1989 Los Angeles doğumlu
Tanner Elle Schneider, ya da havalı takma adıyla
Elle King,
Deuce Bigalow: Male Gigolo,
The Animal,
50 First Dates ve sürüyle sulu
Adam Sandler komedisinde rol almış komedyen
Rob Schneider'ın kızı. Anne babası o daha küçükken boşandıktan sonra üvey babasının dinlettiği
The Donnas'ın kızlardan oluşan pop punk coşkusuna kapılıp daha 9 yaşındayken müzisyen olmayı kafasına koymuş. Aynı dönemde
Blondie ve
The Runaways de dinlemiş. 13 yaşında da günümüz çocuklarından farklı olarak popüler çer çöpler yerine
Otis Redding,
Etta James,
Aretha Franklin,
Al Green,
Hank Williams,
Johnny Cash,
AC/DC gibi dudak uçuklatan isimlere yönelmiş. Zamanla country ve bluegrass biraz daha ağır basmış. Daha sonra buna soul, blues ve rock eklenmiş. Yaşadığı çevrede düzenlenen bazı küçük konserlere çıkmış. Buck's Rock adı verilen gençlik kampında çeşitli müzikallerde rol almış. Gitar ve banjo çalmayı öğrenmiş. Yani ergenliğinde güzel şeyler yapmış.
Yaş 16'ya erdiğinde henüz reşit olmamanın verdiği birtakım dezavantajları avantaja çevirip sahte kimlikle konserlere, kulüplere, canlı müzikli partilere sızmış. Fakat amacı içip içip dağıtmak değil, müzikal performanslar sunmak, kendini pişirmekmiş. Liseden sonra üniversiteye gidip orada resim ve sinema eğitimi almış. Damarlarına bu kadar kültür sanat zerk edilince ilk göz ağrısı müziğin şarkı yazma kulvarında da kulaç atmaya başlamış. Sokak şarkıcılığı bile yapacak derecede sevdiği müzikte kendini iyice geliştirmiş. Canlı performanslar gittikçe daha düzenli organizasyonlarda boy göstererek sürmüş.
Pamuk Prenses masalı gibi miş-muş ile doldurduğumuz hikayesi, nihayet bir RCA yetkilisinin onu keşfedip imza atmaya ikna edişiyle günümüze ulaşmış. Bu imzanın ilk meyvesi, 2012'de çıkan 4 şarkılık
The Elle King EP'si olmuş. Bu EP onu geniş kitlelere tanıtmaya başlamış ve uzun müddet ortalığı idare etmiş. İlk LP'ye doğru adım adım yol alan
Elle King, 17 Şubat'ta çıkan
Love Stuff ile mutlu sona ulaşmış. Tabii bu son, aslında farklı bir başlangıç. Artık daha çok insan onu tanıyacak, tanımalı!
Hiç de Hollywood ünlüsü babanın şımarık kızı gibi bir hayata takılmayan
King, kendi kendini yetiştirdiği müzikal yolculuğunun geldiği kritik noktalardan biri olan ilk albümüyle pop, soul, blues, rock, country gibi farklı dallardan sesler veriyor. O sesleri verirken en dikkat çeken şey de kendi sesi. Daha albümün ilk şarkısı
Where The Devil Don't Go'nun ilk saniyelerinde duyduğumuz bu hem cevval, hem de marşmelov vokal, çok keyifli geçecek bir albümün ilk sinyallerini veriyor. Hatta bu keyifle akmaya başlayan albüm, henüz üçüncü parça
Under The Influence ile bana
Adele ve
Duffy gibi Britanyalı hatunlarla rahatlıkla kafaya oynayacak bir kızın selektörleri yaka yaka geldiğini hissettirdi. 60'ların nostaljisini hamurunda saklayan ve albümün en iyilerinden olan
Under The Influence'in ardından yine benzer kalibrede bir şarkı beklerken ölçülü sertlikte bir pop rock olan
Last Damn Night,
King'in rock vokalindeki başarısını da erkenden tescilledi. Sıradan devam ettiğimizde karşımıza çıkan
Kocaine Karolina, bu kez sadece
King, banjo ve piyano muhteviyatının naifliğiyle kendisinin bluegrass / country yüzünü görmemizi sağladı. Bu kızın daha kaç yüzü var acaba diye yükselen tansiyon,
Song Of Sorrow'un, isminin hakkını bir İrlanda barının sakinleşmiş anında verdiğini düşündüren ruh haliyle dizginleniyor. Bir de bakıyoruz, daha albümün yarısındayız.
İlk yarıya göre daha iddiasız bulduğum albümün bu yarıda iki yıldızı var. Biri "ölçülü sertlikte bir pop rock" tanımını yeniden kullanabileceğim
Jackson adlı parça. Diğeri ise, bu albümden bir ilk beş çıkar, final maçında sahaya sür deseler bu beşe kaptan yapacağım
Ain't Gonna Drown adındaki şahane alternative country bestesi. Şarkıda hissedilen kara bulutlu western ambiyansına eşlik eden dingin soul vokalin yarattığı gizem, ne zaman yükseleceği kestirilemeyen bir gerilimle, belki de hiç yükselmeyeceğini düşündüren huzurun karışımından ibaret. Bu sinematik ambiyans için fazla spoiler vermeyelim o zaman. Albüm bitince elimizde sözünü ettiğimiz olgun şarkılar ve küçümsenmeyecek bir ses / beste karakteri kalıyor. Bu karakter bünyesinde dikkat(imi) çeken en önemli şey,
Elle King'in kesinlikle bir Amerikalı gibi yazıp söylememesi oldu. Zaten kendisi de
America's Sweetheart şarkısında
"ben Amerikan Güzeli değilim" diye bas bas bağırıyor. Bunu dizeleri lafta bırakmadığı için onu
Adele veya
Duffy klasmanında, daha İngiliz bir ses / beste karakterinde gördüm. Türlere hakimiyetine rağmen ilk albümde herşeyden biraz taktiğine de bayıldım. Sadece bundan sonra soul yüzünü biraz daha sık göstermesini, hatta mümkünse bunu alt. country yüzüyle birlikte yapmasını temenni ederim. Zira bu birlikteliği sağladığı şarkılarının tadı hala damağımda.
1. Where the Devil Don't Go
2. Ex's & Oh's
3. Under the Influence
4. Last Damn Night
5. Kocaine Karolina
6. Song of Sorrow
7. America's Sweetheart
8. I Told You I Was Mean
9. Ain't Gonna Drown
10. Jackson
11. Make You Smile
12. See You Again
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder