28 Şubat 2011 Pazartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Şubat 2011)

Electric Lady Lab - Flash!
Yıl: 2011 Danimarka
Tür: Electropop, Dance-Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fascinated"


Amadou & Mariam - Dimanche à Bamako
Yıl: 2005 Mali
Tür: African Popular Music
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sénégal Fast Food" (feat. Manu Chao)
Cinnamon Chasers - A Million Miles From Home
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Synth Pop, Electro
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Jeststreams"

U.S. Royalty - Mirrors
Yıl: 2011 ABD
Tür: Indie Rock, Alternative Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Equestrian"


Mother Mother - Eureka
Yıl: 2011 Kanada
Tür: Indie Pop, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Chasing It Down"

ZZ Top - Recycler
Yıl: 1990 ABD
Tür: Hard Rock, Blues Rock, Southern Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tell It"

The Civil Wars - Barton Hollow
Yıl: 2011 ABD
Tür: Singer/Songwriter, Folk, Alt. Country
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Poison & Wine"


Acid House Kings - Music Sounds Better With You
Yıl: 2011 İsveç
Tür: Indie Pop, Twee Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: " I Just Called To Say Jag lskar Dig"

The Go! Team - Proof of Youth
Yıl: 2007 İngiltere
Tür: Indie Rock, Indie Electronic, Lo-Fi
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Titanic Vandalism"

Wilson Phillips - Wilson Phillips
Yıl: 1990 ABD
Tür: Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Impulsive"

Brisa Roché - The Chase
Yıl: 2005 ABD
Tür: Jazz Pop, Pop/Rock, Chanson
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dial Me Up"


Chase & Status - No More Idols
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Drum and Bass, Dubstep
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Brixton Briefcase" (feat. Cee-Lo Green)

Lanu - Her 12 Faces
Yıl: 2011 Avustralya
Tür: Electropop,Nu Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "der Hotel Blume"

Caesars - Paper Tigers
Yıl: 2005 İsveç
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "It's Not the Fall That Hurts"

Stockholm Syndrome - Apollo
Yıl: 2011 ABD
Tür: Southern Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Town & Country"

Gin Wigmore - Holy Smoke
Yıl: 2009 Yeni Zelanda
Tür: Pop/Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hey Ho"

Collective Soul - Collective Soul
Yıl: 1995 ABD
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "December"

Thirteen Senses - Crystal Sounds
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Suddenly"

Shawn Lee’s Ping Pong Orchestra - World of Funk
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Electronic, Jazz Funk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bina"

PJ Harvey - Let England Shake
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Singer/Songwriter, Indie Folk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "On Battleship Hill"

25 Şubat 2011 Cuma

Aya - Baghdad Sky


Aya, Japon rock müziğine verilen J-Rock türü müzik yapan çok sıkı bir kadın rocker. Bu J-Rock dedikleri müzik ise sürprizsiz şekilde bildiğin rock müziğin Japon ırkına mensup kişiler tarafından çalınıp söyleneni. Lâkin Aya, dinlemiş olduğum ikinci albümü Baghdad Sky ile işi birkaç adım ileri götürüp düpedüz "feelgood" bir rock icra ediyor. O da ne denirse, tam olarak ben de bilmiyorum ama şimdiye kadar dinlemiş olduğum J-Rock örneklerine olan tahammül derecem aklıma gelince, Aya'nın bu tür içinden sıyrılış biçimini en iyi özetleyebileceğini düşündüğüm kelimenin "feelgood" olduğuna karar verdim bir an. Şimdi bunun yanında bir de başka bir benzetme daha yapacağım, kafa karışacak. Baghdad Sky, çoğu kez 90'ların grunge tınılarından beslenmiş bir albüm. Grunge ve "feelgood" kelimelerinin yanyana gelme (uzak) ihtimallerini göz önüne alarak, bugüne dek izlediğim en kıytırık animeye bile fon müziği yapmayacağım örneklere sahip J-Rock türünün kulağımı dişleyebilmesi için böyle bir birleşmeye ihtiyacı varmış diye düşünmedim değil.

Japonya'nın bilmem neresinde (aslında Hokkaido diye söylemesi zor bir yere bağlı bir kasabada!) doğup büyüyen, ebeveynlerinin dinlediği eski müziklerle idare ederken çocukluğunda surf rock'ı, lise yıllarında da hard rock ve punk'ı keşfediyor Aya... Kendisine alınan elektrik gitarı, " sen kızlardan oluşan bir grup kur, Sex Pistols coverları falan yap, sonra okulu 15'inde bırak çünkü senin ekmeğin müzikte" şeklinde yanlış anlayınca olan oluyor, Nirvana'nın Nevermind albümü çıkıyor ve Aya bunu duyuyor. Aya, bu albümü duyup da hayatının en güzel albümlerinden biri ilân eden birçok yaşıtından farklı olarak tutkularının üzerine gitmeyi tercih ederek barlarda söylüyor, popüler bir yarışmaya katılıyor, hatta birinci oluyor. Tam ilk albümünü yapacakken, grubunun şarkı yazarı ölüyor. Bunun üzerine profesyonel bir müzisyen olmaktan vazgeçiyor. Ta ki, içindeki şarkı yazarı Aya'yı keşfedene kadar. Bir de bakıyor ki, yazdıkça, çaldıkça, söyledikçe kendini geliştirip 30 kadar prodüksyona hazır şarkı yazmış olduğunu farkediyor.


Bunu farkeden sadece Aya'nın kendisi olmuyor. Demo kayıtlarını bir şekilde duyan, Soundgarden ve Foo Fighters ile de çalışmış Amerikalı yapımcı Adam Kasper hemen Aya'yı kapıyor. Böylece Aya, Aralık 2000'de üç single kaydetmek üzere, grunge'ın efsane dört atlısı Pearl Jam, Soundgarden, Alice in Chains ve Nirvana'nın da ayak bastığı Studio X'e giriyor. Adam Kasper denen insan evladı bununla yetinmiyor, Aya için kurduğu gruba davulda Matt Cameron'ı (eski Soundgarden, şimdiki Pearl Jam davulcusu), gitarist Kim Thayil'i (Soundgarden), gitarist John McBain'i (Monster Magnet), ve keyboardist Glenn Slater'i (Walkabouts) yerleştiriyor. Tıfıl bir Japon kız için rüya gibi, bizim için rüyadan da öte birşey elbet. Bu kez tam bir albüm için 2001 Haziran'ında tekrar Seattle'a döndüğünde bu isimlere hayranı olduğu Nirvana basçısı Krist Novoselic'in de dahil olduğunu görünce normal şartlar altında ruhunu teslim etmesi gerekirdi. Ama bu gazla yaklaşık bir sene sonra ilk albümü A Flower In The Battlefield'ı çıkarmayı başarıyor Aya.

Devamında ise popüler rock festivallerinde övgü alan performanslar, tur kapsamında aldığı türlü konser davetleri, özellikle ülkesi Japonya'da kapalı gişe giden konserlerle kariyerini cilâlıyor. 2003'te arka arkaya çıkardığı Forbidden Song ve Aya Bitch Project adlı iki EP ile grunge efsanelerinin kanatları altından çıkıp daha mütevazi bir grupla yoluna devam ediyor. Takvimler Haziran 2004'ü gösterdiğinde ise konumuz olan ikinci albüm Baghdad Sky piyasaya çıkıyor. A Flower In The Battlefield'a henüz ulaşamamış olmak, Baghdad Sky'a burun kıvırmayı gerektirmiyor tabiî. Normale göre biraz uzun sayılabilecek süresiyle bir nevi progressive grunge olarak uydurulabilecek Blue Butterfly, Nirvana etkilerinin fazlaca hissedilebileceği Nobody, rap vokalsiz bir Rage Against The Machine'e öpücükler yollayan 1999 ve yumuşak bir pop rock salınışı şeklindeki Rojou no Kage ile birbirinden farklı dört şarkıyı arka arkaya koyan giriş, tüm etkilenimlerine rağmen ciddi bir rocker dinlediğimizin farkına vardırıyor.

Aya'nın rock yelpazesinde grunge tabanlı bu izlerin yanında pop rock'tan punk'a şimdiye dek üzerinden geçtiği ne varsa duymak mümkün. Şu albümü 90'larda dinlemiş olsaydım, muhtemelen Rosa Bianca patlıcanı gibi morarır, onsuz bir gün bile geçirmek istemezdim. Ne var ki fırtına dineli çok oldu. Aya sahiden çok iyi bir müzisyen ama bir Alex değil neticede! Bunu şimdi söylemek de zamanın herşeye olduğu gibi müziğe ve beğenilere oynadığı bir oyun. Ne yazık ki Aya'nın 2004'ten beri sesi soluğu çıkmıyor. Belki birgün 90'lara bu kadar saplanıp kalmamış yeni bir albümle içimize üçü birarada olur.

1. Blue Butterfly
2. Nobody
3. 1999
4. Rojou no Kage
5. We.
6. Miss Rock & Roll
7. Ame ni Utaeba
8. Betty
9. Dead End
10. Baghdad Sky

20 Şubat 2011 Pazar

Me and My Army - Thank God For Sending Demons


Me and My Army, İsveçli beş kişiden oluşan bir grup. İsveç'ten olsun da kaç kişi olursa olsun dedirten bir müzikal perspektif benimsemiş biri olarak, beğenmememin zor olduğu önyargısıyla dinlemeye başladığımdan mıdır, çok beğendim! Genelde İsveç'ten dünyaya açılmış indie mahallesinin saygın isimlerinden Timo Räisinen’in grubunun üyelerinden oluşan bu beş kişi içinde, şimdilik tek albümü bulunan electropop projesi Kleerup olarak bilinen Andreas Kleerup da bulunmakta. Bunun gruba nasıl bir katkısı olduğunu analiz edebilmek için Kleerup bilmek ne derece etkili tam çıkaramadım ama kim olursa olsun, Me and My Army çok iyi grup. İlk albümleri de Thank God For Sending Demons gibi punk albümlerini andıran bir isimle çıktı ki, aslında hiç öyle iblislik, cinlik, şeytanlık bir durum da yok ortada. Gayet ölçülü, duygulu ve ne olduğunun bilincinde bir indie pop/rock rakımında geziniyorlar. Bunun kime ne faydası var? Benim gibi Fleetwood Mac, Crosby, Stills, Nash and Young seven biri değilseniz işi şansa bırakacağız. Yok eğer severim, hatta onları seveni de severim derseniz büyük ihtimalle size de faydası dokunacaktır.

Yine de benzetildiği isimlerin ağırlıklarına kanarak büyük umutlar beslendikten sonra hayalkırıklığı yaratabilecek yanılgı payını da hesaba katarsak, bazı ufak tefek eksikliklerini de görebiliriz. Ama bu gördüklerimizi gözümüze sokmayacak şekilde sadeliğini muhafaza etmiş şarkıların tanımı "iddiasız" oluyor sanırım. Yıllar geçtiği halde Fleetwood Mac de hâlâ öyle değil mi zaten? O zaman iş geliyor, Me and My Army'deki o sadelik nasıl sonuçlar veriyor diye sormaya kalıyor. İlk albümden öyle klâsik şarkılar çıkarmasını beklemek sadece onlardan değil, hiçbir gruptan beklenemeyecek birşey. Ama The Only One, Epilogue, Chemicals, To Belong, albüme adını veren Thank God For Sending Demons, gruba adını veren Me and My Army, açılışı yapan enstrümantal Anthem ve kapanışı yapan enstrümantal I Fought The Law And I Won, çizilen tür sınırı dahilinde benim için bir albüme "iyi" denebilmesine yeten öğeler.

Başka öğeler de var elbet. Mesela şarkıları pop ve rock kıvamına sokan bas, davul, gitar çekirdeğine dahil olmakla fark yaratan klavye, çello, başka yaylılar ve bazı elektronik dokunuşların kattığı pop asaleti, Me and My Army'nin sadece adının yeni olduğunu bilmeyenlere bile hissettirecek olgunlukta. Ve en önemlisi, şarkı yazmanın sadece kitleleri coşturacak kadar popülist veya sınırlı sayıda dinleyiciye ulaşsa da birşeyler becerdiğini sanacak kadar aptalca deneysel olması gerektiğini düşünenlerden olmaması. Çünkü sahip olunan mantığı akustiğe ve kökleri sağlam şarkılara uyarlamanın gücüne inanmak, yapılan müziği popülere de deneysele de yakın kılıyor. Böylece bir bütüne ulaşılıyor. Belki Me and My Army oraya ulaşamıyor henüz. Ama o köklerden titreşimler yollayabildiğine göre ulaşmaması için bir neden yok.

1. Anthem
2. Thank God For Sending Demons
3. Far Far Away
4. The Only One
5. Little One
6. Epilogue
7. Me and My Army
8. Just Like Before
9. Note To Self
10. Chemicals
11. To Belong
12. What I've Been Told
13. I Fought The Law And I Won

18 Şubat 2011 Cuma

Souvenir - Travelogues


Vokalde Patricia de la Fuente, geri kalan herşeyde ise Jaime Cristóbal'ın yeraldığı İspanyol electropop grubu Souvenir, 1999'da kurulmuş, son albüm Travelogues ile birlikte 6 albümlük bir kariyer patlarmış. Bu kalabalık arasında takip etmediğim gruplardandır. Hatta 2009 tarihli Drums, Sex and Dance'i dinledikten sonra da takip etmeyi düşünmediğim gruplar arasına girmiştir. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra "Souvenir kimdir, nedir, nasıl müzik yapar" çoktan unuttuğum için, geçenlerde karşıma çıkan Travelogues albümünün o 2009 tarihinde beğenmediğim grubun yeni albümü olduğu aklımın karşı kaldırımından bile geçmiyordu. Zaten Drums, Sex and Dance'i de isminden değil, kapağından zar zor çıkarabildim. Neyse, 2011 model Souvenir, Patricia de la Fuente'nin sayesinde her ne hikmetse Fransızca ve İngilizce ağırlıklı seslendirdiği serin şarkılar eşliğinde olgun bir indie pop albümü dinleme şansı veriyor dinleyenlerine. Önceki albümleriyle ne derece alâkalı bilemiyorum fakat Drums, Sex and Dance ile neredeyse (ve iyi ki) alâkasız olduğu kesin. En azından o albümden yansıyan sıkıcı şarkılara benzer şeyler yazmıyorlar denebilir.

Dört dakikanın altına bir kez düşen, birkaç defa da altı dakikayı zorlayan pop şarkılarının her bünyeye iyi gelmeyebileceği bilim adamları tarafından henüz kanıtlanmamışsa da, bunu çevrenizde gördüğünüz bazı insanlardan anlamak o kadar zor olmasa gerek. Çünkü normal bir pop şarkısı fazla yormamalı, dans mı ettirecek, tempo mu tutturacak, yoksa sadece basit bir parti fonu olarak mı kullanılacak, bir çırpıda adı konabilmeli diye düşünen hızlı tüketici için Souvenir, öyle kullan-at bir hadise sayılmaz. Arrête-toi, Dance It Away, lounge kıyılarına kayan Coup de coeur, nefis bir "surf pop" diyebileceğimiz Taboo, aynı nefis sörflükteki kapanış şarkısı Mots, benim yoklamamda bir adım öne çıkanlar. Tabiî yeni tanıştığım ve isimlerini tekrar dile getirmekten hiç gocunmadığım LCMDF, Cinnamon Chasers, Oona, Tesla Boy, Gypsy & The Cat, The Chain Gang Of 1974 veya Futurecop! gibi coşkuyla karşıladığım bir grup olmadılar ne yazık ki. Ama bu isimler gibi çıtır olmamalarına rağmen sanki bu albümle olaya yeni yeni ısınıyor gibiler. Bu da iyi birşey sanırım. Sünger çekilesi bir geçmişleri var mı bilmem. Lâkin sünger çekilesi Drums, Sex and Dance albümlerine o süngeri yedirmişler kanımca.

1. Whispers in the Night
2. Dance It Away
3. Sinking Stone
4. Arrête-toi
5. Taboo
6. Coup de coeur
7. Talk to Me
8. Peintures de guerre
9. Mots

13 Şubat 2011 Pazar

Oona - Shhhhout!


Oakland'da yetişmiş Oona Garthwaite (bu yazı baskıya girdiği anda 26 yaşında kendisi), müzikle yatıp kalkan bir ailede büyümüş olmanın avantajlarını ancak yeni yeni göstermeye başlamış bir hatun. Babası bir grupta bas çalıyormuş mesela. Oona ile kızkardeşleri bazı eski filmlerde gördüğümüz gibi kurdelelerini takmış vaziyette kızkardeşleriyle piyanonun başında boogie-woogie şarkılar söylüyorlarmış eskiden. Yabancılar "elma ağaçtan uzağa düşmemiş" derler, biz "armut dibine düşmüş" deriz ya, Oona da damarlarında müzisyen kanı taşıdığından bugüne gelmesi fazla zor olmamış. Ama hemen müzik piyasasına atlamamış, eğitime öncelik vermiş. 2002'de liseden mezun olduktan sonra UCLA'da derece almış, yoksul çocuklara yönelik okul sonrası programlara iştirak etmiş, arada yine eğitim amaçlı İspanya yapmış, sonra UCLA'ya tekrar dönmüş vs. Oradaki ilk yıında bir punk grubunda söylemiş. Bir süre sonra bir şekilde 42 yaşındaki multi-enstrümantalist Dave Tweedie ile yolları kesişmiş.

Müzik piyasasını gayet iyi bilen Tweedie, Oona gibi sıkı bir vokali kaçırmak istememiş ve böylelikle geleceği kış güneşi kadar parlak alternative pop grubu Oona kurulmuş. Tweedie her fırsatta Oona'yı yere göğe sığdıramayan beyanatlar vermekte. Bunu kendi grubunun reklâmı olarak algılamak mümkün. Fakat grup elemanı olmadığı halde "Oona'da dört Tina Turner enerjisi var" diyen eleştirmenler de olduğunu görünce Tweedie'nin söyledikleri çok daha yere basan, yürek yakan yorumlar olarak görünüyor. Hem ne diyor Tweedie? Oona'nın sesinin ve söz yazımlarının güzelliğinden, aynı zamanda sahne ışığına sahip enerjisi ve karizmasıyla kalabalığa sadece şarkı söylemeyip onlarla konuşması, espiriler yapmasından bahsediyor. Yaptıkları müziği tanımlamaya gelince bu kez hem Tweedie, hem de Oona konuşuyor: "Pop müziksiz de yaşayabileceklerini düşünenler için pop müzik!"


Kendi ve sesi bir afet olan bu hatunun lirikleri, popüler müzik piyasasının ciğerini bilen, ama o tarafın kurallarına dalkavuklukta bulunmaktan imtina eden kurt bir müzik adamının müzikleriyle yola çıkan Oona, ilk albüm Shhhhout! ile, şu ana dek iki kez kullanılmış olan "enerji" kelimesinin ışığında pop, rock, soul öğelere kapılarını eşit oranda açmış 9 şarkıya sahip bir ikili. Albüm kapağı ile zaten benim gibi bazı dinleyiciler onları 1-0 öne geçirmişlerdir. Grup hakkında bu kadar bilgi sahibi olunmadan evvel, bu ilk albüm Shout! ile açılış yapınca, kısa bir şaşkınlık yaşayıp, sonra da günümüze uyum sağlama kaygısı içindeki bir soul grubu olarak düşündüm onları. Ne var ki ikinci şarkı I Wanna Know U, işin içine rock da katınca olay daha da şenlendi. Here I Am, yine Oona'nın vokal yeteneğine nazar boncuğu takılmasını gerektiren, ortamı rock titreşimleriyle daha da ısıtan bir şarkı. 19 To One, grubun en iyi şarkılarından biri ve "nedir bu Oona" diyenler için tek şarkılık bir tanıtma fırsatı olsa kullanılacak en etkili yöntem bana göre.

Yine de ikili, kendilerine hep aynı minvalde şarkılar yazan bir grup görünümü vermemek için Haunting Me gibi trip pop olarak sentezleyebileceğimiz örnekler de sunuyorlar. Örneğin Hello Hello, direk bir synth pop. Trouble, bir başka karizmatik Oona pop tuğlası. There's A Bridge..., soul karakterlerini törpüledikleri terleten bir dans daveti. Let It Go ise, 80'lerden kalma tipik "bir albüm slow şarkıyla kapatılır" fikrine biraz daha ruh katarak albümü sonuca ulaştıran lezzette. Gözler tipik "bir albüm 10 şarkıdan oluşur" klişesini arıyor ama dokuz demişler, olsun artık. Tatlarını damakta bırakmak istemişler, istedikleri de olmuş. Bir sonraki Oona albümüne artık. "Bunu seven şunu da sever" kolaycılığı bazen antipatik gelir bana. Ama şu sıralar yeni albümlerini beklediğim The Ting Tings ikilisinin ilk albümleri We Started Nothing'i Shhhhout!'u sevdiğim gibi sevdiğimi farkettim. Belki tek kusurları, isimlerinin Oona olması. Tweedie & Oona veya sadece Tweedie bile daha şık duruyor sanki. Birkaç albüm sonra Oona Garthwaite'ın bir Tina Turner olmasa da, bir kadı kızı olduğu günleri de görebiliriz.

1. Shout!
2. I Wanna Know U
3. Here I Am
4. 19 to One
5. Haunting Me
6. Hello Hello
7. Trouble
8. There's A Bridge...
9. Let It Go

11 Şubat 2011 Cuma

Le Corps Mince De Françoise - Love and Nature


Helsinki'li Emma ve Mia Kemppainen kardeşlerin, yanlarına Malin Nyqvist'i de alarak oluşturdukları Le Corps Mince De Francoise (biz yine de LCMDF diyelim kendilerine), aslen 2007'de yerel bir electro-pop-punk grubu olarak etrafta caka satmaya başlamış. Her nasılsa albüm kıvamına gelmeleri 2011 yılını bulmuş. 10 şarkılık debut Love and Nature ise, indie pop'un içine fazlaca elektro kaçmış versiyonlarından hoşlananlar için çölde maden suyu niyetine günde bir ölçek içilmesi gereken türden olmuş. Evet, daha ilk atıştan "olmuş" bir albüm bu. Hani bazıları kategori arası kategori yaparken "yılın en iyi çıkışı" veya "yılın en iyi debut albümü" diye kulvar açıyor ya, işte sorgusuz sualsiz o listeye dahil edilmesi gereken bir albüm Love and Nature. Bu vesileyle 2011'in en iyilerinden biri de oluyor. Peki nedir LCMDF'yi ve albümünü olmuş yapan? Nedenini müziğin kendisi fazlasıyla söylerken böylesi sorular da fazla geyiktir. Synth abantısı onca grup arasından, eğlenceli olduğu kadar kalite kokuları yayabilen şarkılar ortaya çıkarabilmektir bu sorunun asıl cevabı.

Bir şarkıdan ötekine geçişte en ufak bir sorun yaşamazsınız böyle albümlerde. Mesela Gandhi haklı olarak uluslararası olmasa da, bloglararası epey sükse yapmış vaziyette. O vaziyette de uluslararası olmaları fazla zor olmaz. Ama en az onun kadar cazip 9 şarkı daha var Love and Nature'da ve hepsi arka arkaya geliyor. Bu bir debut olamaz diye geçiriyor insan ilk dinleyişte. İkinci ve üçüncüde uyanıyor. Time (Have I Lost My Mind), Cool and Bored, Future Me, Something Golden, We Are Cannibals gibi şarkılar pop ise, bizim yerli-yabancı yerel radyolarda zırt pırt karşımıza çıkan saçmalıklar ne diye sorası geliyor insanın. Bu üç Fin kız, mümkünse bundan sonra albüm falan yapmasın. Etrafa "zirvedeyken bıraktık" derler, havaları olur. Tabiî devamını getirebilirlerse ne mutlu. Şimdi düşünüyorum da, LCMDF'nin bir sonraki albümü nasıl olur acaba? Tam da Love and Nature ayarında olsa dahi yeter. Bu albümde olmayan, ama biryerlerde saklı Ray-Ban Glasses ve Bitch Of The Bitches diye iki şarkıları daha varmış. Onların bile peşine düştüm artık o derece.


Au Revoir Simone, Les Rythmes Digitales, Violent Femmes, Art Brut, Depeche Mode, Les Fleur De Lys, Franz Ferdinand gibi "adı Fransız, kendi değil" gruplardan olan LCMDF, ilk albümüyle harikalar yaratıyor. Şimdiye kadar Gandhi ve Something Golden'ın single olarak seçildiği bu albüm, baştan sona radyolara single seri üretimi yapacak derecede yetkin bir pop erkiyle sivriliyor. Çeşitli organlarda övülürken "tuhaf" kelimesinin kullanılması da tuhaf olmuş. Ama tuhaf olduğu kadar, LCMDF'i tanımlamak için seçilmiş en şık kelimelerden biri aynı zamanda. Time (Have I Lost My Mind) belki de bu kelimenin hakkını en fazla veren şarkılardan biri. Tıpkı diğer şarkılarda olduğu kadar sinsi bir seksiliğe sahip ve bunun farkındaymış gibi kendine kapılmış dinleyiciyi parmağında oynatıyor edepsiz. Lâkin aklıma geldikçe, Gandhi için, Future Me için, Cool and Bored için de aynı cümleleri kurabilirdim pekâlâ. İşin içinden çıkamayacağım için sözü ve müziği yılın en flaş gruplarından LCMDF'a bırakmak en iyisi. Onlar detlerini gayet iyi anlatıyorlar rahat olun!

1. Take Me To The Mountains
2. Gandhi
3. Cool and Bored
4. Future Me
5. Hard Smile
6. Something Golden
7. We Are Cannibals
8. Time (Have I Lost My Mind)
9. Beach Life
10. Pumping Heart Shaped Thing

7 Şubat 2011 Pazartesi

QueenAdreena - The Butcher and The Butterfly


Sıradışı rock müzisyenlerinin kendi ülkelerinde veya bizim dışımızdaki diğer tüm ülkelerde müzikleri dışında anılmalarını gerektirecek vukuatları artık nasıl bir süzgeçten geçiyorsa, o grubu veya şarkıcıyı tanımayanların basına yansıyanlardan edindikleri bilgilerle yetinmesi çok acı bir durum olabiliyor. Sinemadan ve müzikten anladıkları Top 5'ten öteye gidemeyen müzik ve sinema eleştirmenlerinden, kendine utanmadan "karikatürist" diyen, çizim özürlü, bedava adamlardan, hergün aymazlığı, sosyetik hezeyanlarını, ırkçılığı yeniden keşfeden köşe yazarlarından geçilmeyen bir basından söz ediyoruz. 2003'te böyle insancıkların olduğu bir ülkeye konserler verirken sahne performansı sırasında esaslı numaralar çeken Katie Jane Garside'ın bu basından gördüğü muamele de kimseyi şaşırtmamalı bu yüzden. O performansın fonunda kalan, aslında kimsenin önde görmeyi yeğlemediği şarkılardaki derinliği anlayabilmenin yolu da "albüm" dediğimiz formattan geçiyor çoğu zaman. Herkes bilinçli bir konser seyircisinin dilinden anlamayabiliyor. Öbür türlü siz "konser nasıldı ama" diye sorunca alacağınız cevap "çatlak hatun altına don giymemişti" oluyor.

1999 Londra doğumlu QueenAdreena grubu, bünyesinde Katie Jane Garside'ı bulundurmanın sıkıntısını pek fazla çekmiyor. 90-94 arası solistliğini yaptığı Daisy Chainsaw bu sıkıntıyı biraz çekmişti. Eğer bir grup kuruyor ve mikrofona Katie Jane'i koyuyorsanız başınıza gelecek her şeye hazırlıklı olmalısınız. Öte yandan özenle yazdığınız şarkılarınıza en ufak bir leke sürmeyecek harika bir sese de sahip oluyorsunuz. Başkasının grubunda şarkı söyleyemeyeceği âşikâr olan Katie, kendi grubunu Daisy Chainsaw'da da gitar çalan Crispin Gray ile kuruyor. Başlangıçta davulda Billy Freedom yer alırken, kendisi 2002 yılında yerini 83-86 yılları arasında efsane The Clash'te çalmış olan Pete Howard'a bırakıyor. Ama en büyük sıkıntı bas mevkiinde. Orson Wajih ile çıktıkları yolda İkinci albüm Drink Me'den sonra ayrılan Wajih'in yerine Katie'nin bacısı Melanie Garside gelse de, The Butcher and The Butterfly'ın ardından o da kendi kanatlarıyla uçmak üzere gruptan ayrılıyor. Paul Jackson ve Nomi Leonard diye iki basçı eleman daha bu değirmene giriyor ama şu an kim çalıyor, niye ayrılmışlar, şimdi ne yapıyorlar hiç bilmiyorum, merak da etmiyorum. Zaten Katie'nin şarkı söylediği bir grupta başkasının âkıbetini merak etmek de bir tuhaf.


Arada özellikle boşluk bırakılmadan yazılmazı gereken QueenAdreena'nın beş kadar albümü var. Hepsini test ettim. Ama 2005'e ait The Butcher and The Butterfly, test edilmekten çok daha fazlasını hak eden, kayıtsız kalınmayacak bir rock olayı. Bu albümlerin hepsini dinlemiş olanların favori QueenAdreena albümleri de farklı farklı oluyor. Hepsi benim için iyiydi diyemem. Branşı olduğu üzere alternative rock mahallesinin balta girmemiş arka sokaklarından ses veriyor Katie ve arkadaşları. Alternative kelimesinin de yeri gelip alternatif kaldığı bir acayip durum var ortada bana göre. Pek de faturaları ödetmeyecek türden kabul görür bir rock değil yaptıkları. Fakat mesele hem duruş, hem de müzik olarak cool olmak ise köküne kadar cool bir grup. Popüler anlamda rock dinleyen kitleyi öyle hemen kucaklayıp içine alacak türden bir müzik olmadığı açık. Hele alternative rock denince aklına ilk Goo Goo Dolls veya Şebnem Ferah gelenler için uygun olup olmadığı konusunda ciddi şüphelerim var. Bu uygunsuzluğu, her zaman sözde birşeylere alternatif rock vıdı vıdılarına tercih ederim o ayrı.

The Butcher and The Butterfly en iyi QueenAdreena albümüdür demiyorum. Haddim değil. Benim herşeyiyle anlayıp dinlediğim, bundan müthiş zevk aldığım, özünden bal yapmasam da, bal tadı aldığım tek albümleridir. Basına yansıdığı gibi rock müziğe yansımayan birşeyler de var QueenAdreena'da... Müzikte olduğu gibi şimdi de sinemada aynı arabesk damara çalışan duygu sömürücüsü arabesk uyuzlarından, sürmeyi fazla kaçırmakla kendini rockçı sanan süslülerden, yapmaya çalışıp da oraya buraya sıvadığı müziğin kökenlerinden bihaber şekilde caz ve blues sanatçılarına salya saçan gerzek rapçilerden geçilmeyen müzik anlayışlarının hüküm sürdüğü bir coğrafyada dinliyoruz onları. İyi ile kötüyü ayırmanın bu kadar kolay olduğu bir coğrafya çok azdır. Belki de The Butcher and The Butterfly'ı daha ilk dinlemede seven biri beni anlamış demektir. 

Karamsar bir enerji doluluğunu, hassas bir punk ruhuyla, bu doluluğun iki katı şahane bir vokalle anlamlandıran Katie Jane, karizma namına elinde avucunda ne varsa bu albüme vermiş adeta. Başta Ascending Stars, Pull Me Under, Suck, Princess Carwash olmak üzere bu beste/vokal bütünlüğünü sağlamış tüm şarkılarda o asil çiğliği görmek mümkün. Hatta Birdnest Hair, Childproof, Cold Light Of Day gibi kişisel karamsarlıkları akustik kişisellikle ifadeleyen yumuşacık şarkılarda, o çiğliği bu kez boyut değiştirmiş şekilde görmek mümkün. Tamam belki The Butcher and The Butterfly benim için QueenAdreena'nın en iyi albümüdür. Ama acele etme, belki de en iyisini henüz yapmamışlardır!

1. Suck
2. Medicine Jar
3. Ascending Stars
4. Join the Dots
5. Pull Me Under
6. Racing Towards the Sun
7. Wolverines
8. Birdnest Hair
9. Princess Carwash
10. In Red
11. F.M. Doll
12. Black Spring Rising
13. Childproof
14. Princess Carwash (Slight Reply)
15. Cold Light of Day
16. The Butcher and The Butterfly

5 Şubat 2011 Cumartesi

Cinnamon Chasers - Science


Cuma'yı Cumartesi'ye bağlayan gece olması sebebiyle dans pistlerinde ter atanların aksine, evlerinde pineklemek durumunda kalanlar için geceyi renklendiren unsurlar bulma ihtiyacı belirebiliyor. Dışarı çıkamamışsanız veya canınız TV ya da DVD izlemek istemiyorsa, gecenin anlam ve önemine binaen şen şakrak parçalar dinlemek güzel bir avuntu olabiliyor. Yeni keşiflerimden olan (bu keşif lafı da "adamları ben meşhur ettim" mânâsında değil, "daha yeni gördüm" mânâsındadır, nedense açıklama gereği duydum birden) Cinnamon Chasers, basit bir avuntudan çok öte lezzetlere sahip Londra'lı bir isim. İsim diyorum çünkü Cinnamon Chasers aslen Russ Davies adında bir İngiliz. Aynı zamanda Abakus diye bir projesi daha var ve şimdiye dek ikisini birarada götürüyor. Abakus adı altında yaptığı dört albümden sadece 2010 yılında çıkardığı Prism'i dinlemiş olarak söyleyebilirim ki, o da hiç fena sayılmaz. Prism'de daha çok house eğilimleri ve chillout temelleri hakim. Ama mesela Rocket gibi Cinnamon Chasers albümüne konulabilecek şarkıları ya da şarkılara kattığı unsurları da var.

Russ Davies, Cinnamon Chasers adı altında Science ile birlikte ikinci albümünü yapmış bulunuyor. 2009 tarihli ilk albüm A Million Miles From Home, Science tadı vermedi açıkçası. Belki tersten gidip Science'ı çok beğendikten sonra ilk albüme döndüğüm için bana öyle gelmiş olabilir. Ama pozisyon ofsayt falan değil, bariz gol! İki albüm arasındaki klas farkını anlayamayacaksak bırakalım yabancı hakemler yönetsin maçları. Müthiş synthesizer numaraları, tekrar ritmlerinden bunaltmayan cıva gibi bir pop, temiz, iddiasız bir vokal ve birbirinden sürekli rol çalan 9 şarkı. The Chain Gang Of 1974, Tesla Boy, Gypsy & The Cat, Futurecop!, Cut Copy (onlar da Zonoscope ile harika bir dönüş yaptılar bu arada) gibi daha önce bu sayfalardan geçmiş yeni nesil pop kalitesine sahip olduğu gönül rahatlığıyla iddia edilebilir. 80'ler referansı, ancak bu kalite sayesinde gına getirmiyor.

Science, Rocker ile başlıyor, hit potansiyeline sahip Smooth Station ile devam ediyor. Smooth Station'daki bu hit potansiyelinin yapış yapış bir hitlikle alâkası yok. Hatta son zamanlarda duyduğum en iyi pop şarkılarından birisi olduğuna kefil olur, imza atarım. Ardından Dove, Magic Lover, One Million Balloons, Arctic derken zamanın nasıl geçtiğini anlamak zorlaşıyor. Bu arada Arctic'te çok ilginç bir hisse kapıldığımı da belirtmek isterim. Şarkının gitarımsı birkaç bölümüne sanki biryerlerden Lindsey Buckingham (bilmeyenler için, Fleetwood Mac gitarist ve vokalistlerinden) ruhu kaçmış gibi geldi. Belki ufak bir ayrıntıydı ama o kadar hoşuma gitti ki anlatamam. Ve nihayet 6:20'lik enstrümantal Tattoo ile görkemli bir final yapıyor Russ Davies. Öyle güzel ki, sanki Underworld ve Orbital biraraya gelmiş, "hadi bugün Cuma gecesi, şöyle buram buram kalite kokan bir dans şarkısı çevirelim de millet kurtlarını döksün" demişler. Russ Davies ve yukarıda adı geçen diğer isimlerin, içimizdeki pop canavarını bu kadar kolay çıkarabilmelerindeki beceriye hayranlık duymamak, bu müziği duymamak gibi birşey. Cinnamon Chasers, başarılarının devamını dilediğim bir proje, Science da şu sıralar yemeyip yanında yattığım albümlerden biri. Sanal bayinizden ısrarla isteyiniz!

1. Rocker
2. Smooth Station
3. Dove
4. Magic Lover
5. Have I Said Something
6. One Million Balloons
7. Arctic
8. Cuts Like Fire
9. Tattoo

3 Şubat 2011 Perşembe

Futurecop! - It's Forever, Kids


Manzur Iqbal & Peter Carrol ikilisi tarafınfan 2007'de kurulan Futurecop!, kanının her damlasıyla 80'ler hayranı bir grup. Bir albüm yapmaya kalkınca da doğal olarak şarkıların her damlasına sirayet eden bu durum, 80'ler nostaljisi ile arası iyi olanlar kadar, son yılların teknolojik avantajlarını retronun hizmetine sunan synth pop örneklerine fazla vakit ayıranlar için de çok zevkli, şenlikli bir albüm. Şimdi şu son iki sıfata bir yenisini daha ekleyeceğim. O da "hüzünlü"! Evet o kadar şenliğin, şamatanın arasında hiç tempo kaybetmeden hüzünlü bir albüm It's Forever, Kids... Belki 80'ler Blue Jean kuşağından biri oluşumdan ve artık 80'lerin çok gerilerde kalışından ötürü bir hüzün dalgasına kapılmış olabilirim. Ama eğer 90'lar ve 2000'ler hüznüne hâkim sayılabilecek bir dinleyiciysem, bu albümün hüznünün geçmişe duyulan basit bir romantik refleksten kaynaklanmadığını da iddia edebilirim.

Back To The Future, Transformers, Atari oyunları, Cindy Lauper, Pretty In Pink, breakdance, Eurythmics, Şeker Kız Candy, Uçan Kaz, Martin Mystere, Voltron, A-Ha, aerobik, Mavi Ay, TRT 3, Bruce Lee, Tolga Han Dans Grubu vs. vs. vs. Geride bıraktığımız şeylerin çokluğu, nasıl bir hayat yaşadığımızla ve o yaşadıklarımızdan popüler kültür adına neler yüklenerek 21. yüzyıla girdiğimizle ilişkili olduğundan, şimdinin popüler unsurlarının taşıdığı hüzün, o yıllara ait olanlar kadar hüzünlü gelmiyor. Mesela bu albümün harika açılışını yapan Transformers (Into The Future) şarkısının bir de kapanışta Kiyoshi Sugo Remix'i var ve iki şarkı arasındaki ruh farkı bile birşeyler anlatıyor bence. Her dönemin hüznü kendine. Futurecop!, bazen erkek, bazen dişi vokallerin seslendirdiği liriklerinde hep bu 80'ler özleminden dem vuruyorlar ya da sıcak göndermelerde bulunuyorlar. Ama dışarıdan öyle görünme ihtimali de olsa, onlarınki hepten körü körüne bir bağlılık değil aslında. "Eskiye bağlı modern sound" klişesi kullanılmaya müsait bir zeminde, geçmişi hatırlatma kabiliyetlerini samimi bir müzikle dans pistlerine taşıyorlar.

İlk dinleyişte hep aynı breakdance temposu, hep aynı klavye oyunları, hep aynı 80'ler ruhu taşıyor görünse de, 80'lerin catchy bir nakaratla dinleyicisini yakalama kolaycılığı göstermemeleri, başka bir ifadeyle nakarat kurnazlığı yapmamaları da başka bir ayrıntı. Kimbilir, belki bir olgunluk belirtisi. Sırf nakarat üzerine oynayıp çok şey ıskalayan bu 80'ler mantığından arınmışlık, Futurecop!'ı günümüz standartlarındaki synth pop'un bilinçli yanına yakınlaştırıyor/yakıştırıyor. Tabiî bazen bir nakarat çıkıveriyor ortaya. Ama onun da niyeti kötü değil. Piyasa yapmıyor. Zaren fazla abartmadan hemen geri çekiyor kendini. Çünkü Iqbal ve Carrol, tüm aygıtlarını bu ruhun geçmiş-gelecek üzerindeki söz haklarına uygun biçimde kullanmaya çalışıyor. Belki bazıları çok uğraştıkları halde 80'lerde Transformers (Into The Future), Hey Heartthrob, N.A.S.A. gibi şarkılar yapamadılar bu yüzden. Cevabın başka bir şekilde 2010'dan geleceğini kimse kestiremezdi. Çünkü Futurecop! müziğinde o bazılarında olmayan bir şey var: Demlenmişlik!

1. Transformers (Into The Future)
2. Tonite's Hero
3. Venice Beach
4. Street Hawk I
5. 1988 Girls
6. Starworshipper
7. The Beast On Saturn
8. N.A.S.A.
9. Dreams
10. Forever: Dreams
11. Street Hawk II
12. Far Away
13. Hey Heartthrob
14. Transformers (Kiyoshi Sugo Remix)

2 Şubat 2011 Çarşamba

Striptease (OST)


Yine dosyalar arasında tozlanmakta olan "geçiyordum uğradım" cinsinden fevkalade bir soundtrack albümü hakkında iki lafın belini kırmazsam üzülürüm diye düşündüm. Yalnız şöyle de bir durum var, albümü çok sevmeme rağmen, ben bu filmi daha izlemedim. Filmi görmeden sevdiğim soundtrack albümlerle de tuhaf bir ilişkim vardır. Adı Striptease olan ve başrolünde Demi Moore'un oynadığı bir filmi hâlâ izlememiş olmayı neye bağlamalı bilemiyorum ama ayıp ettiğimin farkındalığıyla en azından filme dair en beğendiğim şey olan bu albümle kendimi biraz olsun affettirebilirim. (Uzun cümleler kurmak bana iyi gelmiyor. Şu an kime, neyimi affettireceğimi düşünmekteyim!) 90'larda Honeymoon In Vegas ve It Could Happen To You gibi iki hoş romantik komediye (ki bu filmlerin müzik albümleri de aynı hoşluktadır) yönetmen olmuş Andrew Bergman'ın yönettiği Striptease, "denk gelirsem ucundan bakar, olur da ucundan birşey anlamazsam olay yerinden uzaklaşırım" diye önyargıladığım bir film oldu her zaman. Muhtemelen filmi sevmezdim. Ama içinde birbirinden striptiz şarkıların yer aldığı, üstelik daha bir sürü soundtrack içinde duyduğum, duymasam da bildiğim can ciğerlerden derlenmiş bu nostalji albümünü hep sevdim.

Başta Joan Jett & The Blackhearts'ın I Hate Myself For Loving You'su gibi benim bile striptizimi getirecek bir manyaklık olmak üzere, Billy Idol'dan Mony Mony, Eurythmics'ten Sweet Dreams (Are Made Of This), Blondie'den The Tide Is High, Billy Ocean'dan Get Outta My Dreams, Get Into My Car benzeri 80'ler gazı veren klas hitlere de ev sahipliği yapması yeterdi. Ama Spencer Davis Group, Booker T. & The MG's, Diana Ross & The Supremes, Smokey Robinson & The Miracles gibi ağır abi ve ablaların aynı klaslıktaki hitlerinin de yer alması albümün kafasını daha da güzelleştiriyor. Hatta kapanışta (muhtemelen end credits kısmında çalan ya da hiç çalmayan) Dean Martin şarkısı Return To Me'nin adı ve konusu Striptease olan bir filme niye konduğunu düşünmüyorsunuz bile. Sadece Prince'in ortama uygun o kadar şarkısı dururken neden If I Was Your Girlfriend uyuzluğunun seçildiğini anlayamamışımdır. Onun dışında, ola ki bir arkadaşınız sizden striptiz şarkıları içeren bir albüm istedi (hep başımıza gelir ya hani!), tavsiye edin gitsin. Tabiî olaya striptiz yönünden bakarsak eksik bir hayli fazla. Siz en iyisi kafanıza göre bir mixtape hazırlayın gitsin.

1. The Spencer Davis Group - Gimme Some Lovin'
2. Billy Ocean - Get Outta My Dreams, Get Into My Car
3. Blondie - The Tide Is High
4. Soul Survivors - Expressway to Your Heart
5. Booker T. & the M.G.'s - Green Onions
6. Laladin - Love Child (Halalla)
7. Chynna Phillips - I Live for You
8. Smokey Robinson & The Miracles - You've Really Got a Hold on Me
9. Billy Idol - Mony Mony
10. Prince - If I Was Your Girlfriend
11. Joan Jett & The Blackhearts - I Hate Myself for Loving You
12. Eurythmics - Sweet Dreams (Are Made of This)
13. Dean Martin - Return to Me