Kenarda köşede kalmış eski bir albüm hakkında yazı okumak, (o yazıyla aynı dalga boyunu yakalamasa da) sırf o eski albümün kendi kıyısı köşesinde hakkını veren günlük konuşmalar duymak gibisi yoktur. Kimisi de bu yazılar, bu konuşmalar sayesinde geç keşifler yapıp, kendine has nostaljik çıkarımlar yapar. Ne halt yaparsa yapsın o zamanın ruhunu tam manasıyla yakalayamayacaktır. Çünkü herşey ilk tadına varıldığı anda eşsiz ya da rezildir. 1967 kurulumlu Fleetwood Mac efsanesinin kendi çapındaki efsanelerinden biri olan Stevie Nicks, bu efsaneye 1975'te iştirak etmiş bir ses. O zamana dek Fleetwood Mac bir sürü albüm yapmış. Ama grubu grup yapan esas albümleri olan Fleetwood Mac (1975), Rumours (1977) ve Tusk (1979), gerçek takım ruhunun oluşmasında önemli pay sahiplerinden biri olarak Stevie Nicks adını da bu efsanenin bir parçası olarak tarihe geçmiş.
Onun sesini ilk duyuşum, birçok sesi ilk duyuşumun merkezi konumundaki TRT FM sayesinde olmuştu. O sesi duyduğum şarkı ise 1985 yapımı üçüncü solo albümü Rock A Little'ın ilk single'ı I Can't Wait'tir. Hiç de feminen bir ses değildir bu. Sert altyapıların altından girip üstünden çıkabilecek kapasiteye sahiptir. Öte yandan güzel bir soul tonu da vardır ve bu siyah ton, onun 80'ler pop rock bestelerine gayet güzel gitmektedir. Benim sayabildiğim 8 kadar solo albümü, sayamadığım bir sürü single'ı ve o tarifi hem kolay, hem zor ses rengi ile en başta saygı duyulası bir solisttir kendisi. 1948 doğumlu olup, nasıl oluyor da bunca yıldır hep aynı sesle şarkı söyleyebiliyor diye düşündüren bir sihirbazdır aynı zamanda. 1989 tarihli The Other Side Of The Mirror adlı dördüncü albüm ise onu baştan ayağa dinlediğim ve kesinlikle kariyerindeki en iyi solosu olduğunu düşündüğüm yegâne albümüdür.
Bir kadını o kadar albümü arasından tek biriyle sevmenin ne demek olduğunu şimdi oturup tarif edemem. Devreye giren hislerimin kısa devre yapmasına müsaade etmeden bu albümü tanımlamanın en kestirme yolunu "tutku" kelimesiyle buluyorum. Bu durum, 80'lere veda etmenin eşiğinde çıkan bir albümün salgıladığı nostaljinin UB40 veya Bon Jovi keskinliğinden ırak bir kişisellik içermesiyle alâkalı. The Other Side Of The Mirror benim için çok özel bir albüm. Hâlâ her dinlediğimde beni büyüleyebilmesine hayret ediyorum. Rooms On Fire, Ghosts, Long Way To Go onları benimsediğim ilk gün tazeliklerini korumaktalar. Bluesy bir karizmanın çakırkeyif bar salıntısını anlamlandıran Whole Lotta Trouble da öyle, zaten özünde bulunan yaşama sevincine finali olan bir slide gitar coşkusu ekleyen Fire Burning de öyle. Rahmetli Laura Branigan'a ait olan Cry Wolf coverı, hiç dinleme zahmetine girmediğim orijinalinden ne kadar kötü olabilir ki? Asla! Yine 80'leri yaşayanlara yabancı gelmeyecek güzel insan Bruce Hornsby ile yapılan düete ıslak ıslak Kenny G sosu katılmış bir Two Kinds Of Love, hayatımda dinlediğim en güzel baladlar listesinden çıkmaya hiç yeltenmedi. Aynanın diğer tarafı hep gizemlidir. Gizem sürdüğü sürece merakımız ölümsüzdür. Stevie Nicks'in tüm albümleri aynadan yansıyanlardan ibaret. The Other Side Of The Mirror hariç!
1. Rooms on Fire
2. Long Way to Go
3. Two Kinds of Love (feat. Bruce Hornsby & Kenny G)
4. Ooh My Love
5. Ghosts
6. Whole Lotta Trouble
7. Fire Burning
8. Cry Wolf
9. Alice
10. Juliet
11. Doing the Best I Can (Escape from Berlin)
12. I Still Miss Someone (Blue Eyes)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder