychedelic Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mi vida es la Música" (feat. Delaporte)

Mickey M. - Tem Algo Lá Fora
Yıl: 2020 Brezilya
Tür: Indie Rock, Garage Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Só o Trabalho Pode Produzir Riqueza"
BIG Something - Escape
Yıl: 2020 ABD
Tür: Funk Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dangerous"
Twister OST
Yıl: 1996 ABD
Tür: Pop Rock, Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Mark Knopfler - "Darling Pretty"
GoldMinds - Signals
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Garage Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Deadwood"
Frankie & The Witch Fingers - Monsters Eating People Eating Monsters
Yıl: 2020 ABD
Tür: Garage Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Activate"
Benediction - Scriptures
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Death Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "In Our Hands, the Scars"


Mother's Cake - Creation's Finest
Yıl: 2012 Avusturya
Tür: Funk Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Road"
Penza Penza - Beware of Penza Penza
Yıl: 2020 Estonya
Tür: Funk, Psychedelic Rock, Lo-Fi
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fiasco"
Emel - The Tunis Diaries
Yıl: 2020 Tunus/Fransa
Tür: Folk, Pop, World, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Every You Every Me"
The Art of Noise - In Visible Silence
Yıl: 1986 İngiltere
Tür: Art Pop, Electronic, Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Paranoimia"

The Luxemburg Signal - The Long Now
Yıl: 2020 ABD
Tür: Shoegaze, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mourning Moon"
Songhoy Blues - Bon Bon
Yıl: 2020 Mali
Tür: Songhoi Music, Blues Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Barre"

Tia Gostelow - Chrysalis
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Always (feat. Holy Holy)
Van Halen - 1984
Yıl: 1984 ABD
Tür: Hard Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Jump"
Los Surfistas Muertos - Psycho Surf From Hell
Yıl: 2020 Irlanda
Tür: Surf Rock, Stoner Rock, Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Snake Island"

The Werewolfs Muse - Songs For the Apocalypse
Yıl: 2020 ABD
Tür: Ameicana, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "All the Way West"


Andy Bell - The Wiev From Halfway Down
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Neo-Psychedelia, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Skywalker"
Trevor Hall - The Fruitful Darkness
Yıl: 2018 ABD
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moon / Sun"


Joe Bonamassa - Royal Tea
Yıl: 2020 ABD
Tür: Hard Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Beyond the Silence"





26 Ekim 2020 Pazartesi

Van Halen - 5150

 
Alex Van Halen (1953) ve Eddie Van Halen (1955) kardeşler, Hollandalı müzisyen baba Jan Van Halen ve Endonezya kökenli anne Eugenia Van Beers ile 1962 yılında Amsterdam'dan Pasadena/California'ya taşındılar. Eddie klasik piyano eğitimi almasına rağmen kafasında başka şeyler olan bir çocuktu. 1960'larda Eddie davul, Alex de gitar çalarak kendi çaplarında müzik yapmaya başladılar. Eddie aldığı davul setinin parasını çıkarmak için gazete dağıtırken Alex gizli gizli onun davulunda pratik yapıyordu. Bu durumdan bıkan Eddie, abisine "tamam, sen davulu al ama bana da gitarını ver" dedi. Böylece bir efsanenin temelleri atılmış oldu. Ergen partilerinde, ufak etkinliklerde The Broken Combs adıyla müzik yapmaya başlayan Van Halen kardeşler, daha sonra gruplarının adını The Trojan Rubber Co olarak değiştirdiler. 1972 senesinde bu kez bas gitara Mark Stone isminde bir eleman alarak ve isimlerini tekrar değiştirip Genesis yaparak müzik yolculuklarını sürdürdüler. David Lee Roth adında birinden ses sistemleri kiralayan kardeşler, çakallık edip para vermemek için vokalist olma hevesindeki bu arkadaşı (hiçbir seçmede başarılı olamadığını öğrenmelerine rağmen) gruba solist diye almayı teklif ederler. Teklife atlayan Roth ve daha sonra Snake isimli bir yerel grupta bas çalan Michael Anthony'nin de alınmasıyla çekirdeği oluşan grup, Genesis isminin başka bir grupta da olduğunu öğrenince nihayet Van Halen adıyla 1974 yılında kariyerlerine giriş yaptılar.

Yıl 1986... Milletlerarası Müzik Yayınları (MMY) etiketiyle dünyayla hemen hemen aynı anda yayınlanan kasetlerin marketlere düşmeye başladığı yıllardan. Hakkında hiç fikrimin olmadığı, alıp walkmene taktıktan sonra sürprizini yaşamak istediğim kasetlere merak saldığım dönemler. Van Halen'ın 7. stüdyo albümü 5150 de onlardan biriydi. İlk paragrafta anlattığım kuruluştan 12 yıl sonra grup 6 albüm devirmiş, "hard rock'ı restore eden grup" ünvanını almıştı bile. Zamanında seçmelerde başarısız olan David Lee Roth, rock dünyasının en iyi vokallerinden biri, Michael Jackson'ın 1982'deki Thriller albümünde yer alan Beat It için attığı "milyon dolarlık solo" ile daha geniş kitlelerce tanınan Eddie Van Halen da dünyanın en iyi (ve en hızlı) gitaristlerinden biri olmuştu bile. Çıktığı yıl ile aynı adı taşıyan 6. Van Halen albümü 1984 sonrasında solo projelerini hayata geçirmek isteyen David Lee Roth gruptan ayrıldı ve yerine Montrose adlı grubun solisti Sammy Hagar geldi. İşte 5150, Van Halen'ın Hagar ile çalıştığı ilk albümdü ve ben Van Halen'ı bu muhteşem sesle tanıdım. İlginç bir şekilde yine aynı yıl çıkan ilk David Lee Roth solosu Eat'Em and Smile'ı da aynı dönemlerde aldım ve ona da vuruldum. İlginç olan, Van Halen ve Roth arasındaki ilişkiden hiç haberim olmamasıydı.


5150Eddie Van Halen'ın ev stüdyosuna verdiği isim. Aynı zamanda California'da zihinsel olarak rahatsız olan kişiler için kullanılan kolluk kuvvetleri kodlarından biri. Ayrıca Eddie Van Halen, "EVH Striped Series 5150" ismini verdiği kırmızı üzerine beyaz çizgili meşhur gitarını da bu albüme özel tasarlamış. Kurulduğu günden beri David Lee Roth ile çalışmış grup için Sammy Hagar'ın nasıl uyum sağlayacağı, eski hayranların Hagar'ı nasıl karşılayacakları merak konusuydu. Hatta yapımcı firma Werner Bros. Roth gittikten sonra ticari kaygılara kapılıp Van Halen kardeşlere isim değişikliği bile önerdi. 5150 de beklentilere öyle bir cevap verdi ki, kalitesi, ticari başarısı, Sammy Hagar'ın ilerde "Van Hagar" şeklinde kelime oyunu yapılacak derecede adaptasyonu grubun hayranlarına hayran kattı. Hagar az da olsa Roth'u anımsatsa bile, enerjik, karizmatik, en önemlisi de Roth'da pek görülmediği üzere romantik ses yelpazesiyle Van Halen'ı adeta uçurdu. Coşkulu bir aşk şarkısı olan Why Can't This Be Love o kadar güzeldi ki, ne zaman duysam bana yepyeni bir şarkıymış gibi gelir. Hatta Van Halen deyince çoğunun aklına ilk Ain't Talkin' 'Bout Love veya Jump gelirken benim aklıma direkt Why Can't This Be Love gelir.

Why Can't This Be Love'ın gölgesinde kalsa da hemen hemen aynı ayardaki Dreams, ışıl ışıl parlayan balad Love Walks In, orta tempo güzellikleri Summer Nights ve Best Of Both Worlds, haylaz çocuklar Good Enough, 5150 ve Get Up albümü her ziyaret edişimde tatlı bir hard rock nostaljisiyle kucaklarlar. Sonraki Van Halen albümleri OU812 (1988) ve For Unlawful Carnal Knowledge (1991) da fena değildir. Ama ondan sonrası azalarak bitmeleri üzücüdür. 1995'teki Balance albümünün ardından önce Sammy Hagar, 1998'de solist olarak Extreme grubundan Gary Cherone'un Hagar taklidi yaptığı Van Halen III albümünden sonra da Michael Anthony gruptan ayrılır. 2012'de çıkan A Different Kind Of Truth'da nasıl olduysa David Lee Roth gruba tekrar döner, bas gitara da Eddie oğlu Wolfgang Van Halen geçer. Buna rağmen albüm ticari olarak çakılıp eleştirel olarak da beğenilmeyince kendilerinden uzun süre haber alınamaz. Ta ki 6 Ekim 2020'de "one and only" Eddie Van Halen, gırtlak kanseri yüzünden 65 yaşında aramızdan ayrılana kadar. Patentli gitar tasarımları ve çalma teknikleriyle, olağanüstü sololarıyla gerçek bir ekol olan usta gitaristin ölümüyle de bir devir kapanmış oldu. O devir, içinde şahane hard rock, pop rock, glam metal şarkıları barındıran rock tutkusuyla doluydu. Gitarını gerçek anlamda ağlatan, güldüren, ona tekerlemeler söyleten, matkap taklidi bile yaptıran Eddie Van Halen, markalaşmış soyadının bundan böyle rock kalelerinden biri olarak kalacağını bilerek yerinde rahat ve huzur içinde uyuyacaktır muhtemelen.

1. Good Enough
2. Why Can't This Be Love
3. Get Up
4. Dreams
5. Summer Nights
6. Best of Both Worlds
7. Love Walks In
8. 5150
9. Inside

22 Ekim 2020 Perşembe

Mother's Cake - Cyberfunk!


Gün geçmiyor ki müzik aleminde heyecan verici yeni isimler keşfetmeyelim. Yine gün geçmiyor ki bu keşfettiklerimizin aslında yeni olmadıklarını, bizim onlardan yeni haberimiz olduğunu anlamayalım. Tirol/Avusturya dolaylarından gelen, taa 2008'de kurulmuş, 3 albüm sahibi Mother's Cake de onlardan biri. Yves Krismer (vokal, gitar), Benedikt Trenkwalder (bas), Jan Haußels (davul) üçlüsünden oluşan grubu 4. albümleri olan Cyberfunk! vesilesiyle keşfetmiş olmak, acaba daha kaç tane böyle keşfetmediğimiz grup var heyecanını da beraberinde getiriyor. Progressive, funk, psychedelic, hard gibi sonu rock ile biten türleri harmanlayan, harmanladıklarından kendine has bir yenilik ortaya koymasa bile bu karışımdan çok iyi faydalanan Mother's Cake, kendilerini tanımamı sağlayan son albüm Cyberfunk! bünyesinde bu türleri dengeli ve coşkulu ruh halleriyle bütünleştirmiş. Her beğendiğim albümde olduğu gibi geçmişe dönüp baktığımda bulduğum 3 albümü Cyberfunk! kadar tutmadığımı da belirteyim. Bana göre Cyberfunk! grubun en iyi ve olgun işi olabilir.

Tyrolean Alplerinde yer alan Arzl im Pitztal adlı küçük bir köyde kurulan Mother's Cake, birkaç yerel müzik yarışmasında adını duyurduktan sonra beklenmedik bir yerden daha adını duyurmayı başarmış. Michael Haneke'nin öğrencilerinden biri olan Henning Backhaus'un yazıp yönettiği 2013 tarihli Local Heroes adlı bir filmde bazı şarkıları kullanılmış. 62. Berlin Uluslararası Film Festivali'nde prömiyeri yapılan ve IMDB'de şimdiye kadar 11 kişinin oy kullanıp 5.5/10 verdiği film bir grubun yükselişini anlatıyormuş. Artık filmle adlarını nasıl duyurabildilerse bu süreç bir yıl önce çıkardıkları ilk albümleri Creation’s Finest'ın fark edilmesini sağlamış. Yine 2013'te "Austrian Newcomer″ olarak ödüllendirildikten sonra Iggy and The Stooges, Living Colour, Omar Rodriguez Lopez Group, Deftones, Tito & Tarantula gruplarının kapalı gişe konserlerinde ortamı ısındırma göreviyle kendilerine yer bulabilmişler. Sonraki yıllarda bu gruplara Anathema, Wolfmother, Limp Bizkit gibi yenileri eklenmiş. "Bizim konserden önce ortalığı ısıtsın" diye akla gelen ilk isimlerden biri olmuşlar neredeyse. Bu tip gruplar ya silinip gider ya da pek kimsenin bilmediği ama mütevazi ve kaliteli biçimde yoluna devam eden oluşumlara dönüşür. Mother's Cake ikinci gruba dahil olanlardan.


Grubun hayran olduğu ve etkilendiği isimler The Mars Volta, Red Hot Chili Peppers, Led Zeppelin, Bootsy Collins falan olunca neden kalantor rockçıların konserlerini ısıtmak amaçlı seçildikleri anlaşılıyor. Bu isimlerin ve daha fazlasının etkilemesiyle ortaya zeki, çevik ve olgun bir rock ortaya koyan Mother's Cake üçlüsü, Cyberfunk!'ın kontrollü enerjisini 11 şarkıya farklı suretlerde yansıtmışlar. 20 saniyelik intro Tapedeck'in ardından gelen Toxic Brother ve Crystals In The Sky grubun deli dolu, sert, aynı zamanda math rock kıvamlı funky özelliklerini yansıtan parçalar. Math rock çok sıkıcıdır bana göre. Ama bu örneği grubun groove zekasını matematik sıkıcılığından farklı olarak güçlü bir rock dengesine oturtmasına istinaden verdim. İçine kolay girilen şarkılardan ziyade, keyif veren uğraşılar sonucu girilebilen yolları tercih ediyorlar. Mesela Anthony Kiedis'i vokale koysak süper bir Red Hot Chili Peppers şarkısı (üstelik tam da Blood Sugar Sex Magik efsanesine layık) olabilecek I'm Your President'i benimsemek için çaba göstermeye hiç gerek kalmıyor. Yine mesela Lonely Rider, Love Your Smell ve Hit On Your Girl her dinleyişte keyif veren keşif yolculuklarına dönüşüyorlar.

Hit On Your Girl demişken, 6 dakikalık bu şarkının ilk 3 dakikası şahane bir funk pop lezzeti sunarken, diğer yarısı birden duruluyor ve enstrümantal bir space rock hüviyetine bürünüyor. Aslında Mother's Cake bazı şarkılarının sonunda bu yöntemi değişik şekillerde deniyor. Bu dinginleşme ve uzay boşluğunda rock icra etme şekliyle şarkıların deneysel yanlarını güçlendirdiği gibi, grubu sabit kalıpların dışında konumlandırıyor. Örneğin Cybernova gibi bir şarkıyı nerede konumlandıracağımızı tam kestiremeyebiliyoruz. Neo-Psychedelia ile krautrock arasında salınan, bazı deneysel ambient pop dokunuşları içeren yapısıyla funk rock kimliği birbirini tutmayan bir es verme şekli adeta. Ama tüm bunlar olurken bir yandan da The Beetle ve The Operator şarkılarında Rage Against The Machine evreninden selam göndermeyi de ihmal etmiyorlar. Solist Yves Krismer'in yer yer Zack de la Rocha hırçınlığı ve gitar-bas-davul üçlüsünün birbirine alışmışlığının gücüyle Cyberfunk! dinledikçe çiçek gibi açılan bir albüm haline geliyor. Hantallaştığı anlar da yok değil ama önceki albümlerinden farklı olarak parlak anların yoğunluğunda o hantallığı bertaraf etmeyi biliyorlar. Funk rock'ın uzanabileceği başka mecralara navigasyon görevi görüyorlar.

1. Tapedeck
2. Toxic Brother
3. Crystals in the Sky
4. I'm Your President
5. Love Your Smell
6. The Operator
7. Cybernova
8. Hit on Your Girl
9. Lonely Rider
10. Gloria
11. The Beetle
12. Desire

15 Ekim 2020 Perşembe

Uffe Lorenzen - Magisk Realisme

 
Galmandsværk (2017) ve Triprapport (2019) adlı iki şahane akustik rock albümünün ardından fazla bekletmeden üçüncü atışı Magisk Realisme'yi yapan Danimarka'nın garage rock gururu ve gurusu Uffe Lorenzen, bu iki albümden farklı olarak kurucusu olduğu ve emekliye ayrıldığı Baby Woodrose grubunun garage/blues rock geleneklerine dönüş yapıyor. Albümü dinledikten sonra ne yalan söyleyeyim keşke bu da öncekiler gibi akustik olsaymış dedim. Ama bu albümün kötü olduğu anlamına gelmiyor kesinlikle. 4 yıl içinde soloları üçleyen, yine anadili Danca ile duygularını, tecrübelerini dillendiren Lorenzen, solo yolculuğuna önce Fas'tan başlamış, ikinci albümü için de ıssız bir yazlığa kapanmıştı. Bu defa 2019 yazı boyunca Kopenhag'da tek bir yere bağlı kalmadan, arkadaşlarının da yardımıyla 9 farklı evde ikamet etmek suretiyle 10 şarkının yazım sürecini geçirmiş. Başkentin farklı yerlerinde geçirdiği bu göçebe ve bohem yaşantı şarkılara da yansımış. Kalabalık bir şehirde yalnız olmak ve kendini kaybetmek teması etrafında şekillendirdiği şarkılar da bu ruh halini yansıtır nitelikte bestelerden oluşmakta.

Albüme adını veren ve önceki albümlerindeki haletiruhiyeyi koruyan Magisk Realisme dışında tüm şarkılar güçlü bir garage ve psychedelic rock dengesi taşımakta. Livet SkrigerI Mit Blod,  Stjernestøv, Lad Det Gå gibi şarkılar Baby Woodrose bölgesine ait. O bölgenin blues destekli cayır cayır ya da daha az cayırlı pop rock bileşenlerini taşıyorlar. Ama mesela Lorenzen'in trompet de çalarak inceden latin duygusu aşıladığı Efterår, pedal steel gitar çalarak nitelikli country yaptığı Caminoen, psychedelic pop rock denebilecek Tornerose albümü tekdüzelikten fersah fersah uzaklaştıran farklılıklar olarak görünüyorlar. Tekdüzelik, bazı Baby Woodrose albümlerinde hissettiğim hep garaj, hep psychedelic ısrarına istinaden kullanılmıştır. Kapanıştaki Dommedags Eftermiddag ise, Lorenzen'in Galmandsværk ve Triprapport albümlerindeki akustik evreniyle Baby Woodrose'un psychedelic hassasiyetlerini tek vücutta toplamış 4 dakikalık içsel bir yolculuk gibi sanki. Keşke bu albüm de öncekiler gibi akustik olsaymış dememin sebebi, o evreni özlemiş olmak yanında, bazı şarkıları o akustik çıplaklıkla hayal etmiş olmamdan kaynaklanmıştır. Muhtemelen Baby Woodrose'a doydum. Canım hala Galmandsværk ve Triprapport çekiyor. Yine de Uffe Lorenzen albümlerinin hikayelerini bilerek dinlediğimizde her şarkı yolunu bir şekilde buluyor. Magisk Realisme'nin "Kopenhag'da yalnız bir adam" hikayesi de dinledikçe gecesiyle gündüzüyle kendini anlatıyor zaten.

1. Lad Det Gå
2. I Mit Blod
3. Efterår
4. Camionen
5. Magisk Realisme
6. Livet Skriger
7. Tornerose
8. Nede Ad Vejen
9. Stjernestøv
10. Dommedags Eftermiddag

4 Ekim 2020 Pazar

Fooks Nihil - Fooks Nihil

 
Sonbahar gelince, bu mevsimin soundtrack özdeşlerinden biri olan folk rock albümleri de boy vermeye başladı. Fleet Foxes, Matt Berry enfes albümlerle kalite çıtasını santim santim yükselttiler. Arada başka albümler de çıktıysa kaçırmış ya da henüz karşılaşmamış olduklarım vardır. Ama karşılaştığım bir albüm daha oldu. Hem de hiç beklemediğim bir yerden, Wiesbaden, Hessen, Almanya'dan Fooks Nihil adlı taptaze bir gruba rastladım. Max Ramdohr, Maximilian Schneider, Florentin Wex şeklinde üç adet 60'lar ve 70'ler folk rock hayranı müzisyenden kurulu grup, kendi adını taşıyan ilk albüm kervanına katılıp güneşli sonbahar günlerinin karantina altındaki ruh haline isabetli atışlar yapan şarkılarla kariyer yolculuklarına başlıyorlar. Tanıtım bültenlerinde referans olarak Crosby Stills, Nash & Young, The Byrds isimlerinin zikredilmesi de o kadar boşuna değil. Gerçi Amerikan kırsalından kopup gelmiş daha nice ismi referans olarak verebiliriz onlar için. Sonuçta ne kadar fark yaratılabilir ki diyebileceğimiz folk rock türünden bahsediyoruz. Fark yaratmasa da, en azından geçmişi çok iyi sindirmiş, bunu kendi yazdığı şarkılara çok iyi akıtmış bir grup var ortada. Bu müziğin anavatanı dışına taşabilmişliğini çok iyi göstermesi açısından Fooks Nihil, 21. yüzyıla bu müziği çok başarılı hamlelerle taşıyabilmiş.

Geçmişi günümüze getirirken hiç köprü kurmakla ilgilenmeyip direkt o nostaljiyi iliklere zerk etmeyi görev bilmiş grupları sevmemek elde değil. Çünkü bu zerk sürecinde hem kuvvetli bir köklere dönüş, hem de gençlik enerjisinin verdiği bir yenilenme duygusu yaratıyorlar. Bu bağlamda Fooks Nihil için, direkt olarak girdiği bu yolda o yenilik duygusunu da hiç çaktırmadan ya da çaktırdığından zevk aldırarak veren gruplardan biri olduğunu söyleyebiliriz. İlk üç şarkı Insight Of Love, What's Left ve Tales zaten gruba ait enstrüman hakimiyetini, vokal armonisindeki ciddiyetini, şarkı yazma kabiliyetini kanıtlarken, son üç şarkı Misery, The Seer ve Long Days şimdilik ağır ve sıradan bir final bloğu oluşturuyor. Tabii zamanla sevilme potansiyelleri yok değil. Arada nefis bir blues rock baladı olan Lady From A Small Town, sonra aynı nefasetle orta tempoya geçen Surface Of Things, hammond organdan da güç alarak psychedelic folk atmosferine giren Homeless ve aynı blues, folk, americana dinamikleriyle yoluna devam eden Down From Where She Comes -ki gayet de kapanış parçası olabilirmiş- albümün keyif veren anları. Evet 7 şarkı bile yetermiş aslında. Alman grupların 70'ler etkili stoner rock/hard rock işlerini sık sık duyuyoruz. Ama sanırım ilk defa oralardan böylesine içten bir folk soundu duydum. İflah olmaz retrocular, aynı zamanda bu geçmişin kimlere miras kaldığını görmek isteyenler için Fooks Nihil iyi fırsatlardan biri.

1. Insight of Love
2. What's Left
3. Tales
4. Lady from a Small Town
5. Surface of Things
6. Homeless
7. Down from Where She Comes
8. Misery
9. The Seer
10. Long Days

30 Eylül 2020 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2020)

 
Fleet Foxes - Shore
Yıl: 2020 ABD
Tür: Folk Rock, Indie Folk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sunblind"
Yelle - L'Ère du Verseau
Yıl: 2020 Fransa
Tür: Electropop, Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Karaté"
Everything Everything - Re-Animator
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Indie Pop, Indie Rock, Art Pop
"F" Rate: 4/10
I.A.R. tavsiyesi: "Arch Enemy"


Doves - The Universal Want
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Britpop, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mother Silver Lake"
Oh Sees - Protean Threat
Yıl: 2020 ABD
Tür: Psychedelic Rock, Garage Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gong of Catastrophe"
Monday Listening Club - Lost But Found
Yıl: 2020 Kanada
Tür: Nu-Disco, Breakbeat, Dance-Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't You Think I Know You By Now"
Joji - Nectar
Yıl: 2020 Japonya/ABD
Tür: Alternative R&B, Art Pop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Daylight"
The Broadcast - Lost My Sight
Yıl: 2020 ABD
Tür: Blues Rock, Soul
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Blue Heron"
Futuro Pelo - A Bigger Splash
Yıl: 2020 Fransa
Tür: Alternative Pop, Electronic
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Swamp"
Droid Bishop - Music
Yıl: 2020 ABD
Tür: Synthpop, Synthwave
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Light"
Jadu Heart - Hyper Romance
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Indie Rock, Electronic
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Burning Hour"
Robert Plant - Digging Deep: Subterranea
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Pop Rock, Best Of
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Believe"
Zombies in Miami - 2712
Yıl: 2020 Meksika
Tür: Indie Dance, Nu-Disco
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moonlight"
Rollin' Dice - Reroll
Yıl: 2020 Yunanistan
Tür: Hard Rock, Stoner Rock, Blues Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "One More Time"

The Pineapple Thief - Versions of the Truth
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Progressive Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Demons"

Matt Berry - Witchazel
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Psychedelic Pop, Folk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Pheasant"

Boogie Nights OST
Yıl: 1997 ABD
Tür: Funk, Soul, Disco
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Commodores - "Machine Gun"
Boogie Nights, Vol. 2 OST
Yıl: 1998 ABD
Tür: Funk, Soul, Disco
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Elvin Bishop - "Fooled Around and Fell in Love"

Teenanger - Good Time
Yıl: 2020 Kanada
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Romance for Rent"
Yello - Point
Yıl: 2020 İsviçre
Tür: Synthpop, Electropop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Arthur Spark"






23 Eylül 2020 Çarşamba

Matt Berry - Phantom Birds

 
1974 Bromham, Bedfordshire, İngiltere doğumlu senarist, oyuncu ve müzisyen Matt Berry, ilk albümü Jackpot'ı 1995'te çıkarmış, ilk oyunculuğunu ise Garth Marenghi's Darkplace adlı mini diziyle 2004'te yapmış. Bu da gösteriyor ki Berry öncelikle bir müzisyen. Oyunculuğu ve müzisyenliği bir arada götüren Berry, özellikle TV için o kadar çok iş yapmış ki, albüm çıkarma işi sadece arada yaptığı kaçamaklara dönmüş. 6. kaçamağı olan Phantom Birds vesilesiyle artık bu çok sevdiğim adamla ilgili bir şeyler gevelemek istedim. İngiliz usülü folk rock, psychedelic pop, soft rock şeklinde özetlenebilecek müziği o kadar sade, temiz ve eski usül ki, 60'ları 70'lere bağlayan bir dönemden bir albüm diye önümüze koysalar sorgusuz sualsiz yeriz. Matt Berry'yi ilk kez 2007 yılında başlayan efsane İngiliz komedi dizisi The IT Crowd'da canlandırdığı, ne iş yaptığı belirsiz büyük bir şirkette patron olan eksantrik ve komik Douglas Reynholm rolüyle fark ettim. Karikatürize rolünü o kadar iyi dolduruyordu ki, onun sahneleri de ışıl ışıl parlıyordu. Çok da güçlü bir ses tonu vardı. Ama o zamana kadar şarkıcı olduğunu bilmiyordum. Hatta dizi bittikten 3-4 sene sonra albümlerini gördüm. Gördüğüm andan beri de her albümünü dinledim. Komedi personasıyla albümlerindeki ciddiyeti arasındaki farkı gördükçe ona olan hayranlığım günden güne arttı.

Matt Berry müziğiyle aramdaki bağın kökleri aslında çocukluğuma dayanıyor. Radyo dinleyerek büyümüş biri olarak bilinçaltıma işlemiş bir puslu atmosferin emarelerini buldum bu müzikte. Radyoda programlar arasındaki boşlukları kapatmak için tozlu arşivlerden seçilmiş kimsenin bilmediği dingin şarkıları çok severdim. Bazen az da olsa yabancı müzik kuşaklarında 70'ler psychedelic pop örnekleri seçilir, ben de bu şarkıların bir akşamüstüne veya akşama kattığı o hüzünlü tadını zihnime kazırdım. Bunlar beynimin bilmediğim bir arşiv deposunda o kadar güzel saklanmış ki, Matt Berry onların bazılarını arşivden indirmeyi başarmış adamlardan biri. Sapına kadar İngiliz olmasının verdiği nostalji duygusu da ayrı tabii. Puslu havası ve kır ambiyansıyla bir İngilizlikten söz ediyorum. Eski BBC dizileri, rüzgarlı ve dalgalı bir sahil, loş odalar, kabuk bağlamış yaraları kavlatmanın çocuksu hazzı, Pazar akşamlarının omuzlara çökmüş hüznü, yorganı üzerine örttüğünde duyduğun tuhaf bir huzur hali ve "acaba şu an radyoda ne çalıyor" merakı... Bunlar ve dahası. Bu müzik o kadar çok şeyi çağırıyor ki, üzülmek veya sevinmek tümden somutlaşıyor.

Moonlight FlitSomething In My EyeYou Danced All NightMan Of DoomWhere's My Love? ve diğerleri akıp giderken bu somutluk bir rüyada olma haliyle iç içe geçerek dengeleniyor. "Nostalji" bunu en iyi özetleyen kelimelerden biri. Ama o nostaljiyi şimdi bile iliklerimize kadar hissediyorsak onun eskidiğini, nostaljik olduğunu nasıl söyleyebiliyoruz? Filmler ve şarkılar, tıpkı eski fotoğraflar gibi o zamanları hemen yakalayıp huzurunuza getiriyor. İnanılmaz beyin fonksiyonlarından biri. Daha zorlasak kimbilir o tozlu raflardan, sandıklardan neler çıkar. İngilizlerin efsane olmuş pedal steel gitaristi BJ Cole ve Berry'nin çok iyi anlaştığı progressive rock davulcusu Craig Blundell'in katkıları bu müziği ılık country mecralarına taşısa da, Berry o elit pop kimliğini ve retroluğunu bir an olsun geride bırakmıyor. Önceki albümlerinde de bu disiplin söz konusuydu. Fakat Phantom Birds'te olduğu kadar yoğun gelmemişti nedense. Yaşlandıkça içimize daha farklı mı işliyor diye sordum Berry'ye. O da dedi ki, "benim içimden gelen bu". Keşke hepimiz içimizden gelenleri, geçmişimizi, nostaljimizi onun gibi şarkılara döküp somutlaştırabilsek, her dinlediğimizde de o geçmişin dehlizlerinde soyutlaşabilsek.

1. Something in My Eye
2. Danced All Night
3. Phantom Birds
4. Moonlight Flit
5. Man of Doom
6. Where’s My Love?
7. Take a Bow
8. Intermission
9. Hail to the King
10. In My Mind
11. That Yellow Bird
12. Waving Goodbye
13. Covered in Clowns

13 Eylül 2020 Pazar

Slomosa - Slomosa


Bergen/Norveç doğumlu Slomosa dörtlüsü, her "kendi adını taşıyan debut" çıkaran gruba nasip olması gereken taş gibi bir rock albümüyle huzurlara çıktı. Grup üyeleri dahil şimdilik haklarında hiç bir yerden bilgi edinemediğim Slomosa, sanki mesaj verir gibi beni müziğim anlatır diyor adeta. Biz de oradan yürürsek yılın en iyi stoner rock albümlerinden biriyle muhatap olduğumuzu söyleyebiliriz. Gerçi benim için 2020 pek fazla iyi stoner rock albümü çıkaramadı. Peki bu durum Slomosa'yı kötünün iyisi mi yapıyor? Hayır. Yaptıkları müzik, bir ilk albüme göre çok diri ve olgun. Ama grubun çok önemli bir eksiği var. O da iyi bir vokalisti olmaması. İsmini bilmediğimiz bu vokalist arkadaş, hemen her şarkıda beleş girdiği maçta tezhürat eden ergenler gibi bağırıp duruyor. Bir süre sonra şarkılara yazık olmuş diye hayıflanabiliyorsunuz. Keşke tamamı enstrümantal olsaymış diye de ekliyorsunuz. 8 şarkılık albümün çoğunda bu kulak tırmalayan amatörlük çok bariz. Ama grup öyle iyi müzik yapıyor ki, bu vokal handikapını bile çoğu şarkıda örtmeyi başarabiliyor. Tabii göreceli biçimde başarabildiği kadarıyla.

Harikulade riffleriyle bu vokal dezavantajını bertaraf eden açılıştaki Horses ve progressive tavrıyla Scavengers bana göre albümün yıldızları. In My Mind's Desert ve kapanışta yer alan On and Beyond albümün ağır abileri misali güçlü tasarımları ve katmanlı yapılarıyla güven tazeliyorlar. Vokalist dostumuzun o holigan tavrı nedense There Is Nothing New Under The Sun şarkısında işe yarıyor. Çünkü şarkı garage/stoner işbirliği içindeki bir punk aroması taşıdığından özellikle nakarat kısmı amacına ulaşmış gözüküyor. Kevin, Just To Be, Estonia üçlüsü ise daha iyi bir vokalle çok daha iyi yerlere gelebilecek şarkılardı bence. Bana biraz da son yıllardaki Yunan stoner tayfasının yaptığı iyi işleri anımsatan Slomosa, uzun vadeli düşünüyorsa ve grupta belli bir ağırlığı yoksa şu vokalden bir an önce kurtulmalı. Demiyoruz ki, nameli, tenorlu, baritonlu bir ses olsun. Stoner rock her şeyden önce karizma ister. Grubun müziği o kadar ciddi ki, death metal vokali bile çok yakışabilirdi. Hatta grup üyelerinden biri de kadın ki, bu şarkıları o söylese gayet orijinal durabilirdi. Olan olmuş, önemli bir negatifliğe karşın Slomosa iyi bir albüm yapmış. Türe yatkın kulaklar gerekli mesajları alacaktır.

1. Horses
2. Kevin
3. There is Nothing New Under the Sun
4. In My Mind's Desert
5. Scavengers
6. Just to Be
7. Estonia
8. On and Beyond

5 Eylül 2020 Cumartesi

Annett Louisan - Kitsch


1977 Almanya doğumlu Annett Louisan, ara sıra albüm kapaklarını görüp Fransız şansonları söyleyen Parisli bir genç kız imajı edindiğim bir şarkıcıydı. Hatta diskografisine baktığımda zamanında 2014 tarihli Zu viel Information albümünü dinlediğimi de fark ettim. Tabii bu albüme dair en ufak bir ayrıntı bile aklımda kalmamış. Zaten o albümün kapağını görünce anladım dinlediğimi. Yıllar sonra kendisiyle yolumuz yine bir albüm kapağı vesilesiyle kesişti. Kitsch adındaki 8. Annett Louisan albümünün şarkı listesini görünce eğlenceli dakikaların tik tak seslerini duyar gibi oldum. Çünkü 70'ler, 80'ler, 90'lar karması popüler şarkıların coverlarından oluşan listeyi gördüm. Cover albümleri ciddiye aldığımdan bazı bilmediğim şarkıların orijinallerini de dinledim. Mesela bunlardan Bungalow ve Reality'nin orijinal hallerinin biraz daha iyi olduğunu düşünüyorum. Ama genel olarak bildiğim şarkılardaki Louisan dokunuşları, şarkıların nerelere gidebileceğini görme açısından çok hoşuma gitti. Çok iddialı olmayan, eline yüzüne de bulaştırmayan, pop, swing, bossa nova, şanson, pop caz esintileriyle bezeli şık yorumlar, yaz sonu serinletici etkisine sahipti.

Saatlerini bu türlere yönelik beklentilere göre ayarlayan dinleyiciler için oturup dinlenecek kalitede bir albüm Kitsch… "Oturup dinlemek"ten kastım, onu bir fon olarak kullanmadan, işi gücü kısa süreliğine bırakıp kendini bir içecek eşliğinde onun kollarına bırakmak. Bir butikte veya bir kafede fonda çalan işlere çok benzediği, duyulduğu vakit "bu şarkı şey değil miydi, dur bakalım, aklıma gelmedi şimdi" dedirttiği için belki hak ettiği değeri görmeyebilir. Ama bir butik ya da kafe fonunu güzel biçimde doldurmak da önemlidir. Hele de bunu yapan öyle isimsiz cisimsiz biri değil, öncesinde 7 albüm sahibi tecrübeli bir şarkıcıysa. Favoriler sıralamamda Bitter Sweet Symphony, Friday I'm In Love, I Want It That Way, Nights In White Satin dörtlüsü zirvede. Bu dörtlünün, hatta çoğu kişinin "suçlu zevk" olarak gördüğü, benim sevmekten hiç suçluluk duymadığım Backstreet Boys şarkısı I Want It That Way'in orijinalleriyle olan yakın ilişkim Louisan yorumlarını beğenmemi engellemedi. Ayrıca Friday I'm In Love'ın temposuna sadık kalınması da hoşuma gitti. Zira böyle bir efsanenin sahip olduğu o coşkuyu ancak bu tempoyla verebilirsiniz.

Popüler müziğe damga vurmuş Nights In White Satin, Hello, Eternal Flame, (I Just) Died In Your Arms gibi acıklı besteleri kendi potasında çok dengeli biçimde eritip yumuşatan Annett Louisan, bazen önüme çıktığında "şimdi bunların havasında değilim" diyerek atladığım bu slowlara farklı bir açıdan, yanı yıkıcı ve yıpratıcı olmayan bir hüzünle bakmış. Bu kez temposuyla oynadığı Eternal Flame ve Torn gibi şarkılarda da güzel tonlar yakalamış. Marleen adlı Almanca piyano baladını da çok beğendim. Zaten beğenmediğim ya da albüme fazla bulduğum Atemlos durch die Nacht, Reality ve Somewhere Over The Rainbow dışında şarkı yok. Bu albüm çıktığında 43 yaşında olan ama 20 yaşında bir genç kızın sesine, 30'lu yaşlarındaki bir kadının görüntüsüne (albüm kapağı 18 diyor o ayrı) sahip Annett Louisan, başka bir cover albüm yapmadığı müddetçe muhtemelen bir daha yolumun kesişmeyeceği sevimli ve saygı duyulası bir şarkıcı. Kitsch ise favori cover albümleri heybemde yerini çoktan aldı.

1. Hello (Lionel Richie)
2. Bitter Sweet Symphony (The Verve)
3. I Want It That Way (Backstreet Boys)
4. Bungalow (Bilderbuch)
5. (I Just) Died in Your Arms (Cutting Crew)
6. Words (F.R. David)
7. Eternal Flame (The Bangles)
8. Friday I'm in Love (The Cure)
9. Atemlos durch die Nacht (Helene Fischer)
10. Nights in White Satin (The Moody Blues)
11. Marleen (Marianne Rosenberg)
12. Reality (Vladimir Cosma)
13. Torn (Natalie Imbruglia)
14. Somewhere Over the Rainbow (Judy Garland)
15. Bungalow (Single Edit)