27 Ekim 2015 Salı

Pentatonix - Pentatonix


NBC televizyonunda 2009'dan beri sürmekte olan a capella yetenek yarışması The Sign-Off'un 3. sezonunu kazanarak 200.000 dolar ve Sony ile kontrat ödülü kazanan beş kişilik Pentatonix, Sony ve onun çeşitli yan şirketleriyle hep cover söyledikleri bazı EP'ler çıkarmış bir vokal grubu. Kendi adlarını taşıyan 2015 albümlerine kadar hep cover söyleyen grup, If I Ever Fall In Love şarkısı hariç tümü kendi yazdıkları şarkılardan oluşan ilk çalışmalarıyla farklı bir sınav veriyor. Kendilerini ilk defa bu albüm sayesinde tanıdığım ve beğendiğim için hemen sosyal medyada önceki işlerine bakma ihtiyacı duydum. Orada nefis coverlara rastlayınca kendilerini daha çok sevdim. Hatta arka arkaya 7-8 videolarını izleyince onlara birer dizi karakteri gibi alışıyorsunuz. Scott Hoying (bariton), Mitch Grassi (countertenor - yüksek perdeli tenor), Kirstie Maldonado (soprano), Avi Kaplan (bas vokal) ve Kevin Olusola (vokal perküsyon, beatbox) beşlisinden oluşan Pentatonix, tüm nitelikli a capella icracıları gibi en değerli enstrüman olan insan sesinin lezzetini öne çıkaran şarkılara nefes veriyor.

Yaptıkları pek çok üst düzey cover sonrası, ilk kez kendi materyalleriyle verdikleri sınavın sonucu ise genel olarak olumlu. İyi bir cover dinlemekle, sıfır kilometre bir şarkı dinlemek arasındaki fark malum. Cover dinlerken, orijinali ile olan ortak geçmişin sıcak tuttuğu duygularla sürprizlere hazır olurken, yeni şarkıları çok düz bir beklenti içinde dinlemeye başlıyoruz. A capella denince akl(ım)a ilk coverlar geldiği için fırsat buldukça kulak vermeye çalışıyorum. Ama belli isimler dışında bunlar küçük kaçamaklar gibi oluyor. Bu işin piri saydığım Bobby McFerrin bile kendi şarkılarının arasına şahane coverlar koymuş bir adam. İşbu cover söylemek, a capella türüne çok ama çok yakışıyor. Tanıdığımız bildiğimiz o şarkı, tüm o enstrüman hengamesinden uzakta sadece insan sesinin çırılçıplak versiyonunda acayip bir boyuta geçiyor. Fakat Pentatonix albümünü bu tanıdık bildik duygulardan farklı bir bakışla değerlendirmek gerekiyor.


Öncelikle kariyerleri açısından cover grubu kimliğinden kendi özgün kimliğini bulma aşamasına yaptığı başarılı yumuşak geçişle takdir edilmeleri gerekir. Bu albümün grubun yazdığı şarkılardan oluştuğunu bilmesem Na Na Na, Ref, Water, Rose Gold, First Things First gibi ilk beşe seçtiğim şarkıları rahatlıkla daha önce duymadığım bazı şarkıların harika coverları sanabilirdim. Bu şarkılar ve albümün başka parlak anları, grubun cover tecrübelerinden çok iyi dersler çıkardığının göstergesi. Kimilerinin şömine başında söylenen Christmas şarkıları benzetmesiyle aşağılamaya çalıştığı a capella türünün gelişme göstermesi için cover pratiğine ihtiyacı olduğunun da ayrıca göstergesi denebilir. Hoying, Grassi, Maldonado üçlüsünün ileri geri vokallerle sürükledikleri aromalı sesleri ne kadar kaliteli olursa olsun, bu şarkılar sadece onlardan ibaret olsaydı bir noktadan sonra sıkabilirdi. Bu yüzden Avi Kaplan gibi olağanüstü bir bas vokal, Kevin Olusola gibi olağanüstü bir beatbox yeteneği tüm boşlukları dolduruyor. Bu yetmezmiş gibi bir bas gitar veya yaylı gibi, bir drum machine veya canlı perküsyon aygıtı gibi kendi hareket alanlarını da yaratıyorlar. Pentatonix'e bir takım işi diyebilmemiz kesinlikle bu iki adamın renkli performansları sayesinde mümkün oluyor. Bu beş farklı ses biraraya gelince ortaya çıkan armoni, ortak bir karakter yaratıyor.

Albümle ilgili tek eleştirim, biraz fazla pop ve R&B kokması olabilir. Mesela Cracked şarkısındaki gibi blues kökenini hissettiren ya da başka şarkıların ufak anlarında yükselen soul ve gospel coşkusunu yansıtan denemeleri dengeli biçimde kullanmalarını isterdim. Ama hantallaşmayıp sıkboğaz etmedikleri için bu eleştiriyi çok ileri götürmek de istemem. Normalde 13 şarkı bulunan albümün deluxe versiyonunu dinlerseniz, içinde 3 adet cover bulursunuz. Bunlardan sadece Lean On'u (ki 2015'in yaz marşlarından biridir) duymuştum. Where Are Ü Now ve Cheerleader'ın orijinallerini Pentatonix'ten duyduktan sonra dinledim. Şunu söyleyebilirim ki, özellikle Where Are Ü Now ve Cheerleader grubun elinde o kıytırık orijinallerinden çok daha iyi birer şarkı olmuşlar. İsim vermeyeyim, geçmişlerinde bunu daha önce yapmışlıkları da var. Daha önce yazılmış, çalınmış, söylenmiş bazı şarkıların derinine inmeyi, onlardaki gerçek karakteri ortaya çıkarmayı beceren bir yanları var. Üstelik bunu sadece ses telleriyle yapıyorlar. Severek dinliyor, aynı zamanda izliyoruz.

1. Na Na Na
2. Can't Sleep Love
3. Sing
4. Misbehavin'
5. Ref
6. First Things First
7. Rose Gold
8. If I Ever Fall in Love (feat. Jason Derulo)
9. Cracked
10. Water
11. Take Me Home
12. New Year's Day
13. Light in the Hallway
14. Where Are Ü Now
15. Cheerleader
16. Lean On
17. Can't Sleep Love (feat. Tink)

21 Ekim 2015 Çarşamba

The Soul Surfers - Soul Rock!


2010'dan bu yana müzik dünyasında bulunan, ufak konserler, bilinmeyen bazı toplama albümlere konuk olmalar, birkaç single derken nihayet 2015'te Soul Rock! isimli debut ile cümle aleme "biz de varız" diyen The Soul Surfers, Nizhniy Novgorod, Rusya'dan gelen dört kişilik genç bir soul / funk grubu. Ama bu gençlik ve Rusluk durumunu müziklerinden anlamak imkansız. Son derece olgun ve enstrümanlarına hakim bir müziğin genç enerjiyle buluşması, kulaklara şevkini yitirmemiş 20 yıllık bir soul funk tecrübesi gibi duyuluyor. Rus olmaları da artık kimseyi şaşırtmaz. Zira safkan Amerikan funk icra etmenin Rusu, Almanı, Fransızı olmadığını daha önceden defalarca tecrübe ettik. Sadece bu müziğin evrenselleşmesi, diğer türlere göre daha bir orijinal geliyor bana. Tabii eklektikleşmediği, sentezleşmediği, direk bu müziğin kalbinden geldiği sürece. Bu yüzden "raw funk" etiketini çok seviyorum.

Soul Rock!, ilk albümün getirdiği tedirginliklerden ve acemiliklerden fazla nasiplenmemiş bir albüm. Zaten çiğlik söz konusu olduğunda bunları ayıklamak, öyle bir zahmet içine girmek bile anlamsız. Her şarkı belli bir plan üzerinden kendi kaçamaklarını yaşayabilecek derecede özgür sayılır. Funk müzik için de bu çok önemlidir. Bunun bilincinde olan bazı grup ve müzisyenler The Soul Surfers'ın ilk albümüne destek olmuşlar. Onlar da Shawn Lee, JJ Whitefield, Smoove and Turrell, Myron & E gibi ağır misafirleri güzel şarkılarla ağırlamışlar. Bazen enstrümantal, bazen soul vokal eşliğinde, nefeslilerin güven veren desteğini de arkalarına alarak şovlarını yapıyorlar. Şarkılara serpiştirdikleri deli sololarla kah hammond organdan, kah davuldan, kah saksafondan çıkarabildikleri doğaçlama yemek tarifleri oluşturuyorlar.

Bu şovlar arasında öne çıktığını düşündüğüm favorilerim ise, açılışı şanına yakışır biçimde "car chase funk" şeklinde yapan Opening, Shawn Lee'nin sihirli ellerinin değdiği belli olan Time Is A Gun, Myron & E'nin coşturduğu, dans etmek için gerekli baştan çıkarıcılığa sahip You Can Run (But You Can't Hide) From My Love, ayrıca Straight Up, Phoenix, Raw, Astra yani kısaca dinledikçe başka tatların alınacağı, yeniden keşfedileceği 11 şarkının hepsi. Kiminle çalıştılarsa hepsi grup için övgü dolu sözler sarfetmişler. Bunu her önlerine gelene yaptıklarını sanmıyorum. Zira funk müzikte o emprovize duygunun layığıyla iletilmesi yönünde katı bir disiplin vardır ve herkes öyle herkesi durup dururken övmez. (Bilen bilir, caz çok daha acımasızdır.) Bu sağlam referanslardan habersiz biçimde dinleyip çok beğendiğim The Soul Surfers, bu referanslardan haberdar olduktan sonra gözümde daha bir güzelleşti. Soul Rock! tam da adı gibi bir albümdü ama bir yandan yağ gibi de akıyordu. Takip edilmesi gerekenler arasına adı yazıldı.

1. Opening
2. You Can Run (But You Can't Hide) From My Love (feat. Myron & E)
3. Astra (feat. Didier)
4. Straight Up (feat. Smoove and Turrell)
5. T.S.S. Groove
6. Less Talk More Do
7. Time is a Gun (feat. Shawn Lee)
8. Raw (feat. JJ Whitefield and Malcolm Catto)
9. Stop Fooling Around (feat. JJ Whitefield and Malcolm Catto)
10. Phoenix
11. Soul Power

18 Ekim 2015 Pazar

The Phantom Operators - Metal Mariachi Music


2015 itibariyle uzun süredir şöyle sağlam bir surf rock albümü ile münasebete girmedim diye düşünürken (ki yalandır, böyle bir şeyi durup dururken asla düşünmem) rutin sosyal medya gezintilerimin birinde karşıma çıkan The Phantom Operators adında Tennessee dolaylarından bir grupla karşılaşmam çok iyi oldu. Öylesine dinlemeye başladığım Metal Mariachi Music adlı 2015 tarihli dijital albüm, dışarıdan verdiği kurukafalı, "metal"li önyargılarla bir "hard surf rock" beklentisi içine soksa da, daha açılış şarkısı Knuckleduster ile şeklini şemalini ortaya koyuyor. Bu şekil tamamen surf rock'ı nasıl biliyorsanız öyle. Enstrümantal, yormayan, kasmayan, kendi gitar melodisi üstüne kendi kendini inşa eden sevimli rock'n roll şarkıları bunlar. Dinlerken şayet başka şeylerle uğraşıyorsanız, çalma listesine şöyle bir göz attığınızda daha yeni başladığınız albümde bir de bakmışsınız 4. veya 5. şarkıya gelmişsiniz. Ama surf rock albümlerine saygıda kusur etmek istemediğim için, kumaşını beğendiğim bir grubun albümünü dinlerken başka şeylerle uğraşmak yerine albüme inmeyi tercih ederim. The Phantom Operators bu sebepten beni çok mutlu eden bir albüm oldu.

Surf rock'ı nasıl biliyorsanız The Phantom Operators da öyle dedim ama kendileri bu türün milyonlarca örneğinden bazı ince detaylarla ayrılmasını da biliyorlar kanımca. (Bir albümü sadece fon olarak kullanmayıp, ona inince böyle oluyor.) Bir kere çoğu surf örneğinin garage rock ile olan ilişkisinden ziyade, kaymak gibi bir kayıt sayesinde çok daha soft bir duruşları var. Belki tam ifade edemedim. Kirli bir sound yerine dinlerken pozitif bir ruh hali aşılayan sevimli, bir o kadar da kendini ciddiye alan bir müzik bu. Neredeyse hiç yükselmiyor ama hiç alçalmıyorlar aynı zamanda. Metal Mariachi Music, hep savunduğum üzere, bu tarz müziğe surf rock yerine western rock denmesi gerektiğinin canlı kanıtı bir albüm adeta. Her şarkının kendine ait çok şık bir gitar melodisi var. O melodiye sadık kalarak, ama sırf o melodinin ekmeğini yemeden kendi  ufak şarkı senaryolarını yazmayı bilmişler. Hiç sivrilmeden, abartmadan, yeni şeyler deneyip ele yüze bulaştırma riskinden uzak, eski kurallarla yeni melodiler üzerinden hiç boş şarkı çıkarmadan şahane bir yarım saat vaad ediyorlar.

The Phantom Operators, bugüne dek hiç farkına varmadığım bir şeyi de fark etmemi sağlayan bir grup oldu. Mesela bazı şarkılardaki surf rock gitar tonunu değiştirip daha farklı bir ton kullansalar, bildiğin post-punk karakterine bürünecek şarkılar yapmış olacaklardı. O ince çizginin varlığı çok önemli. Böylelikle karizmatik bir western teması olmak sadece bir adım uzakta gibi görünebiliyor. Grup da bu işi son derece iyi beceriyor. Spybreaker, Death Valley Sunrise, Tiki Patrol, Ripped Tide şarkılarındaki bayıldığım atmosfer bana bu çift taraflı yetkinliği hissettirdi. Hatta kapanıştaki Sailing The Salton Sea'yi surf rock'tan ziyade 80'ler post-punk'ına daha yakın buldum. Saygıdeğer büyükleri olan Los Straitjackets'ın maske gizemlerine benzer şekilde kendi isimleri yerine Phantom One, Phantom Two, Phantom Three ve Phantom Four isimleri kullanan dörtlü, 2015'in en sağlam işlerinden birine imza atıyorlar bence. Özellikle gece dinleyince çok daha iyi anlaşılıyorlar sanki. Hayaletler ne de olsa. Fakat öyle geren, korkutan türden değil. Tam tersi, güven veren, iç ısıtan, inceden hüzünlendiren, uzun yıllar önce yaşamış gizemli bir western kahramanı gibi hissettiren cinsten...

1. Knuckleduster
2. Tiki Patrol
3. Charlie's Point
4. Spybreaker
5. Death Valley Sunrise
6. Diesel and Dust
7. Call Felix
8. Ripped Tide
9. Sailing the Salton Sea

15 Ekim 2015 Perşembe

RotoR - Fünf


Berlinli Tim (gitar), Marco (bas), Milan (davul) üçlüsü tarafından 1998'de kurulan RotoR, enstrümantal psychedelic ve stoner rock aleminin saygın gruplarından birisi(ymiş, ben de yeni öğrendim) olarak beşinci albümleri Fünf (Beş) ile ortamlara dozer gibi dalıyor. Fünf sayesinde önceki albümleri RotoR, 2, 3, 4 adını taşıyan dört albüme zaman ayırmanın kayıp olmayacağını hissettim. Bunlar arasında en çok 2010 tarihli 4 hoşuma gitti. Enstrümantal psychedelic ve stoner rock türünde müzik üreten her grup sürükleyici olamıyor ne yazık ki. Hatta geçenlerde bir grubun künyesinde tür olarak "lazy stoner rock / sludge metal" yazdığını görünce yüzüm güldü. Tembellik etmeyip dinledim. Sahiden de bu ismin hakkını vermişler. Zira öyle bezgin bir müzik yapmışlar ki, o enstrümanları nasıl tutup kaldırmışlar, ona bile şaştım. Zaten bir vokalist olmadan takıldıkları için hiç öyle giriş, köprü, nakarat, sakatat uğraşmıyorlar. Zaman olsa daha ne benzetmeler yapıp yerin dibine sokarım ama neyse ki RotoR gibi işi tembelliğe vurmayan, tam tersi arı gibi çalışkan ademoğullarından bahsetmek daha keyifli.

Aslında ilk bakışta muadillerinden çok da farklı bir duruş sergilemeyen RotoR üçlüsü, dozunu iyi ayarladıkları sertliklerini riff inşa etmekte, onların üstüne başka virajlar ve duraklar eklemekte ciddiyet gösteren insanlar olduklarını belli ediyorlar. Bunu görmek için onlara fırsat tanımak önemli. Şarkılarına derinlemesine nüfuz edilirse planlı programlı hareket ettikleri söylenebilir. Haliyle gitar sololarda sezilen doğaçlama numaralara rağmen genelinde kafa bulandıran aşırı emprovize bir tavır veya bunaltıcı bir deneysellik yok. Yapılan müziği tanımlamak için iki tanınmış gruptan örnek vermeyi seven Metal Hammer dergisi tarafından "King Crimson'ın Monster Magnet ile buluşması" şeklinde tanımlanan RotoR müziği, kimi zaman bu referansı doğrulasa da, kendine katı kurallar koymadığını, kendi kendini tanımlamaya çalışır nitelikte her çiçekten bal almaya çalıştığını kanıtlamak istiyor. Ama bunu özellikle son albüm Fünf'te daha bir belirgin istiyor.

Katıksız bir psychedelic stoner olduğunu gösteren açılış şarkısı Echolot, yapıtaşlarında blues rock da bulunduğunu belirginleştiren Rabensol ve Weltall Erde Rotor, oryantal gitar riffleri ve ritmiyle bünyesinde şahane pasajlar barındıran Oktagon çok iyi şarkılar. Yine Oktagon ile birlikte albümün en orijinal bestelerinden biri olan, Metal Hammer benzeri bir benzetme yapacak olursak, bir yanıyla "Temple Of The Dog'a konuk olmuş bir Pat Metheny (Amerikalı emprovize caz gitaristi)" ya da "Toto - Joe Satriani buluşması" havası yaratan Herrengedeck yemeyip yanında yatılacak şarkılardan biri. Bende aynı anda bu iki benzetmeyi de yapabilmiş olmasından ötürü de kendisini ayrıca tebrik ediyorum. Kısacası Alman Panzeri dediğimiz şeyin rock müziğe yansımış suretlerinden biri olan RotoR, her psychedelic stoner tutkunu için mutlaka dinlenmesi gereken albümlerden. Etkilendiklerini söyledikleri onlarca isim arasında benim cımbızladığım Pink Floyd, Black Sabbath, Sonic Youth, Grand Funk Railroad, King Crimson, Opeth gibilerinin bulunuyor olması boşuna değil diye düşünüyor insan. Hani müzikleri onlara benzediğinden değil. Görülen müzikal olgunluk neticesinde yapılan dürüst bir dinleyici yakıştırması.

1. Echolot
2. Fette Kette
3. Scheusal
4. Rabensol
5. Vollast
6. Oktagon
7. Herrengedeck
8. Weltall Erde Rotor

7 Ekim 2015 Çarşamba

Brooke Annibale - The Simple Fear


1987 Pittsburgh doğumlu Brooke Annibale, Amerika'nın kendi halindeki singer/songwriter folkçularından biri. Zaten onların dünyayı fethetme gibi dertleri olmuyor. Amerika'nın güney eyaletlerinden biri veya birkaçı bile yetiyor. Amerikalı olmayanlarda da o lokal özellikler genelde Amerikan telinden çalıyor çoğu zaman. Uzun süredir iyi bir folk rock albümüne rastlamayınca insan ümidini kesmeye başlıyor. Bir türe dahil çok fazla kötü albüm dinleyince Brooke Annibale gibi isimler ışıl ışıl parlıyor. Kötünün iyisi demek istemiyorum. Annibale dünyayı fethetme gibi bir derdi olmayan, fakat işini iyi yapan müzisyenlerden biri. Hikayesi malum: Ses mühendisliği yapan bir baba, müzik mağazası işleten bir dedeye sahip olunca Annibale 14 yaşında (aslında çoğu muadiline göre geç bile kalmış sayılabilir) gitar dersleri almaya, ufaktan kendi şarkılarını yazmaya başlamış. İlk albümü Memories In Melody'yi 17 yaşında çıkarmış. Nashville'deki Belmont Üniversitesi'nde okuduğu "Music Business" bölümü ve mezuniyetinin ardından 6 yıl çalışması sayesinde müzik sektöründe müzisyenlik dışında işin mutfağı ve ekonomisi üzerine de tecrübe sahibi olmuş. Bu süreç içinde The In Between (2008) ve Silence Worth Breaking (2012) albümlerini yapmış.

Öncekileri henüz dinlemediğim, dördüncü albüm The Simple Fear vesilesiyle tanıdığım Annibale tüm bu tecrübeyi abartısız biçimde hissettiren bir sanatçı. Amerikan singer/songwriter klişelerine sahip olmasına rağmen, dinleyici tecrübelerime dayanarak bazen Kanada, bazen İngiltere esintileri de barındırdığını söyleyebilirim. Birtakım Nashville köylüsü müzisyen gibi tümden içine kapanıp sırf kendi insanına müzik yapma derdinde değil. Pop rock ile temas halinde, nakarata değer veren, yaylılar ve tuşlular ile müziğini daha da yoğunlaştırmaya çalışan bir folk anlayışını benimsiyor. Elbette hepsi verandada günbatımına karşı otururken çıplak gitarla bestelenmiş, stüdyoda bu yoğunluğa ulaşmış gibi duran şarkılar. Modernliğini hissettirirken, bir yandan da karakterine sahip çıkan bir western kadınının hassasiyetini yansıtmayı başarıyor. Tabii olmazsa olmaz o hüzne meyilli sıcacık vokalinin de bu çıkarımda payı büyük.

Remind Me, Find My Way, Alright, Like The Dream Of It şarkıları -ki bu şarkılar albümün ilk yarısında yer almakta- henüz ilk dinleyişimde beni etkisi altına aldı. İkinci yarı ise daha çok dinledikçe kendini teslim edecekmiş gibi duran besteler içeriyor. Mesela Go, Petience ve All Over Again dinledikçe iyice efkarlandıracak, ama kendini o ilk yarıda bağladığı dinleyicisine kesinlikle kabul ettirecek karakterde şarkıların kumaşına sahipler. Kendini hüznüyle baygın hale gelmiş şarkılara teslim etmemiş, kendini hüznüyle ayakları üstünde dimdik durabilen şarkılarla ifade edebilmiş, önce müziğiyle güzelleşmiş bir kadın Brooke Annibale... Onu tanımak gerçekten iyi geldi. Özellikle Remind Me, Find My Way, Alright üçlüsünü hemen koruma altına aldım ki, yağmurlu günlerde de yanımda taşıyabileyim, onları dinlerken bir yandan insanları izleyip hayatın hep eğlence, kahkaha, mutluluk, zenginlik, şımarıklık dolu olmadığını yüzlerinden bir de Annibale netliğiyle okuyabileyim diye.

1. Like the Dream of It
2. Remind Me
3. Decide
4. Find My Way
5. Alright
6. Go
7. All Over Again
8. Patience
9. The Good Hurt
10. Answers

30 Eylül 2015 Çarşamba

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2015)

Shantel - Viva Diaspora
Yıl: 2015 Almanya
Tür: Balkan Folk Music, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nikolaki Mou Amanes"

Snake Thursday - Iter
Yıl: 2014 Polonya
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Planemos"
The Prodigy - Music for the Jilted Generation
Yıl: 1994 İngiltere
Tür: Big Beat, Breakbeat, Techno
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Their Law (feat. Pop Will Eat Itself)
Eric Clapton - Journeyman
Yıl: 1989 İngiltere
Tür: Rock, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pretending"
WAND - 1000 Days
Yıl: 2015 ABD
Tür: Psychedelic Rock, Garage Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sleepy Dog"
 
Taylor Swift - 1989
Yıl: 2014 ABD
Tür: Pop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bad Blood"
 
Fehlfarben - Über... Menschen
Yıl: 2015 Almanya
Tür: Post-Punk, New Wave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Das Komitee"
The Dead Weather - Dodge and Burn
Yıl: 2015 ABD
Tür: Blues Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Feel Love (Every Million Miles)"
Beans & Fatback - Heroine Lovestruck
Yıl: 2015 Hollanda
Tür: Garage Rock, Rock'n Roll
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sally the Shape"
Chris Cornell - Higher Truth
Yıl: 2015 ABD
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 3/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nearly Forgot My Broken Heart"
The Sopranos OST
Yıl: 1999 ABD
Tür: Pop Rock, Vocal Jazz, Blues, Rock'n Roll
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Alabama 3 - "Woke Up This Morning (Chosen One Mix)
Peppers & Eggs: Music From the HBO Original Series "The Sopranos"
Yıl: 2001 ABD
Tür: Rock, Blues, Vocal Jazz, Rock'n Roll
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Dominic Chianese - "Core 'ngrato"
Ordos - Ordos
Yıl: 2013 İsveç
Tür: Stoner Rock, Doom Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hounds of Hell"
 
Blackmore's Night - All Our Yesterdays
Yıl: 2015 ABD
Tür: Folk Rock, Medieval Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Got You Babe"
 
Snap! - The Madman's Return
Yıl: 1992 Almanya
Tür: Dance-Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Colour Of Love"
Nerina Pallot - The Sound and The Fury
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: Indie Pop, Singer/Songwriter
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Boy on the Bus"
 
Beirut - No No No
Yıl: 2015 ABD
Tür: Indie Pop, Balkan Folk Music
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "No No No"
Enya - Watermark
Yıl: 1988 İrlanda
Tür: Celtic New Age, Dream Pop
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Orinoco Flow"
The Gentlemen Bastards - Bastards' Brew
Yıl: 2015 ABD
Tür: Stoner Rock, Stoner Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Umbra"
Beastie Boys - Ill Communication
Yıl: 1994 ABD
Tür: Hip-Hop, Funk, Punk Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sabotage"

21 Eylül 2015 Pazartesi

Ryan Adams - 1989


Geçen sene "15. Ryan Adams albümünde görüşmek üzere" demiştik. Geçen sene oldu ve 15. albüm 1989 birdenbire ortaya çıkıverdi. Yaşadığım tuhaflığı en başından anlatayım. Albümü malum ortamların birinde görür görmez doğruluğunu teyit etmek için güvenilir bir veritabanı buldum. Şayet bir konser albümü veya best of ise bir kenarda tutup, boş vaktimde dinleyecektim. Ama zamanı gelmişti ve bu yeni bir Ryan Adams stüdyo albümüydü. Hiç şarkı isimlerine falan bakmadan döndürmeye başladığım albüm, açılış parçası Welcome To New York ile keyifli bir Adams albümüne başladığımız haberini verir nitelikteydi. İkinci şarkı Blank Space'e geldiğim vakit fena halde tanıdık gelen şarkının nakaratında uyandım. Evet, şarkı Taylor Swift'in Blank Space şarkısının coverıydı. Çok da iyi olmuştu. Cover çalmayı seven, hatta bir önceki albümünde de 1-2 tane görmeyi umduğum (ama göremediğim) Adams, kimden, hangi şarkıyı coverlayacağı asla kestirilemeyen bir insan. Blank Space çalmaya devam ederken gözüm playliste takıldı ve orada Shake It Off ve Bad Blood isimlerini de görünce "yok artık" dedim.

Birkaç saniye süren "yok artık" halinden sonra hemen Taylor Swift'in diskografisini buldum ve kendisinin geçen sene bu zamanlar 1989 isimli bir albüm çıkardığını gördüm. Şarkı isimlerini karşılaştırınca gördüm ki, Ryan Adams bu albümdeki tüm Swift şarkılarını sırasını dahi bozmadan yeniden yorumlayıp 15. albüm olarak önümüze koymuş. Gerçi sonradan yaptığım araştırmaya göre kendisi Instagram üzerinden bu albümün duyurusunu Ağustos 2015'te yapmış. Ama Insagram kullanıcısı olmadığım için haberim de olmadı. Evet, Taylor Swift'in son albümünü dinlemeyen, Instagram kullanmayan biri olarak, belgesel, Borges, caz üçgeninden fırsat buldukça böyle şeyler yapıyorum işte! Tabii mağarada veya gözden uzak esrarengiz bir konakta yaşamıyoruz. Taylor Swift'in Blank Space, Shake It Off ve Bad Blood şarkıları Allah'ın günü müzik kanallarında, radyolarda dönüp duruyordu. Bu üç şarkı beni bir Taylor Swift hayranı yapmasa da hiç fena sayılmazdı. Ama o kadar. Bedava da olsa bir Swift albümü dinlememi gerektirecek bir durum yoktu ortada. Ne var ki Ryan Adams bu cover albüm vesilesiyle o durumu da yarattı.


Bunu yapmam için şah damarıma ustura dayamadı elbet. Adams'ın saygı duyduğum müzisyen kimliği, "vardır bir hikmeti" diyerek bana son Taylor Swift albümü 1989'u da dinletti. Şöyle ki, müzikçalara iki albümü de arka arkaya yükleyip liste sırasını da bir Adams, bir Swift yorumu şeklinde ayarladım. Böylece Adams hangi şarkıyı nasıl coverlamış, orjinali mi yoksa coverı mı daha iyi olmuş şeklinde gereksiz bir gayret içinde buldum kendimi. Sonuçlar değişkenlik gösterdi. Öncelikle bildiğim üç şarkıyı karşılaştırdım. Blank Space hoş bir pop şarkısı malumunuz. Ryan Adams bu şarkıyı gayet naif bir akustik balada çevirmiş ki, farklı bir kulvarda hoş bir folk şarkısı haline getirmiş. Aynı şekilde, yerinde duramayan Shake It Off da Adams'ın ellerinde hüzünlü ve gizemli bir country folk şarkısına dönüşmüş. Bana kıyısından köşesinden Bruce Springsteen'in I'm On Fire'ını anımsattı. Bad Blood ise Taylor Swift'in albümündeki en iyi şarkılardan biri. Ellen Pompeo, Jessica Alba, Ellie Goulding, Selena Gomez, Hailee Steinfeld, Lena Dunham, Mariska Hargitay, Cindy Crawford gibi konuk oyunculardan oluşan klibi bir müddet ortalığı epey ısıtmıştı. Adams'ın en başarılı bulduğum coverı da bu şarkıya ait. Fıstık gibi nakaratından olsa gerek, bu şarkıdan pek kötü bir cover çıkmaz gibi geliyor insana.

Bu şarkıların dışında kalanlar tam bir muamma. Bu yüzden önce orjinalinden, hemen ardından Adams'tan dinlemek daha iyi olur dedim. Hem orijinali, hem de Adams yorumu farklı lezzetler taşıyan All You Had To Do Was Stay, Welcome To New York, Out Of The Woods şarkıları her iki albümün de iyi şarkıları arasında sayılabilir. Ama mesela bayık Swift şarkısı Wildest Dreams'in orta tempolu pop rock biçimine girmiş Adams yorumu eşitliği bozar gibi oluyor. Bu kez How You Get The Girl'ün dinamik Swift versiyonu Adams tarafından bayık hale getirilince tekrar eşitlik sağlanıyor. Bunun dışında kalan "orijinali ne ki, coverı ne olsun" dedirten 3-4 şarkı Adams tarafından çok daha iyi biçimde yeniden elden geçirilebilirdi sanki. Genel olarak Taylor Swift'in MTV zıpırlığıyla oluşturulan albüm vizyonu, Adams'ın kişisel, içe dönük ve efkarlı folk rock tarzıyla karşılık bulmuş. İlk duyduğu andan itibaren bu cover albüm için Twitter'da heyecan yapan Swift, kendi coverlarından oluşan bir albümü henüz 26 yaşında duyma şansına erişmiş bir şarkıcı olarak albümü "gerçeküstü" ve "rüyamsı" gibi ayarsız yorumlarla övmüş. Tabii bütünüyle öyle olmasa bile Adams'tan beklenen şık bir remake sürprizi olmuş demek daha ayarlı bir yaklaşım olur.

1. Welcome to New York
2. Blank Space
3. Style
4. Out of the Woods
5. All You Had to Do Was Stay
6. Shake It Off
7. I Wish You Would
8. Bad Blood
9. Wildest Dreams
10. How You Get the Girl
11. This Love
12. I Know Places
13. Clean

16 Eylül 2015 Çarşamba

Beastie Boys - Check Your Head


Hip-hop ve rap nedir? Kim bulmuştur, nasıl, ne zaman ortaya çıkmıştır gibi soruların muhatabı her zaman siyahlar olmuştur. Siyahların sosyo-politik ifade biçimlerinin popüler platformdan yankılanma biçimi olmaya başlamasıyla, rap, siyahların CNN’idir gibi sloganlar ortaya çıktı. Yine 80’li yıllardan peydah olan bu akım, tekdüze gibi görünen ritmlerin üzerine söylenen “söz”lerden ibaretti. Bu sözler kimi zaman kenar mahalle raconlarından, kimi zaman ırkçılık, adaletsizlik karşıtı güncel ve tarihsel söylemlerden, kimi zamansa akla gelmeyecek, hatta önemsiz bulunabilecek ayrıntılardan bahsediyordu. Birgün Rap’in kısa ama kökü çok derinlerdeki tarihinin en baba gruplarından Run DMC ile rock grubu Aerosmith’in seslendirdiği Walk This Way fitili ateşledi ve rap, rock ile olan beraberliğini resmileştirdi. Ne olduysa ondan sonra oldu. Milyonlarca şarkıcı, grup, plak şirketi seri üretime geçti. Bu mantarsal türeme türlü yozlaşmalarla günümüzde de sürmekte.

Aslında bu siyah orijinli türün en önemli gruplarından biri, rap tarihinin en kayda değer döneminden beri içinde olan üç beyazdan oluşmakta. Evet o grup Beastie Boys! Run DMC’nin rock müziğe yakınlığı onları da etkilemiş olacak ki, kendi punk kökenlerini de işin içine katarsak “Rap’n Roll” yaptıklarını söyleyebiliriz. Bas gitarda Adam Yauch (MCA), gitarda Adam Horowitz (Ad Rock), davulda Mike Diamond (Mike D.) den oluşan grup, ilk olmasının getirileriyle hip hop müziğe kurallar koydu, yeni deyimler kazandırdı, şarkılarından defalarca sample'lar yapıldı, deneysel cesareti körükledi, başlarda olmasa da sonradan sosyal ve politik öncülüklerde bulundu. Yani kısaca bu müziğin rengi olmadığını ispat ederek devrim yaptılar. Başlarda punk grubu olarak başlayıp hip-hop'a geçiş yaptılar ve gerçekten isimleri gibi iğrençtiler. Yaptıkları taş gibi hip-hop-rap bir yana, bu çetenin çılgınlıkları zekâlarını gölgeliyordu. Basketbol, 70’li yılların polisiyeleri, spagetti western ve karete filmleri, kitsch çizgi romanlar, kalitesiz bilim kurgu, soul ve R&B, kaykay, Heavy Metal yani tam bir çorbadan ibaret vizyonları ile 80'leri 90'lara bağlayan dönemin gençliğine ilaç gibi geldiler.

1986’da çıkan ilk albüm Licensed To Ill müthiş bir başlangıçtı. Paul’s Boutique, yazıya konu olan Check Your Head, Ill Communication albümleri gerçekten bu müziğin ihtiyacı olan ne varsa sunmuştu. Günümüz Lil Wayne50 Cent, veya Snoop Dogg gibi omuzlarında beşer hatunla, her yerlerlerini saran mücevheratla, her şeyin son modeliyle gezen rapperlardan farklı olarak, hakim oldukları enstrümanlarla doğaçlamalar yaparak, anında yazdıkları şarkıları anında kaydederek, hatta enstrümantal şarkılar yaparak müthiş bir kimya yarattılar. The In Sound From Way Out gibi eski yeni enstrümantal parçalardan oluşan harika bir albümleri bile var. Hello Nasty5 To The Boroughs, The Mix-Up ve artık son durak Hot Sauce Committee Part Two gibi albümlerle bu sürprizlerle dolu çizgiye devam ediyorlar(dı). Beyaz olup da hip hop yapan kim varsa Beastie Boys’u ataları bellediler. (Deneysel olanlar daha iyi bellediler.) Beyaz olup da bu atılımı yapabilecek kim vardı? Eminem mi, Vanilla Ice mı, yoksa hareket eden herşeye "featuring" yapan Pitbull mu?

 
Satır aralarında geçen politika lafları boşuna değil. Grup 90’ların başında Adam Yauch’un yaşadığı bir uyanışla çok büyük ve anlamlı bir organizasyonun temellerini attı. Olay şöyle gelişir: Yauch 1992’de bazı dostlarıyla birlikte spor yapmak, gezmek için Nepal’e gider. Bir dağın başında 20-30 kişilik bir gruba rastlarlar. Perişan, yırtık pırtık giysiler giymiş, ayaklarında ayakkabı bile olmayan, yorgunluktan sefil olmuş insanlardan oluşan bu gruba yiyecek içecek verip tercümanları vasıtasıyla konuşurlar. Bu insanlar Hindistan’a gitmek için Tibet’ten kaçan Tibetlilerdir. Oradaki şiddetten, baskıdan yılmış, Dalai Lama’ya katılmak için yola çıkmışlardır. Ama Nepalli polislere yakalanıp, Çin’deki toplama kamplarına götürülüp işkence ile öldürülme tehlikesi de vardır. Üstelik Çin, Tibetlilere karşı tam bir soykırım politikası uygulamaktadır. Birkaç saatlik molanın ardından Tibetliler kararlı ve güçlü bir şekilde tekrar yola koyulurlar.
 
Bu olaydan çok etkilenen Yauch, dönünce konuyla ilgili ne varsa okur, Dalai Lama ile buluşur, onunla birkaç gün geçirir. Katmandu’ya gider, oradaki rahiplerin öğrencisi gibi yaşayan Amerikalılarla konuşur, rahiplerle tanışır. Tanıştığı sadece onlar değildir. Soğukkanlılığı ve sabırı öğrendiği “karma”ile tanıştıktan sonra sonunda Budist olur. Daha sonra Çin işgalindeki bu bölgeye dünyanın dikkatini çekmek için bir grup müzisyenle Tibet’e Özgürlük Konserleri düzenler. Organizasyondaki isimleri görünce Yauch’un ne derece önemli bir olaya öncülük ettiği anlaşılır. Patti Smith, Ben Harper, Beck, Bjork, Sonic Youth, Noel Gallagher, Rage Against The Machine, Red Hot Chili Peppers, John Lee Hooker, Smashing Pumpkins, Fugees ve daha pek çok isim, 96 ve 97'deki konser organizasyonları için mikrofon başına geçerler.
 
O kadar Beastie Boys albümü arasında Check Your Head'i benim için özel kılan çok şey var. Hip-hop ve rap müziğin ötesine geçen süper bir funk rock bilinci var bu albümde. Makineden çıkan seslerden yapılan altyapı kokteylleri kadar canlı çalınan anlar da bu bilince işaret ediyor. Nereden hangi sample, riff, scratch, ritim çıkacağı belli olmayan, her dinleyişte yeni detayların keşfedildiği olağanüstü bir ses mühendisliği söz konusu. Bir şarkıyı tarif edebilmek için hilkat garibesi tanımlar üretmek gerekiyor. Örneğin henüz eşi benzerine rastlamadığım Pass The Mic ve So What'cha Want ikilisi için "stoner hip-hop", Gratitude için "punk funk", Stand Together için "space rap" diyorum hep. Jimmy James, Finger Lickin' Good, The Maestro, Professor Booty gibilerinin hip-hop dinamikleri kendini hiçbir zaman saf hip-hop ile sınırlamıyor. Kafası bi milyon gibi duran Something's Got To Give, Lighten Up ve Namasté, zaten hip-hop yörüngesi dışında gezinen son derece zeki tripler barındırıyorlar. Herkesin "rapçi" bellediği bu adamların enstrümantal funk besteleri In 3's ve POW'da gösterdikleri enstrüman performansları hala tüylerimi diken diken etmekte. Hele iflah olmaz bir perküsyon hastasıysanız albümün %90'ı size antibiyotik gibi gelecektir.
 
 
Gruba şarkı yazımlarında ve performanslarda eşlik ederek bu olağanüstü kozmopolit soundu yaratmada yardımcı olan isimlerin başında, 1992'den beri grubu yalnız bırakmayan "Nishita" kod adıyla yapımcı, müzisyen Money Mark (ki kendisi albümün kişilik özelliklerinden biri olan tuşlulardan da sorumlu kişi aynı zamanda) ve grupla birlikte 5 şarkıya adını yazdıran ortak yapımcı / ses mühendisi Mario Caldato, Jr. geliyor. Check Your Head sonrasında burada düzdüğüm methiyelerin %90'ını Ill Communication, %80'ini de Hello Nasty için kullanabilirim. Ama ne yazık ki son üç albüm benim için tam bir hayalkırıklığıydı. Keşke o inanılmaz çizgi devam etseydi. Çünkü Check Your Head öyle ilham verici bir deneyim ki, oluşturulan bu tarza dair herhangi bir sınır fikri kafalara dar geliyor.
 
Sözünü ettiğimiz olay sonrasında Budist olması yanında, feminist ve LGBT hakları savunucusu da olan Adam "MCA" Yauch, önceki şarkılarında yer alan homofobik, seksist ve parti yapmaktan başka bir şey düşünmeyen boş beleş lirikleri için özür diledi. Bu lirikler muhtelif şarkılara da çok etkili biçimde yansıdı. Özellikle de birer hip-hop efsanesi olan Check Your Head ve Ill Communication'a... Yauch'un 4 Mayıs 2012'de kulak altı bezi ve lenf boğumu kanserinden hayata veda etmesi, Beastie Boys'un da sonu oldu. Michael "Mike D" Diamond ve Adam "Ad-Rock" Horovitz, bundan sonra Yauch olmadan Beastie Boys adıyla hiçbir şey yapmayacaklarını açıkladılar. Ölümünün ardından Johnny Depp, Thom Yorke, Madonna, Jon Stewart, Ben Stiller, Eminem, Jeff Ament (Pearl Jam) gibi isimler, o ve Beastie Boys için övgü dolu sözler sarf ettiler. Geriye o zıpır vokallerle kol kola giden hip-hop, rock, punk, funk, deneysel, enstrümantal bir sürü büyük şarkı kaldı. Check Your Head ise yıllandıkça, demlendikçe, dinlendikçe büyüyen, benim için asla eskimeyecek başucu albümlerimden birisi oldu.
 
1. Jimmy James
2. Funky Boss
3. Pass the Mic
4. Gratitude
5. Lighten Up
6. Finger Lickin' Good
7. So What'cha Want
8. The Biz-vs-The Nuge (feat. Biz Markie)
9. Time for Livin'
10. Something's Got to Give
11. The Blue Nun
12. Stand Together
13. POW
14. The Maestro
15. Groove Holmes
16. Live at P.J.'s
17. Mark on the Bus
18. Professor Booty
19. In 3's
20. Namasté

13 Eylül 2015 Pazar

The Sun Days - Album

 
İsveçli beş genç tarafından kurulan The Sun Days, indie dünyasının gücünü küçüklüğünden ve basitliğinden alan gruplarından biri. Şimdi bu ne demek? Indie dünyası zaten küçük ve basit bir ruhla hareket eden müzisyenlerle dolu. Ama bu özelliklerden bir güç elde eden, daha doğrusu bu özellikleri dinleyenine bir güçmüş gibi algılatan fazla grup yok. Zaten bunu başaranlar bir şekilde "indie" olmaktan çıkıyorlar. Güç olayından kastım ise volümü kökleyip enstrümanların ırzına geçmeleri değil, yazdıkları şarkıların biryerlere dokunabilme başarısından ibaret. O kadar kötü grup var ki bu indie aleminde, inanılmaz. Müzik aleti çalabilmekle herşeyi hallettiğini sanan bu zavallıların sahip olmaları gereken önemli şeylerden birini gösterdiği için The Sun Days'i çok beğendim: Müzik aleti çalabilmeyi, biryerlere dokunabilme ile birleştirmek!
 
Grup bunu yapmak için atom parçalamıyor. Sadece indie rock ana başlığını post-punk ile paylaşarak, küçük bir yüzdeyi de surf rock'a ve power pop'a pay ederek mütevazi ama hisli bir hava yaratıyor. Ritmik ama hem post-punk gitar tonunun, hem de grubun bir içim su solisti Elsa Fredriksson Holmgren'in leziz sesinin katkılarıyla hüzünlü bir dengenin hakim olduğu bir hava bu. Don't Need To Be Them, You Can't Make Me Make Up My Mind, Get Him Off Your Mind ve Busy People şarkılarının single olarak sıraya girdiği Album isimli albümde benim en beğendiklerim, başta 2015 içinde duyduğum en iyi şarkılardan biri olan I Keep On Wondering olmak üzere yine Don't Need To Be Them, OOO, Come Have Me Over ve kapanıştaki Fear oldu. Gerçi 8 şarkılık albümde beğenmediğim yok. Son zamanlarda dinlediğim 8 şarkılık albümlerin çoğunu beğendim zaten. Sadece ismini sıraladıklarıma -şimdilik- kanım biraz daha ısındı diyelim. Hoş melodiler çıkaran kıvrak gitarların çekici nakaratlarla dans ettiği bu güzel albüm, hangi grupları sevenlere tavsiye edilir şu an bilemedim. Bana yine İsveçli Makthaverskan ile Amerikalı The Soft City'nin hoş bir karışımı gibi geldiler. Kimsenin bilmediği bir grubu, yine kimsenin bilmediği referanslarla tanıtmak da ayrı bir cinslik tabii.
 
1. Don't Need to Be Them
2. I Keep On Wondering
3. OOO
4. You Can't Make Me Make Up My Mind
5. Come Have Me Over
6. Get Him Off Your Mind
7. Busy People
8. Fear

6 Eylül 2015 Pazar

Jade TV - Parallel Moments


Jade TV, Indianapolis indie müzik çevresinde az çok tanınan James Allen adlı müzisyenin solo projesi. Bu projenin ilk meyvesi de Kasım 2014'te çıkan Parallel Moments. Dream pop'un pekçok inceliğini bünyesinde taşıyan 8 şarkılık bu albüm, kıyıda köşede birilerinin uğramasını bekleyen tenha bir kafe gibi. Dream pop incelikleri deyince, tarifini en çabuk yoldan erken The Cure'un naif gitar tonu üzerinden new wave bas ve davulu olarak yapmak mümkün. Tabii o rüya atmosferine katkı sağlayan keyboard faktörünü de unutmadan. Ama ille de o bir ayağı hüzünde, öbürü coşkuda duran gitar. Bu inceliklerin içinde nakaratı olmayan şarkılar söyleyen kişinin ketum sesinin müzikle yarattığı kontrasta dokunan bir orada olmama hali de mevcut. Sisler içinde hayat bulan enstrümanlar ve James Allen'in sesi hep güzel manzaralar yaratıyor. Herkesin manzarası kendine ama bence birçoğu gece denize vuran ışıklara bakmakla alakalı.

Parallel Moments'taki 8 şarkıyı birbirinden ayırt edebilmek için çok fazla dinlemek gerek. Kaldı ki böyle bir ayrım yapmak gibi bir kaygı taşımıyorsunuz. Moment ile başlayıp, Changer ile biten albüm, "şu şarkı şöyle, bu şarkı böyle" şeklinde detaylandırılamayacak kadar ortak paydalara sahip. Sanki bir rüya konsepti üzerinden ilerleyen, birinin bıraktığı yerden öbürünün bayrağı devraldığı, ama hiçbir yere yetişmek ya da bir yarışı kazanmak gibi amaçları olmayan şarkı parçacıklarından oluşan bir bütün. Tek farklı olan, kapanıştaki enstrümantal ambient beste Changer. Onun yarattığı fark da herhangi bir düzeni bozan, eğretilik yaratan türden değil. Sadece 7 şarkılık bu kısa filmin kapanış jeneriğinin fon müziği gibi durması o kadar. Bir sürü benzetme yaptım, daha da yaparım. İşte bunlar hep dream pop! Çok fazla grup tarafından sömürülen, sömürülmediği vakit ise gerçek tadını hissettiren nadide müzik türlerinden biri.

1. Moment
2. View
3. Leave
4. Dream
5. Forget
6. Everything and Nothing
7. Essence
8. Changer