6 Nisan 2020 Pazartesi

Melt Yourself Down - 100% Yes


Londra'da 2012 yılında kurulan Melt Yourself Down, altı kişiden oluşan İsviçre çakısı gibi bir grup. Funk, caz, rock, afrobeat, art punk, post-punk, dub diye uzayıp giden eklektik bir müzik yapıyorlar.
Acoustic Ladyland adlı bir caz/funk grubunun liderliğini, Polar Bear adlı bir caz grubunun da saksafonculuğunu yapan Pete Wareham'ın kurduğu Melt Yourself Down, bu adı da Amerikalı caz/funk saksafoncusu James Chance'in 1989 tarihli albümünün adından almış. Wareham, bizzat Chance'den izin alarak yapmış bunu. Hatta ilişkileri gelişmiş, Chance 2014'te grubun New York ve Londra konserlerine, Acoustic Ladyland'in üçüncü albümünden bir şarkıya konuk bile olmuş. Wareham, çeşitli gruplardan kurduğu ekibiyle ilk albümü Melt Yourself Down'ı 2013'te, ikinci albüm Last Evenings On Earth'ü de 2016'da çıkarmış. Mart 2020 sonlarında çıkan üçüncü albüm 100% Yes'i dinleyip çarpıldıktan sonra bu iki albüme de baktım. Melt Yourself Down sahiden özel bir grup. Üç albümü de birbirinden güzel. Ama onları tanımama sebep olan 100% Yes'e biraz daha ısındım sanki. 10 şarkıda sürekli keşfedilen, her dinlendiğinde kendini yenilediği hissi veren harika numaralar var. Favorim olduğu üzere, kesinlikle ilk dinleyişte kıymeti anlaşılacak bir albüm olmaması ve kendilerine referans gösterilebilecek başka grup tanımamış olmam onlara gün geçtikçe daha çok bağlanmamı sağlıyor.

100% Yes, içine girdikçe çiçek gibi açılan bir albüm. Açılışı yapan Boot and Spleen için "ska funk" doğru bir tanım sayılsa da, işin pop, hatta big beat yanı bile var. Ayrıca Wareham'ın bir saksafon virtüözü olduğu gerçeği ile hemen tanışıyoruz. Acaba albüm bu rotada mı seyredecek derken ikinci parça This Is The Squeeze'in henüz ilk saniyelerinde birden halaya kalkan bir kitleyi hayal etmeye, kıvrak melodisi ve vokalist Kushal Gaya'nın hindu tondaki nakaratıyla coşmaya başlayabilirsiniz. Born In The Manor ve Every Single Day tam olarak hangi türe örnek vereceğimizi kestiremediğimiz, deneysel ile geleneksel arasında arafta bir yer belirlemiş gibi duran yapıları sayesinde ortada belli bir rota olmadığını gösteriyorlar sanki. It Is What It Is ise Wareham, Gaya ve davulcu Dave Smith'in ortak şovuna dönüşmüş müthiş bir başka şarkı. From The Mouth'u en kısa yoldan drum & bass & jazz & dub şeklinde tanımlayıp sıyrılabilirim. Crocodile'dan sıyrılmak ne mümkün. Bir aksiyon filminin hareketli sahnesinden fırlamış gibi duran bu olağanüstü şarkı, "Melt Yourself Down nasıl, iyi bir grup mu bari" diye soran birine kafadan ilk dinletilmesi gerekenlerin başında geliyor bence. Pete Wareham saksafon tekniğiyle her şarkıya damgasını vuruyor. Ama Crocodile sanırsam bu damgaların zirvelerinden biri. Şarkıda inanılmaz şeyler dönüyor ama hiç öyle geriye alayım, tekrar dinleyeyim durumuna girmeyip bir sonraki randevuda tekrar o gizemleri yaşamak istiyorum.

Don't Think Twice, ter soğutucu bir dub beste olarak planlanıp Crocodile'ın arkasına konmuş olabilir. Fark etmez. Albümü bir kere sevmiş olanlar için bundan sonra nasıl bir şarkı gelse gider. Yine ska punk takılan, lakin olayın punk kısmını cazgır gitarlarla ve agresif bir tutumla değil, daha şen şakrak bir üslupla ele alan Chop Chop ve kapanışta yer alan 7 dakikalık afrobeat lezzeti 100% Yes ile albüm sona eriyor. Ama benim için bu son, sanki en heyecanlı yerinde bitmiş bir dizi bölümünün sonu gibi. Aynı albümü dinleyecek olmama rağmen o dizinin yeni bölümünü izleyecekmiş kadar heyecanlıyım. Saksafonun saf caz ve saf blues içinde yapabildiklerinin farkındayız. Ama Pete Wareham olayı çok başka yerlere taşımış ki, grubu heyecan verici kılan en önemli özellik galiba bu. Grupta George Crowley adında bir saksafoncu olması, Wareham'ın tasarım alternatiflerini çoğaltıp zenginleştiriyor. Wareham'ın Acoustic Ladyland basçısı Ruth Goller'i bu projesine de almış olmasının sebeplerini bolca duyuyoruz. Sonuç olarak, sonu gelmeyen çeşitlilikte bir albüm olan 100% Yes, bir gün hiç ummadığım anda karşıma nefis albümler/şarkılar çıkabileceğine dair umutlarımı güçlendiren bir albüm oldu. Arayışın sürmesi gerektiğine, kötü albümler/şarkılar dinleye dinleye iyileri bulabileceğimize dair motivasyonumu da pekiştirdi.

1. Boot and Spleen
2. This is the Squeeze
3. Born in the Manor
4. Every Single Day
5. It is What it Is
6. From the Mouth
7. Crocodile
8. Don't Think Twice
9. Chop Chop
10. 100% Yes

31 Mart 2020 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mart 2020)

Brownout - Berlin Sessions
Yıl: 2020 ABD
Tür: Funk, Rock, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Zealot"

Rachel Reinert - Into the Blue
Yıl: 2020 ABD
Tür: Pop Rock, Country Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cool"
The Exbats - Kicks, Hits and Fits
Yıl: 2020 ABD
Tür: Garage Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Funny Honey"
VA - Uzelli Elektro Saz 1976-1984
Yıl: 2020 Türkiye
Tür: Folk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Akbaba İkilisi - "Darıldım Darıldım (feat. Arif Sağ)"
Tessa Dixson - Genesis
Yıl: 2020 Belçika
Tür: Alternative Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "My Love (feat Cat Stevens)"
Moonlight Benjamin - Simido
Yıl: 2020 Haiti/Fransa
Tür: Blues Rock, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Simido"
Body Count - Carnivore
Yıl: 2020 ABD
Tür: Rap Metal, Groove Metal
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ace of Spades"
The Soul Motivators - Free to Believe
Yıl: 2015 Kanada
Tür: Funk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dr. Know It All"
Then Comes Silence - Machine
Yıl: 2020 İsveç
Tür: Gothic Rock, Post-Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Devil"
Jungle Fire - Jungle Fire
Yıl: 2020 ABD
Tür: Afro-Funk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Smash & Grab"
Strange Majik - 20/20
Yıl: 2020 ABD
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hazy Jane"
Dungen - Stadsvandringar
Yıl: 2005 İsveç
Tür: Psychedelic Rock, Psychedelic Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Stock och sten"
Nadia Reid - Out of My Province
Yıl: 2020 Yeni Zelanda
Tür: Indie Folk, Singer/Songwriter, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Best Thing"
The Hanged Man - As the Tower Fell
Yıl: 2020 İsveç
Tür: Dream Pop, Psychedelic Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fall"
 
 
  
 
SLIFT - La Planète Inexplorée
Yıl: 2018 Fransa
Tür: Psychedelic Rock, Space Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Doppler Ganger"
Nightwish - Hvman :||: Natvre
Yıl: 2020 Finlandiya
Tür: Symphonic Metal, Power Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Harvest"
Loveblind - Sleeping Visions
Yıl: 2020 ABD
Tür: Gothic Rock, Dream Pop, Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Goodbyes Without Goodbye"
 
Myrkur - Folkesange
Yıl: 2020 Danimarka
Tür: Dark Folk, Nordic Folk Music
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fager som en Ros"
Puta Volcano - AMMA
Yıl: 2020 Yunanistan
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Space Blanket"
 
Manu Chao - ...próxima estación… Esperanza
Yıl: 2001 İspanya/Fransa
Tür: Folk Pop, Pop Reggae
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Denia"

25 Mart 2020 Çarşamba

Manu Chao - Clandestino


1961 Paris doğumlu José-Manuel Thomas Arthur Chao, ya da bilinen adıyla Manu Chao, İspanya kökenli bir Fransız müzisyen olarak 90'ların sonunda çıkardığı ilk solo albümü Clandestino ile bağımsızlığını güçlü biçimde ilan etmiş harikulade bir müzisyen ve aktivist. Bu ilan öncesinde yapmış olduklarına şöyle bir bakalım. Ailesi o doğmadan kısa bir süre önce Franco diktatörlüğündeki İspanya'dan kaçıp Paris'e yerleşmiş. Yazar ve gazeteci olan babası Ramón Chao'nun sanatçılar ve entelektüellerden oluşan eş dost çevresi, Manu'nun büyüme çağlarında hep etrafındaymış. Müziğin bu etkileşimlerin önemli bir parçası olduğunu söylemeye gerek yok. Yaşıtları dönemin popüler şarkıcı ve gruplarını dinlerken, Manu'nun favori müzisyeni Kübalı piyanist şarkıcı Bola de Nieve'ymiş mesela. Müzik kariyerine Paris sokaklarında müzisyenlik yaparak başlayan Manu Chao, 1984-86 arasında Hot Pants isimli grubuyla iki albüm, 1985-90 arasında da Los Crayos adlı grupla da dört albüm yapmış. Bu gruplarda çeşitli dilleri ve müzik türlerini tecrübe etmiş. Bir yandan da kardeşi Antoine Chao ve arkadaşlarıyla birlikte 1986-95 arasında aktif olan, dört stüdyo, bir de konser albümü çıkaran Mano Negra serüveni başlamış. Özellikle Avrupa'da çok sükse yapan, latin alternative, alternative rock, folk punk, pop rap türünde çok iyi şarkılar çıkaran Mano Negra, türlü başarılara imza attıktan sonra 1995'te Antoine'in de içlerinde olduğu grup üyelerinin çoğunun ayrılmasıyla dağılmıştı. Ama Manu Chao için bazı şeyler yeni başlıyordu.

Madrid'e dönen Chao, burada Mano Negra'dan bazı grup arkadaşlarıyla birlikte Radio Bemba Sound System adındaki grubunu kurdu. Bu isim, Küba Devrimi sırasında Fidel Castro ve Che Guevara tarafından Sierra Maestra'da kullanılan iletişim sisteminden geliyordu. Bunun yanında Meksika'dan Tijuana No!, Brezilya'dan Skunk, Arjantin'den Todos Tus Muertos gibi yerel ska, punk, rock, reggae gruplarıyla da temas halindeydi. Chao'nun amacı, farklı kültürlere ait müziklerden, sokak ve bar şarkıları formatında şarkılar yazıp söylemekti. Bu ortak kimyadan ve prensipten olağanüstü şarkılar çıktı. O şarkılar da grup ismi kullanılmadan, Manu Chao'nun kendi adıyla Clandestino (Yeraltı) ismi verilerek Ekim 1998'de piyasaya sürüldü. 16 şarkılık albümde İspanyolca, Portekizce, Fransızca ve İngilizce dilleri, "soundbite" denen minik konuşma ve müzik alıntıları ve tabii birbirinden rol çalan, birbirine destek çıkan, birbirinden güzel ezgileri duymak süper bir deneyimdi. Clandestino, Fransa'nın her yıl düzenlediği müzik ödülleri olan Victoires de la Musique 1999'da En İyi Dünya Müziği Albümü ödülü aldı. 2005'te yayınlanan "Ölmeden Önce Dinlemeniz Gereken 1001 Albüm" adlı kitapta yer aldı. Dünya çapında 5 milyon kopya sattı. Hepsinden önemlisi, Manu Chao gibi harika bir müzisyeni, duyarlı bir aktivisti Mano Negra dışında kendi adıyla tüm dünyaya tanıttı.


Açılış şarkısı Clandestino, aynı zamanda albümde Manu Chao ile birlikte Chico César'ın ortaklaşa yazdıkları tek şarkı. Diğer tüm besteler Chao'ya ait. Genel bir değerlendirmeyle, sıcacık akustik latin nağmelerine kimi zaman ska, kimi zaman reggae ritimlerinin eşlik ettiği ama şarkıların asıl ritmini liriklerinden ve onları yazıp seslendiren Manu Chao'nun şahane vokalinden alan şarkılarla dolu 45 dakikalık bir yolculuğa çıkıyoruz. Şarkılar birbiriyle o kadar içli dışlı, o kadar bütünlüklü ve uyumlu ki, konsept albüm bile denebilir. İki İngilizce, iki Fransızca, iki Portekizce, geri kalanı İspanyolca şarkılardan oluşan bu konsept içinde şarkılar hiçbir şekilde ayrıksı, eğreti durmuyor. Mesela albümün en sevimli şarkılarından İngilizce olarak söylediği Bongo Bong'un alt yapısı kendini hiç bozmadan Fransızca Je ne t'aime plus'ye dönüşüyor. Benzer ritimlerde ilerleyen 7-8 şarkı var ama hepsi kendini bir şekilde diğerlerinden ayırmayı başarıyor. Mentira… ve Welcome To Tijuana'nın western soslu tropik atmosferleri her dinleyişimde sıcak bir çöle, sıcak bir plaja, sıcak bir tropik bara ışınlıyor beni. Bazen gündüzü, bazen geceyi yaşıyorum. Desaparecido ve La Vie à birer enstrümantal olsalar hoş birer fon müziği olurlardı. Oysa Manu Chao vokaliyle karakterize olup bambaşka bir şeye dönüşüyorlar. Por el Suelo veya La Despedida'yı da birbirinden ayıran yine ufak nüanslar oluyor. Aslında bu yorumları ikili, üçlü eşleştirmelerle diğer şarkılara uyarlayabiliriz. Bu rengarenk sound bunu gerektiriyor.

Albümün iki lokomotif şarkısı olan Luna y Sol ve Malegria'yı ne kadar da dinlesem doyamam. Hele de Luna y Sol'un dile yapışan "arriba la luna ohea" nakaratını konserlerde kimbilir seyircilerle birlikte nasıl bir coşkuyla söylüyordur. Malegria'ya ise böyle "catchy" bir nakarat düşünmemiş. Día luna... día pena'da da aynı nakarat var. Ama şarkı pamuk gibi olunca etkisi de farklı oluyor. İşte Día luna... día pena'yı da Luna y Sol gibi bir stadyum canavarına dönüştürmek varken hoş bir latin günbatımı lezzetine dönüştürme özgürlüğünü ilk solosunda doya doya yaşıyor, yaşatıyor Manu Chao. Lagrimas de Oro'da çift sesle kendiyle düet yapıyor. Minha Galera duyduğum en zahmetsiz ve en güzel reggae şarkılarından biri. Clandestino'dan sonra dört albüm daha yapan Chao, bunlardan sadece 2001 tarihli ikinci albümü ...próxima estación... Esperanza ile Clandestino'ya yaklaşabildi bana göre. Zaten onun dışında kalmış şarkıların toplandığı bir albüm gibiydi. Me gustas tu, La primavera, Denia üçlüsü harikadır. Diğer Chao albümleri de güzeller. Ama asla Clandestino gibi bir başyapıt olamadılar benim için. Başında "latin" kelimesi bulunan hiçbir müzik türüyle (Brownout'a şerh düşerek) aram sıkı fıkı olmadı. Belki biraz da bu yüzden Manu Chao'ya ve Clandestino'ya verdiğim önem çok başkadır. Manu Chao'ya benzeyen beş kişi bile sayamam. Gittiği her ülkede hala sokaklarda müzik yapabilen, şöhretli bir rock star yerine mahallenin gitarlı abisi gibi takılan, yerli halk, kadın, seks işçileri, hayvan, çevre hakları konusunda hem sosyal medyadan, hem de müzikal kimliğiyle duyarlılığını gösteren, marihuananın yasallaşmasını savunan şeker gibi bir adam. Clandestino da bu adamın birebir yansıması.

1. Clandestino
2. Desaparecido
3. Bongo Bong
4. Je ne t'aime plus
5. Mentira…
6. Lágrimas de oro
7. Mama Call
8. Luna y sol
9. Por el suelo
10. Welcome to Tijuana
11. Día luna... día pena
12. Malegría
13. La vie à
14. Minha galera
15. La despedida
16. El viento

21 Mart 2020 Cumartesi

Dianas - Dianas


Nathalie Pavlovic, Caitlin Moloney, Ashley Ramsey adında üç Avustralyalı hanımefendi tarafından 2012 yılında kurulan Dianas, aynı yıl ve 2014'te iki EP çıkararak önce belli bir kitle edinip, sonra onu geliştirmek suretiyle müzik dünyasına giriş yapmışlar. Ön grupluk yaptıkları lokal konserlerle insan içine çıkarak iyice pişmişler. İlk ve şimdiye kadarki tek albümleri Dianas'ın çıkması ise 2015'i bulmuş. Tesadüfen duyduğum albümü dinler dinlemez sevdim. Hoşlandığım türden bir gitar pop albümü olması yanında, pek bir yerlerde bahsedilmemiş olsa da post-punk ile olan yakın temasları beni mest etti. Gitar pop meselesini biraz açarsak, onun garajdan çıkmış olanının makbul olmasını fazla takmadan, tertemiz bir garajdan çıkmış olduğunu söylemek mümkün. Pek açamadıysak, indie rock, garage pop, surf rock, post-punk şeklinde toparlayalım. Hatta dream pop'a çalan yönleri de yok değil. Mesela piyanosu ve vokalleriyle I'm With You düpedüz dream pop bir şarkı. Böyle böyle sevdiğim türleri biraraya getirmiş, üstelik çığlık çığlığa kalmadan adeta loş bir gece albümü yapmış Dianas triosu.

Albümün en beğendiğim şarkılarının başını çeken Of A Time ile açılış yapan grup, Good Enough Girl, UFO, Braver ve 1000 Years şarkılarının büyüsüyle beni kendilerinden bahsetmeye sevk etti. Bu büyü dediğim şey aslında gayet mütevazi ama içe işleyen gitar + vokal derinliği olsa gerek. Yoksa öyle paragraflar dolusu övgüler düzülecek bir albüm sayılmaz. Hatta sıkıcı bulanlar bile olacaktır. Kaldı ki son iki şarkı keşke hiç konmayıp 8 şarkılık bir albüm olarak tasarlansaymış. Ekolu yaratıcı gitar melodileri, yine ekolu yumuşacık ikili (belki üçlü) vokaller, ne olursa olsun karşımızda sağlam bir grup olduğunu gösteriyor bana göre. Gece albümü dememin de belli bir genellemesi yok. Bana geceleri daha iyi gidiyor gibi geldi. Dianas şarkılarının itici gücü olan gitarı hangi ablamız çalıyorsa kendisini buradan tebrik ediyorum. Bu itici gücü sıkı melodiler ve Of A Time'daki gibi meditatif bir tekrar havasıyla sunan Dianas ekibi, bu ilk ve tek albümlerinin devamını bir türlü getirmemiş. Umarım kendilerinden tez zamanda (eğer dağılmadılarsa) yeni haberlerini almayı bekleriz. Şahsen yokluğu hissedilen bir grup olduklarını düşünüyorum.

1. Of a Time
2. Mars One
3. Good Enough Girl
4. UFO
5. 1000 Years
6. I'm with You
7. Freakcreep
8. Brever
9. Favourite Place
10. One Day

16 Mart 2020 Pazartesi

The Soul Motivators - Do The Damn Thing


Jungle Fire'ın funk ateşi daha yeni yanmışken üstüne Toronto'dan The Soul Motivators ahalisiyle tanışmam olayı yangına dönüştürdü. Yine kalabalık bir ekip, yine güçlü bir kadın vokal, yine nefeslilerin mekanın sahibi olarak diğer enstrümanları en güzel şekilde ağırladığı taş gibi bir funk albümü. Evveliyatlarında 2015 yılına ait ilk albümleri Free To Believe bulunuyor. O da gayet güzel bir albüm. Ama Do The Damn Thing onu geride bırakmış tam bir funk/soul bombası. Onlar da enstrüman bolluğunu çok kontrollü ve tutkulu biçimde yöneten, en mühimi de iyi yazılmış şarkıları kendi emprovize alanlarında fazla dağıtmadan ana akım funk müziğe yatırım yapıyor olmaları. Tabii funk türünün ana akımından dandik örnekler de çıkıyor. Ama The Soul Motivators kendilerini funk kadar soul ile de motive etmiş, hatta sıklıkla funk rock veya soul rock diye tanımlayabileceğimiz alt kulvarlara da girip çıkıyor. Böyle albümlerde arka arkaya sıkı şarkılar duyunca bir sonraki şarkı için endişe etmeyi ortadan kaldıran bir güven duygusu hakim hale gelmeye başlıyor.

Do The Damn Thing ve Drag and Drop adında iki süper funk şarkısı ile ortama fırtına gibi dalan grup, 9 şarkılık albümün ilerleyen dakikalarında aynı ayarda All The Way To The Bank ve Mindblastin' şarkılarıyla da çıtasını hep yukarıda tutuyor. Bu 4 şarkının yarattığı sinematik duygu yine blaxploitation filmlerin veya 70'ler polisiye aksiyonlarının nabzını tutarcasına akıcı, coşkulu, tempolu dakikalar yaratıyor. Artık müziği dinlemekten çıkıp onu yemek istiyorsunuz. Tabii olay 4 şarkıdan ibaret değil. Say What You Mean ve Miss Those Days şarkılarında Shahi Teruko'nun hareketli şarkılara sonuna kadar hakim enfes soul sesinin biraz daha pamuğa dönüştüğünü görüyor, onu bu yönüyle de takdir ediyoruz. Bu arada ilk albüm Free To Believe'de şarkıları söyleyen Lydia Persaud, bu albümde yerini Shahi Teruko'ya bırakmış. İkisi arasında karşılaştırma yapılması haksızlık olur. Ama Do The Damn Thing şarkıları Free To Believe'den biraz daha fazla beni yakaladığı için, üstelik bu şarkıların vokaliste daha fazla kendini ifade etme şansı tanıdığını düşündüğüm için Teruko'yu tercih ediyorum sanırım.

