31 Ekim 2017 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ekim 2017)

Lee Ann Womack - The Lonely, The Lonesome & The Gone
Yıl: 2017 ABD
Tür: Country
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "All the Trouble"
St. Vincent - Masseduction
Yıl: 2017 ABD
Tür: Art Pop, Indie Pop, Alternative Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pills"
Daryl Hall & John Oates - Timeless Classics
Yıl: 2017 ABD
Tür: Pop Soul, Pop Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Everything Your Heart Desires"
Carla Bruni - Little French Songs
Yıl: 2013 Fransa
Tür: French Pop
"F"Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Chez Keith et Anita"
Dirty Vipers - Fueltronaut
Yıl: 2017 Fransa
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Supernova"
Oz - Transition State
Yıl: 2017 İsveç
Tür: Heavy Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Heart of a Beast"
Shadowqueen - Living Madness
Yıl: 2017 Avustralya
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sacred Ground"
Amadou & Miriam - La Confusion
Yıl: 2017 Mali
Tür: Mande Music, Afrobeat
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bofou Safou"
VA - Halloween Garage Blues
Yıl: 2017 ABD
Tür: Garage Rock, Surf Rock, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Iggy Pop - "I Don't Wanna Be Your Dog"
 
Roadcase Royale - First Things First
Yıl: 2017 ABD
Tür: Blues Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cover Each Other"
Ecca Vandal - Ecca Vandal
Yıl: 2017 Avustralya
Tür: Alternative Rock, Hip-Hop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Closing Ceremony"
 
Vega - Delinin Yıldızı
Yıl: 2017 Türkiye
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sevgilim"
 
Ane Brun - Leave Me Breathless
Yıl: 2017 İsveç
Tür: Folk Rock, Indie Folk, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Want to Know What Love Is"
 
The Age of Truth - Treshold
Yıl: 2017 ABD
Tür: Psychedelic Stoner Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Treshold"
Larkin Poe - Peach
Yıl: 2017 ABD
Tür: Folk Rock, Country
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Black Betty"
Diron Animal - Alone
Yıl: 2017 Angola
Tür: World, Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Love Family"
Primus - Pork Soda
Yıl: 1993 ABD
Tür: Alternative Rock, Funk Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Ol' Diamondback Sturgeon (Fisherman's Chronicles, Part 3)
The Rural Alberta Advantage - The Wild
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bad Luck Again"
Black Country Communion - BCCIV
Yıl: 2017 ABD
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sway"
Bruce Springsteen - Born in the U.S.A.
Yıl: 1984 ABD
Tür: Pop Rock, Rock & Roll
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Born in the U.S.A."
 

28 Ekim 2017 Cumartesi

Bruce Springsteen - Tunnel Of Love


Hikaye şöyle: Canımız ciğerimiz biricik patronumuz Bruce Springsteen, 80'lerin başlarında New Jersey'de yerel grupların sahne aldığı The Stone Pony adlı barda Patti Scialfa'yı dinler. Sesinden ve performansından etkilendiği Scialfa ile tanışır. Birlikte vakit geçirmeye başlarlar, dost olurlar. 1984'te patron, Scialfa'dan Born In The U.S.A. Tour için grubu E Street Band'e katılmasını ister, o da katılır. Bu tur, aslında tam da birbirine bu denli yakın iki insanın bir çift olması için fırsattır. Fakat tam bu evrede, 1985 yılında birgün ortak dostları vasıtasıyla tanıştığı aktris Julianne Phillips'ten etkilenir, kısa süre sonra da evlenirler. Ne var ki başta yoğun tur seyahatleri olmak üzere çeşitli sebeplerden bu evlilik yıpranmaya başlar. Ve 1987'de Springsteen, eşi Phillips ile olan ilişkisini, mutsuzluğunu kırılgan bir perspektifle yansıttığı Tunnel Of Love albümünü yazar.

1988'de Tunnel Of Love Express Tour başlar ve Springsteen, arkadaşı Scialfa'yı bu tura davet eder. Solo albümünün hazırlıkları içinde olan Scialfa başta pek razı olmasa da, patronun vahşi cazibesine karşı koyamayarak solo albümünü erteleyip tura katılır. Aynı yıl içinde Phillips ve Springsteen ayrılırlar. Ve beklenen olur. Springsteen ve Scialfa, Tunnel Of Love Express Tour sürecinde aşık olurlar. Springsteen'in memleketi New Jersey'de beraber yaşamaya başlayan çiftin 1990'da ilk çocukları dünyaya gelir. Bir yıl sonra sade bir törenle dünya evine giren çiftin daha sonra iki çocukları olur. Bu çocuklardan biri Boston Üniversitesi mezunu bir şarkı yazarı, biri şampiyon bir binici, biri de itfaiyeci olarak hayatlarını sürdürmekteler. Springsteen (68) - Scialfa (64) çifti ise yazlıklarında vakit öldüren emekli kokoş çiftlerin aksine, içlerindeki o hiç sönmeyen rock ateşine hep sadık kalarak o konser senin, bu tur benim müzik yapmaya devam ediyorlar.

Hayatı dillere destan bir belgesel serisine konu olası büyük patron Bruce Springsteen'in her dönemi ayrı bir efsane. Buradaki naçizane konumuz ilk paragrafta anlatılan dönem ki, benim için olağanüstü bir müzikal uyanışa sebep olmuştur. Patronla ilk tanışmam 1984 tarihli efsane Born In The U.S.A. albümüyle olmuştu ve yeni yeni yabancı müzik dinlemeye başladığım tıfıl zamanlarıma bir güneş gibi doğmuştu. Kan, ter içinde bir albüm olan Born In The U.S.A., isminin çağrışımı ile uzun süre Amerikan propagandası albümlerden biri olarak algılanmıştı. Oysa gerçek bir işçi sınıfı manifestosuydu. Eleştirel, cesur, küçük hikayeler anlatmayı seven, onlardan hisseler çıkaran, aynı zamanda duygusal yanlarını inkar etmeyen bir fenomendi. Üç yıl aradan sonra çıkan Tunnel Of Love'dan da aynı hissiyatlar bekleniyordu. Fakat kapağından içeriğine sanki başka bir karaktere bürünmüş gibi duran Tunnel Of Love, yeni bir Born In The U.S.A. bekleyenleri hayal kırıklığına uğratacakmış gibi görünüyordu. İlk başlarda bana olan tam da buydu. Her şarkısı hakkındaki ilk izlenimlerim, sonra onları yavaş yavaş kazanmam ve nihayetinde onlara birer birer aşık olmam daha dün gibi aklımda.


12 şarkıdan oluşan Tunnel Of Love kasetini walkmenime taktığım anda beni karşılayan Ain't Got You, kıpır kıpır bir blues gibi başlasa da, sanki bir türlü kopmuyor, yön değiştirip azgın bir rock şarkısına dönüşmüyordu. Şarkının bir yerinde artık şöyle davullar girsin, kafa göz dalsın istiyordum. Oysa şarkı neredeyse başladığı gibi bitmişti. "Neydi bu şimdi" diye düşündüğümü anımsıyorum. Ama dinledikçe Ain't Got You'nun aslında önceden ne olduğunu düşündüysem ondan kat kat güzel bir şarkı olduğunu anladım. Onu bu haliyle sevmemizi istiyordu Springsteen. İyi ki davullar girmemiş, kafa göz dalmamıştı. Ain't Got You için bu hissettiklerim, albümdeki daha pek çok şarkı için hissettiklerimin üç aşağı beş yukarı aynısıydı. İkinci şarkı Tougher Than The Rest, olağanüstü gitar tonu, gümbür gümbür davullarıyla daha ilk dinlediğimde beni yakalamış çok güçlü bir balad olarak her seferinde gözümde daha da yüceliyordu. Sıra All That Heaven Will Allow'a geldiğinde keza "nedir bu akustik gidişat, artık kopsun gitsin şu albüm" fikrinden "ah ne güzel, işte yine All That Heaven Will Allow zamanı" fikrine geçişim de uzun zaman aldı. Patron herşeyi planlamış gibi yüreğime ince ince işliyordu bu albümü.

Spare Parts, Springsteen'in zaman zaman Amerika kırsalından anlattığı kısa hikayelerden biri. Bobby ve Janey diye iki genç üzerinden kısa ve manidar bir erken büyüme profili sunuyor. İlk duyduğumda nihayet Born In The U.S.A. zamanlarından kalma sert bir rock şarkısı koymuş albüme demiştim. Haliyle albümdeki ilk sevdiğim şarkılardan biri olmuştu. Ama devamında peşpeşe gelen Cautious Man ve Walk Like A Man tansiyonu tekrar düşürerek, benim o dönemlerde anlamadığım o içe dönük karakterin yansımalarını vasatlık olarak (yanlış) anlamama sebebiyet vermişti. Çünkü olaya sadece müzikal gözden bakıp, meselesi olan bu şarkıların sözlerini anlamaya fırsat tanımamıştım. Tabii yıllar içinde ağır ama emin adımlarla bu iki naif country bestesinin, o harika bütünün parçaları olduğunu anlamaya başladım. Kasetin A yüzü bittiğinde bu 6 şarkıdan sadece Tougher Than The Rest ve Spare Parts ile erkenden sağlam bir ilişki kurmuştum. Ama diğerlerinin de o dönem Springsteen'in kırılmış kalbinden kopan hüzün zerreleri olduğunu idrak etmem fazla uzun sürmedi.

B yüzü albüme adını veren Tunnel Of Love ile açılıyor. Patronun bu şarkıyı albüm ismi olarak seçmesi boşuna değil. Sanki albümdeki diğer şarkıları kanatları altına alan, hepsine bir şekilde sızmış, onları hem coşkulu, hem de hüzünlü atmosferiyle etkilemiş gibi gelir. Her duyduğumda tüylerimi diken diken eden dünyanın en güzel şarkılarından biridir. Birbirini seven insanların, birbirini kaybetmelerinin çok kolay olduğu bir aşk tüneline girdiklerinden bahseder. Bunu sadece sözleriyle yapmaz. İçinde sanki 2-3 şarkı daha varmış gibi destansı havası, hem pastoral, hem kentli olabilen, her ikisine de eşit mesafeden bakabilen olağanüstü bilge bir şarkı Tunnel Of Love... "You've got to learn to live with what you can't rise above" dizesini yeryüzündeki hiçbir şarkıcı onun kadar karizmatik biçimde söyleyemez. 60'lardaki bir swing kulübünün dumanaltı huzurundan fırlamış gibi duran Two Faces'ın ardından bir başka efsane daha gelir. Brilliant Disguise... Bir keresinde onu dinlerken ağlamışlığım var. Ama o kadar düzgün ve dürüst bir ağlamaydı ki, sanırım hayatımda bir daha o şekilde ağlayamam. Şarkıyı bana ifade ettiği biçimde bundan iyi de anlatamam. Oysa onun hakkında "birini asla gerçekten tanıyamama üzerine yürek burkan bir şarkı" diyenler bile varmış. Dinlediğim vakit beni hem dik tutan, hem de o yüreğimi burkan olağanüstü bir gücü var. Hayatının aşkına yeniden aşık olmanın verdiği şeyle aynı.


Hazır Brilliant Disguise'ın hüzün bulutlarını dinleyenin tepesine koymuşken, üzerine bir de yağmur yağdırayım adlı Springsteen şarkısının adı ise One Step Up... Tarifsiz bir efkar, sessiz bir yoğunluk, muhteşem bir dinginlik. Onun hayal kırıklığıyla sonuçlanan Julianne Phillips ile evliliğine dönüp bakışını en fazla hissettiğim şarkılardan birisi. Peki ya When You're Alone'u ne yapacağız? "Aşk yok olup gidince kimse nereye gittiğini bilmez, ama gidince gitmiştir işte" demeye getirdiği sözler içeren When You're Alone, tıpkı One Step Up ve Tunnel Of Love'da olduğu üzere hayatının kadını Patti Scialfa'nın geri vokallerini içeren bir şarkı. Samimi bir bar ortamının çakırkeyif bir anına epik bir folk dokunuşunda bulunan bu şarkı, bana hep bu eşsiz albümün görkemli kapanışı gibi gelmiştir. Çünkü kapanışta yer alan Valentine's Day, albümde belki de en uzak kaldığım şarkı olmuştur. Birbiri ardına sıralanan, her biri diğerinin yoldaşı şarkılar arasında Valentine's Day nedense hep sönük kaldı. Onu da bu yüksek çıtanın altında kalan bir nazar boncuğu olarak gördüm. Evet, albüm bitti. Daha söylemediğim çok şey kaldığını hissediyorum. En gerekli gördüklerimi seçip son bir paragraf daha yazacağım sanırım.

Tunnel Of Love 9 Ekim 1987'de çıktı. Yani 30 yıl önce bu ay. Kapağında o her an motoru tamir etmek için arabanın altına girmeye hazır, ter içindeki Bruce Usta yerine, traş olmuş, üstü açık klasik arabasının kapısına yaslanmış jilet gibi bir patron var. Yani Tunnel Of Love hem müzik, hem de imaj olarak diğer Springsteen albümlerinden farkı. Ama bu onun Springsteen albümü olduğu gerçeğini değiştirmiyor. Üstelik bana göre en iyilerinden biri olduğu gerçeğini. Tunnel Of Love için "Marriage Bible" diye bir yorum görmüştüm. Doğruluk payı var. Sanıldığının aksine, evliliğinin bitmesi onu çok etkilemişti. Tam aşkı bulduğunu düşünürken aslında bir tünelde kaybolduğunu fark ederek biten evliliğinin anatomisini yapmıştı bu albümde. Gerçek aşkı Patti Scialfa da hep onun yanındaydı. Bruce Springsteen kariyeri boyunca hep yaşadıklarını, hissettiklerini tüm samimiyetiyle şarkılarına aktaran, üstesinden gelebildikleri kadar, gelemediklerinin de muhasebesini yapmaktan çekinmeyen dürüst bir adam. Hayatındaki böyle bir evreyi de görmezden gelemezdi. Zaten efkar ona çok yakışıyordu, Tunnel Of Love ile bunu muhteşem bir zerafete dönüştürdü. Working On A Dream albümünden bahsederken kurduğum o son cümleyi, aslında Tunnel Of Love'ın bu güçlü naifliğine istinaden kurmuştum. O cümle bu albüme aitti: "O benim Elvis'im!"

1. Ain't Got You
2. Tougher Than the Rest
3. All That Heaven Will Allow
4. Spare Parts
5. Cautious Man
6. Walk Like a Man
7. Tunnel of Love
8. Two Faces
9. Brilliant Disguise
10. One Step Up
11. When You're Alone
12. Valentine's Day

18 Ekim 2017 Çarşamba

Carla Bruni - French Touch


1967 Torino/İtalya doğumlu Fransız (aynen öyle), eski model, eski first lady, 2002'den beri de şarkıcı Carla Bruni, hayatını yazsan bir burjuva romanı olacak fırtınalı yaşamına şu sıralar sessiz sakin devam etmekte. 2008'den beri evli olduğu eski Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve eski erkek arkadaşı Raphaël Enthoven'dan olan oğlu Aurélien ile sürdürdüğü bu yaşamı, ara ara çıkardığı albümlerle renklendirmeye çalışıyor Bruni. Onun magazinel yönünden ziyade, müzikal özellikleriyle ilgilenen biri olarak çıkardığı dört albümü de dinlemişliğim vardır. Müzikle olan alakası, hızlı modellik zamanlarında Mick Jagger ve Eric Clapton ile yaşadığı gönül ilişkilerinden kalma değil. (Yılların top modeli olunca magazinden kopmak da zor oluyor tabii.) Annesi Marisa Borini bir konser piyanisti, üvey babası Alberto Bruni Tedeschi ise bir klasik müzik bestecisi ve icracısı. Modellik yıllarının ardından şarkı sözü yazmadaki yeteneğini fark edince müziğe yönelen Bruni, 2002 yılında ünlü Fransız müzisyen Louis Bertignac prodüktörlüğünde debut albümü Quelqu'un m'a dit'i çıkarıyor. Bunu No Promises (2007), Comme si de rien n'était (2008) ve Little French Songs (2013) izliyor. Hepsi aynı çizgide dingin, duru, elit albümler. Zaten benim için gelmiş geçmiş en iyi şarkılar arasında yer alan Quelqu'un m'a dit haricinde hiçbir Carla Bruni şarkısının adını bilmem. Ama onu dinlemek hep keyif verir.

Bu keyfin en önemli sebebi ise, Bruni'nin şarkılara karakter katan olağanüstü güzel sesi elbette. Buğulu, içten içe tutkulu, huzurlu biçimde yorgun, yer yer fısıltılı, her daim hüzünlü bu ses, dile getirdiği her şarkıyı seviyesi ne olursa olsun yükseltebilecek yapıda alaylı bir saflık, devasa bir sadelik taşıyor. İşte şimdi bu sesi French Touch adlı yeni albümünde duyma fırsatı yakalıyoruz. Her Carla Bruni albümü gibi birdenbire karşıma çıkmasının yarattığı sürpriz bir yana, tamamı coverlardan oluşan bir albüm olması keyfimi katlıyor. Çünkü bu billur gibi sesi Enjoy The Silence, Highway To Hell, Perfect Day, Miss You, Moon River gibi şarkıları söylerken duymak acayip zevkli. Üstelik yapımcısı da 16 Grammy ödüllü efsane isim David Foster olunca, müzikal kalite de kulağa olan hitabeti güçlendiriyor. Carla Bruni'nin eşsiz Depeche Mode klasiği Enjoy The Silence buluşmasıyla açılan French Touch, bu şarkıyı coverlamış onlarca kişi ve kuruma adeta cover dersi veriyor. Keza Jimmy Jazz ve Highway To Hell gibi hırçın rock kaplanlarını birer pop caz kedisine çeviren o zarif yorumlar insanı hoş bir gülümsemeye gark ediyor. Eski sevgili Mick Jagger'ın sözlerini yıllar sonra Miss You şarkısında yeniden yorumlamasını neye yormalı veya yormalı mı bilemiyorum ama 70'ler pop müziği ile latin ezgilerinin sarmaş dolaş olduğu bu yorum kesinlikle albümün parlak anlarından sadece birini oluşturuyor.

70'ler pop müziğinin kilometre taşlarından ABBA'nın The Winner Takes It All'unu ise şanson geleneğine yaslayıp, siyah beyaz bir filmin fonuna yerleştiren Bruni, country klasikleri arasında yer alan Stand By Your Man'i özüne çok fazla ters düşmeyen bir ustalıkla yeniden hatırlatıyor. Bir başka country emektarı Willie Nelson bestesi olan Crazy'yi yorumlarken ise bizzat Nelson'un kendi sesinden ve gitarından destek alıyor. Artık kaç kişinin ve grubun yorumladığını sayamadığımız Perfect Day'i bir de Carla Bruni'den dinlemek istediğimizde önce tipik bir şanson gibi başlayan, sonra o benzersiz nakaratında yükselerek kadınsı gücünü ortaya koyan şık bir yorumla karşılaşıyoruz. Kapanış ise 1961 tarihli Breakfast at Tiffany's film müzikleri arasında yer alan Henry Mancini bestesi Moon River ile yapılmış ki, filmde Audrey Hepburn'ün söylediği şarkıyı Bruni'nin sesinden dinlerken, gece Paris manzaralı küçük bir yangın merdiveninden şehre dolan hüznün her zerresi hissediliyor. Beş yaşından beri Fransız olan bir kadının İngilizce şarkılardaki bazı aksan farklılıkları kulakları tırmalamıyor, sanki okşuyor. Konsept, İngilizce şarkılara bir Fransız dokunuşu olunca bir şanson coverı duyamıyoruz. Ama keşke Bruni 12. şarkı olarak bir tane Fransız şarkısına da o dokunuşu yapsaymış demeden edemiyorum. Zira Fransızca ona ayrı yakışıyor. Umarım bu dokunuşlar son olmaz ve devamı gelir. Hatta bundan sonraki müzik kariyerini sadece coverlara ayırsa bile razıyım. Çünkü daha Carla Bruni'den tekrar duymak istediğim o kadar çok şarkı var ki...

1. Enjoy the Silence (Depeche Mode)
2. Jimmy Jazz (The Clash)
3. Love Letters (Sinéad O'Connor)
4. Miss You (The Rolling Stones)
5. The Winner Takes It All (ABBA)
6. Crazy (Willie Nelson)
7. Highway to Hell (AC/DC)
8. Perfect Day (Lou Reed)
9. Stand by Your Man (Tammy Wynette)
10. Please Don't Kiss Me (Anita Ellis)
11. Moon River (Henry Mancini)

6 Ekim 2017 Cuma

Michael Gross & The Statuettes - Telepath


Michael Gross & The Statuettes, 2008 yazında Salt Lake City'de kurulmuş dört kişilik sağlam bir rock grubu. Sağlamlığı biraz açarsak, orada çok basit bir tanım yatmakta: İyi rock müzik! Açılacak yerde kapattık sanırım. Gruba başta adı olmak üzere herşeyini veren Michael Gross, 2003-2007 yılları arasında The Brobecks adlı grupta gitar çalıp kendi yazdığı şarkıları söylüyormuş. O dağılınca Lets Become Actors diye bir başka grup kurmuş. Grup kurmaktan sıkılınca da 2008 yılında ilk ve şu ana kadar tek solosu olan Tales From A Country Home'u çıkarmış. Bu albümde çalıştığı insanlarla iyi anlaştığını farkedince de The Statuettes ortaya çıkıvermiş. Aralarındaki müzikal kimya tutunca, hiçbir yerde bulunmayan iki EP yapmışlar. Biraz da bu kimyaya ithafen gaza gelip Telepath adını verdikleri ilk uzunçalarlarını bir çırpıda bitirivermişler.

Michael Gross & The Statuettes rock yapıyor dedik de, artık rock kelimesine de birşeyler eklemeden yapılan müziği tanımlamak güçleşiyor. O zaman indie rock diyeceğiz. Ama daha bluesy, daha rock'n roll ve daha doğal bir rock. Katkı maddesiz besinlere, organik meyve sebzelere benziyor bir bakıma. Fakat bu çiğ sound, lo-fi çetrefilliğinden uzak, daha temiz bir prodüksyon ile kulaklara servis ediliyor ki, pop rock olarak da etiketlenme ihtimali beliriyor. Evet, birçok indie pozisyona göre blues katkılı pop rock sounduna yakın duruyorlar. Lâkin çizdikleri sınırı belli etmekten hiçbir şarkıda geri durmuyorlar. Lo-fi çetrefilliği de zaman zaman çoğu rockseverin ihtiyaç duyduğu bir sadeliktir. Ama Michael Gross & The Statuettes'in doğallığında alternative rock, blues rock ve emprovize havası yaratan bir lezzet var. Groove seviyorlar ve aralarındaki telepati de bunu her şarkıda destekliyor. Dile damağa yapışan şarkıları yok. Matthew Glass diye harika bir bateriste sahipler. Böylece Keep Driving, Change Your Mind, Silence Is A Killer, When The Curtains Come Down, No Good gibi şarkıları sanki birer refleks misali kasmadan ortaya çıkarabiliyorlar. 10 şarkıdan biri bile boş değil. Umarız grup kurma yönünden ayran gönüllü Michael Gross için The Statuettes son durak olur. Zira eğer arayışta olduğu için kur-dağıt oynuyorsa, bence aradığını öyle bir bulmuş ki!

1. Keep Driving
2. On and On
3. Bad Idea
4. Something to Lose
5. You Can't Go Home Tonight
6. Change Your Mind
7. Real Gone
8. When the Curtains Come Down
9. Silence Is a Killer
10. No Good