4 Temmuz 2018 Çarşamba

RUSH WEEK - Feels


2016'da Rachel K. Haines ve yapımcı James Benjamin Thomas tarafından kurulan RUSH WEEK ikilisi, bazen içine daldıkça çöp yığını olduğunu düşündüğüm indie evreninde kulak pası silen türden bir indie pop güzelliği. İlk albüm Feels üzerinden özet geçersek, 70'ler sonu 80'ler başı soul, R&B, disko soundunun güncellenmesi olarak tanımlamak mümkün. Aslında pop müziğin türlü hallerini ortak bir sound çatısı altında birleştirdiklerini de söylemek mümkün. Kısaca RUSH WEEK müziğinde pop adına pek çok şey mümkün. Ortak sound çatısı ise, sakin ama kesinlikle mıymıntı olmayan indie pop tabanına biraz chillwave, sophisti-pop, synth pop, dream pop eklenmiş şekilde tarif edilebilir. Hatta kendilerini dinlerken şöyle bir tarif daha aklıma geldi, unutmamak için not aldım: Aynı nakaratları gibi bir grup. Dinlerken içine alan ama dinleyene musallat olmayan türden. Yani şarkı bitince bir sonraki seansa kadar kendini unutturan nakaratlar bunlar. Tabii o nakaratlara pat diye bir dalış söz konusu değil. Zaten iyi olan şarkıların başka iyi bölümleri demek kafi. Öyle ki bazen var mı, yok mu anlaşılmıyor bile.

Resmi videoları da çekilmiş iki şarkı Feelings ve Be Like Mike albümün önemli iki şarkısı. Fakat videolarının çekilmiş olması onları birer yıldız yapmıyor. Yıldıza ihtiyaç duymayan mütevazi bir pop albümünden dem vuruyoruz. Pop kelimesinin popüler olma halinden uzakta seyreden, öte yandan o popülerlikten beslenmeyi de ihmal etmeyen karışık bir durum. Sıcak yaz günlerinin şezlong huzuruna, sıcak yaz gecelerinin serin nefesine sahip şarkılardan oluşan Feels, o şezlongda etrafa caka satılacak veya gecelere akılacak popülerlikte bir albüm değil. Barcelona, Stranger Danger, Last Dance, Under The Gun çok büyük farklarla birbirinin önüne geçmeyen, birbirini gölgelemeyen şarkılar. Popun türlü hallerinden oluşturdukları bu sound, onlar için bir sadakat göstergesi. Young gibi modern bir R&B şarkıyı bile bu sounda entegre etmeyi çok iyi becermişler. Kendileri gibi Philadelphia'dan gelen, kendileri gibi indie takılan Work Drugs'a benzeyen yönleri fazla. Rachel K. Haines'ın yükselip alçalmayan, bu sound, sakinlik ve sadakat içinde buna ihtiyaç da duymayan vokali, sözü edilen mütevaziliğin önemli bir parçası. Zaten Feels, yükselip alçalmayan ya da kendi disiplini içinde yükselip alçalan hislerin albümü.

1. Feelings
2. Stranger Danger
3. Crush
4. Be Like Mike
5. Under the Gun
6. Barcelona
7. Slide
8. Young
9. Last Dance
10. Better Off

30 Haziran 2018 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Haziran 2018)

ASG - Survive Sunrise
Yıl: 2018 ABD
Tür: Stoner Rock, Stoner Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Survive Sunrise"
Lazuli - Saison 8
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Progressive Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mes Semblables"
Shawn Lee and The Soul Surfers - Shawn Lee and The Soul Surfers
Yıl: 2018 ABD/Rusya
Tür: Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Echo Chamber"
Ghost - Prequelle
Yıl: 2018 İsveç
Tür: Hard Rock, Heavy Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rats"
 
Daniel Pemberton - Ocean's 8
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Score, Soundtrack
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sealing The Exits"
The Space Merchants - Kiss The Dirt
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Not Tonight"
Weathers - Kids in the Night
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Poser"
Tami Neilson - Dynamite!
Yıl: 2014 Yeni Zelanda
Tür: Blues, Rockabilly
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Woo Hoo"
 
Shannon Shaw - Shannon in Nashville
Yıl: 2018 ABD
Tür: Country Soul, Pop Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Goodbye Summer"
Dead City Ruins - Never Say Die
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The River Song"
 
The Outfield - Play Deep
Yıl: 1985 İngiltere
Tür: Pop Rock, Power Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Your Love"
Frou Frou - Deatails
Yıl: 2002 İngiltere
Tür: Trip Hop, Electropop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Let Go"
Marcelina - Wschody / Zachody
Yıl: 2013 Polonya
Tür: Pop, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nigdy w zawsze"
 
Atlas - Çöl
Yıl: 2018 Türkiye
Tür: Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Onun Adı Yalnızlık"
Hyphen Hyphen - HH
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Indie Pop, Electropop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lonely Baby"
 
 
Dave Matthews - Some Devil
Yıl: 2003 ABD
Tür: Pop Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dodo"
The Pee Pees - The Pee Pees
Yıl: 2018 ABD
Tür: Hard Rock, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Feels Good"
 
The Twins - Living for the Future
Yıl: 2018 Almanya
Tür: Synthpop, New Wave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "So Wrong"
 
 
Johnny Marr - Call the Comet
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Indie Rock, Alternative Rock, Post-Punk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hi Hello"
Public Enemy - Fear of a Black Planet
Yıl: 1990 ABD
Tür: Hip Hop, Rap
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Burn Hollywood Burn"

25 Haziran 2018 Pazartesi

Brooke Annibale - Hold To The Light


En son 2015'teki The Simple Fear albümünü çıkaran ve kendisini ilk kez o albümle tanıdığım Brooke Annibale, 5. albümü Hold To The Light ile tekrar radarıma girdi. The Simple Fear'ı beğenmiş olmama rağmen Annibale ile bir daha ne zaman karşılaşırım kimbilir diyerek kalabalıkta unutup gitmiştim. Takip etmeyince yeni albüm çıktığında yaşanılan sürpriz de hoş oluyor. Hold To The Light'tan beklentim The Simple Fear ayarındaydı. Albüme başlayıp 41 dakika sonra gördüm ki o ayarın üzerine biraz daha eklemiş, folk rock sınırlarını aşıp daha art, hatta dream pop öğeleri içeren besteler çalıp o tatta söylemiş. Olgunluk ürünü demek istemiyorum zira onu The Simple Fear için demiş olabilirim. Demediysem de o albümde çoktan iyi bir şarkıcı/şarkı yazarı olduğunu kanıtlamıştı diyeyim. İlk dinlemede vuranlar, birkaç sefer sonra vuracağını hissettirenler ve vurmayanlar (ki onların vurması biraz emek ister genelde) olmak üzere üç gruba ayrılan Annibale güzergahı The Simple Fear'da da vardı, burada da var.

Öncelikle albümün adı olan Hold To The Light'ın albümü tanımlamak için son derece doğru bir seçim olduğunu belirtmek isterim. Birazdan adını zikredeceğim şarkılarda hissettiğim ortak duygu, karanlık veya kasvetli şarkılarda, hatta Glow gibi nefis bir folktronica ve Distraction gibi daha pozitif bir sophisti-pop (diyesim geldi) dahilinde bile, sahip olunan duyguya, ışığa tutunma çabasıydı. Her şarkının kendine göre tanımladığı bir karanlığı var. We Were Not Ready, Collided, Either I, Hold To The Light, Hold On bu karanlığı o kadar güzel içselleştirip yorumluyorlar ki, onların o karanlık içinden tutunduğu ışıkları da görebiliyoruz. Bu ışıklar kimi zaman bir melodi, bir nakarat, bir dize, kimi zaman da Annibale'in istediği yere dokunabilen sesi oluyor. Hepsi şarkı dinleme aktivitesini kaliteli zamana dönüştürüyorlar. İçinde olmaktan mutlu, mutlu değilse bile huzurlu olunan bir kasveti, yolda yürürken kapalı gökyüzüne baktığımızda gördüğümüz ışık sızmalarını hatırlatıyorlar.

Peşpeşe gelen We Were Not Ready, Collided, Either I üçlüsü sonrasında öyle bir kıvama geldim ki, albüm orada bitse bile kabullenebilirdim. Fakat umarsızca büyülediği kadar zinde tutan şarkılar bunlar. Şöyle ki, bazı şarkılar sizi albümün orada bitmesini kabulleneceğiniz kıvama getirdikten sonra peşinden ne verseler onları da kabullenirsiniz. Oysa albüme yakışır bir final yapmadıklarını düşündüğüm son iki şarkı olan Then Again ve Imagination'ın bana göre albüm çıtası altında kalmalarını görmezden getirmeyen bir olgunluk var Annibale'in şarkı yazımında. İlginçtir, The Simple Fear'daki gibi bu albümün de ilk yarısı müthiş olmasına rağmen ikinci yarı kendini o tatlı hüzünden, tutkudan, cesaretten biraz geri çekiyor sanki. Onların da kendi ışıklarına tutundukları anlar var muhakkak. Ama ilk yarıdaki duygu yoğunluğu ve karanlık içinde dinleyene kendini azar azar gösteren ışık hüzmeleri ne yazık ki ikinci yarıda yerini gölgesi kalmamış, bu sebepten gizemli yanları bir parça törpülenmiş şarkılara bırakmış. Hatta direk son dört şarkı için bunu söylemiş olarak bilmece gibi konuşmamış olurum. Tabii ki bu durum Hold To The Light'ın çok iyi bir albüm olduğu gerçeğini değiştirecek boyutlarda değil. Bir kere en baştan bu ışığa tutunma hadisesini sadece albüm isminden ibaret bırakmadığı, farklı suretlere bürünmüş şarkılarıyla pratiğe döktüğü için.

1. Hold On
2. Glow
3. Distraction
4. Hold to the Light
5. We Were Not Ready
6. Collided
7. Either I
8. Underneath
9. Point of View
10. Then Again
11. Imagination

19 Haziran 2018 Salı

Brownout - Fear Of Brown Planet


Dönemimizin en değerli funk oluşumlarından biri olarak gördüğüm Brownout'un cover hareketi tüm hızıyla sürüyor. Üç adet funk albümünün ardından önce Brownout Presents Brown Sabbath (2014), sonra da Brownout Presents Brown Sabbath Vol. II (2016) adlı iki süper albüm yapan grup, Vol. III için beklentileri arttırmıştı. İkişer yıl arayla çıkan bu albümler, gözleri 2018'e çevirmişken çok hoş bir ters köşeye yatmak suretiyle beklenen oldu ve Fear Of  Brown Planet adlı yeni Brownout albümü bir gece vakti kapıma dayandı. Bilenlerin albüm isminden de anlayabileceği üzere grup Brown Sabbath Vol. III yerine bu defa hip-hop tanrıları Public Enemy derlemesi ile mekana giriyor. Yo! Bum Rush The Show (1987) albümünden bir, It Takes A Nation Of Millions To Hold Us Back'ten (1988) beş, Fear Of A Black Planet'ten (1990) üç ve benim favori Public Enemy albümüm Apocalypse 91...The Enemy Strikes Black'ten (1991) üç şarkının coverlandığı Fear Of  Brown Planet, ilk iki Sabbath harikasının bir miktar altında kalmış olsa da, yine cevval fikirlerin cirit attığı leziz bir proje.

Brownout'un Black Sabbath şarkılarını olağanüstü biçimde kafasına göre modifiye edişine nasıl tav olduysam, Public Enemy gibi kimyasının daha uyuşkan olabileceği bir grubun şarkılarına el attığını görünce de ilk başta o kadar sevindim. Ancak şöyle bir şey var. Public Enemy, yarattığı hip-hop klasiklerinde sample destekli müziği kadar (hatta bazen daha fazla) politik manifestolarla dolu nitelikli rap vokalleriyle var olmuş bir çeteydi. Brownout ise seçtiği 12 şarkının tamamını enstrümantal olarak yorumlamış ki, bu durum şarkılardan çok şeyler götürmüş. Müzikal anlamda hiç sıkıntı yok. Öyle ki, Beastie Boys'un albümlerindeki enstrümantal şarkıları tek bir çatı altında topladığı 1996 tarihli The In Sound From Way Out! albümünü benim gibi sevenler için şahane bir albüm. Orada Beastie Boys kendi özündeki funk ruhunu nasıl güçlü şekilde ortaya koyduysa, burada da Brownout kendi özündeki funk ruhunu hip-hop özüne sahip şarkılarla masaya vuruyor. Ne var ki ben bu şarkıların çoğunu biliyorum ve bunlar vokal olmadan biraz havada kalıyor. Gerçi Brownout bunun olmaması için elinden geleni yapıyor. Enstrüman çeşitliliğini yine, yeniden, çok doğru anlarda, profesyonel biçimde ziyafete dönüştürüyor. Yine de Chuck D ve Flavor Flav biryerlerden çıkıp olaya dahil olacakmış gibi hissetmekten geri duramıyoruz.


Aslında keşke dahil olsalarmış. Sabbath coverlarında 2-3 şarkıda konuk vokalist almışlardı ne de olsa. Bu albümde Chuck D ve Flavor Flav olmasa da (tabii olsa daha iyi), 2-3 şarkıda vokal düşünülse fena durmazdı. Özellikle Louder Than A Bomb, Shut Em Down, By The Time I Get To Arizona, Welcome To The Terrordome, 911 Is A Joke, Prophets Of Rage gibi klasikleri elden geçirişleri şahane. Zaten sözünü ettiğim o vokal eksikliklerini birkaç dinlemeden sonra fazla umursamayabiliriz. Vokalsiz gözüme tekdüze görünen tek şarkı I Don't Wanna Be Called Yo Ni**a oldu. İlk başta By The Time I Get To Arizona da öyle görünmüştü. Fakat şarkının müzikal karizması o kadar güçlü ki, orijinaline büyük oranda sadık kalınmış bir Brownout yorumu yine yapacağını yapıyor. Üstelik canlı funk müziğin tüm cazibesiyle. Yine entrüman kalabalığını çok iyi organize etmiş, ekonomik kullanmış olan bu 9 latin arkadaş, gitar, bas, davul demirbaşlarına nefeslileri, tuşluları ve söz konusu Public Enemy olunca sample numaralarını da eklemiş, ortalık yine şenlenmiş.

Brown Sabbath Vol. I ve II sonrası temennilerimiz Vol. III veya "Brown Zeppelin", "Deep Brown" gibi hayali bile dudak uçuklatacak tasarımlar yönündeydi. Ama Fear Of  Brown Planet, yatmaktan son derece memnun olduğum bir ters köşe oldu. Şimdi olay nereye gidecek diye de merak etmeden olmuyor. Buradan bir Vol. II çıkar mı, hem de ne çıkar! Burn Hollywood Burn, Can't Truss It, You're Gonna Get Yours, Gotta Do What I Gotta Do, Who Stole The Soul, Brothers Gonna Work It Out, Nighttrain, Air Hoodlum şeklinde siparişlerimi dile getirmek isterim. Bu doğmamış coverların Brownout dostlarımızın ellerinden Vol. II olarak önüme geldiğini düşününce bile tüylerim önce kahverengine büründü, sonra diken diken oldu. Lakin ters köşe yapmayı seven dostlarımız olduğu için ne zaman, kimin coverları ile önümüze geleceklerini kestirmek zor. Belki de kendi yazdıkları materyallerle geri dönerler diyeceğim ama şimdilik üçleme olarak duran bu cover fırtınası durulsun hiç istemiyorum şahsen. Heavy metal veya hip-hop fark etmez, Brownout kendi funk tornasından geçirdiği bu şarkılarla çeşitliliği en güzel biçimde servis ediyor. Siyah, beyaz, kahverengi, sadece Amerika'nın değil, herkesin aradığı birlik beraberliği müzikal formata dönüştürüyor.

1. Louder Than a Bomb
2. Shut Em Down
3. Fight the Power
4. Trackstar to the Edge of Panic
5. By the Time I Get to Arizona
6. Welcome to the Terrordome
7. My Uzi Weighs a Ton
8. Don't Believe the Hype
9. I Don't Wanna Be Called Yo Ni**a
10. 911 Is a Joke
11. Bring the Noise
12. Prophets of Rage

7 Haziran 2018 Perşembe

Dune Pilot - Lucy


Alman grup Dune Pilot, ikinci albümü olan Lucy ile henüz tanıdığım bir stoner rock dörtlüsü. Lucy'yi bir solukta dinleyip bayıldıktan sonra her zaman olduğu gibi geçmişlerine baktım ve orada 2014 tarihli Wetlands'i gördüm. Onu da bir solukta dinlemeyi beklerken kabız ve tembel şarkılarla karşılaştım. Geçmişi boşverip tekrar Lucy'ye döndüm. An itibariyle iki gün içinde dördüncü kez dinliyorum. Böylesi bir stoner rock nefesini ve o nefese yakışır kalitede yazılmış şarkıları özlemişim sanırım. Son yıllarda Almanya'dan çıkan Tricky Lobsters, The Sonic Beat Explosion, Wolvespirit, RotoR gibi son derece sağlam gruplar arasında onları da saymamız için geçerli bir sürü neden sunmuşlar Lucy ile. Stoner rock temelinde zaman zaman dozu arttırarak stoner metal sınırlarına dayanmışlar. Eksen kaydırmadan progressive rock ile kısa flörtlerde bulunmuş, grunge ile kütür kütür kaçamaklar yapmışlar. Basçı SH ve davulcu Georg'un mükemmel uyumları bana bu ikisinin funk müziği de sevdikleri yönünde şeyler düşündürdü. Gitarist Chris olağanüstü. Şarkıları muhtemelen birlikte yazmışlardır ama Chris'in hakimiyeti çok bariz. Gaza getiren müthiş riffler, gösterip vermemeler (bu sayede göstermiş kadar olmalar), özgür fakat kontrollü sololar Dune Pilot'ın karakterini ortaya koyar nitelikte. Solist Andris ise risksiz, bir süre sonra kanıksanan, bazen Sammy Hagar'ın soğukta kalmış hali gibi (her nasılsa bunu pozitif manada kullandım) bir vokal yolu belirlemiş. Bu dörtlüden çıkan şarkılar 2018'in en iyi rock albümlerinden birini masaya vurmuş.

Loaded ve The Willow ile süper bir açılış yapan albüm, daha bu iki şarkıdan "bu albüm kötü olamaz" düşüncesini beyin kıvrımlarına işliyor. Progressive yanını ortaya koyduğu Postman hızlı başlayan, ortalarda bir metal çeşidi olan "sludge" evrenini ziyaret eden, son bir dakikasında da enstrümantal takılan bir beste. Basit bir riff ile nasıl kocaman bir şarkı yapılabileceğini gösteren Lucy, yine yeni bir rock çeşidi olan "fuzz rock" sularına dalan I'm Your Man, grunge punk kaçamağı yaptıkları Speak Up, son bir dakikasını akustik biçimde kapatan orta karar bir grunge diyebileceğimiz Sit Back ile albüm sürüyor. 7:23 ile albümün en uzun şarkısı olan Griper, progressive metal tarzının katmanlı halini temsilen Dune Pilot'ın kalitesini perçinleyen irilikte. Kapanışı yapan Feed Your Conscience ise grubun şarkıları rutinleştirmemek için bulduğu fikirlerden bir demet sunan yapısıyla güçlü bir veda sayılır. Dune Pilot gibi bazı iyi gruplar, şanssız bir başlangıç yapsalar da, ikinci, bilemedin üçüncü albümde turnayı gözünden vururlar. Lucy sonrasında çıtayı iyice yükseltip beklentileri güçlendirdiler. Ama Lucy öyle bir albüm ki, bu beklentilere layığıyla cevap verebileceğine olan inancı dimdik tutan, güven veren, suya götürüp suyla getiren kalibrede. Muhteviyatında herşeyden biraz barındıran, ama rock birliği ve bütünlüğü ile onları ortak bir çatı altında toplayabilen bir albüm Lucy.

1. Loaded
2. The Wollow
3. Postman
4. Lucy
5. I'm Your Man
6. Speak Up
7. Sit Back
8. Griper
9. Feed Your Conscience

31 Mayıs 2018 Perşembe

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mayıs 2018)

Bombino- Deran
Yıl: 2018 Nijerya
Tür: Tishoumaren, Folk Rock, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Imajghane"
CHVRCHES - Love Is Dead
Yıl: 2018 İngiltere
Tür: Synthpop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Get Out"
Lord Huron - Vide Noir
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Folk, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Balancer's Eye"
 
Deadpool 2 OST
Yıl: 2018 ABD
Tür: Pop Rock, Pop, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: Peter Gabriel - "In Your Eyes"
John Cougar Mellencamp - Big Daddy
Yıl: 1989 ABD
Tür: Folk Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mansions in Heaven"
Now, Now - Saved
Yıl: 2018 ABD
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "AZ"
Aq Bure - Уйнап, Көлеп, Җырлап, Биеп​.​.​.
Yıl: 2018 Tataristan / Rusya
Tür: Folk Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Алдым Кулга Думбыра"
Friendship - Ain't No Shame
Yıl: 2018 Norveç
Tür: Hard Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Gypsy"
 
Greyhounds - Cheyenne Valley Drive
Yıl: 2018 ABD
Tür: Soul, Blues Rock, Americana
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "No Other Woman"
Halo Maud - Je Suis Une île
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Du Pouvoir/Power"
 
Only Makebelieve - Message From a Mockingbird
Yıl: 2008 ABD
Tür: Progressive Rock, Pop Rock
 "F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nuclear Reactor"
Arash - Arash
Yıl: 2005 İran/İsveç
Tür: Pop, Dance-Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Temptation (feat. Rebecca)"
 
Tribali - RABA'
Yıl: 2018 Malta
Tür: World
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dharamsala"
 
niXes - niXes
Yıl: 2017 Polonya
Tür: Psychedelic Pop, Neo-Psychedelia
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Summer Waves"
La Luz - Floating Features
Yıl: 2018 ABD
Tür: Surf Rock, Garage Rock
 "F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Floating Features"
Mos Generator - Shadowlands
Yıl: 2018 ABD
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
 "F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shadowlands"
 
Professor Electric - Mark of the Serpent
Yıl: 2018 ABD
Tür: Heavy Blues Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Strannik"
Yossi Sassi & The Oriental Rock Orchestra - Illusion of Choice
Yıl: 2018 İsrail
Tür: Progressive Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Monad"
Matrix OST
Yıl: 1999 ABD
Tür: Electronic, Altrenative Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Rage Against The Machine - "Wake Up"
 
Thunderpussy - Thunderpussy
Yıl: 2018 ABD
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Speed Queen"

27 Mayıs 2018 Pazar

Spiders - Killer Machine


İsveçli dörtlü Spiders'ın 2014'ün en iyi rock albümlerinden biri olan Shake Electric albümleri sayesinde İsveç'teki hard rock kalitesinden, eskiye olan sadakatlerinin günümüze olumlu yansımalarından söz etmiştim. Shake Electric ile o dönem epey vakit geçirmiştim. Araya bir dünya albüm girince görüşmelerim seyrekleşti, sonra bitti. Dinlemeyeli 1 seneden fazla olmuştur. Bir dünya albüm sonrası yeni albümleri çıkacak mı, ne zaman çıkacak diye bile düşünmeye fırsat olmadı. Ama bir gün üzerinde Spiders yazan Killer Machine adlı albümü görünce eski dostlarımı görmüş kadar sevindim. Sapına kadar güven veren Shake Electric'in üzerinden 4 yıl geçmiş olması neticesinde Killer Machine'in de çok iyi olduğuna emin gibiydim. Çünkü o albümdeki oturmuşluk, uyum, tutku ve köklere bağlılık, yeni albümden beklentilerimi sabitlemişti. Nitekim sanki Shake Electric'ten bir yıl sonra çıkmış gibi kaldıkları yerden Killer Machine ile devam ettiklerini görmek çok güzel. Herşey yerli yerinde, neredeyse en ufak bir değişiklik yok. Sadece kendi kalitelerinin başka bir versiyonu ile geri dönmüş durumdalar. Konu Spiders olunca, bu değişiksizliğe en ufak bir itirazım olmaz, olamaz.

Aralarında tam rock radyolarına marş olası Dead or Alive'ın da yer aldığı ilk dört şarkı yağ gibi akıp giderken, ilk dinleyişin verdiği tam yerleşmemiş çiğliği (ki çok severim) hissedince zaten albümü seveceğime dair içimde en ufak bir şüphe olmamasıyla gurur duydum. Fakat önce özellikle nakaratıyla bir ABBA şarkısının coverlanmış hali gibi duran Like A Wild Child, sonra da albümün tam orta yerine bırakılmış bir bomba gibi Higher Spirits, yerleşmemişlik, çiğlik falan dinlemeden direk olmuş halleriyle daha ilk dinleyişte kalbimi çaldı. Higher Spirits, yine nakaratının verdiği coşkunun birkaç saniyede 70'lere, 80'lere uzanışına hayran bıraktıran bir şarkı olarak her seferinde ayaklarımı yerden kesiyor. Zaten Spiders'ın en sevdiğim özelliklerinden biri, hard rock genlerinin tartışılmaz üstünlüğü kadar, o genlerin içinde güçlü bir pop duygusu da taşıyor olmaları. Bu duyguyu 70'ler hard rock türüne, hatta 70'ler etkisinde kalmış 80'ler nostaljisine dayayabilmek, bunların hepsini 2018'de yapmak ancak birinci ligde mücadele eden rock gruplarında görülen bir durum. Spiders zaten Shake Electric ile o lige çıkmaya hak kazanmıştı, Killer Machine ile bunu ne kadar hak ettiğini tescilliyor.

Like A Wild Child ve Higher Spirits'e geldiğimizde, "tamam, albüm olmuş, burada bitse bile olur" dedikten sonra geriye 5 şarkı daha kaldığını görmek ne güzel bir duygudur. Buraya kadar türlü hard rock numarasıyla mest eden Spiders, gaza gelmiş Whitesnake şarkılarını anımsatan Swan Song ve inceden Fleetwood Mac ruhu taşıyan So Easy ile durmak bilmiyor. Ta ki, 80'lerin "Hard'n Heavy Ballads" albümlerinden birine koyulsa garipsenmeyecek Don't Need You molasına kadar. 5:23 ile albümün en uzunu olması, 80'ler olması, balad olması vs. yanıltmasın, o da albümün genel karakterine uygun biçimde yağ gibi akıyor bana göre. Kapanışı yapan Heartbreak, albümün ve kapanış itibariyle grubun karizmasına cuk oturan, nakaratıyla, mızıkasıyla, hard pop rock duruşuyla, son iki dakikasında enstrümantal başka bir şarkıya dönüşen özgürlüğüyle son darbeyi indirip gidiyor. Albümün ilk dönüşü bitince ikinci tura başlamıyorum. Çünkü ilk seferin demlenmesi gerekiyor, çok iyi bulduklarımı özlemek istiyorum. Nakaratları, ritimleri, soloları, Ann-Sofie Hoyles'un vokal iniş çıkışlarını hayal meyal hatırlamak çok hoşuma gidiyor. İkinci dinleyişte hatırlayışlarım, taşların yavaş yavaş yerine oturması da öyle. Üçüncü artık bambaşka birşeye dönüşüyor. Belki 4 yıl sonra yine görüşürüz. Ama o zamana dek Killer Machine ile daha çok şey yaşayacağız.

1. Shock and Awe
2. Dead or Alive
3. Burning For You
4. Killer Machine
5. Like a Wild Child
6. Higher Spirits
7. Swan Song
8. So Easy
9. Don't Need You
10. Take What You Want
11. Heartbreak

15 Mayıs 2018 Salı

Novo Amor & Ed Tullett - Heiress


Ed Tullett, İngiltere'nin East Essex bölgesinden bir folk müzisyeni. Never Joy (2011) ve Fiancé (2016) adlı iki albümü, Trawl (2012) adlı bir EP'si var. Novo Amor (gerçek adı Ali Lacey) ise yine İngiltere'nin Caerdydd diye hiç duymadığım bir yerinden gelmekte. Onun da Woodgate, NY (2014) diye bir albümü, Bathing Beach (2017) diye de bir EP'si bulunmakta. Bu ikili 2013 Kasım'ında tanışıp hemen kaynaşmak suretiyle birlikte müzik yapmaya başlamışlar. Bu işbirliğinin ilk meyveleri Faux (2014) ve Alps (2016) adındaki iki enfes şarkı olmuş. Bu şarkılar kendilerini takip eden indie çevreler tarafından haklı övgüler almış ve albüm beklentileri artmış. Nihayet belli aralıklarla 4 yıl boyunca üzerinde çalıştıkları ilk albümleri Heiress, 2017'nin sonlarına doğru gün yüzüne çıkmış. Faux ve Alps'in yer almadığı albüm, onları hiçbir şekilde aratmayan 11 harika şarkıyla benim için 2017'ye damgasını vuranlar arasında yerini aldı.

Heiress, duyar duymaz vurulduğum bir albüm oldu. Normalde çok az folk albümüne bu şekilde ilk görüşte aşık olurum. Tabii bazı vurulma kriterlerim var. Örneğin işin içinde sadece folk gitarları olmamalı, tuşlular veya yaylılarla hem güçlü, hem kırılgan, hem de epik bir atmosfer yaratılmalı, şarkılar dream pop kuşağına yakın durmalı, ortaya nezih bir "dream folk" çıkmalı. Bunların hepsi ve henüz kelimelere dökemediğim başkaları Lacey - Tullett ikilisinin büyülü müziğinde mevcut. Açık konuşmak gerekirse, Heiress gibi albümleri ilk dinleyişte kabullenmem kolay olmaz. Çünkü çok fazla yoğun, ağır, katran karası bir keder ile yoğrulmuş karakterdedirler. Dinleyeni hemen içine almak istemez, onu uğraştırmak, çeşitli testlerden geçirmek isterler. Oysa Lacey ve Tullett sanki bir an önce o hüzne kendini hazır hisseden bünyeleri hiç vakit kaybetmeden kucaklamak, onlara ağlamaları için omuz vermek ya da onların omuzlarında ağlamak için çok güçlü bir keder samimiyeti kuruyorlar. Dinleyene hem huzur, hem de karamsarlık içeren çok acayip bir ağırlık yüklüyorlar.

Açılışta ilk görüşte aşk yaşatan Silvery, aslında albümün genel karakterinin de bir özeti sayılabilir. Hüznün binbir türlü hallerinden damıtılmış, bir albüme, o albümdeki 11 şarkıya ne kadar sığdırılabilirse o kadar sığdırılmış kolektif bir ruh. Konsept albüm diye düşünsek sırf müziğin bu bütünlüğü neticesinde olağanüstü bir deneyim. Sözler zaten o bütünlükten hiç kopmayan folk naifliğinde. Eşine az rastlanır bu karakteri veren en önemli unsur Novo Amor ve Ed Tullett'in inanılmaz sesleri. Ayrı ayrı ayırt edilmesi nüanslara bağlı bir yalnızlığın özetiyken, çift ses kullandıklarında destansı anlar yaratıyorlar. Ortaya Silvery, Vantablack, Anatome, Freehand, Amateur Blood, Euphor gibi harikulade besteler çıkıyor. 11 şarkı için ayrı birer paragraf açılabilir, hissettirdikleri üzerine bilinç akışıyla içimizi dökebiliriz. Fakat bu durum tıpkı onların müziklerine yansıttıkları gibi çok içe dönük, bazen kafası karışık, çoğunlukla acı çeken ama acısını içine dönmüş vaziyette yaşayan türden olacağı için herkesin ilgili paragrafta yazacağı şeyler de kendi acılarından beslenecektir.


Bu acı ve artık adı her neyse, onun bir standardı (var gibi görünse de) yok aslında. Mesela Cavalry gibi bir şarkı başından sonuna değişip dönüşen, asla nasıl süreceği ve nasıl biteceği kestirilemeyen bir progressive folk adeta. Pteryla'yı kazanmak oldukça zor. Ontario da kısa ama emek isteyen şarkılardan sayılır. Ama onlar bile Lacey ve Tullett'in derinlerindeki derinliği temsil etme yetisine sahipler. Piyano darbeleri müthiş bir gerilim yaratırken bir anda ortalık süt liman olur, çift vokal kendi bölümünü bülbül gibi şakırken arka planda kah bir slide gitar, kah yaylılar, ama hep bir ambient ambiyans vuku bulur. Şarkılar kendini aşar, kendilerine sinematik bir doku oluşturmaya başlarlar. Olay artık folk, rock, pop olmaktan çıkar. Dönüşüm kendi içinde kırılgan olduğu kadar kararlıdır da. Lacey ve Tullett, belki de milyonlarca folk müzisyeninin, hatta Fleet Foxes'ın ilk iki albümünde yaklaştığı, bazen ulaştığı zirveye eliyle koymuş gibi ulaşabilmektedir. Heiress belki kır kültürünün kenti reddedişini bir Fleet Foxes albümü kadar kesin çizgilerle çizmez. Ama Heiress bu kültürü Amerika'ya hapsetmeyip olması gerektiği gibi globalleştirir ve yitip gitmekte olanlara mükemmel ağıtlar yakar.

Bu her yüreğe erişim sağlayabilecek tavrı belki de en fazla Terraform'da hissederiz. O Terraform ki albümün göz bebeği. Çok sevdiğim şarkıların videolarını izlemekten korkarım. Şarkı iken yarattığı büyüyü videosunda bozan yüzlerce örnek sayabilirim. Terraform'un videosunu izlemekten de bir süre bu yüzden kaçtım. Ama dayanamayıp izledikten (hatta iki damla gözyaşı döktükten) sonra bir bütün olarak Heiress'in varoluş nedenlerini zihnimde katmanlaştırmak biraz daha kolaylaştı. Jorik Dozy ve Sil van der Woerd'in yönettiği 5 dakikalık video, Endonezya'da bulunan Ijen Dağı'ndaki zehirli kraterlerlerden sülfür çıkaran 100 kadar madenciden biri olan Bas'ın bir gününü özetliyor. Günde iki defa her biri 95 kilo çeken sepetlerle, hiçbir modern ekipman olmadan kraterden sülfür çıkaran bu insanlardan biri olan Bas, günde en fazla 10 dolar için yaptığı bu iş ile eşi ve küçük kızının geçimini sağlamaya, geleceğini kurmaya çalışıyor. Lacey ve Tullett de bu video ile hem farkındalık yaratmak, hem de Bas gibi işçilere ve ailelerine yardımcı olmak istiyorlar. (Konuyla ilgili detaylı bilgiye videonun yapımcılarının kurduğu ijenassistance.com adresinden ulaşılabilir.) Biz neden Bas ve ailesi için daha güzel bir dünya yok diye düşünürken, onlar şarkılarında "gezegeni yaşanabilir kılmak biraz zaman alsa da, bu değişimi gerçekleştirebiliriz" diyerek güçlü bir ümidi, güçlü bir müzikle birlikte taşıyorlar.

