12 Mayıs 2010 Çarşamba

Nico Vega - Nico Vega


Kendilerini dinlemiş pek çok insan gibi benim de Nico Vega’yı duyduğumda ilk aklıma gelen, 80’ler Lita Ford’undan izler taşıyan sıkı bir kadın rockerın 2000’lere düşmüş hâli şeklindeydi. Oysa Nico Vega, Los Angeles’tan gelen bir trionun adı. Ama yukarıdaki benzetme hâlen geçerli çünkü vokalist Aja Volkman’ın güçlü sesi, Rich Koehler (gitar) ve Mikey Pena’nın (davul) gözünü budaktan sakınmayan kaliteli rock müziğiyle bir araya geldiğinde çok fena enstantaneler sizi bekliyor. Sözleri Aja’ya, müzikleri Mikey – Rich ikilisine ait 14 şarkılık debut, başka başka isimlerin referans olarak anılabileceği, öte yandan tam olarak da bu isimlere mâl edilemeyeceğini hissettiren bir rock vizyonuna sahip. Yani kimi zaman mâl edileceği tek isim yine Nico Vega oluyor. Bu arada grup, “Nico Vega” ismi üzerine sitelerinde yayınladıkları birlik beraberlik içerikli yazıda Nico Vega hayatın anlamını bulmuş bir ulu önderdir, yılmaz bir savaşçıdır, şöyle aslandır, böyle kaplandır” türü güzellemelerde bulunmuşlar ki, gerçekten böyle bir ismin tarihte var olduğuna dair henüz bir bilgi edinemedim. Kulağa hoş gelsin diye uydurulmadıysa isimlerini Joan Of Arc veya Marie Curie koysalar da olurmuş hani.

Nico Vega ismine takılmıyoruz tabiî. Çok Tarantino bir isim olduğu âşikâr. Asıl takıldığım, grubun Los Angeles sululuğu barındırmayan, kaymak gibi alternative ve indie ruhlu rock şarkılarından mülhem albümleri. Normalde birçok yeni grup, Aja gibi Janis Joplin ve Tina Turner’ı kahramanları ilân eden çok özel bir vokale sahiplerse, sadece o bölüme oynayan şarkılar yazarlar. Böylece o özel sesli hatun, birkaç albüm sonra kapak kızına oynayıp gelsin sololar, gitsin partiler diyerek grup arkadaşlarından ayrı, ışıltılı kariyerine doğru yola çıkar. Fakat Aja, ne bu kızlar gibi eline kıymık batsa estetik ameliyata yatacak türden aciz sinyaller yayıyor, ne de Nico Vega bünyesinde MTV şakşakçılığı yapacak kadar popüler kabul edilebilirlik taşıyor. Nico Vega müziğindeki sertliğin, kendi içinde duracağı yeri bilen bir sınır çizme özelliği var. Iron Man şarkısındaki akustik, hatta çellolu akustik hassaslığında bile o sınır bilinci hâkim. Aynı akustiklikle, fakat bu kez daha bluesy bir kıvraklıkla çaldıkları harika Medicine Man’deki sınırsızlık görüntüsü içinde bile aynı bilinç hâkim. Zaten Nico Vega’yı doğrudan alternative, indie veya hard rock yapmayan yegâne unsur, hamurlarındaki soul ve blues etkileri. Her türlü sertliğin ve kızgınlığın bu etkilerde bulduğu karşılık, aslında müziklerinin kontrollü doğal dengelerini kuruyor.


Nico Vega’yı daha albümün ilk üç şarkısı olan Burn Burn, Million Years ve So So Fresh ile anladığınızı düşünebilirsiniz. Düşündükleriniz kısmen doğrudur. İlerleyen dakikalarda Family Train ve Blood Machine ile de bu anlayışınız gittikçe sevgiye dönüşebilir. Özellikle de başta Aja’nın hırçın vokaliyle devleştiği, diğerlerinin de ondan aşağı kalmadığı Blood Machine bu sevgiyi daha da kuvvetlendirebilir. İşte hemen onun ardından gelen Medicine Man ile ipi koparma anı, böyle bir albümü yüzlercesinden ayrı bir yere koyar. Ama Rabbit In The Bag, Living Underground ve Be Giving şarkılarındaki rock ve blues kökenlerine duyulan saygı tanecikleri, Nico Vega’yı rock bünyesinde tek bir türe hapsetmemek gerekliliğini kibar ve kendiliğinden bir sertlikle ifade edebiliyor. Nico Vega, benim için 2009’un en iyi albümlerinden biri olan Nico Vega’sı ile, geleceğin en “geleceği olan” gruplarından biri olduğunu fazlasıyla kanıtlıyor. Kapıyı vurup çıkıyor.

1. Burn Burn
2. Million Years
3. So So Fresh
4. Living Underground
5. Wooden Dolls
6. Gravity
7. Be Giving
8. Iron Man
9. Family Train
10. Blood Machine
11. Medicine Man
12. Rabbit in the Bag
13. Coal Miners Song
14. Beast

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder