2013'te New York'ta kurulan Trade Wind adında bir grupla karşılaştım. Üçüncü albümleri The Day We Got What We Deserved'ün çıktığı 21 Mayıs, gerçekten de hak ettiklerini aldıkları gün olmuş diyebiliriz. Zira albümü dinleyip sağlama aldıktan sonra geriye döndüğümde önceki iki albümün bu kadar güçlü olmadığını, hak ettiklerini alabilmeleri için biraz daha beklemeleri gerektiğini düşündüm. Yaptıkları müzik indie & alternative rock olarak geçiyor olsa da, psychedelic pop ve post-rock etiketi bence daha çok yakışıyor. Dinleyeni 27 buçuk dakika boyunca öyle bir atmosfere sokuyor ki, bir albümün kendi yerini bulmasında süresinin uzunluğu ya da kısalığının önemli olmadığını gösteriyor. Özellikle post-rock denince normalden biraz daha uzun, bazen de bu uzunluğu boş yaparak geçiren şarkılar akla gelebiliyor. Grubun ilk iki albümünde de bu tanıma uyan birkaç şarkı yok değil. Ama en uzunu 3 buçuk dakika olan şarkıların bulunduğu bu albümde iki dakika ve üzerindeki birçok şarkı bile derdini o kadar güzel anlatmış ki, sürenin bile hiç önemi kalmamış, zamanı unutturmuş adeta.
Trade Wind gibi grupları çok seviyorum. Indie rock diye yazdıkları bir grubu önce dinle/unut sanıp, içine girince uzun süre çıkamayacağımı hissettiğim o ters köşe duyguyu tattırıyorlar bana. Bir yandan sağı solu belli olmayan, bir yandan da güçlü bir duygusal ambiyans yaratmaları çok hoşuma gidiyor. Müzik dinleme işini ciddi bir aktiviteye, kaliteli zamana dönüştürüyorlar. Bu albümleri ilk dinleyişim, önce birkaç şarkının sivrilmesiyle, daha sonraki seanslarda aralarına yenilerinin de katılmasıyla zevkten dört köşe deneyimler haline geliyor. En iyi yanlarından biri de, ilk dinleme işi bitince biraz ara verip o albümle ilgili aklımda kalan gizemleri kurcalamak. "Birkaç şarkı vardı, gerçekten çok iyilerdi. Ama melodileri aklımda kalmadı. Bir sonrakinde tekrar rastlayacağım onlara. Bazı şarkılar da kendilerini hiç ele vermediler vs. vs." İlk başta Nine Tails ve Bishop'ı koleksiyonuma katıp başka albümlere yelken açacağımı düşünürken, dinledikçe hem onlara daha çok bağlandım, hem de usul usul diğerlerinin içindeki cevherleri görmeye başladım.
O diğerleri de şimdilik Blue Notes, DIE! DIE! DIE!, Burning The Iron Age diye sürüp gidiyor. İlk iki albümde Untitled I ve Untitled II adlı kısa şarkılar vardı. Bunlar çoğu zaman interlude misali geçişler olarak pek ciddiye alınmazlar. Ama bu üçüncü albümde yer alan Untitled III o kadar güzel ki, ne zaman sıra ona gelse 2:16 dakika boyunca kendimi üç boyutlu biçimde herhangi bir epik manzaranın içinde buluyorum. ambient ile düzeyli paslaşmaları, Weather Eyes'da olduğu gibi yemeğin içinde saksafonla biraz jazzy dokunuş katmaları, ara ara bana The National tadı vermeleri benim için Trade Wind'i özel bir konuma getiriyor. Albüm hiç bitmese, Bishop'un "I'll Wait" nakaratına karaoke yapabilsem, şu Untitled III 10 dakika sürse, albümün kapanışındaki Walk Me In // Plant Me In Your Garden ile 2016 yılına ait ilk albümleri You Make Everything Disappear'ın kapanışında yer alan Je t'aimerais toujours yer değiştirse nasıl olurdu diye çeşit çeşit şeyleri kafamdan geçirsem de albüm bitiyor. İyi de oluyor, tadında kalıyor. Bitince de kafamda dönmesine engel olamıyorum. Gizemi sürsün, her dinlediğimde hissettiğim yoğunluk aynı kalsın istiyorum. Kendi kısa, etkisi uzun süren bir yolculuğa benzettiğim The Day We Got What We Deserved, onu dinlediğim günlerde çıktığımı hayal ettiğim yolculuğu hak ettiğimi düşündürüyor bana.
1. Burning the Iron Age
2. DIE! DIE! DIE!
3. Nine Tails
4. Bishop
5. Blue Notes
6. Fade on You
7. Don't Rush
8. Untitled III
9. Weather Eyes
10. Walk Me in // Plant Me in Your Garden
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder