10 Mart 2011 Perşembe

Slash - Slash


İyi bir gitarist (bu sadece sizin değil, tüm dünyanın kabul ettiği bir iyilik), yıllarca emek verdiği grubundan ayrılıp solo çalışmaya niyetlenirse ne olur?

a) İyi bir gitarist olduğu için sadece gitarına ve onunla çıkarabileceği bestelerine güvenerek enstrümantal rock parçalarından oluşan bir albüm yapar?
b) Yıllarca bir vokale eşlik etmenin alışkanlığını terk edemeyerek ünlü konuklardan derlenen başka bir albüm çıkartır.

Santana, ikinci maddeyi seçiyor genelde. Guns'n Roses'ın tek gülü olan Slash ise ilk solosunda bu yolu seçenlerden. Bu yolun ticari getirisinin önemi malum. Bu tip gitar-vokal düetleri çoğu rock dinleyicisinin ilgisini çeker. Ama mühim olan, ilgi çekmesi kadar o ilgiyi şarkılara, oradan da albüm bütünlüğüne ulaştırabilme kabiliyeti. Herkes iyi gitar çalabilir, hatta Slash'ten daha iyi gitaristler de var yeryüzünde. Fakat herkes kendi sürüsünden ayrıldıktan veya yıllarca tek başına pratik yaptıktan sonra iyi bir rock albümü yapamayabiliyor. Peki Slash'in kendi kanatlarıyla uçmaya çalıştığı (gerçi bu vokal kalabalığında artık ne kadar öyle denebilirse) ilk albümü, bu teorilerin neresinde duruyor?

Efsane rock albümlerinden 1987 tarihli Appetite For Destruction dışında hiç işimin olmayacağı Guns'n Roses'ın 80'ler rock müziğine bir imaj güneşi gibi doğmuş gitaristi Slash'in nasıl bir gitarist olduğuna dair ahkâm kesmek, gitar ustalarının işi. Benim bildiğim Slash, Keith Richards, Ron Wood veya şu an aklıma gelmeyen diğer blues ve punk köklerini harmanlamış usta gitaristler ekolüne gönülden bağlı bir adam. Bu kirli gitar soundunun çekiciliğinden haz alanlar için gerçek "guitar hero"lardan biri. Belli kalıplara ve vokal desteğine muhtaç şarkılara alışkın olması bir suç değil. Belki de kime sorsanız, onun yapacağı ilk solo albümden bir Yngwie Malmsteen beklemez. Nitekim debut Slash, oldukça zengin konuklarla popüler çıtaların üzerinde zıplamaya programlanmış bir albüm. Lâkin bu albümler, tıpkı Santana'nın son işleri gibi bir complication veya tribute sikletinden öteye yumruk sallamıyor.

Yanlış anlaşılmasın, genelde complication ve tribute albümleri severim. Aralarında bağımlısı olduklarım çoktur. İşin içinde cover vardır, çeşni vardır, dans vardır, break vardır. Yine de benim gibi pimpirikli dinleyiciler, böyle sololardan albüm sahibinin biraz daha geçmiş vukuatlarından uzak olarak ne derece farklı tellerden çalabileceğine dair ipuçları, meydan okumalar ve daha fazla içsellik umuyor. Hadi artık Santana eski Santana değil, onu öyle kabul ettik. Kaldı ki, son albümlerine bakarak keşke eski Santana olsaydı diye çelişkiler yaşıyorum. Slash'in eski Slash olmasının da birilerine faydası dokunabilir bilemiyorum. Santana'nın vasatça kendini yenilemesiyle Slash'in eskide çakılı kalması arasındaki beğeni kriterlerimi maddeleştiremedim henüz. Kendi adını taşıyan ilk albüm Slash'e bakınca, kendisi Guns'n Roses'da ne ise hâlâ oymuş diye düşündüm. Tek önemli fark, artık Axl Rose'u nihayet gitarının yakasından düşürebilmiş, yerine de duyanın gözünü birkaç milim daha açacak vokallerle süslemiş olması sanırım.


