2010 yılı dinozor istilasına uğradı. Hatırlayabildiğimiz kadar küçükken sahnelerde, kliplerde gitar çalıp söyleyen adamlar bugün hâlâ albüm yapıyor. Fakat çoğunun yaptığı albümlere bakınca "keşke evlerinde oturup torunlarını hoplatsalar, bahçelerinde domates yetiştirseler, manzaralı villalarında emekliliğin tadını çıkarsalar" diye düşünmeden edemiyorum. Hemen emekli olsunlar demiyorum, hatta bazıları sahnede veya stüdyoda ecellerine kavuşsa bile olur. Ama "ben daha ölmedim" demenin de bir yolu yordamı var. Sırf üzerinde efsane bir isim yazıyor diye dinlediğim bu yeni albümlerden çoğu benim için tahammül edilemez derecede sıkıcı, boğucu, ruhsuz, kötü oğlu kötüydü.
Bu yıl en çok beklediğim albümlerden ikisi Eric Clapton ve Robert Plant'e aitti. Plant kendisini iyiden iyiye alternative country'ye, folk'a vermiş ki zaten Perşembe'nin gelişi Çarşamba'dan (Alison Krauss ile takıldığı 2007 tarihli 13 şarkılık bluegrass işkencesi Raising Sand), hatta Salı'dan (The Strange Sensation ile yaptığı 2005 yılına ait işkence olmasa da hiç beklemediğim derecede vasat Mighty Rearranger) belliydi. Clapton'ın da 1992'de çıkan Unplugged'dan sonra iyi bir albümünü görmedim. O zamandan beri yaptığı her albüm ya konser, ya best of, ya da vasat blues klâsiklerinin yeniden yorumlamalarından oluşan albümlerdi. Sene olmuş 2010, adam hâlâ aynı notaya basıyor. Yani rahat olun, adam Tanrı falan değil! Bu hissiyatlarla Plant'in Band Of Joy, Clapton'ın da Clapton adlı sözde yeni albümleri eskileri mumla aratıyor. Band Of Joy daha dinlenebilir (ama geri dönme arzusu uyandırmayan) karanlık bir folk albümü. Ama 14 şarkılık bitmek bilmeyen Clapton, değil geri dönmek, "ben niye başladım ki buna" dedirtecek kadar sıradan bir albüm.
Ozzy Osbourne, Joe Cocker, Rod Stewart, Phil Collins ve şu an unuttuğum birkaç eski tüfek de yeni albüm çıkardı. Müziği bıraktığını söyleyerek milyonları sevindirmiş olmasına rağmen Collins, aynı Clapton'ın yolundan giderek eski şarkılardan oluşan gereksiz mi gereksiz bir ters köşe yaptı. Yeni sayılmaz haliyle. Gerçi Collins'in albüm çıkarması çok da önemli bir dinozor geri dönüşü sayılmaz. Phil Collins'i boşverin, gerçekten! Rod Stewart desen, o da tek rakibi Muazzez Ersoy'un Nostalji serisi olan Great Amerikan Songbook kolaycılığına fena dadandı. Oysa 80'lerdekine benzeyen albümlerle geri dönse bile güzel sesini duymak adına razıydım kendi adıma. Neyse, bu dinazorlardan biri de Carlos Santana tabiî. Aslında ona dinazor demek doğru mu bilmiyorum. Kendisini öyle görmediği veya görmek istemediği kesin. 1967'den beri çok fazla aralar vermeden albüm yapmayı sürdüren bu büyük usta, rock müziğe latin öğelerini yedirmek suretiyle kendine has bir "baharat rock" elde etmiş, uzun yıllar ilk ve tek olmanın ayrıcalığını taşımış bir çınar ağacı.
Fakat son yıllarda ona da bir haller oldu. Önce
Supernatural (1999), sonra da
Shaman (2002) albümleriyle popüler kültüre hücum çekerek progressive latin rock müziğini daha light bir üslupla hip-hop ve pop rock'a yönlendirdi. Bunda yanlış birşey olmamalı. Yeni kuşağın da
Santana baharatının tadına bakması gerek. Ne var ki o baharat, bu kuşağı ticari manevralarla tavlamaya yönelik savsak tornalardan geçirilip, post-production çarklarında öğütülmeye başlayınca, benim gibi
Santana hayranlığını sonradan keşfettiği 70'lerin
Altın Santana Çağı albümleriyle pekiştirmişler için köfteye bile konmayacak koftilikteydi. Bu son iki albüm, tahammül edilemez cinsten sayılmaz. Hatta enstrümantal şarkılar
Santana özünden kopup gelmiş olduklarını en fazla belli edenlerdir. Yine de ben
Santana isminden çok daha modern, eğlenceli, aynı zamanda ağırbaşlı albümler beklerim her zaman. Son dönem Amerikan tarzı modern ve eğlenceli olma anlayışı ile
Santana'yı yanyana koymak bana yaramıyor.
Son albüm Guitar Heaven: The Greatest Guitar Classics Of All Time, Santana'yı, bir Santana albümünden ziyade, başkalarının eşlikçisi konumuna getiren Supernatural ve Shaman geleneğini sürdüren bir yapıda. Eşlikçi olmak onun için bir kayıp sayılmaz elbette. Ama üzerinde Santana yazan bir albümde bu durum vuku bulunca ve kıytırık isimlerle kötü şarkılara (hele de daha ağır isimlerle kötü şarkılara) gitarını yancı yapınca üzüntüyle karışık kızgınlık yaşayabiliyorsunuz. İşte yeni albüm bu geleneği sürdürmesine rağmen, önceki iki albümden biraz farklı olarak beni tavlayacak unsurlara sahipti. Bir kere adından da anlaşılacağı gibi gitarların unutulmaz bir şekil verdiği, okullarda ders, provalarda demirbaş, konserlerde marş olmuş şarkıların Santana tarafından yeniden çalınması söz konusu. Üstelik bu rock klâsiklerinin gayet seçkin vokaller tarafından seslendirilmiş olması, Santana baharatının olmasa da tuzunun şekerinin dozajını cover kıvamına ayarlamış. Bu sayede eğlence ve dinlence çoğu zaman tavana vurmuş.
Madem böyle olacaktı, keşke
Supernatural ve
Shaman da özenle seçilmiş vokallerin yeraldığı coverlardan yapılsaydı. Çünkü görünen o ki bu saatten sonra
Santana'dan adam gibi besteler duyamayacağız, hiç olmazsa geriye yaslanıp cover keyfi yaşayalım doya doya.
Guitar Heaven,
Supernatural -
Shaman ikilisinin formüllerini coverlar üzerinden uygulasa da, bu albümlerde düet için seçilen isimlere nazaran çok daha titiz davranıldığını da hissettiriyor sanki. Mesela
Chris Cornell,
India Arie,
Yo-Yo Ma,
Jonny Lang,
Nas,
Janelle Monáe ve 69'da Woodstock'ta aynı sahneyi paylaşıp aynı havayı soluduğu
Joe Cocker gibi müthiş sesleri
Back In Black,
Whole Lotta Love,
Little Wing,
While My Guitar Gently Weeps gibi klâsikleri yeniden yorumlarken duymak büyük keyif. Bunların yanına
Scott Weiland'lı
Can’t You Hear Me Knocking'i,
Jacoby Shaddix'li (
Papa Roach)
Smoke On The Water'ı ve
Chester Bennington (
Linkin Park) ile
The Doors klavyecisi
Ray Manzarek'in konuk olduğu yine bir
The Doors şarkısı olan
Riders On The Storm'u da artı olarak ekleyebiliriz.
Günahım kadar sevmediğim Chris Daughtry, Gavin Rossdale, çakma Eddie Vedder olarak prim yapma peşindeki merhum Creed solisti Scott Stapp ve artık Santana'nın yakasından düşmesini dilediğim Rob Thomas yorumları bile bir önceki paragraftaki güzelliklere gölge düşüremiyorlar. Zaten onları bu albümde biraz olsun dinlenilebilir kılan da Santana ve onun coverladığı şarkıların gücü oluyor. Santana bu işin devamını getirmeyi düşünür mü bilemem ama yapımcıların ön dişleri parlamış olabilir. O yüzden devamı gelirse şaşırmam. Santana için olayın suyunu kaçırmaması da beklenemez ne yazık ki. Gençlerle çalıp söylemeyi, kliplerde orgazm taklidi yapar gibi gitar çalma taklidi yapmayı seviyor belli ki. İpin ucunda cover olursa bir merak oturur dinlerim ama tadında bırakması en iyisi. Olay kontrolden çıkarsa Ricky Martin'den Black Magic Woman'ı dinleme ihtimaline benzer korku senaryolarına bile hazırlıklı olmak lâzım.
1. Whole Lotta Love (feat. Chris Cornell) - (Led Zeppelin)
2. Can’t You Hear Me Knocking (feat. Scott Weiland) - (The Rolling Stones)
3. Sunshine Of Your Love (feat. Rob Thomas) - (Cream)
4. While My Guitar Gently Weeps (feat. India Arie & Yo-Yo Ma) - (The Beatles)
5. Photograph (feat. Chris Daughtry) - (Def Leppard)
6. Back In Black (feat. Nas & Janelle Monáe) - (AC/DC)
7. Riders On The Storm (feat. Chester Bennington & Ray Manzarek) - (The Doors)
8. Smoke On The Water (feat. Jacoby Shaddix) - (Deep Purple)
9. Dance The Night Away (feat. Pat Monahan) - (Van Halen)
10. Bang A Gong (feat. Gavin Rossdale) - (T. Rex)
11. Little Wing (feat. Joe Cocker) - (Jimi Hendrix)
12. I Ain’t Superstitious (feat. Jonny Lang) - (Willie Dixon)
13. Fortunate Son (feat. Scott Stapp) - (Creedance Clearwater Revival)
14. Under The Bridge (feat. Andy Vargas) - (Red Hot Chili Peppers)