1. Silvery
2. Euphor
3. Cavalry
4. Amateur Blood
5. Pteryla
6. Vantablack
7. Anatome
8. Ontario
9. Dancer
10. Terraform
11. Freehand

9 Mayıs 2018 Çarşamba

The Postmarks - Memoirs At The End Of The World


The Postmarks, Miami’den çıkma bir pop üçlüsü. Tabiî pop kelimesi burada anlamını gayet piyasa dışı bir stil ile bulmakta. 60’ların, özellikle de Sean Connery’li James Bond filmlerinin tematik bütünlüğünü bozmayacak derecede retro bir pop ile, içine dahil olunması çaba gerektirebilecek ölçüde grileşmiş dream pop öğelerinin yoğunluğu sezilmekte. Bunun adı da pulp literatürde “seksi” olarak geçiyor çoğu zaman. Eski dost, aynı zamanda müzik ortağı Christopher Moll ve Jon Wilkins’in tüm enstrümanları paylaştığı, sesi kadar güzel Tim Yehezkely’nin şantözlüğünü yaptığı The Postmarks, 2007’den başlayıp hiç ara vermeden yılda bir albüm çıkarmış bir grup aynı zamanda. 2007’de kendi isimlerini verdikleri debut ile iyi bir başlangıç yapıp, yaz festivallerinin gülü Lollapalooza’dan, çocuk şovu Yo Gabba Gabba’ya kadar pek çok yere çıkmışlar. 2008’deki By The Numbers ile Bob Marley, Blondie, The Jesus & The Mary Chain, David Bowie, The Cure, The Ramones şarkılarının da yer aldığı 12 coverdan oluşan albümleriyle çizgilerini fazla bozmamışlar. Buradaki son “-mış”, bizzat benim yorumum. Zira grubun dinlediğim tek albümü de oydu bugüne kadar.

2009’un Ağustos ayında çıkan üçüncü albüm Memoirs At The End Of The World, bu kez tamamı grubun ortak bestesi 13 şarkıdan oluşuyor. Nefesliler, yaylılar, tuşlular, telliler derken, bugüne kadar ajanlı casuslu bir sürü filme yaptıkları müziklerle klâsikleşmiş Henry Mancini, John Barry, Lalo Schifrin gibi ustalara bolca göndermeler yapıyorlar sanki. Fakat retro da olsa pop yönlerinden ödün vermemeye gayret ederek. Cover albüm By The Numbers’da bile bu kadar etkileyici değillerdi açıkçası. Daha ilk şarkı No One Said This Would Be Easy başladığında vokale birden Shirley Bassey girecek sanıyor insan. Meğer grubun enstruman zenginliğini ve atmosfer yaratma kabiliyetini tüm gücüyle sunan büyülü bir parçaymış. Dinlemeye başladığım andan itibaren geride 12 parça daha olduğunu düşünüp koltuğuma daha bir rahat yerleşmemi sağladı. Gerisini hatırlamıyorum diyeceğim, yalan olacak. All You Ever Wanted, I'm In Deep, Don't Know Till You Try, Go Jetsetter, My Lucky Charm öyle pat diye unutulacak şarkılar değil benim için. Böylesine güçlü orkestrasyonlara sahip şarkıların Yehezkely’nin neredeyse albüm süresince hiç değişmeyen düşük vokal tonuyla seslendirilmesi ise ciddi bir risk gibi görünebilir. Ama bu sayede müzikal zenginlik daha ön plana çıkmış, bu vokal de şık bir davette o zenginliğe eşlik etmiş sanki.


Retrodan ekmek yemek isteyen grupların sayısı son zamanlarda hayli arttı. Samimiyetleri tartışılması gerekenlerin sayısı bana göre fazla olmasına rağmen, arada The Postmarks gibilerin çıkması sevindirici. Burada esasen neye seviniyoruz? 2009 model bir grubun ne kadar eski kalabildiğine mi? Retronun moda hale gelmesini fırsat bilip, 60’lar, 70’ler, 80’ler gibi giyinerek ilgili dönemlerin soundlarını taklit etmek bir marifet değil. Bunu yaparken o ruhu yakalamayı başaran iyi şarkılar da yazmak gerek. Benim için The Postmarks gibilerinin sevindirici olması, retroyu kendi modern müzik anlayışları için mükemmel bir zemin olarak gören, onun sırtından geçinmek yerine, onun günümüz elektronik ve pop kalıplarıyla uyum içinde yaşayabileceğini kanıtlayan gruplardan biri olmasından kaynaklanıyor.

1. No One Said This Would Be Easy
2. My Lucky Charm
3. Thorn in Your Side
4. Don't Know Till You Try
5. All You Ever Wanted
6. Run Away Love
7. For Better...or Worse?
8. I'm in Deep
9. Thorn in Your Side (Reprise)
10. Go Jetsetter
11. Theme From "Memoirs"
12. The Girl From Algenib
13. Gone