Teruko sadece güçlü sesiyle değil, politik ve toplumsal açıdan duyarlı tavrıyla da gruba pozitif katkılar sağlamış. Sözlerini yazdığı Modern Superwoman'da kadının emekçi, fedakar ve hayata gerçekçi bakışı üzerinden etkili bir savunması var. Kadınlar için bir marş niteliğinde olduğunu söylemiş. Tek bir boşu bile olmayan albümün soul güzelliklerinden biri olarak Modern Superwoman da takımdaki yeri sağlam şarkılardan. Sona bıraktığım iki şarkı daha var ki, her ikisi de enstrümantal olan Savalas ve kapanışta yer alan Black Rhino gerçekten muhteşem birer funk cevheri. Özellikle 60 ve 70'lerin ikon aktörlerinden Telly Savalas filmlerini akıllara getirmemesi olanaksız Savalas ve ilk 30 saniyesi ağır bir soul şarkı geliyor dedirten fakat bongo, gitar, bas, davul, nefesliler derken akıl uçuran bir groove olan Black Rhino, The Soul Motivators'ın müzikal zirvesi olarak gördüğüm albümün "daha ne kadar yükselebilirler ki" sorusunun cevabı olmuş sanki. İçinde bulunduğumuz zor günlerde insanlar ölüyor, şehirler karantinaya alınıyor, evlere hapsoluyoruz, paranoyaklaşıyoruz. Ne olacağımız, bunun nasıl biteceği belli değil. Sığınacak limanlarımızdan biri de müzik. Peşpeşe yeni Jungle Fire, The Soul Motivators ve Brownout albümleri, bu müziğe gönül veren insanlara hayatta olmanın, hayatta kalmanın önemini hatırlatan nitelikteler. Her şeye rağmen funk seven biri için "Corona Günlerinde Funk" gerçekten iyi geliyor.

1. Do the Damn Thing
2. Drag and Drop
3. Say What You Mean
4. Savalas
5. Miss Those Days
6. All the Way to the Bank
7. Modern Superwoman
8. Mindblastin'
9. Black Rhino

8 Mart 2020 Pazar

Jungle Fire - Tropicoso


Rutin download devriyem esnasında rastladığım Jungle Fire grubunun kendi adını taşıyan albümünün künyesinde afro-funk yazdığını görünce hiç tereddüt etmedim. Zira bu enfes müziğin bünyeme iyi gelen özelliklerini saymaya kalksam Afrika'ya yol olur. Nitekim yanıltmadı ve yılın en iyi funk albümlerinden birini dinlemiş oldum. Bunun geldiği yerde başka var mı diye baktığımda Tropicoso (2014) ve Jambu (2017) adında iki şahane albüm daha buldum. Grubun duyulmasına az da olsa katkım olsun diye birini seçmek istediğimde ise fazla düşünmeden ilk albümleri Tropicoso'yu seçtim. Belli bir nedeni var mı, yok mu diye kendime sorduğumda, diğer iki albümden bir tık daha lezzetli geldiğini fark ettim. Afro-funk'a dair çok şey barındırması yanında, latin funk ve blaxploitation esintileri de yoğun olarak duyuluyor. Sevgili Gloria Estefan'ın "Come on, shake your body baby, do the conga / I know you can't control yourself any longer" tadı da, bir Pam Grier filminin jenerik müziği tadı da almak mümkün. Deep funk türünün kıvraklığını "afro" prensiplere hapsetmeden kendine özgür oyun alanları yaratan, çok fazla da dağılmayıp kafa karıştırmayan enfes şarkılar üretiyorlar.

Fotoğraflarında 10 kişi saydığım Jungle Fire, bu kalabalığı sosyete pazarına döndürmeden, doğru yer ve zamanı iyi bilen müzisyenlerin birbirlerini koruyup kolladıkları bir grup. Tropicoso, vokal duymaktan sıkılan, kendini kaliteli enstrümantal funk müziğin kollarına bırakmak isteyen funksterlar için süper bir seçenek. La Mano adlı 44 saniyelik interlude sayılmazsa toplam 10 şarkının 10'unda da boş yok. Bir dakikalık perküsyon hüzmesi Rompecuero ile açılan albüm, sanki bir 70'ler polisiye filminin açılış jeneriğini andıran sinematik Comencemos (Let's Start) adlı şarkıyla motoru çalıştırıyor. Özellikle sırf Tokuta, Firewalker ve Culebro üçlüsünün inanılmaz funk enerjisi bile albümü dinlemek için önemli bir sebep. Ortak yanları, şarkının büyük bölümünü yürüten kıvrak gitar melodilerinin üstüne funk ustalıklarını profesyonelce serpiştirmeleri. O melodiler şarkı boyunca tekrar ederken bas, davul ve şarkıyı bu tekrardan dolayı monotonlaştırmaktan kurtaran sirkülasyon halindeki nefesliler kendi işlerini görüyorlar. Yani şarkının vokal görevini nefesliler üstleniyor ve harika şarkılar söylüyorlar. Albüme adını veren Tropicoso'da bu durum adeta düet vokallere dönüşüyor. Şarkının westerne çalan tropik funk dokusu muhteşem.

Kazdıkça maden çıkan albüm, Village Hustle adında afro-latin bir diskodan fırlamış gibi duran fıkır fıkır bir şarkıyla sürüyor. Şarkı boyunca tepemizde dönüp duran disko topunun zaten hastasıyız. Oturma odası, sokak, araba artık neredeysek orası bir anda rengarek yanıp sönen ışıklarla bezeli bir dans pistine dönüşüyor. Bir başka tropik deep funk güzellik olan Chalupa'nın artık neresini öveceğimi bilemiyorum. Funky James Bond introsu gibi başlayıp psychedelic reggae moduna giren, bir yanıyla da yine western sıcağını ensemizde hissettiren Snake Pit, albümün bir başka güzelliği. Albüm kapanışını ise bir cover yapıyor. Kübalı ünlü latin funk, salsa, bolero, marangue ustası Luis Santí'nin 1975 tarihli El Bigote albümünün kapanışında yer alan Los Feligreses adlı bu cover, orijinalini bilmesem de sanki orijinal bir Jungle Fire parçası gibi albümün mükemmelliğine cuk oturuyor. Albüm bitince diğer iki Jungle Fire albümüne tekrar döndüğümde Tropicoso'nun füzyon zenginliğinin daha öne çıktığını fark ediyorum. Yani hiçbir şarkı bütünüyle bir funk, latin jazz, reggae değil. Hepsi birbirinin içinde erimiş, birbiriyle paslaşan, birbirini besleyen nitelikte. Bir türü alternatif sınıfına koyan, orada pişirip olgunlaştıran tavır da tam olarak bu.

1. Rompecuero (Intro)
2. Comencemos (Let's Start)
3. Tokuta
4. Firewalker
5. Tropicoso
6. Culebro
7. La Mano (Interlude)
8. Village Hustle
9. Chalupa
10. Snake Pit
11. Los Feligreses

29 Şubat 2020 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Şubat 2020)

Tami Nielson - Chickaboom!
Yıl: 2020 Yeni Zelanda
Tür: Country Soul, Rockabilly
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tell Me That You Love Me"

Daraa Tribes - Igharman
Yıl: 2018 Fas
Tür: Desert Blues, World
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Huria"
The Cadillac Three - Country Fuzz
Yıl: 2020 ABD
Tür: Southern Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Labels"
Sylosis - Cycle of Suffering
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Melodic Death Metal, Groove Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cycle of Suffering"
Jody Watley - Jody Watley
Yıl: 1987 ABD
Tür: Pop, R&B
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't You Want Me"
 
Mint Julep - Stray Fantasies
Yıl: 2020 ABD
Tür: Dream Pop, Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Iteration"
SLIFT - UMMON
Yıl: 2020 Fransa
Tür: Progressive Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hyperion"
Mist of Misery - Absence
Yıl: 2016 İsveç
Tür: Atmospheric Black Metal
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Euthanasia"
Le Loup - Private Joke
Yıl: 2020 Belçika
Tür: Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "My Heart"
VA - The Ultimate Led Zeppelin Tribute
Yıl: 2019 ABD/İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: John Corabi - "Nobody's Fault But Mine"
Ásgeir - Bury the Moon
Yıl: 2020 İzlanda
Tür: Indie Folk, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bury the Moon"
AC/DC - Blow Up Your Video
Yıl: 1988 Avustralya
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Heatseeker"
Eefje de Visser - Bitterzoet
Yıl: 2020 Hollanda
Tür: Art Pop, Indie Pop, Ambient Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bitterzoet"
Tame Impala - The Slow Rush
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Neo-Psychedelia, Psychedelic Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "It Might Be Time"
Planet Funk - 20:20
Yıl: 2020 İtalya
Tür: Alternative Dance, Electropop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Paraffin"
The Chemical Brothers - Exit Planet Dust
Yıl: 1995 İngiltere
Tür: Breakbeat, Electronic
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Leave Home"
Ben Harper - Fight Four Your Mind
Yıl: 1995 ABD
Tür: Folk Rock, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fight For Your Mind"
 
Funky Destination - Power of Soul
Yıl: 2020 Hırvatistan
Tür: Funk, Breakbeat
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Heavy Boogie"
Aziza Mustafa Zadeh - Dance of Fire
Yıl: 1995 Azerbaycan
Tür: Jazz, Classical Crossover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Carnival"
Grimes - Art Angels
Yıl: 2015 Kanada
Tür: Art Pop, Electropop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Belly of the Beat"

 
 

26 Şubat 2020 Çarşamba

The Soft City - The Soft City


Bir gece vakti yakaladı beni The Soft City... Dinlemeye başladığım ilk şarkı 15 Years'dan hemen sonra bu grubu seveceğimi anladım. Nitekim albüm sona erdiğinde de yanılmadım. Pozitif anlamda sürpriz yapan albümler kadar, The Soft City gibi sürpriz yapmayan albümleri de seviyorum. Daha ilk şarkıda kıskıvrak yakalayan, devamında da hiç ücra yerlere sapmayıp başladığı gibi hoş şekilde biten albümler bunlar. Tipik bir "kendi adını taşıyan ilk albüm" olan The Soft City de tam böyleydi. Beş kişiden kurulu New Yorklu grup, sevimli, sıcak, samimi sıfatlarının sıralanabileceği indie pop şarkılarıyla bir gece vaktine anlamlar yükledi. Bir günün bitiminden diğerinin başlangıcına geçişin huzurlu hüznünü yaşattı.

60'lı yılların naifliğinden ve coşkusundan etkiler taşıyan 10 şarkılık albüm, bir gece vakti dinlendiği vakit adamı hallaç pamuğu gibi fırlatan ambient, electronica, shoegaze, dream pop veya akustik folk albümlerine benzemiyor. Ama bu, onun geceyle aranızı yapma gücü olmadığı anlamına da gelmiyor. Zaten bir gece vakti baştan sona sıkılmadan dinleyebildiğiniz her albüm güzeldir, özeldir. Günün yorgunluğu, sabır, uyku hiçbiri sökmez. Dinlerken o huzur dünyasının loş sahnesinde tempolu şarkılarını çalıp söylerken hayal edebilirsiniz kendilerini. İlk önce Phil Sutton'ın solo projesi olarak başlayan, ama daha sonra Comet Gain, Kicker, Ladybug Transistor, A Boy Named Thor, Crystal Stilts adlı grupların eski elemanlarından karma bir "indiepop supergroup"a dönüşen The Soft City, tempolu ve mutlu şarkılarının ardına gizlediği melankolisi ile büyüleme potansiyeline sahip. Önceleri Sutton'ın vokaliyle yola koyulsalar da, sonradan gruba alınan Dora Lubin'in ince perde sesinin kattığı şirinlik ve dokunaklılıkla karakterlerini bulmuşlar sanki.

Hiç öyle başyapıt, muhteşem, olağanüstü kâbilinden bir albüm sayılmaz. Ama favorilerim Cold Hearts, Young and Dumb, We Are All The Same, The Soft City, Falling Star ile bir gece vakti bana o an ne dinlemeye ihtiyacım olduğunu söyleme becerisi gösterdiği için çok sevdim. Kafamda çok hoş fotoğraflar çektim onları dinlerken. Bir gece vakti insanın daha fazlasında da gözü olmaz zaten.

1. 15 Years
2. Cold Hearts
3. We Are All the Same
4. Young and Dumb
5. Capital Soul
6. The Soft City
7. How Long?
8. Falling Star
9. Cracked Mirror
10. One Last Look

19 Şubat 2020 Çarşamba

Grimes - Miss Anthropocene


1988 Vancover/Kanada doğumlu Claire Elise Boucher, 2007'de orijinal Myspace sayfasında bunun bir müzik türü olduğunu bilmeden kendisine uygun gördüğü Grimes adıyla müzik yapmaya başlayan kendine özgü bir şarkıcı, şarkı yazarı, yapımcı, görsel sanatlar şeysi. Müziğinin muhteviyatını tarif etmek de hayli meşakkatli. Synthpop, electropop, ethereal wave, industrial rock, alternative dance, deneysel hip hop, R&B, dream pop diye durmaksızın ilerliyor. 2010 yılında başladığı albüm kariyerine de Miss Anthropocene adını verdiği beşinci albümüyle devam ediyor. Dune serisinden etkilenerek hazırladığını söylediği konsept albüm Geidi Primes ve Halfaxa 2010'da çıkan ilk iki Grimes albümü. Bir yılda iki albüm olayı hoş gözükse de, bana fazla deneysel gelen bu albümlerden sonra Grimes ile yollarımı ayırdığım söylenebilirdi. Yine de birgün önüme düşen Visions'a (2012) kayıtsız kalamadım ve ilk iki albümden daha çok sevdim. Fakat 2015'te gelen Art Angels ile ayrılan yollarımız tekrar birleştiği gibi, sanki yeni bir M.I.A. kazanmış kadar sevindim. Miss Anthropocene de Art Angels ile aynı yoldan giden bir albüm olduğu, deneysel tavrını şarkılara tümüyle teslim etmeyip onu bir araç olarak kullandığı için değerli albümlerden birisi.

"Misanthrope" (insanlardan kaçan, nefret eden, onlara güvenmeyen) kelimesiyle, 2000 yılında dünyanın içinde bulunduğu jeolojik dönemi tarif etmek için bulunan yeni bir kelime olan "Anthropocene"in karışımından üretilen Miss Anthropocene, Roma mitolojisinden esinlenilmiş, insan görünümüne sahip iklim değişikliği tanrıçası hakkında bir konsept albüm. İşin bu eksantrik kısmını daha çok müzikal bağlamda gördüğümden (ya da görmek istediğimden) Miss Anthropocene şarkılarından büyük keyif duydum. "Her şarkı insan neslinin farklı bir örneği olacak" gibi iddialı bir cümleyle yola çıkan ya da yolda bu cümleyi bulan Boucher, çevreci kimliğini, hayranlık duyduğu absürd ve karanlık konseptlerle iç içe sunmayı seven bir müzisyen. Elon Musk ile 2018'den beri sürdürdüğü ilişki yüzünden birçok önemli yayın tarafından hedefe konan genç kadın, bunları pek umursamadığı gibi, kendine edindiği savunma (gerek yok tabii) mekanizmalarının da bu müzikal konsepte uygunluğu nedeniyle işin magazin yönünden çok farklı bir mantalitede olduğunu gösteriyor. Sıradan bir pop şarkıcısı olmadığını, bunun da sıradan bir pop albümü olmayacağını daha açılış şarkısı So Heavy I Fell Through The Earth'ün ilk dakikalarından anlıyor gibi oluyoruz. Etnik, eklektik, coşku, dans, mutluluk, keder her ne oluyorsa, albümün karanlık konseptinde filizleniyor, genele aykırı durmuyor.

Albümü konumlandırmamız gereken art pop formuna uygun biçimde yorumlarsak, sadık kaldığı konseptin hakkını verdiğini söyleyebiliriz. Şahane bir folktronica olan Delete Forever, 80'lerin neon ışıklarıyla donatılmış yoğun bir new wave olan My Name Is Dark, arı gibi çalışkan bir drum & bass olan 4ÆM, albümün etheral wave lezzetleri New Gods ve Before The Fever, pop formunu başka yerlere götüren Darkseid ve IDORU, zaten burada olan pop formunu kendi konseptine yontan Violence falan derken, işin neden "art" boyutunda olduğuna cevap aramak anlamsızlaşıyor. Pop müziğin şu sıralar latino hip hopçuların ve Billie Eilish gibilerin eline geçtiğini düşününce Grimes gibi güzel insanların müziğine dört kolla sarılasım geliyor. Bu anlamda iklim değişikliği tanrıçası Miss Anthropocene, bu albümle bana çevresel bazdaki tehlikeler yanında, dünyanın içinde bulunduğu kültürel kirlenmeyi de hatırlattı. 2020 Ocak'ında ilk çocuğuna hamile olduğunu duyuran Boucher, henüz taraflar tarafından doğrulanmasa da Elon Musk ile bu kirli ve kanlı dünyaya bir çocuk getirecek. Belki de başka bir gezegene taşınırlar. En azından şu leş popçulardan ve politikacılardan uzakta olurlar. Üstelik Grimes müziği o başka gezegenlere hiç de yabancı sayılmaz.

1. So Heavy I Fell Through the Earth (Art Mix)
2. Darkseid (feat. 潘PAN)
3. Delete Forever
4. Violence (feat. i_o)
5. 4ÆM
6. New Gods
7. My Name is Dark (Art Mix)
8. You'll Miss Me When I'm Not Around
9. Before the Fever
10. IDORU

8 Şubat 2020 Cumartesi

The Bookends - Far Away but Around


Bas ve keyboard çalan Sharon Lee ile, gitar çalan Karen Lynn, çocukluklarını beraber geçirmiş kuzenler. Yaşıtları gereksizce oradan oraya koştururken ya da televizyonun karşısında maymuna dönerken onlar sürekli müzik yapmanın yollarını ararlarmış. Oturma odasında ailelerine ve arkadaşlarına mini konserler vererek kendilerini pişirmişler. Biraz daha büyüyünce erkek arkadaşlarının gruplarında geri vokallere çıkmışlar. Bir süre sonra da kendileri için müzik yapma zamanının geldiğini anlamışlar. Yanlarına Lisa adlı bir davulcu arkadaşlarını alarak Jadoo adında 60'lar pop müziği etkilenimli power pop yapmaya başlamışlar. Kısa bir süre sonra Sharon'ın taşınması gerekince grup dağılmış. Fakat kuzenler kopmamış. Çeşitli gruplarla yazarak, çalarak, kaydederek, turlayarak kendilerini geliştirmişler. The Bookends adı altında müzik yapmaya başlamış, 2018 Ağustos'unda da ilk albümleri Far Away but Around'u çıkarmışlar. Yine 60'lardan kopamadıkları görülen ikili, power veya sunshine pop denilen cıvıl cıvıl garage pop şarkılarıyla bezeli şeker mi şeker bir albüm yapmışlar. 2018'de dinlemiş olsaydım en sevdiğim 100 albüm arasına mutlaka eklerdim. Böyle albümleri geç keşfetmeyi çok fazla dert etmiyorum. Hatta hoşuma gittiği dahi söylenebilir. Bana daha gözden kaçırdığım kimbilir ne albümler vardır duygusu veriyorlar.

İlk dinlemede birbirine benzeyen, dinledikçe ufak nüanslarla bu türü sevenlerin kendi favorilerini seçebileceği 12 şarkıdan oluşan Far Away but Around, garaj gitarının ve catchy nakaratların dans ettiği bir rock'n roll güzelliği olarak çok başarılı. Herhangi bir yerde görmedim ama kuzenlerin 60'ları, özellikle The Beatles, The Beach Boys, yumuşak tarafından The Kinks veya surf/garage rock yapan grupları çok sevdikleri anlaşılıyor. Bu saatten sonra üzerine yeni bir şeyler koymanın zor olduğu bu müzik, eğlendirmenin, dans ettirmenin, güneşli bir günde zinde ve mutlu hissettirmenin peşinde daha çok. Hiç yavaşlamadıkları 12 şarkı içinde farklı bir beste, 1-2 slow şarkı arayanlar, aradıklarını bulamayacaklar ne yazık ki. Deneseler fena olmazdı tabii ama onları da öyle kabul etmek lazım. Kendi favorilerime gelirsem, açılışı yapan A Girl Like Me, What I Wouldn’t Do, Mean What You Say, Far Away but Around, Only Time Will Tell, Laugh or Cry ve kapanışta yer alan The Rooftop derim. Bu da yarıdan bir fazla eder ki, 2018 yılının en iyi albümlerinden biri olarak görme nedenimi tam ifade etmez. Diğer şarkılar favorim olmayabilir ama bu onları kötü yapmıyor. Favorilerimi çok iyi destekleyen, yormayan, sıkmayan, kendi içlerinde minik güzellikler barındıran şarkılar onlar. Albüm olarak türün güçlü örneklerinden biri olması için bana bu kadarı da yeter.

1. A Girl Like Me
2. Count the Times
3. What I Wouldn’t Do
4. Far Away but Around
5. Mean What You Say
6. Only Time Will Tell
7. Take Two
8. Laugh or Cry
9. My Heart Gets Carried Away
10. Let It Go
11. Morning Sky
12. The Rooftop