Iggy Pop, Lemmy Kilmister, Ian Astbury, Ozzy Osbourne gibi efsane rock vokalleri yanında, Adam Levine, Kid Rock ve Fergie gibi tırt isimleri de barındıran 14 şarkılık Slash, nasıl başlıyorsa öyle biten albümlerden. Yani tüm bu iyi-kötü vokal zenginliğine rağmen genel olarak biraz sertçe pop rock şarkılarının -ki aslında bunların adı hard rock oluyor ama sanki tam anlamıyla orayla da haşir neşir değil- ardı ardına sıralandığı, nadiren diğerlerinin yanında sivrilen birkaç şarkıya sahip bir siftah. Müzikal ölçütlerde gayet işini bilen bir prodüksyon ama "işte bu bir zamanlar Appetite For Destruction'da unutulmaz ritimler ve sololar atan adamdı" duygusunu geri döndürecek pek birşey yok. Sadece alışıldık formatlardaki pop rock karışımları üzerine serpiştirilmiş bolca Slash solosu mevcut. Zaten konuk vokal seçimleri gösteriyor ki, takım oyunundan ziyade bireysel becerilere bel bağlamış bir yapılanma benimsenmiş.

Soundgarden sonrası iyice ortalık malına dönen, gittiği hiçbir yerde dikiş tutturamayan Chris Cornell, süpermarketlerin personel anonslarını yaptıkları mikrofonlara bile atlıyordur muhtemelen. Burada görmek de şaşırtmaz kimseyi. Herşeye rağmen ben bu albümü 2010'un en iyilerinden biri olarak listeme almıştım. Küçükten büyüğe doğru ilerlersek, Alter Bridge adındaki fena sayılmayacak rock grubunun sesi olan Myles Kennedy'nin seslendirdiği iki şarkı, Rocco DeLuca isimli isimsiz şahsın söylediği ve albüm geneline bakıldığında az da olsa farklı bir nefes üfleyen Saint Is a Sinner Too, Slash'in iki kadim dostu Dave Grohl ve Duff McKagan ile vokalsiz takıldıkları Watch This, son yılların en sağlam gençlerinden Wolfmother solisti Andrew Stockdale'in varlığı ve tabiî Iggy Pop, Lemmy Kilmister, Ian Astbury üçlüsünün karizmalarına leke sürmeyen üç parça bunun sebeplerinden. Bir de orijinal versiyonun ardından çıkan bilmem ne editionlarda bonus olarak eklenmiş olan Paradise City coverı (ki Axl taklidi yapan Fergie'ye rağmen Cypress Hill faktörüyle), Yine Myles Kennedy'nin söylediği biri Sweet Child O'Mine olmak üzere iki akustik parça da krediyi arttıran faktörlerden sayılabilir. Özetlersek, benim için yerden yere vurulmayacak, ama bir süre sonra kazara yere düştüğünde kaldırılmaya üşenilecek türden bir albüm Slash... Kötü değil, lâkin çok iyi olabilmek için yeterince iyi sayılmaz.

1. Ghost (feat. Ian Astbury)
2. Crucify the Dead (feat. Ozzy Osbourne)
3. Beautiful Dangerous (feat. Fergie)
4. Back From Cali (feat. Myles Kennedy)
5. Promise (feat. Chris Cornell)
6. By the Sword (feat. Andrew Stockdale)
7. Gotten (feat. Adam Levine)
8. Doctor Alibi (feat. Lemmy Kilmister)
9. Watch This (feat. Dave Grohl/Duff McKagan)
10. I Hold On (feat. Kid Rock)
11. Nothing to Say (feat. M. Shadows)
12. Starlight (feat. Myles Kennedy)
13. Saint Is a Sinner Too (feat. Rocco DeLuca)
14. We're All Gonna Die (feat. Iggy Pop)

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder