1993 yılında Londra'da kurulan
Red Snapper,
Ali Friend (double bass),
Richard Thair (davul) ve
David Ayers (gitar) üçlüsünden oluşmakta. Caz trompetçisi
Byron Wallen'ın gruba katkıları da onu adeta okey dördüncüsü yapmakta. Nu jazz, acid jazz, trip hop gibi elit türlerin harmanlanması ve bu harmanlanma sonucu breakbeat, electronica, funk, drum & bass, dubstep gibi daha pekçok melez türden de nasibini alan
Red Snapper müziğiyle ilk tanışmam doğru zamanda doğru yerde gerçekleşmiştir. Bu tanışmaya
Mezzanine,
The Fat Of The Land,
Play,
Maxinquaye gibi elektronik müziğin altın çağı saydığım 90'lar sonuna ait mihenk taşı albümlerle aynı dönem çıkan ikinci albüm
Making Bones adı verilir. O yılların müzikal hareketliliğini takip ettiğimiz sınırlı sayıdaki müzik yayınlarında adına sıkça rastladığım
Making Bones yere göğe sığmayan eleştiri yazılarının konusuydu. Ne var ki bu yazıların gazına gelip hüsrana uğradığım albüm sayısı da çok olunca
Red Snapper hadisesine temkinli yaklaşmamak olmazdı. Ne dinlemek istediğine dair ne dilediğine dikkat et misali!
Ama
Making Bones öyle bir albüm ki, yukarıda adı geçen albümlerin birbirlerine olan mesafelerini kendi kabına koyup şahane bir karışım elde etmiş bir bilgelik sahibiydi. Arkasından ölmüş gibi konuştuğuma bakılmasın. Çıkmasının üstünden 14 sene geçmesine rağmen her dinleyişimde aynı enerjiyi, aynı tutkuyu, aynı zekâyı (hatta dehâyı) bana iletebilen özel albümlerdendir. Elimden, dilimden, kulağımdan, gözümden düşürmediğim
Making Bones'un öncesindeki
Prince Blimey (1996) ve sonrasındaki
Our Aim Is to Satisfy Red Snapper (2000),
Red Snapper (2000),
A Pale Blue Dot (2008) ve hele de en son çıkan
Key (2011) bana kesinlikle aynı tadı vermediği için daha da özeldir. 2002'de dağılıp 2007'de tekrar birleşen grubun kalitesi tartışılmaz. Zaten beğenmediğim albümlerinde bile çok sık olmasa da
Making Bones ruhundan izler taşıyan anlar mevcuttur. Ama bu anlar sürekli
"bana herşey Making Bones'u hatırlatıyor" şarkısını çaldığı için artık ne yapsalar kâr etmiyor. Öyle bir çıta ki, aşılması o çıtayı belirleyenler tarafından bile zor bir hal alıyor.
OK Computer misali!
Ali Friend'in yoğun bas dalgalarıyla ve rapçi
MC Det'in ketum vokaliyle açılış yapan
The Sleepless, ilk duyduğumda
Red Snapper'ın süper bir "conscious hip hop" grubu olarak da piyasada iş tutabileceğini düşündürmüştü bana. Kimi uzun, kimi kısa süreli konuk olan müzisyenlerle iyice renklenen albümün çekirdek
Red Snapper müziğine zerre zarar vermediğini belirtelim. Arada kendilerinden rol çalınmasına müsaade etseler de başrolü kimseye vermeye niyetli değiller. Nitekim ikinci parça
Crease, yine
Ali'nin duble bas partisyonlarıyla sağladığı hipnotik etkiyi kıpır kıpır bir acid jazz formuna dönüştüren enerji deposu adeta.
Alison David'in duygu yüklü sesiyle vokal yaptığı
Image Of You ise,
Crease gibi her eve lâzım yaramaz bir çocuğun ardından yoğun keman ve çello dokusunun da yarattığı epik duruşuyla biraz şaşırtıyor. Fakat hoşluk veren bir şaşkınlık bu.
Jez Friend'in trombonuyla konuk olduğu
Bogeyman, özellikle
Ali,
Jez ve davulcu
Richard'ın coştuğu, sanki stüdyoda jam session esnasında çıkmış hissi uyandıran kanlı canlı bir şarkı. Albümü uzunca bir süre kaset formatından dinlediğim için A yüzünün son parçası olarak karşıma çıkan
The Tunnel'ı her duyduğumda sanki bir şarkı değil de, uygulamalı enstrümantal hip-hop-caz sentezi dersi dinliyormuşum duygusu belirirdi. Drum & bass & jazz tünelinde seyir halinde ilerlemek misali!
Sıradaki
Like A Moving Truck, yine
MC Det'in kendi lirikleriyle adeta bir enstrüman gibi rap attırdığı ordan giren, burdan çıkan tempolu bir beste. Ve
Spitalfields... Geceyarısı bir caz kulübünden çıktıktan sonra yağmurda taksi bulma düşüncesinden bir anda vazgeçip etrafa tedirgin triplerle bakışlar atarak yürümeyi tercih etmenin notalara dökülmüş hâli sanki. En güzeli de, bu tanımlardan çok daha farklı başka senaryoların da notalara dökülmüş hâli olabileceğine dair olağanüstü bir deneyim.
Alison David'in tekrar mikrofona geçtiği
Seeing Red,
Spitalfields kadar yoğun olmasa da (zaten ne alâka!) farklı bir kanaldan salgıladığı benzer bir chill out modundan ses veren nitelikte.
MC Det'in üçüncü kez sahneye çıktığı
Suckerpunch ise albümün bir başka pırlantası. Blaxploitation ruhunun, günümüz zeki hip hop normlarıyla halvet olmuş modern bir tasarımı olan bu parça o kadar güçlü bir orta tempo enerji yayıyor ki, grubun her bir elemanı aslında çok basit bir rotası olan kendi partisyonlarını yanyana getiriş biçimleriyle zirveye sofra kuruyorlar.
4 Dead Monks ise akustik gitarların kanat gerdiği sakin ama biraz da tedirgin ritmiyle yola çıkıyor. Son iki dakikasında da o tedirginliğin nedeni anlaşılıyor ve şarkı
Ali'nin zalim baslarıyla o ritim istifini bozmadan öyle bir gerilim yükleniyor ki, kendini şarkıya bütünüyle kaptıran dinleyenin aklı çıkıyor. Tuzağa düşmenin güzelliği misali!
Sanırsam albümün sonraki basımlarında sona eklenen
Quicktemper, albüm geneline hiç de eğreti durmayan,
Like A Moving Truck benzeri cıva gibi bir şarkı. Albüm her bittiğinde başta
Ali Friend'in hipnotik etkiye sahip türlü bas oyunlarının yarattığı algı derinlikleri olmak üzere tümüyle benzersiz bir müziğin temel atma törenine katılmış hissine kapılıyorum. Her ne kadar öteki
Red Snapper albümleriyle o temelin üzerine yeni katlar çıkılmadığını düşünsem de, bunun için içten içe üzülsem de, zamanında iki adet kaset formatını dinleye dinleye eskitmiş olduğum, şimdilerde dijitalinin gözüne vurduğum
Making Bones'u her dinleyişimde de bu temelin üzerine
Making Bones harcıyla yoğrulmuş yeni katlar çıkıyorum kendi kendime. Cennete doğru ilerleyen bir gökdelen misali!
1. The Sleepless
2. Crease
3. Image Of You
4. Bogeyman
5. The Tunnel
6. Like A Moving Truck
7. Spitalfields
8. Seeing Red
9. Suckerpunch
10. 4 Dead Monks
11. Quicktemper