30 Kasım 2018 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Kasım 2018)

The Joy Formidable - AAARTH
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Indie Rock, Noise Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cidada (Land on Your Back)
Wargirl - Wargirl
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "How You Feel"
Escondido - Warning Bells
Yıl: 2018 ABD
Tür: Alt-Country, Pop Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Crush on Her"
 
 
Novo Amor - Birthplace
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Indie Folk, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Birthplace"
Hush Kids - Hush Kids
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Folk, Pop Folk
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Love is a Made Up Word"
VA - Stranger Things: Music From the Netflix Original Series
Yıl: 2017 ABD
Tür: Pop Rock, New Wave, Synthpop, Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Scorpions - "Rock You Like a Hurricane"
Wolvespirit - Fire and Ice
Yıl: 2018 Almanya
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rock n' Roll Gypsy"
 
Lydmor - I Told You I'd Tell Them Our Story
Yıl: 2018 Danimarka
Tür: Electropop, Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Money Towers"
Sierpien - Реновация
Yıl: 2018 Rusya
Tür: Post-Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Oжor"
Mark Knopfler - Down the Road Wherever
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Blues Rock, Folk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Trapper Man"
The Prodigy - No Tourists
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Big Beat, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Light Up the Sky"
Molly Nilsson - 2020
Yıl: 2018 İsveç
Tür: Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Every Night is New"
Softer Still - Nuances
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Eulogy"
Pearl Jam - Vs.
Yıl: 1993 ABD
Tür: Grunge, Alternative Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "W.M.A."
The Heat OST
Yıl: 2013 ABD
Tür: Hard Rock, Pop Rock, Pop, Soul
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Boston - "More Than a Feeling"
The White Stripes - Elephant
Yıl: 2003 ABD
Tür: Garage Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Seven Nation Army"
Thunderball - 12 Mile High
Yıl: 2010 ABD
Tür: Downtempo, Funk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I C Colors"
The Link Quartet - Hotel Constellation
Yıl: 2014 İtalya
Tür: Funk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wrecking Machine"
 
The New Mastersounds - Renewable Energy
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Funk 49"
Def Leppard - The Story So Far
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pour Some Sugar on Me"

28 Kasım 2018 Çarşamba

Karise Eden - Born To Fight


2014'teki Things I've Done adlı ikinci albümün ardından dört sene gibi uzun bir süre sonra Born To Fight ile geri dönen Avustralyalı Karise Eden, yine en büyük gücünü şahane sesinden alan bir albüm yapmış. Ama ne var ki, Things I've Done sonrası için "soul ve R&B'nin blues ve rock ile kucaklaşmasını kutsayan şarkılarla dinleme" arzumu bir nebze köreltmiş bir albüm bu. The Voice 2012 Avustralya şampiyonu Eden, yine soul, R&B, blues yoğunluklu şarkılar söylüyor. Ancak 10 şarkılık albümün neredeyse yarısı fazlasıyla fabrikasyon ve standart bestelerden oluşuyor. Bunları Eden yerine ortalama bir şarkıcı seslendirse yüzüne bile bakılmaz. Yine zamanında Things I've Done için sarf ettiğim "şarkı dinliyor gibi değil, vokal dinliyor gibi" şarkılar albümün çoğunluğunu parsellemiş. Bu da çok can sıkıcı. Böyle bir sese bu şarkıların reva görülmesi insanın zoruna gidiyor. Önceki albümde en vasat Eden şarkısı bile onun bu geniş vokal yelpazesi sayesinde bir şekilde kendini dinletiyor, tutkusunu hissettiriyordu. Ama mesela Powerless gibi bir şarkı bunu bile yapamıyor bana göre. Sanki fazla hesaplı, fazla karışılmış, etrafı başka unsurlarla fazla çevrelenmiş gibi derinlikten uzak.

Stop Fucking With My Head ile gayet iyi bir başlangıç yapan albüm, albüme adını veren Born To Fight, kıvrak yapısıyla Baby Goodbye, iş görür bir soul rock olan Ain't Thinkin About You şarkılarıyla sivriliyor. Fakat Karise Eden'ın bir soul divası adayı olmasını tescilleyen asıl maharetleri Gimme Your Love ve Hopeless gibi damardan giren soul baladlarında görülüyor. Öylesine güçlü bir sesten bahsediyoruz ki, içine girdiği şarkıyı çok acayip yerlere götürebilecek, götürdüğü yerde acımadan yürekleri dağlayacak, sonra da şöyle hafifçe kafasını yana çevirip gözlerde bir damla yaşla orada bırakıp gözden kaybolacak kadar "ruh" ile dolu. Hüzün ona bir başka yakışıyor. Albümün en iyilerinden biri sayabileceğim Maybe You Can Love Me Anyway'deki sakin ve yıkık ruh halinin tüm kontrolünü elinde tutan o gücün kaynağı Aretha Franklin'den, Dinah Washington'dan, Etta James'ten, 50'lerden, 60'lardan geliyor. İşte insanın zoruna giden, bu nadir sesin gelecek nesillere kalıcı albümler, şarkılar bırakmaktansa, kendi albüm sınırlarında günü kurtarması, 2000'lerin uyduruk pop ikonları ile aynı, hatta daha yeni olduğu için onlardan aşağı muamele görmesi. Kısacası ses ne kadar iyi olursa olsun, onu ölümsüz kılan şarkılara ihtiyacı olacaktır. Karise Eden henüz o şarkıları yapmadı.

1. Stop Fucking With My Head
2. Temporary Lovers
3. Born to Fight
4. Gimme Your Love
5. Ain't Thinkin About You
6. Baby Goodbye
7. Powerless
8. Hopeless
9. Maybe You Can Love Me Anyway
10. Ted

17 Kasım 2018 Cumartesi

The Lions Rampant - It’s Fun To Do Bad Things


The Lions Rampant, Kuntucky kökenli genç bir rock triosu. Hangi rock derseniz, ya direk rock & roll, ya da garaj rock olarak isimlendirmek doğrudur. Aslında bu ikisi çok sıkı fıkı türler. Rock & roll dediğimiz şey de garajlara layık bir ruh içerir. Hatta bu ikisinin aynı tür olduğu savunularına sonuna kadar katılırdım. Fakat öyle enteresan gruplar türedi ki, garaj işi tamam da, adına rock dedikleri şey, rock müziğe doğrudan hakaret. Roll’a hiç girmiyorum, zira garajdaki bir alet çantasında ondan bulunmazsa yapılan müziğin tadında hep bir eksiklik seziyorum. The Lions Rampant’ta bu sıkı fıkılığı yoğun biçimde içinize çekmeniz mümkün. Hatta burada da ikisinin aynı tür olduğu savunularına sonuna kadar katılırım. 2010 Ocak ayı sonunda çıkan ilk albüm It's Fun To Do Bad Things cayır cayır yanıyor adeta. İlk şarkı Give Me girdiğinde, acaba kafadan punk abanması bir grup mu diye endişelenmedim değil. Ama endişelerim nakarata kadar sürdü ve garajın hamurunda bulunan punk dokunuşlarına kattıkları, iyi yazılmış şarkılarla da katmerledikleri enerjilerine duyduğum sevgiyle geri kalan 12 şarkıyı da sabırla beklemeye başladım. Lights On ile birlikte ümitlerim daha da arttı. Dakikalar ilerledikçe Shake It Out, Do You Feel It?, I'm A Riot, All Night RNR gibi başka cevherler de olduğunu görünce, kendileriyle boşuna zaman kaybetmediğimi anladım.

Yine de gelecekte daha iyi işler yapabilecek bir grup olacaklardır. Şu anki heyecanlarıyla konserlerde terden sırılsıklam edecek, boyun tutulmalarına yol açacak türden şarkılara ağırlık vermişler çoğunlukla. Ama diplerde bir yerde, oturup dinlenesi şarkılar da çıkarabileceklerinin sinyallerini de veriyorlar. Rock & roll oturup dinlenir mi demeyin. Esas onu yapmak marifet bana kalırsa. Tamam, “yaramazlık yapmak eğlencelidir” ve bu tür müziğin başına oturuyorsak “oturmaya gelmedik” moduna girmiş şarkılara da hazırlıklı olacağız. Ama biryerlerde gördüğüm “intelligence dance music” tanımlamasını böyle durumlarda sıklıkla aklıma gelir. Yani her tür, o tür ile özdeşleşmiş birtakım davranış biçimlerini de bize dayatmak zorunda mıdır? Kılık kıyafet mevzusu da bu dayatmalara bağlı olarak kendini gösterir. Çok uzun bir hikâyedir bu. Bir dans şarkısı, sırf dinlemek için, bir akustik folk şarkısı sırf dansetmek için yapılmış olamaz mı? Yine de her şeye rağmen Lights On, Make Up Your Mind, Leave Me Alone, I’m A Riot şarkılarında oturmak, hele de kalabalık ortamlarda pek bir zor. Hele de vokal ve gitardaki Stuart MacKenzie, ara ara Mick Jagger gibi “yeah”ler çektikçe insanın içi kaynıyor. Çok eğlendikleri belli. Fotoğraflarından da anlaşılıyor. Böyle müzik yaptıkları sürece hak ediyorlar da...

1. Give Me
2. Lights On
3. I Need (Your Love)
4. Kara
5. Shake It Out
6. Cocaine Anne
7. It’s Fun To Do Bad Things
8. Do You Feel It?
9. I’m A Riot
10. Make Up Your Mind
11. Leave Me Alone
12. All Night RNR
13. Cigs & Gin

7 Kasım 2018 Çarşamba

Second Sun - Eländes Elände


İsveçli grup Second Sun'ın Hopp/Förtvivlan adlı muhteşem debut albümünün üzerinden üç sene geçmiş. Ama daha üç gün önce dinledim ve hala bu albümden yeni şeyler keşfediyorum. Çaktırmadan ikinci albümleri Eländes Elände'yi çıkardılar ki elim ayağım birbirine dolandı desem yeridir. Death/trash metal grubu Tribulation davulcusu Jakob Ljungberg'in önderliğindeki grup, Adam Lindfors (Dead Lord), Sofia Rydahl (Gravmaskin) ve Marcus Hedman (Moralens Väktare) adındaki müzisyenlerden oluşuyor. Parantez içindeki az sayıda insanın bildiğini düşündüğüm gruplardan gelme bu insanlar ilk albümde de Ljungberg ile çalışmışlar mı bilmiyorum ama sound yine aynı sound. İyi ki de öyle. Zira Hopp/Förtvivlan'da 70'ler ve 80'ler başı rock sounduna sadık kalmak suretiyle vizyon sahibi bir progressive, psychedelic, space rock derlemesi sunmuşlar, olağanüstü rifflerle aklımı başımdan almışlardı. Çıta bu denli yüksek olunca Eländes Elände'nin ne yapacağının merakını dizginledim. Yaklaşık bir hafta albüme hiç elimi süremedim. Belki de bazı grupların çok beğendiğim ilk albümlerinin ardından ikincide çuvalladıklarını görmenin korkusu da bunda etkili oldu.

Nihayet üst üste rezalet albümler dinledikten sonra kulağımın pasını alsın diye merakımın dizginlerini bırakarak albüme başladım. Açılışta yer alan Vems Fel, öyle bir coşturdu ki, Second Sun'lı günler tekrar başlıyor diye içimi bir sevinç kapladı. Tıpkı tüm Second Sun şarkıları gibi Verms Fel de 70'lerden bir albümden kopup gelmişçesine köklere bağlı. Ama bu bağlılık, grubun şarkı yazma yaratıcılığı ile bütünleştiğinde çok daha anlamlı hale geliyor. O yüzden öne çıkan, geri kalan, isim isim önerilecek şarkı bulmak güçleşiyor. Kendi ana dillerinde söylemeleri, şarkı isimlerinin de İsveç dilinde olması, hangi şarkı nasıldı, hangi riff vardı, temposu yüksek miydi, düşük müydü, şu dilime yapışan gitar melodisi hangi şarkıdaydı gibi soruların cevaplarını vermeyi de zorlaştırıyor. Bu harika bir durum benim için. Zira Second Sun albümleri bittikten sonra geçici hafıza kaybı yaşatıyor. Bir sonraki dinlemeye kadar bu sorularla cebelleşiyorum. Dediğim gibi daha ilk albüme doyamamış, hala ondaki şarkıları birbirinden ayırt edememişken şimdi bir de Eländes Elände çıktı başımıza!

Förneka Allt, Enda Sunda Människan i Världen, Sång Till En Slagen Kämpe gibi şarkılarda olduğu gibi basit, belki de bu yüzden kimsenin yüz vermediği detayları bir şarkıya toplayıp onları yaratıcı fikirlerle sağlam rock şarkılarına dönüştürme becerileri aynen devam ediyor. Hammond organ kullanımını yaygınlaştırarak şarkılara güç katmak da bu beceriler arasında yerini almış. Bazı şarkılarda detone olmuş vokaller bile göze fazla batmıyor. Ama mesela Noll Respekt'teki gibi vokal fazlalığına da gerek yokmuş diye düşünebiliyoruz. Tabii bunlar devede kulak. Şimdilik Hopp/Förtvivlan bu ikinci albümün bir tık üzerinde. Benim gözümde o tıkı aşabilen şarkıların başında, şahane melodisiyle az biraz Anadolu rock atmosferi yüklenmiş Ingen Tid För Allting geliyor. Şarkı isimlerini aklımda tutamadığım gibi bu enfes melodileri de aklımda tutamıyorum ve bu beni her dinleyişte biraz daha heyecanlandırıyor. Belki sadece Det Betyder Allt'ın çok güzel bir balad, albümün isim şarkısı Eländes Elände'nin de kapanışa konmuş bir enstrümantal olduğunu hatırlayabilirim. Onun dışında kalan her iki albümdeki en iyi şarkılar nedir sorusuna ayak üstü cevap veremem. "Dinlemen lazım" derim ancak.

1. Vems Fel
2. Förneka Allt
3. Noll Respekt
4. Sång Till En Slagen Kämpe
5. Enda Sunda Människan i Världen
6. Ingen Tid För Allting
7. Du Ska Se Att Det Blir Sämre
8. Det Betyder Allt
9. Panikångestattack
10. Eländes Elände

31 Ekim 2018 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ekim 2018)

Joe Strummer - Joe Strummer 001
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Pub Rock, Punk Rock, Post-Punk
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Trash City"
Odette - To a Stranger
Yıl: 2018 Avustralya/İngiltere
Tür: Pop Soul, R&B
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lights Out"
The Crystal Method - The Trip Home
Yıl: 2018 ABD
Tür: Breakbeat, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moment of Truth"
Gregory Alan Isakov - Evening Machines
Yıl: 2018 Güney Afrika/ABD
Tür: Indie Folk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Too Far Away"
The Blind Suns - Offshore
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Dream Pop, Surf Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Texas Sky"
2Cellos - Let There Be Cello
Yıl: 2018 Hırvatistan
Tür: Classical, Cover
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Whole Lotta Love"
Sandrider - Armada
Yıl: 2018 ABD
Tür: Stoner Rock, Stoner Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lungs"
Tia Gostelow - Thick Skin
Yıl: 2018 Avustralya
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Phone Me"
Alice In Chains - Jar Of Flies
Yıl: 1994 ABD
Tür: Acoustic Rock, Grunge
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "No Excuses"
TVAM - Psychic Data
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Neo-Psychedelia, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bitplain"
Maïa - Plus Que Vive
Yıl: 2018 Kanada
Tür: Indie Pop, Chanson
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Seule comme une étoile"
Yumi and The Weather - Yumi and The Weather
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Indie Pop, Neo-Psychedelia
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Look at the Night"
The Allergies - Steal the Show
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Funk, Breakbeat
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Steal the Show (feat. Andy Cooper)
Wolfheart - Constellation of the Black Light
Yıl: 2018 Finlandiya
Tür: Melodic Death Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Saw"
Blue Dream - Volume Blue
Yıl: 2018 ABD
Tür: Hard Rock, Grunge, Funk Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kingsury Goldmine"
Merzhin - Nomades
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Alternative Rock, Folk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Substance"
Lindsay Buckingham - Solo Anthology: The Best of Lindsay Buckingham
Yıl: 2018 ABD
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Countdown"
Did You Die - Royal Unicorn
Yıl: 2018 Kanada
Tür: Indie Rock, Post-Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Like I Care"
Tulani - Unscripted
Yıl: 2018 ABD
Tür: Soul, R&B
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Got Some Nerve"
Jóhann Jóhannsson - Mandy
Yıl: 2018 İzlanda
Tür: Dark Ambient, Score
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Children of the New Dawn"

26 Ekim 2018 Cuma

La Chinga - Beyond The Sky


La Chinga (2013) ve Freewheelin' (2016) albümlerinin ardından Beyond The Sky (2018) ile albümleri üçleyen, üçlemekle kalmayıp üçte üç yapan Kanadalı hard rock üçlüsü La Chinga, bu klasmanda az bulunan istikrar sahibi bir grup. İlk iki albümle yakından ilgilenmiş bir dinleyen olarak Beyond The Sky'ın da iyi çıkacağına neredeyse emindim. Çünkü o istikrarın korunacağına olan inanç, tarif edilmesi zor fakat sadece önceki iz bırakmışlıklardan edinilen sağlam hissiyatlarla sağlanıyor. Blues katkılı hard rock yapan grupların ilham kaynakları çok fazla. ama bunlardan yerinde faydalanıp kendine güçlü paylar çıkaranlar o kadar fazla değil. La Chinga bu payları üç albümdür çok iyi çıkarıyor. İlk iki albümden bahsederken Led Zeppelin, Robert Plant, Cinderella, Rage Against The Machine, Red Hot Chili Peppers gibi isimleri azar azar anmışım. Tabii hiçbiri doğrudan bir referans değil La Chinga için. Çünkü onları klasik hard rock vizyonlarına katık ederek kendi kimliklerini oluşturma iyi niyetindeler. Sıkı rifflerle oluşturulmuş kaya gibi bestelerle yürüyorlar. Daha önce duyulmamış, sıradışı parçalar yazmıyorlar belki ama en azından yarısında sıkılıp çıkacağım şarkılar yapmıyorlar.

11 şarkılık Beyond The Sky'da da yine hard rock tarihinden türlü yansımalar görmek mümkün. Benim için albümün yıldızı, süper gitar riffi ve dinamik yapısıyla Zeppelin mirasını fazlasıyla hissettiren Wings Of Fire oldu. Ondan sonra ise sanırım yine benzer özellikler taşıyan Keep On Rollin'. Ama bu şarkıda ekstradan, ilk yıllarına bayıldığım Alman grup Kingdom Come tadı da aldım ki, onlar zaten Zeppelin'den en verimli şekilde beslenmiş gruplardan biridir benim gözümde. Bu benzetmenin bir diğer nedeni de, La Chinga'ya karakter katan solist Ben Yardley'nin Keep On Rollin'deki vokalinin Lenny Wolf'u anımsatması. Yardley bunu her albümde yapıyor. Onun sesinde şarkılar arası değil, aynı şarkıdaki dizeler arasında bile farklılaşmayı becerebilen bir güç var. Mesela ilk dizede Axl Rose duyar gibi olurken, ikincide mikrofona Ozzy Osbourne geçiyor. Veya Killer Wizard'da vokal için Brian Johnson'ı (AC/DC) kafalamışlar herhalde diye kendi kendinize espriler şakalar yapabiliyorsunuz. Bunun tek handikapı (ki bana göre hiç de öyle değil), karakteristik bir Yardley vokalinin oluşmamış olması görüşü. Oysa bu durum tam tersine müthiş bir çeşitlilik sağlıyor.

Adını zikrettiğim şarkılara ilaveten, açılışa konan Nothin' That I Can't Do, albüme adını veren Beyond The Sky, klasik/psychedelic arası karizmasıyla albümün ağır abisi gibi takılan Mama Boogie, nedense o kadar benzeri arasından bana İngiliz grup Thunder'ın 90'lar başındaki halini hatırlatan Feel It In My Bones ve ısınma gayretlerimi sürdürmekte olduğum (fazla uzun sürmez) Black River ile Death Rider da çok iyi La Chinga şarkıları. Albümün kapanışını yapan H.O.W. ve Warlords adlı son iki şarkı ise bana 80'leri 90'lara bağlayan hard rock diyarından kopup gelmiş iki örnek olarak gözüktü. Hiç de kötü parçalar olmamakla birlikte albüm geneline göre fazla normal durmaları farklı bir tat bıraktı. Belki de toplamda albümün son 7 dakikasına böyle nostaljik bir sound katarak veda etmek istediler. Ama La Chinga triosu o nostalji dahilinde bile numaralarını çekmeyi ihmal etmemişler. Aralarındaki uyum ilk albümden bu yana hiç azalmamış. Yardley'nin sesini o kadar övdük ama şahane ritim gitarlarını, yaratıcı sololarını ne kadar övsek yetmez. Carl Spackler bas gitarını ve Jay Solyom davulunu da öyle. Tüm bu pozitif özelliklerinin yanında, çok ortalık malı bir grup olmamalarından, işlerini en güzel şekilde sessiz ve derinden halletmeyi bilmelerinden dolayı La Chinga'yı çok seviyorum.

1. Nothin' That I Can't Do
2. Wings of Fire
3. Mama Boogie
4. Black River
5. Beyond the Sky
6. Keep on Rollin'
7. Killer Wizard
8. Death Rider
9. Feel It in My Bones
10. H.O.W.
11. Warlords

15 Ekim 2018 Pazartesi

Mad Season - Above


Alice In Chains solisti Layne Staley, Pearl Jam gitaristi Mike McCready, The Walkabouts basçısı John Baker Saunders ve Screaming Trees davulcusu Barrett Martin'den oluşan ve "supergroup" denilen projelerden biri olan Mad Season, 1994 yılında girdikleri uyuşturucu ve alkol rehabilitasyonunda tanışan McCready ve Saunders'ın temellerini attığı bir gruptu. İkili önce Martin ile anlaştı. Ardından McCready'nin girişimleriyle bir başka rehabilitasyon gediklisi Layne Staley gruba dahil oldu. Ama bu kez McCready herkesin ayık olmasını istiyordu. Başlangıçta bir albüm düşüncesi olmasa da yaşadıkları uyum, az sayıdaki sahne performansının gördüğü ilgi ve yazdıkları bazı şarkıların işi daha da ciddiye bindirmesi sonucu saçma birkaç ismin ardından Mad Season adıyla bilinmeze yelken açtılar.

Üç kişi iken bazı şarkıları hazırlayan grup, Staley'nin bütün sözleri yazmasıyla stüdyoya girmeye hazır hale geldi. Sadece üç prova ve birkaç sahne şovu sonrası sadece 1 haftada tüm albüm bitti. Birkaç gün de Staley'nin vokaline ayrıldı. Ortaya çıkan Above, içine doğduğu grunge kültüründen taşıdığı izler kadar taşımadığı izlerle de fark yaratan bir albümdü. Çıktığı dönem biraz şaşırtsa da, artık ilgili ilgisiz yüzlerce grupla iyice gına getiren grunge'ın sert monotonluğuna ilaç gibi gelen bir sakinlik, derinlik, esrarengizlik taşıyordu. Yıllandıkça demlendi. Tıpkı Temple Of The Dog'un kendi adını taşıyan ilk ve son albümü gibi ilk ve son olduğu için, en önemlisi de 5 Nisan 2002'de 34 yaşında aşırı dozdan hayatını kaybeden Layne Staley'nin son stüdyo çalışması olduğu için anlamı daha da arttı. (Tek şarkı için biraraya gelen bir başka süpergrup Class Of '99'ın 1998 yılına ait şahane Pink Floyd coverı Another Brick In The Wall (Part 2)'yu saymazsak.) Bu yüzden Above'ın 90'lar rock müziğinin demirbaş albümleri arasında kendine ait mütevazi bir yeri vardır.

Bu mütevazi yer, bazı şarkılarda grunge dışına daha rahat girip çıkabilme özgürlüğünün, grunge'ı törpüleyerek akustik biçimde psychedelic bir yoğunluk katabilme hoşgörüsünün filizlendiği bir yerdi. Örneğin I Don't Know Anything diye pür bir grunge şarkısı ile Long Gone Day diye tropik esintiler taşıyan bir caz rock/swing şarkısını aynı albüm içinde arka arkaya buluşturabildiler. Deneyseldiler ama bunu alıştıkları rock geleneklerinin kontrolünde pratiğe döktüler. Albümdeki Wake Up, Artificial Red, Lifeless Dead ve enstrümantal November Hotel benim için her daim dinlemesi zahmetli şarkılar oldu açıkçası. Çünkü psychedelic yoğunlukları fazlaydı ve sanki birer atanamamış Alice In Chains şarkıları gibiydiler. Grubun doğaçlama yeteneklerine teslim edilmiş emprovize şarkılara benziyorlardı. Ama Temple Of The Dog gibi jam özellikleri pek yoktu. Aceleye gelmiş olabilirlerdi vs. Ama bunlar Above'ın iyi bir albüm olmasının önünde engel değildi.

 
Layne Staley (1967 - 2002)

Grunge geleneklerine bağlılıklarından, belki birkaç rötuşla Alice In Chains albümlerine de konulabilirlik potansiyellerinden ötürü X-Ray Mind ve I Don't Know Anything, hararetli grunge kitlesini heyecanlandırmıştı. Fakat artık bu alemde her türlü şarkıyı denemiş olan Layne Staley ve ekibi için Mad Season'ın anlamı daha farklı ve içe dönüktü. Above ise neşeli bir albüm olmaktan çok uzaktı. Hüznünün zirvesini ise River Of Deceit ve kapanıştaki All Alone temsil ediyordu. Sırf bu iki şarkı bile Mad Season'ı ölümsüzleştirmeye yetecek güce sahipti. River Of Deceit, albümde derli toplu gözüken, üzerine düşünülmüş, birkaç filtreden geçmiş izlenimi yaratan tek şarkıydı benim için. All Alone ise o sakin, dramatik, az da olsa gerilimli havasıyla üzerinde fazla düşünülmemiş, bir kerede çıkmış, bu doğallık yüzünden olağanüstü güzel bir beste gibiydi her zaman. Devamı gelmeyecek bir grubun, devamı gelmeyecek albümünün ilk ve son vedası. Aynı zamanda grunge dünyasının güzel çocuklarından biri olan Layne Staley'nin de vedasına mükemmel bir fon şarkısıydı.

Staley'nin şekilden şekile girebilen muhteşem sesi ve şarkı sözlerindeki içsel edebi vizyonu sayfalar dolusu yazılmayı, üzerinde saatler dolusu konuşulmayı hak ediyor. Uyuşturucuların ve bazı söylentilere göre aşk acısının yiyip bitirdiği Staley yüzünden Alice In Chains dağılma noktasına geldi. Turneler iptal oldu. İyice kilo veren, sahnede şarkı sözlerini unutmaya başlayan, üretkenliğini yitiren bir adama dönüştü. Önce 1996'daki MTV Unplugged, ve Kiss ile çıktıkları turne sonrası ipler koptu. Uzun süre haber alınamayan Staley'nin cansız bedeni bulunduğunda kimliği ancak otopsiyle tanınacak haldeydi. O da tıpkı yakın dostu Andrew Wood gibi aşırı dozdan ölmüştü. Yapılan çalışmalar sonucu 5 Nisan 2002'de 35 yaşında öldüğü belirlendi. 5 Nisan 1994'te ölen Kurt Cobain ile aynı acı tesadüfü taşıması ise grunge tarihine yazıldı. Onu Alice In Chains albümlerinde türlü ruh hallerinde duyduk. Mad Season hadisesi ise Staley'nin gitmeden önceki son seslenişi gibiydi. En azından benim için hep öyleydi. Yoksa şu şarkı öyleydi, bu şarkı böyleydi meselesi değil. Onun gibi adamlar ölse bile her dinleyişte bir yerlerde diriliyorlar zaten. Zira Andrew Wood, Kurt Cobain, Layne Staley, en son da Chris Cornell diğer tarafta bir süper grup daha kurmuş olduklarına dair güçlü hislerim var.

1. Wake Up
2. X-Ray Mind
3. River of Deceit
4. I'm Above
5. Artificial Red
6. Lifeless Dead
7. I Don't Know Anything
8. Long Gone Day
9. November Hotel
10. All Alone

7 Ekim 2018 Pazar

Alice In Chains - Dirt


1987'de Seattle'da kurulan Alice In Chains, 90'ların az sayıdaki grunge efsanelerinden biriydi. Geçmiş zaman kullanıyorum çünkü hala aktif olarak müzik yapıyor olmalarına rağmen artık o efsane işleri 90'larda kaldı ne yazık ki. Sözünü ettiğimiz efsanelerin o dönem yaptıkları rock ve metal bileşenlerinden belli ölçülerde ayrılan, sert tutumlarını gizemli bir melodik anlayışla besleyen, ama asla o sertlikten taviz vermeyen Alice In Chains müziği, bana göre o meşhur grunge atmosferini Nirvana'dan bile daha provokatif / kederli biçimde yansıtabilmişti. Heavy metal, punk ve hardcore etkilenimlerini öyle bir melodik yaklaşımla dengelediler ki, bu sert türlere ölümüne sahip çıkarken, o sertliğin yobazı olmadıklarını da hissettirdiler.

İlk albüm Facelift (1990), işi yokuşa süren zor bir albümdü. Potansiyel içeren, ama daha iyisi yapılabilecek şarkılar o sertlik içinde eriyip gidiyordu bana göre. Eylül 92'de çıkan Dirt ise delilik ile deha arasında sislerle kaplı dev köprüler kurmuş, adeta yeni bir buluş gibi bir albümdü. Elbette eski geleneklerden izler taşıyordu. Fakat o kadar yeniydi ki, daha albümden önce duyduğum Would?, o güne kadar duyduğum hiçbir şarkıya benzemiyordu. Sert, kıvrak, gotik ve tabii ki Layne Staley'nin efsane vokaliyle kutsanmış Would?, bir hilkat garibesi olduğu kadar, o zamana dek "alternative rock" şeklinde yaftalanan bu müziğe kendi adını veren akımın ayak seslerini duyuruyordu. Grunge (pejmürde, kirlilik) akımı, Dirt (kir) albümüyle kendi destanını yazmaya hazırdı.

Bu müziğe henüz grunge adı konmamışken Would?'un verdiği gazla Dirt albümünün peşine düştüm. O yıllarda ancak yeraltından çekme kaset yöntemiyle ulaşılabilmesi olayın cazibesini iyice körüklüyordu. Would?'un araladığı kapıdan girdiğimde ise zincire vurulmuş Alice'in kir pas içindeki epik varoluşu tüm ruhumu öyle bir sardı ki, aklım başımdan gitti. Dirt'ü ilk dinleyiş 2., 14. veya 38. dinleyişe hiç benzemiyor, bunu sonradan anladım. Yani o ilk dinleyiş anının psikolojisi daha oturmuş vaziyette hep yanınızda duruyor ama o göz göze geldiğiniz andaki Alice'e çarpılma hissinin tekrarı yok. Olağanüstü bir enerji, olağanüstü bir yoğunluk. Tüyleri diken diken eden acıklı bir sertlik. Öfkeyle karışık hoyrat bir bulanıklık. Devasa bir isyan!


Would? albümün son şarkısı. Açılışın görkemli olabilmesi için Them Bones ve Dam That River yetiyor. Hatta zamanla onların Would?'dan aşağı kalmadıklarını fark ettim. Bu iki şarkı ilk dakikalardan itibaren peşpeşe öyle bir abandone ediyorlar ki, ne olduğunu daha tam anlayamadan (ya da anlayıp daha tam doyamadan) kendimizi Rain When I Die'ın tekinsiz kollarında buluyoruz. Aynı kollar, farklı suretlerde tüm şarkılara sirayet etmiş durumda. Bunun en büyük sebebi grubun o dönemlerdeki özel hayatlarında yaşadığı çalkantılar. Vokalist Layne Staley eroinin pençesinden kurtulamamış vaziyette. Basçı Mike Starr ve davulcu Sean Kinney'nin alkol bağımlılıkları var. Üstelik albümün kayıtlarına başlandığı sırada LA'de polis şiddetine maruz kaldıktan sonra siyah kesimin ayaklandığı Rodney King hadisesi patlak veriyor. Alice In Chains'i kuran, liderlik eden, derleyip toparlamaya çalışan gitarist Jerry Cantrell, ortalık sakinleşene dek 4-5 günlüğüne grubu Joshua Tree çölüne götürüyor. (Hatta yanlarına Slayer vokalisti Tom Araya'yı da alıyorlar.) Sonra tekrar dönüp kaldıkları yerden devam ediyorlar. Tüm bu sorunlara rağmen Dirt'ün çıkması için hepsi bir şekilde hedefe kilitlenmiş vaziyette.

Cantrell/Staley ortak bestesi olan Sickman, Junkhead ve God Smack, uyuşturucuların ve bağımlılıkların müzikal birer yansıması olarak vücut buldukları gibi, en fazla da o "kafası bir milyon" olma halini liriklere yansıtmış şarkılar. Bunun mimarı Staley'nin ta kendisi. Sonradan bu sözleri yazarken kesinlikle hayranları uyuşturucuya özendirmek istemediğini, ama ne yazık ki özendirdiğine dair birçok geri dönüşe tanık olduğunu itiraf eden Staley, bundan pişman olduğunu, ama Dirt'ün sadece eroin ve etkileri temasına sahip bir albüm olmadığını söylemişti. Dirt karanlık, acı, öfke, anti-sosyal davranışlar, uyuşturucu bağımlılığı, ilişkiler, savaş, ölüm gibi temalar üzerine odaklanmış şarkılarla dolu. Farklı ilham kaynakları var. Ama Cantrell en karanlık şarkıda bile bir iyimserlik sezilebileceğini, bunların yazıldığı andaki saflığı her zaman koruyan şarkılar olduklarını savunmuştu. Örneğin Dam That RiverSean Kinney ile yaşadığı, Kinney'nin bir kahve sehpasını kafasında kırmasıyla sonuçlanan bir tartışma sonrasında, albümün en içli şarkılarından Down In The Hole'u da o dönemdeki uzatmalı sevgilisi Cortney Clarke ile yaşadığı ilişkiden esinlenerek yazdığını söylüyor Cantrell.

Bu kadar da değil. Jerry Cantrell tek başına yazdığı Rooster ile Vietnam'da savaşmış (çocukluk lakabı da Rooster olan) babası Jerry Cantrell Sr. için, Would?'u da aşırı dozdan ölen Mother Love Bone solisti olan arkadaşı Andrew Wood için yazmış. (Wood anısına Chris Cornell'in Temple Of The Dog bünyesinde yazdığı şarkılardan bahsetmiştik. Birileri de Cornell için şarkı yazacak mı acaba?) Layne Staley'nin de tek başına yazdığı iki şarkı var ki biri Hate To Feel, diğeri de olağanüstü bir hard, grunge, goth rock olan Angry Chair. Zaten bu gotik atmosferden hiç çıkmadığımız Dirt, yanan, yıkılan, üzen, öfkelendiren, kan ter içinde bırakan, cehennemden kopmuşçasına sert, dâhilerin elinden çıkmışçasına stilize bir rock şaheseri. O kadar güçlü ve doyurucu ki, ondan sonra nasıl bir Alice In Chains albümü gelirse gelsin bu çıtanın üstüne çıkamaz, çıkamadı da. Ama iki yıl sonra bir Alice In Chains EP'si geldi ve bu defa cennetten çıkmışçasına huzurlu/hüzünlü akustik bir sarhoşluk kapladı ortalığı.


Jerry Cantrell - Layne Staley

1994 tarihli Jar Of Flies EP'si, eroin kafasıyla 90'lar X kuşağının tüm yüklerini aynı potada yoğurmuş Dirt evreninin ardından hiç beklenmedik bir sound taşıyordu. Sadece 1 haftada yazılıp söylenmiş olan 7 şarkıdan oluşan Jar Of Flies, Dirt ruhunun akustik bir yansımasıydı sanki. O gotik havayı, uhrevi ve hayali lirikleri koruyan, ama içine benzersiz ve tekinsiz bir huzur da yükleyen bu şarkılar bu dünyaya ait değillerdi. Alice In Chains soundunu diğer 90'lar grunge gruplarından ayıran ilk özellik bu tarifte gizliyse, ikinci özellik de Cantrell - Staley ikilisinin bazen tek, bazen çift vokalli şarkı söyleme tarzlarıydı. Staley'nin hırçın, kurnaz, karanlık, köşeli vokali, bir miktar daha olgun, mainstream, ama kesinlikle incelikli Cantrell vokaliyle mükemmel bir denge kuruyordu. Her dinlediğimde beni dağıtan Down In A Hole ve Would? ikilisi buna en güzel örneklerdendir. Şarkıların mühendislik dehası barındıran inşasını daha çok Cantrell sağlarken, bir rock grubunu benzerlerinden ayırıp özel kılacak tüm vokal oyunlarını Staley üstlenmişti. God Smack'te nasıl olduğuna hala inanamadığım vokal ile, Jar Of Flies'ta yer alan Nutshell'deki yürek dağlayan saflıktaki vokal aynı adamın ses tellerinden çıktığını duymak müthiş bir tecrübedir.

Bu albümün hemen ardından Mike Starr'ı kovup yerine Mike Inez'i alan grup, 95 yılında kendi adlarını taşıyan bir albüm daha yaptıktan sonra (bu albümün Dirt ve Jar Of Flies ruhundan uzak olduğunu söylememe pek gerek yok) Layne Staley'nin 2002'de aşırı dozdan ölümüyle büyük bir darbe aldı. (Bu olaya bir sonraki yazıda temas etmeli.) O gün bugün de bence belini doğrultabilmiş değil. Cantrell grubun fişini çekmektense "en iyi dostum" dediği Staley'nin yerine, sesinde hiçbir özellik taşımayan William DuVall ile yola devam etti. Üç albüm daha yaptılar. Bunlardan 2013 tarihli The Devil Put Dinosaurs Here biraz düzgün bir albüm olsa da, Alice In Chains'in değil de başka bir grubun albümüydü sanki. Hele 2018 yılında çıkan Rainier Fog'un üzerinde Alice In Chains yazması resmen geçmişe hakaret. Grubu tek başına ayrıcalıklı kılan Staley değildi tabii. Cantrell de 90'lardaki Cantrell değil artık. Hiçbirimiz değiliz. Bunu kabullenmek acı olsa da Dirt gibi albümlerin devri, gençliğimizin sonsuz fırsatlarının, hırslarının, ihtiraslarının, aşklarının kapıları gibi kapandı. Onlara albümlerle geri dönme yolunun açıklığı ise bizi bazen teselli ediyor, bazen de etmiyor. Teselli olmamak, farkına varmasak da bizi besliyor.

1. Them Bones
2. Dam That River
3. Rain When I Die
4. Sickman
5. Rooster
6. Junkhead
7. Dirt
8. God Smack
9. Iron Gland [unlisted]
10. Hate to Feel
11. Angry Chair
12. Down in a Hole
13. Would?

4 Ekim 2018 Perşembe

The Detroit Cobras - Life, Love, and Leaving


Detroitli The Detroit Cobras, 1994 yılında kurulmuş, oturmuş, albüm yapmaya, konserlere çıkmaya hazır hâle gelmiş bir dörtlü iken grupta eksik birşeyin olduğunu farketmişler. Bir solist! O yıldan beri grubun solistliğini yapan Rachel Nagy'nin anlattığına göre grup kendisini sarhoş edip şarkı söyletmiş. Tam aradıkları sesin Rachel'a ait olduğunu görünce de, kendisini sahneye çıkarıncaya kadar herşeyi bir şaka olduğunu sanan bu yeni dişi rockstara ölümüne sahip çıkmışlar. O gün bugündür, ya da 2007 tarihli en son albümleri Tied & True'ya kadar birlikteler. Albüm yapmayalı üç yıl olmuş. Belki sessiz sedasız biryerlerden çıkıverirler. Onlar çıkana dek, The Detroit Cobras arşivinde yaptığım kısa yolculuk, genelde kısa süreli şarkılar çalıp söylemelerinin de etkisiyle çok zevkli geçti. Sanırım toplamda 5 albümleri var. Üçünü dinledim ve en iyisinin 2001 yılına ait Life, Love, and Leaving olduğuna karar verdim. Bir çırpıda hepsini birden dinlerseniz yok aslında birbirlerinden farkı. Ancak gerek sound, gerek kaliteli şarkı üretimi yönünden Life, Love, and Leaving bana daha sağlam göründü.

Garage rock, soul, rock'n roll kokteylinin hayranları için farz, burun kıvırmadan tadını çıkaranlar için ise atlanmayacak bir albümden söz ediyoruz. Nostaljik tarzlarını, sınırları belirlenmiş bir rock'n roll sertliğiyle, ama özellikle karizmatik, seksi ve gereksiz rock çıkışlarından kaçınan Rachel Nagy'nin soul'a yatkın vokal hakimiyetiyle bütünleştirerek gruba kişilik sağlamışlar. Bu kişiliği de her albümlerine akıtmışlar. En uzunu 2:46'lık 60'lar mezuniyet gecesi romantizmi taşıyan Let's Forget About The Past olan albüm 14 parçadan oluşuyor. Hey Sailor, He Did It, Shout Bama Lama, Bye Bye Baby, Boss Lady, Right Around The Corner say say bitmeyen bir enerji ve nostalji fırtınası. Bekârlara kendi kır düğünlerinde sahne almasını hayal ettirecek kadar canlı müzik coşkusu taşıyorlar. Gerçi bizim kır düğünlerine rock'n roll gitmez. Eskilerden bir demet sunan, modernliğini de dipten hissettiren The Detroit Cobras müziğinin bende mezuniyet balosu, düğün gibi çağrışımlar yapmasının sebebi de Hollywood'un 80'lerdeki romantik komedi yüklemelerinden kaynaklı sanırım. Böyle yüklemelere ve bilinçaltımızı uyaran fon müziklerine kapımız her zaman açık. En kısa zamanda yeni albüm bekliyoruz kendilerinden. Her zamankinden olsun!

1. Hey Sailor
2. He Did It
3. Find Me a Home
4. Oh My Lover
5. Cry On
6. Stupidity
7. Bye Bye Baby
8. Boss Lady
9. Laughing at You
10. Can't Miss Nothing
11. Right Around the Corner
12. Won't You Dance With Me
13. Let's Forget About the Past
14. Shout Bama Lama