15 Haziran 2012 Cuma

Cookie Duster - When Flying Was Easy


Kanadalı Broken Social Scene grubunun kurucusu ve hemen hemen herşeyi Brendan Canning'in yan projelerinden birisi olan Cookie Duster, 2001 yılında çıkardığı kendi adını taşıyan ilk albümden 11 sene sonra ikinci albüm When Flying Was Easy ile tek atımlık olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Canning'in yan projelerinden birisi olmanın etkisiyle bunca yıl ihmal edilmiş Cookie Duster, görenin duyanın pek olmadığı ilk albümlerinin ardından bir yan projeye göre oldukça güçlü kuvvetli bu yeni albümle özellikle indie rock seven kitlenin ilgisini çekecektir. Bu yan projelere gelirsek, Canning'in emek verdiği gruplar By Divine Right (6 albüm), Valley Of The Giants (1 albüm), hHead (3 albüm), Blurtonia (2 albüm) ve tabii Broken Social Scene (4 albüm) şeklinde sıralanıyor. Hani adamın memleketi Kanada olmasa tek iş geçindirmiyor diyeceğim. Bu bilgileri gerekli gördüm, çünkü uzun süre gözden ırak tutulmuş Cookie Duster dururken cümle alemin sadece Broken Social Scene gibi bana göre vasat bir grubu tanımaları haksızlık diye düşündüm. Adı geçen diğer Canning gruplarında da belki farklı renkler, tadlar mevcuttur diye de ilave ettim.

Sanat tarihi profesörü kılıklı Brendan Canning'in (Cookie Duster onu biraz gençleştirmiş sanki) müzikal anlamda bu kadar hiperaktif seyretmesi, Cookie Duster ve Broken Social Scene'i yanyana koyduğumda nihayet olumlu sonuç vermiş diye düşünmeden edemedim. Gerçi bu kadar çok grubu idare edeyim derken hepsiyle de iyi şarkılar, iyi albümler kotaracak diye birşey yok. Ezkaza bir kavgaya karışsa ve sırf grup arkadaşları kahveden çıkıp gelse sırtını yere getirmeyecek bir sosyal çevreye sahip olduğu muhakkak. Yine de çalamadığı enstrüman olmayan, şarkı söyleyip yazan, yapımcılık yapan bu insan evladı tek başına bir indie savaşçısı gibi adeta. Yapılan müzik itibariyle de kavga dövüşle pek arası olmayan genel bir olgunluk görülüyor. Ayrıca Canning ile beraber dört kişiden oluşan grup, Canning'in yükünü hafifletmişler gibi çok sıkı bir takım oyunu sergiliyorlar.


Kuruluş yılı 90'ların sonuna denk gelen Cookie Duster, o yıllarda By Divine Right bünyesinde bas gitar sallayan Canning'in bir başka Kanadalı alternative rock grubu olan Change Of Heart'ta keyboardist olan Bernard Maiezza ile bir turnede tanışıp kaynaşmasıyla filizlenmiş bir yan proje. Son albüm gösteriyor ki, tüm piyasasını ve cakasını Broken Social Scene ile yapıp satan Brendan Canning, olayın aslını ve yancılarını karıştırmış. Zira ortada çok uyumlu, kendine özgü, hatta sıklıkla orijinal şarkılar çıkaran ve albüm bazında gerçek bir tavır, bir stil belirlemiş dört başı mamur bir grup var. Progressive veya dream pop ruhu taşıyan, ancak dinlerken ara ara Red Hot Chili Peppers, The Go Team!, The Flaming Lips (özellikle The Soft Bulletin dönemi) kokusu duyulmuyor değil. Daddy's Got The Medicine, Something Evil Again, Two Feet Stand Up, No Solo, Shot In The Dark, Standing Alongside Gone benim için hazmı ziyadesiyle makul şarkılar. Aynı zamanda Cookie Duster'ın nasıl bir ruha sahip olduğunu en iyi anlatanlar. Diğerlerindeki derinlik ya da sığlık dinleyene kalmış. Garanti olan, Cookie Duster'ın The New Pornographers ile aynı dalga boyunda takılabilecek kadar donanımlı bir rock grubu oluşu, fakat aynı zamanda çok fazla Kanada'lanmayan bir kendiliğindenlik de içermesi.

1. Cut Me, Focus
2. Daddy's Got the Medicine
3. Something Evil Again
4. Two Feet Stand Up
5. We Stepped on Glass
6. Standing Alongside Gone
7. Black Car Waiting
8. No Solo
9. Living on a Fine Line
10. Shot in the Dark
11. Space Will Follow
12. Where Are My Young Ones

9 Haziran 2012 Cumartesi

Man Without Country - Foe


Tomas Greenhalf ve Ryan James'ten oluşan İngiliz duo Man Without Country yepyeni bir grup ve ilk albümleri Foe ile dünyaya gözlerini açmış bulunuyor. Yaptıkları şey biraz yoğun bir dream pop olmakla birlikte, adına genelde shoegaze denen bu yoğunluğu elektronik altyapıyla desteklemek suretiyle gayet atmosferik bir sound elde etmişler. İlk albüm olgunluğu gösteren az sayıdaki grubun arasında yatacak yerleri hazır. Shoegaze'in olmazsa ayıp olur unsurları olan puslu vokaller, ambient pop'a uzanan mistik tınılar ve kişisel karamsarlıklarla bezeli lirikler Man Without Country'nin müziğini pekçok akranından üst seviyelere taşımasını biliyor. İsimlerine yansıyan vatansızlıkları da, shoegaze'in ya da onun yumuşak ikizi dream pop'un insana aidiyet duygusu hissettirmeyen, boşlukta sallandırıp duran o gizemli kimliğinden gelmekte.

2011 Ağustos ayında çıkardıkları biri remix altı şarkılık King Complex EP'sinde yer alan dört şarkıyı da kapsayan Foe, 45 dakikalık süresiyle sanki 3 saatlik sürükleyici epik bir filme fon oluştururcasına yoğun bir albüm. Yüksek temposu ve ruhuyla albümün en iyilerinden saydığım Puppets ile, yedi buçuk dakikalık bir new age rüyası olan Parity, birbirlerinden çok farklı karakterde görünmelerine rağmen ortak bir mistik iklimin kucağından çıktıklarını belli ediyorlar. İçinde "son sözlerin senden daha meşhur olacak" diye bir cümleyi de barındıran Clipped Wings'in göbek adı "shoegaze" olan synth pop lezzeti, (hiç sevmem ama) Nine Inch Nails altyapısına benzer bir hamuru olan Closet Addicts Anonymous'un vokal ile bütünleşen etkileyici havası, Foe'yu her shoegaze seven kulağın uğraması gereken bir durak haline getiriyor. Gitardan piyanoya, looplardan, vokal armonilerine her unsurun güçlü bir synthesizer anlayışının kanatları altında toplanmasıyla yaratılan Foe, bir sürü pozitif etkisinin yanında Man Without Country ve onun gibi gruplara olan mühim ihtiyaca da dikkat çekiyor.

1. Foe
2. Puppets
3. Clipped Wings
4. King Complex
5. Ebb & Flow
6. Iceberg
7. Closet Addicts Anonymous
8. Migrating Clay Pigeon
9. Parity
10. Inflammable Heart

6 Haziran 2012 Çarşamba

The Primitives - Echoes and Rhymes


1985'te kurulan, 1991'de dağılan, 2009'da tekrar biraraya gelen İngiliz grup The Primitives, ilk önemli çıkışını 1988 yılı hiti Crash ile yapmış bir dörtlü. Zaten kendisini tanıyanların genelde en iyi şarkısı dedikleri de bu. Benim gibi kendisiyle tanışma fırsatını henüz bulamamışlar için ise 2012 albümleri Echoes and Rhymes, gayet güzel bir tanışma albümü. 88'den itibaren albüm yapmaya başlayan, o zamandan bu zamana sadece 5 albüm çıkaran grup, az ve öz takıldıkları müzik dünyasında belki de bu yüzden el üstünde tutulan bir underground karizmaya sahip. Indie pop, power pop, jangle pop, indie rock ve kimi otoritelerce indie pop'un başlangıcı olarak kabul edilen, İngiltere kaynaklı müzik akımı C86 türünde ürünler veren The Primitives'i dinlemek, sadece 80'lerde değil, daha evvelinde de dipten, derinden alıp başını gitmiş, günümüze kadar ulaşmış bu keyif verici pop karışımının en yetkin örneklerinden birine tanıklık etmek demek.

Kurulduğu, albüm yapmaya başladığı, en önemli liste başarısı sayılan Crash'in UK Singles Chart'ta 5 numaraya kadar çıktığı dönemden bugüne yeri göğü inleten bir şöhrete sahip olmamalarına karşın, sadık hayranları tarafından kült mertebesinde anılmasının birtakın nedenleri var elbette. Efsane The Smiths'in bile bazen sahneye The Primitives tişörtleriyle çıkması, Morrisey'in en sevdiği grupları sayarken onları hiç unutmaması, geçmişte kimselere çaktırmadan, duyuru, reklâm vs. yapmadan kafalarına göre İngiltere'nin küçük barlarında pat diye sahneye çıkmaları gibi örnekler onları celebrity yapmadan her daim gayet klas bir konumda tuttu. Belki bunun da etkisiyle 80'ler kuşağının yeraltına tutulmayan spotlarından uzak bir yerdeydiler. Zaten ikisi 80'lerde, ikisi 90'larda olmak üzere dört albüm, çok verimli bir grup olmadıklarına işaret sayılsa da, yaptıkları müziğin çok albümle bıktırabileceği gerçeğinin de farkında bir tavır seziliyor kendilerinde. Henüz dinlemediğim fakat Echoes and Rhymes'dan sonra can attığım bu tavra bakınca, her 10 yılın iki dönemine böyle bir albüm düşürdülerse canları yenilesi insanlar oldukları çok açık.


80'lerin Blondie ve Buzzcocks döneminden kopup fazla ortalık malı olmamış kıymetli soundlarının 2000'lere düşen payı Echoes and Rhymes, dinlerken yormayan, dans ederken muhtemelen yorduğunu hissettirmeyecek 14 adet kaliteli şarkıdan oluşuyor. İlk şarkı Panic'te olduğu gibi kısa bir girişin ardından direk catchy nakaratlarına başvuruyorlar. Ama şarkıların kısa süreleri boyunca sadece o nakaratın cazibesine bel bağlamayıp yine minik ve etkili geçişler, şıp diye bitişler tasarlıyorlar. Turn Off the Moon gibi baştan sona aynı giden ritmin üzerine söz döşeyip çekici olabiliyorlar. Sıkı rock'n roll Move It On Over ve albümün en olgun rock bestelerinden Sunshine In My Rainy Day Mind grubun karakterine hem uyan, hem de uymadığı için memnun eden düzeyde. Dört dakikayla albümün en uzun şarkısı olan The Witch olağanüstü. I Surrender desen yine The Witch'te duyduğumuz, genelde farklı grupların uzun psychedelic sololarından kulak aşinalığımız olan şahane gitar tonunu daha çok şarkılara 70'ler rock atmosferinin havasını solutmak için kullanıyor.

Albüm kısa süreli şarkılarına rağmen sanki bitmiyor ve beni bu yüzden ziyadesiyle mutlu ediyor. Şarkıları nasıl öveceğimi şaşırıyorum. Mesela Who Are You Trying to Fool? son yıllarda dinlediğim en stylish (siz nasıl diyor!) pop şarkısı. Daha önce duyulmamış bir yanı yok belki ama biraz Tarantino gibi, çoktan duyulmuş/görülmüş olanı engin pop kültüründen tırnaklarıyla bulup çıkarmış, ona yeniden şekil vermiş bir hali var. Ayrıca Time Slips Away gibi indie rock'ın pop rock ile köşeyi dönerken çarpıştıkları bir tutku var. Hatta tamamı Fransızca Amoureux D’une Affiche adlı bir chanson/sunshine pop bile var. En önemlisi hâlâ 20'li yaşlarında seyreden şahane sesiyle şu an 45 yaşında olan bir Tracy Tracy var. Uzun lafın kısası, gruba ait son albümün 1998'de çıktığı düşünülünce Echoes and Rhymes belki de son yılların en görkemli geri dönüşlerinden biri. Sound itibariyle "Oldies But Günümüze Uydurulan Bileşenleri Sayesinde Yakaladığı Çağdaşlıkla En Kısa Sürede Kendisine Geri Döneceğiz" bir albüm bu.

Grupta 85-88 arasında bas ve gitar çalmış Steve Dullaghan'ın Şubat 2009'da ölümünün ardından cenazede biraraya gelen grup üyelerinin aldığı karar sonunda gerçekleşen bu harika geri dönüş, aynı zamanda bizim de önceki dört albüme yapacağımız farklı bir dönüşle karşılık bulacak muhakkak. Lâkin oradan alınacak tat konusunda biraz endişeler de olacaktır. Sadece Sunshine In My Rainy Day Mind, The Witch, Who Are You Trying to Fool?, Time Slips Away ve Panic'ten oluşan 5 şarkılık bir albüm olsaydı bile benim için yılın en iyilerinden biri olmaya yeterdi. Ama onların arkasında bir dolu güzel şarkı daha saklıyor The Primitives. Daha da geride henüz kulak değmemiş albümler içinde başkaları var. Yaz geldi. Ben de The Primitives tişörtü istiyorum!

1. Panic
2. Turn Off the Moon
3. Move It On Over
4. Sunshine in My Rainy Day Mind
5. Till You Say You’ll Be Mine
6. I'm Not Sayin’
7. The Witch
8. I Surrender
9. Amoureux d’une affiche
10. Where Will You Be?
11. Single Girl
12. Who Are You Trying to Fool?
13. Time Slips Away
14. Wild Flower

31 Mayıs 2012 Perşembe

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mayıs 2012)

Keane - Strangeland
Yıl: 2012 İngiltere
Tür: Pop/Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Silenced By the Night"
Clock Opera - Ways to Forget
Yıl: 2012 İngiltere
Tür: Indie Pop, Chamber Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Man Made"






Serart - Serart
Yıl: 2003 ABD
Tür: Contemporary Folk, Folktronica, World
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Narina"
Garbage - Not Your Kind of People
Yıl: 2012 ABD
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Blood for Poppies"
Abdallah Oumbadougou - Zozodinga
Yıl: 2012 Nijerya
Tür: Tuareg Music, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Djeiche Chaabi"
The Verve - Urban Hymns
Yıl: 1997 İngiltere
Tür: Britpop, Alternative Rock, Pop/Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lucky Man"

Gossip - A Joyful Noise
Yıl: 2012 ABD
Tür: Dance-Punk, Dance-Pop, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Love in a Foreign Place"

Why Do Fools Fall in Love OST
Yıl: 1998 ABD
Tür: Doo-Wop, Rock & Roll
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: The Platters - "Smoke Gets in Your Eyes"
Led Zeppelin - Coda
Yıl: 1982 İngiltere
Tür: Hard Rock, Blues Rock, Folk Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wearing and Tearing"


Dar Williams - In the Time of Gods
Yıl: 2012 ABD
Tür: Singer/Songwriter, Folk Pop, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I am the One Who Will Remember Everything"

Fehlfarben - Xenophobie
Yıl: 2012 Almanya
Tür: Post-Punk, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Flag Drops"
Love Connection - Euphoria
Yıl: 2012 Avustralya
Tür: Indie Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sun In"





Sara - Se keinuttaa meitä ajassa
Yıl: 2012 Finlandiya
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nuori mieli"
 
Tears For Fears - Songs From the Big Chair
Yıl: 1985 İngiltere
Tür: Pop/Rock, New Wave
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shout"

Wolfram - Shadows and Dust
Yıl: 2012 Norveç
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mocking Bird"





Peter Frampton - Thank You Mr. Churchill
Yıl: 2010 İngiltere
Tür: Rock, Hard Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "I'm Due a You"
Kassidy - One Man Army
Yıl: 2012 İskoçya
Tür: Folk Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Get By"
Mirkelam - Mirkelam
Yıl: 1995 Türkiye
Tür: Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Her Gece"
Red Snapper - Prince Blimey
Yıl: 1996 İngiltere
Tür: Acid Jazz, Trip Hop, Nu Jazz
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Last One"
Traveling Wilburys - Traveling Wilburys, Vol. 3
Yıl: 1990 ABD
Tür: Pop/Rock, Folk Rock, Rock & Roll, Rockabilly, Country Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "She's My Baby"

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Catcall - The Warmest Place


Sydney, Avustralya'dan gelen Catherine Kelleher, Catcall adıyla 2007'den itibaren kayıtlarda yer almasına rağmen ilk albümü The Warmest Place'i 2012'de çıkarmış bulunuyor. Öncesinde ise 2008 tarihli Anniversary adında bir EP sahibi olan Catcall, onun da öncesinde Kiosk adlı bir teenage punk grubunda çalmış bir insan. Ancak The Warmest Place electropop, electroclash ve dance pop gibi birbirini karşılayabilecek tarzların bütünü olarak kendine bir duruş belirlemiş ki, kendisini cayır cayır bir punk grubu yerine burada tanıdığım için sevindim. Catcall'un 80'ler pop sevgisinin underground ile mainstream arasında gidip gelen yoğun elektronik coşkusu, radyolara, kulüplere, partilere olduğu kadar, dans müziğini oturma odasında dinlemeyi sevenlere de hitap ediyor. Aşk, seks, ölüm, mutluluk, kırgınlık, kızgınlık temalarının hissedildiği lirikler, Catherine Kelleher'ın da beyan ettiği üzere The Warmest Place'in bir konsept albüm olmasından kaynaklanmaktaymış. Yani hayatının acı bir dönüm noktası sonrası hissettiklerinin bir dökümü olmuş bu albüm.

Kelleher, grubu Kiosk ile Ağustos 2006'da iki aylık Amerika turnesinden döndükten yaklaşık bir hafta sonra çok sevdiği babasını kalp krizinden kaybetmiş. Bir arkadaşından gelen başsağlığı mailinde "eminim kendisi şu anda "warm" (sıcak, sevgi dolu, içten, samimi vs.) bir yerdedir" cümlesi aklından hiç çıkmamış. Ölümden sonra öyle bir yere gitme ihtimaline rahatlatıcı bir fikir olarak sarılma ihtiyacı duyan Kelleher, babasının gittiği yere "The Warmest Place" adını koymuş ve albümünü bu hissiyat etrafında, yani onun gittiği yerde huzurlu ve mutlu olduğunu varsayıp pozitif düşüncelerle kıpır kıpır bir pop albümü olarak şekillendirmiş. Çok da iyi etmiş. Zira birbiri ardına bitkin folk şarkıları duyup "cenazeye mi geldik" dedirtmektense, şık pop şarkılarıyla milleti dansa davet etmiş adeta.


Başta albümün altın çocuğu, söz ve müziğin yağ gibi aktığı, Catcall'un hüznünü içine akıtmış sesinin verdiği güzellikle enfes bir yaz şarkısı olan Satellites olmak üzere On My Own, The World Is Ours, That Girl, Shoulda Been, I Believed gibi şarkılar bir debut için beklenenden çok daha kaliteli pop zerrecikleri. İngiliz grup The Passions coverı I'm In Love With A German Film Star'ı da kapanışa ayrıca not düşelim. Hatta kalantor yapımcılar parayı bastırıp Catcall vokallerini sildikten sonra şu albümü komple Kylie Minogue'un üzerine yapsalar kimsenin ruhu duymaz, bilakis bu albüm Kylie'nin kariyerinde altın basamaklardan biri olarak hep anılır durur. Ama Catcall'un sesi de silinmeye kıyılmayacak kadar lekesiz, tertemiz. Öyle ki bu ses, aynı şarkıların "bitkin folk şarkıları" olarak tasarlanması halinde bile karakterini yitirmezdi muhtemelen. Yine de hiçbir müzik eğitimi olmayan Catcall, yazmayı, söylemeyi, çalmayı öğrendiği yer olan Kiosk'tan ve kendisine ilham veren punk müziğinden hep övgüyle bahsediyor.

Bahsettiği başka birşey de, The Warmest Place albümünün gerek isim, gerekse içerik olarak herkes için farklı anlamlar yüklü olabileceğine dair inancı. Bu "yer" belki bir cennet, bir yatak, o yatakta kenetlenilen bir beden, bir ada, bir fincan kahve, ana rahmi, bir yaz günü, fırından yeni çıkmış bir ekmek... Kendinizi sıcak, sevgi dolu, içten, samimi vs. hissedebileceğiniz her yer. Belki bu duyguları insanlara ilk elden hissettirebilmek için seçilebilecek müzik türlerinden biri olarak görülmeyebilir Catcall müziği. Dream pop, shoegaze veya ambient folk türü bir müziğin tercümanlığı makul görülebilir. Ama asıl beceri, The Warmest Place gibi bir albümün tüm bu duygu altyapısını sırtlanmaya soyunup, sonra da üzerine parlak giysilerini ve dans ayakkabılarını giymesi olsa gerek.

1. The Warmest Place
2. August
3. Satellites
4. On My Own
5. Swimming Pool
6. The World is Ours
7. Paralysed
8. That Girl
9. I Believed
10. Shoulda Been
11. Art Star
12. I'm in Love With a German Film Star

21 Mayıs 2012 Pazartesi

Various Cruelties - Various Cruelties


Kısa bir süre önce kurulduğu halde The Vaccines, Kasabian ve Mumford & Sons gibi grupların konserlerinde destek kuvvet olarak seçilmiş olan Londra dörtlüsü Various Cruelties, indie ve mainstream rock ile kol kola girmiş çok klas bir müziğin çalındığı çok klas bir debut . Kasabian neyse de, The Vaccines ve Mumford & Sons'ı 10 kere cebinden çıkarıp, sonra da fakire sadaka diye verebilecek bir grubun künyesinde (sırf "yeni" diye!) bunların referans niyetine adlarının geçmesi canımı sıkmıyor değil. Neyse ki Various Cruelties'deki cevherin farkına varan, aynı zamanda Beck, Phoenix, Goldfrapp gibi isimlerin yapımcılığını yapmışlığı olan Tony Hoffer yapmış yapacağını, onları tuttuğu gibi Los Angeles'a götürüp stüdyoya sokmuş. Ortaya çıkan "kendi adını taşıyan ilk albüm" muazzam bir rock’n’soul olmuş. Hatta haklarında yazılan bazı eleştirilerde şarkı şarkı U2, Radiohead, The Commitments, Coldplay, The Police esintileri yakaladıklarından bahsedilse de, The Commitments'ın haricinde diğer isimlerle doğrudan bir bağlantı kurmanın biraz da zorlama olduğu kanısındayım.

Various Cruelties, birbirinden güzel 11 şarkısıyla zaten çok dirayetli bir grup olduğunu ilân ederken, bir de üstüne Liam O'Donnell gibi olağanüstü bir vokalin şarkılara kattığı tutkuyla daha da yüceliyor. Siyah ve beyazı aynı ses tellerinde buluşturan, ilk bakışta Alex Turner'dan hallice bu ses, sanki 60'lar soul coğrafyasından bir kapsüle binip 2000'lere ışınlanmış, bir anda kendini ifade edebileceği en güzel oluşumlardan biri olan Various Cruelties'de bularak griliğini konuşturmuş gibi sanki. Henüz açılıştaki Chemicals'ın muhteviyatı aslen grubun ve O'Donnell'ın hakkında söylenecekleri müzik ve vokal olarak kusursuz biçimde söylediği için boşa kürek çekiyoruz burada. Peşi sıra Great Unknown gelince ufaktan affallıyorum. Arka arkaya bu kadar güzel iki şarkı ancak her şarkısı güzel albümlerde olur zira. Mainstream eğilimli Magnetic Field'ın soul ile bağlarını koparmayan sertliği, 2:15 kadar sürmesini istemeyeceğimiz, aynı zamanda tadında bıraktığı için memnun olacağımız Cold As You adlı retro punk pop yaramazlığı ile hiç uyum sorunu yaşamıyor.


Her hücresiyle kalbi kırık olduğuna ikna eden Beautiful Delirium'un, dinlerken kalbimin kırık yanlarına dokunduğunu hissediyorum. Grubun soul ve rock sevişgenliğine alıştığımız anda kalbi kırık Beautiful Delirium'un ardından gelen She Is The One, 60'lar R&B ve soul geleneğine olan sıkı bağlılığının dibine vuruyor ki resmen, öyle böyle değil. Öyle ya da böyle Try A Little Tenderness'in döllediği torunlardan sadece biri bu şarkı. Bitmiyor. Capsize ile grubun şimdi de nereye, hangi döneme, hangi mevsime koyacağımı şaşırdığım, ama hafiften yaydığı tropik aromasıyla çakırkeyif bir hamak keyfi yaşatan büyüsüne teslim oluyorum. Chemicals, Great Unknown ve If It Wasn't For You ile birlikte albümden çıkan 4. single Neon Truth ile neşeli biçimde kapanışı yapan bu harika debut, kimseye eyvallahı olmayan, öte yandan herkesi kucaklamak için kollarını açmış son derece doğal, rahat ve özgün bir albüm.

Various Cruelties kesinlikle geleceği olan bir grup. İşte bir albüme, hele de ilk albümüne kendi adını vereceksen böyle albümler için vereceksin. Tony Hoffer nasıl mübarek bir insan evladıymış ki biryerlerden duyup onlara koltuk çıkmış. Gri gökyüzünden bunalmış Londra'lı dört adamı güneşli Melekler Şehri'ne götürüp böyle pırıl pırıl bir albüm yapmalarına el vermiş. (Zaten Beck, Phoenix, Goldfrapp üçlüsüne de bayılırım!) Ama onların o grilik altında yaşadıkları sıkıntıların yaratıcı etkisine de stüdyosunun kapılarını açık tutmuş. Dileğimiz o kapıların Various Cruelties'e hep açık tutulması, o stüdyoların Various Cruelties'in yatacak yeri olması. Belki bundan sonra kendi adını taşımayan, ama kendi adını taşıyan o nefis ilk albümdeki ruhu taşıyan nice albümlere Various Cruelties adıyla can vermesi.

1. Chemicals
2. Great Unknown
3. If It Wasn't for You
4. Magnetic Field
5. Cold as You
6. Dry Your Tears
7. Beautiful Delirium
8. She Is the One
9. Capsize
10. Thrill Is Gone
11. Neon Truth

18 Mayıs 2012 Cuma

Violens - True


İyi bir albüm yakalamanın gittikçe zorlaştığı bir dönem geçiriyorum kendi adıma. Aslında bu dönemler beğeni açılarımın çapını genişleten yapıcı etkilere sahip olduğundan, biraz da acı çeken ozanın üretkenliğinin zirvesini zorlaması misali, dinleyip zevklenecek dinleyicinin iyi albüm bulmasındaki kriterlerinin şekillenişini de etkiliyor. Hatta "Kötünün İyisi" sandığınız birtakım işlerin "Gerçekten İyi" olduklarına uyanabiliyorsunuz. New York dörtlüsü Violens bu bağlamda sahiden iyi bir grupmuş... "-muş" çünkü bir süre önce rastladığım 2010 tarihli ilk albümleri Amoral'ın üzerimde hiç de iyi etkiler bırakmadığını, 2012 tarihli True'nun bıraktığı etkilerden ötürü çok daha iyi etüd edebildim. 2011'de çıkan toplama albüm Nine Songs'dan söz edeli de fazla olmadı. Herşeyden evvel atmosfer sahibi bir grup ki, bu özelliğini çok kaliteli bir post-punk icra edişine borçlu. Yumuşak gitar tonlarını yağmur gibi üzerimize yağdırmak suretiyle 60'lar power pop'undan günümüz indie pop şirinliğine köprüler kuruyorlar.

Mesela albümün en iyilerinden olan When To Let Go, The Beach Boys etkilerinin yoğun olarak hissedildiği ve tanımlamak için türlü benzetmeler aradığım Violens müziğini en yerinde yansıtan şarkı denebilir. The Cure'un (Robert Smith vokalsiz) dream pop yoğunluğunu taşıyan cıvıl cıvıl Through The Window ve neo-psychedelia semalarında indie rock biçimlerini yer yer kaotikleşerek (hatta Sonic Youth'laşarak!) yansıtan Every Melting Degree, sanki başka başka grupların şarkıları gibi durmakta. Totally True ne kadar içli ve samimi bir post-punk ise, All Night Low bu bileşenin "post" ve "punk" bölümlerinin çizgilerini belirginleştirmeye çalışmış bir rock bestesi. Kapanışta yer bulan So Hard To See, herşeyin içine ölçülü synth pop sosunu da katınca tam oluyor. Bu kadar laftan sonra sanılmasın ki adamlar macuncu fırıldağı gibi şarkıdan şarkıya dönüp başkalaşım geçiriyorlar. Herşey özünde Violens omurgasına bağlı dalların oraya buraya uzanışı şeklinde gerçekleşiyor.

Grubun başarısını ise büyük oranda Jorge Elbrecht'a bağlamak doğru olur. Zira albüme vokal ve gitarla eşlik eden, yapımcı, mülti-enstrümantalist ve aynı zamanda bir multimedya sanat projesi olan Lansing-Dreiden'ın kurucu üyesi olan Elbrecht 2007'de Violens'i kuran kişi. Geleceğin indie prenslerinden biri. True ise çok içten ve nitelikli bir albüm. Adı geçen şarkılarla birlikte Der Microarc, Sariza Spring, Unfolding Black Wings sayesinde tam da loş bir gece albümü. (Zaten post-punk dediğin gece dinlenir). Bazı kritiklerde "dördüncü boyutun üçüncü gözü" gibi tumturaklı övgülere mazhar olan, lâkin bu kadar abartılmayacak kadar sade bir güzelliğe sahip. Bir omzunda rock, bir omzunda pop taşıyan katıksız bir post-punk nefâseti. "Kötünün İyisi" değil "Gerçekten İyi".

1. Totally True
2. Der Microarc
3. When to Let Go
4. Sariza Spring
5. Every Melting Degree
6. Lavender Forces
7. Unfolding Back Wings
8. All Night Low
9. Watch the Streams
10. Lucent Caries
11. Through the Window
12. So Hard to See

12 Mayıs 2012 Cumartesi

Nias - Nias


Nicolas Tillmann (vokal, gitar), Milian Vogel (davul) ve multi-enstrümantalist George'dan oluşan Nias, Berlin kökenli bir indie üçlüsü. Indie'nin pop kısmını lâyığıyla uyguladıklarını düşünüyorum ki, özellikle 2012'nin ilk yarısı için bunu uygulayabilmiş isim sayısı, dinlediklerim arasında bir elin parmaklarını olsa olsa birkaç parmak ya geçmiştir, ya da geçmemiştir. Haklarında fazla bilgiye ulaşmak, saçma sapan bir sürü grubun gereksiz bilgilerine ulaşmak kadar kolay değil. Yine de Tillmann'ın grubun singer/songwriter'ı olduğunu, Vogel'ın davul çalmaktan başka albüme yapımcılık da yaptığını biryerlerden okuma şansım oldu. Almanya'dan Almanca dışında indie pop yapıp, çoğu Amerikan indie pop grubunun canına ot tıkayabilecek potansiyele sahip fazla grup çıktığını sanmam. İşin aslı, Almanya'dan indie pop grubu çıktığını bile sanmam. Ama Nias sayesinde memleketi Berlin olup da hiç elektronik gotikleşme belirtisi göstermeyen bir müziğe rastlamak ilginç olduğu kadar keyif verici bir tecrübe.

Genel olarak bir albümü ilk dinleyişimde ne kadar çok şarkıyı benimsersem o albümü o kadar çabuk eskiteceğimi düşünürüm. Bu da herkesin hissetmeyeceği sıradışı bir durum değildir elbette. Nias çok şık, tertemiz, bunaltmayan, başladığı işi en iyi şekilde bitiren bir grup. Nakaratları birer pop marşı olmasa da iniş çıkışlara akıllıca adapte olan biçimde gayet akılda kalıcı. Sadece kapanıştaki Off For The Roadside'a ısınamadığım, fakat onu da albümün süresi boyunca yüksek tuttuğu çıtanın altında kalışına bağladığım bu albüm, her dinleyişte birbirinden sürekli rol çalmaya uğraşan şarkılarla dolu. İlk beşe To Get Lost, The Blink, Cut, Lush ve Rainwashed'u koyarsak, yedeklere de (ki bunlar da ortalama herhangi bir indie pop albümünü hiç zorlanmadan vasatın üzerine çıkarabilecek şarkılardır) She Would, Never Know, Trigger Girl, Made Up ve That Sound'u soyundurabiliriz. Almanca söylemeseler de hemşerileri Mikroboy kadar iyi çocuklar. Canlı çalınmaya ve coşmaya müsait olduğu kadar, doğru ellerde vücut bulmuş düzenlemelerle kayda alınmış zeki pop bestelerine sahipler. Şu son Nisan - Mayıs kıtlığında çok iyi gittiler.

1. She Would
2. To Get Lost
3. Made Up
4. Rainwashed
5. Never Know
6. That Sound
7. Cut
8. Lush
9. The Blink
10. Trigger Girl
11. Off for the Roadside

10 Mayıs 2012 Perşembe

Intouchables (OST)


Olivier Nakache ve Eric Toledano ikilisinin gerçek bir olaydan esinlenerek yazıp yönettiği Intouchables, yamaç paraşütü yaparken geçirdiği kaza sonunda boyundan aşağısı felç olan milyoner iş adamı Philippe ile ona yardımcı olması için tuttuğu Driss arasında kurulan sıcak dostluğu anlatan sevimli bir Fransız filmi. "Sevimli" ve "Fransız" kelimelerini en son yanyana kullandığım film sanırım Amélie idi. Tabiî aralarda başka sevimli Fransız filmlerine de rastlamışımdır. İz bırakmamış olacaklar ki isim dahi veremiyorum. Ama Intouchables gerek ana akım sinemanın (müzikal karşılığı pop/rock!) tüm nimetlerinden faydalanan yapısıyla, gerek iki güçlü oyuncusuyla, gerekse müzikleriyle, sevimsizliğiyle ünlü Fransız sinemasının canı istediğinde gişeye de iyi şeyler sunabileceğine dair nadir örneklerden biri. Bu "gerek"ler arasından cımbızlayacağımız müzikleri ise, artık bir soundtrack klişesi olarak yine önce filmi izleyip keyfini çıkarmış seyircilerin daha fazla zevkleneceği türden şarkılarla dolu.

Albüm, tecrübeli İtalyan besteci Ludovico Einaudi'nin, bu renkli filmin derinlerinde saklı olan hüznünü ustaca açığa çıkaran Fly adlı temasıyla açılıyor. Piyanoyla yaratılan bu müthiş duygu selinin ardından beklenmedik biçimde Earth, Wind & Fire kabilesinin September parçası peydahlanıyor. Şarkı, Philippe ve Driss'in gece spor arabayla hız yaparken polise yakalanmaları, sonra da Philippe'in durumu anlaşıldığında polisin onlara eskortluk yaptığı şahane açılış jeneriğine fon oluşturuyor. Soundtrack ise score ve soul/funk karışımı bir rotada ilerliyor zaten. Özellikle 70'lerin R&B, soul, disco, funk semalarında fırtınalar estiren Earth, Wind & Fire'ın September ile birlikte üç şarkısı daha bulunuyor. Philippe'in sıkıcı doğum günü partisini renklendiren Driss'in dans şovu yaptığı Boogie Wonderland ve filmin 57. dakikasında başlayan enfes bir kurgunun gerisinde çalan You're Goin' Miss Your Candyman, bu anlarda Driss'in Earth, Wind & Fire tutkusunu seyirciye de bulaştırıyor.


Driss'in müziğe olan aşkı kişiliğinin de tam bir yansıması. "Dans edemiyorsan müzik müzik değildir" fikri onu katıksız bir "soul man" yapıyor. Yine doğum günü partisinde Philippe'in özel orkestrasında pasajlar çaldırdığı klâsik müzik eserleri hakkında Driss'in düşüncelerini sorduğu blind test bölümde patlattığı espriler de onun bu özelliğini yansıtıyor. (Bu bölüm Blind Test olarak albümde de mevcut.) En basitinden Bach'ı 18. yüzyılın Barry White'ı olarak görmesi bile yeter. Ayrıca klâsik müziğin kahve reklâmlarına veya işsizlik kurumu hattının bekleme fonuna malzeme edilip itibarsızlaştırılmasına yaptığı gönderme de dikkatlerden kaçmıyor. Philippe ve Driss'in yamaç paraşütü yaptıkları sahnede çalan Nina Simone'un Feeling Good güzelliğini de unutmamak gerek. Belki albümün tek eksiği, Driss'in sosyal yardım belgesini imzalatmak için geldiği halde iş başvurusuna geldiğini sanan Philippe'in ona referanslarını sorduğunda Earth, Wind & Fire ile birlikte referans gösterdiği Kool & The Gang'den bir parça bile olmaması. Yine de bu durum can sıkmıyor. Tam da Philippe - Driss ikilisinin temsil ettiği farklı değer ve kültürlere ithaf edilerek derlenmiş, kel alâka durmamış gayet sıkı bir derleme. Omar Sy'ın Driss olarak müziği hissetme ve yorumlama şekline hayran bırakan örneklerini ve Philippe'in iç yoğunluğuna tercüman olmaya muktedir Ludovico Einaudi bestelerini birarada görmek, filmin bu farktan yarattığı uyuma sahip çıkan niteliğini hiç bozmuyor.

1. Ludovico Einaudi - Fly
2. Earth, Wind & Fire - September
3. Omar Sy, François Cluzet, Audrey Fleurot - Des Références...
4. Ludovico Einaudi - Writing Poems
5. George Benson - The Ghetto
6. Omar Sy, François Cluzet, Audrey Fleurot - L'Arbre Qui Chante
7. Earth, Wind & Fire - You're Goin' Miss Your Candyman
8. Omar Sy, François Cluzet, Audrey Fleurot - Blind Test
9. Earth, Wind & Fire - Boogie Wonderland (feat. The Emotions)
10. Ludovico Einaudi - L'Origine Nascosta
11. Nina Simone - Feeling Good
12. Ludovico Einaudi - Cache-Cache
13. Angelicum De Milan - Vivaldi: Concerto Pour 2 Violons & Orchestre
14. Ludovico Einaudi - Una Mattina
15. Vib Gyor - Red Light

4 Mayıs 2012 Cuma

Red Snapper - Making Bones


1993 yılında Londra'da kurulan Red Snapper, Ali Friend (double bass), Richard Thair (davul) ve David Ayers (gitar) üçlüsünden oluşmakta. Caz trompetçisi Byron Wallen'ın gruba katkıları da onu adeta okey dördüncüsü yapmakta. Nu jazz, acid jazz, trip hop gibi elit türlerin harmanlanması ve bu harmanlanma sonucu breakbeat, electronica, funk, drum & bass, dubstep gibi daha pekçok melez türden de nasibini alan Red Snapper müziğiyle ilk tanışmam doğru zamanda doğru yerde gerçekleşmiştir. Bu tanışmaya Mezzanine, The Fat Of The Land, Play, Maxinquaye gibi elektronik müziğin altın çağı saydığım 90'lar sonuna ait mihenk taşı albümlerle aynı dönem çıkan ikinci albüm Making Bones adı verilir. O yılların müzikal hareketliliğini takip ettiğimiz sınırlı sayıdaki müzik yayınlarında adına sıkça rastladığım Making Bones yere göğe sığmayan eleştiri yazılarının konusuydu. Ne var ki bu yazıların gazına gelip hüsrana uğradığım albüm sayısı da çok olunca Red Snapper hadisesine temkinli yaklaşmamak olmazdı. Ne dinlemek istediğine dair ne dilediğine dikkat et misali!

Ama Making Bones öyle bir albüm ki, yukarıda adı geçen albümlerin birbirlerine olan mesafelerini kendi kabına koyup şahane bir karışım elde etmiş bir bilgelik sahibiydi. Arkasından ölmüş gibi konuştuğuma bakılmasın. Çıkmasının üstünden 14 sene geçmesine rağmen her dinleyişimde aynı enerjiyi, aynı tutkuyu, aynı zekâyı (hatta dehâyı) bana iletebilen özel albümlerdendir. Elimden, dilimden, kulağımdan, gözümden düşürmediğim Making Bones'un öncesindeki Prince Blimey (1996) ve sonrasındaki Our Aim Is to Satisfy Red Snapper (2000), Red Snapper (2000), A Pale Blue Dot (2008) ve hele de en son çıkan Key (2011) bana kesinlikle aynı tadı vermediği için daha da özeldir. 2002'de dağılıp 2007'de tekrar birleşen grubun kalitesi tartışılmaz. Zaten beğenmediğim albümlerinde bile çok sık olmasa da Making Bones ruhundan izler taşıyan anlar mevcuttur. Ama bu anlar sürekli "bana herşey Making Bones'u hatırlatıyor" şarkısını çaldığı için artık ne yapsalar kâr etmiyor. Öyle bir çıta ki, aşılması o çıtayı belirleyenler tarafından bile zor bir hal alıyor. OK Computer misali!


Ali Friend'in yoğun bas dalgalarıyla ve rapçi MC Det'in ketum vokaliyle açılış yapan The Sleepless, ilk duyduğumda Red Snapper'ın süper bir "conscious hip hop" grubu olarak da piyasada iş tutabileceğini düşündürmüştü bana. Kimi uzun, kimi kısa süreli konuk olan müzisyenlerle iyice renklenen albümün çekirdek Red Snapper müziğine zerre zarar vermediğini belirtelim. Arada kendilerinden rol çalınmasına müsaade etseler de başrolü kimseye vermeye niyetli değiller. Nitekim ikinci parça Crease, yine Ali'nin duble bas partisyonlarıyla sağladığı hipnotik etkiyi kıpır kıpır bir acid jazz formuna dönüştüren enerji deposu adeta. Alison David'in duygu yüklü sesiyle vokal yaptığı Image Of You ise, Crease gibi her eve lâzım yaramaz bir çocuğun ardından yoğun keman ve çello dokusunun da yarattığı epik duruşuyla biraz şaşırtıyor. Fakat hoşluk veren bir şaşkınlık bu. Jez Friend'in trombonuyla konuk olduğu Bogeyman, özellikle Ali, Jez ve davulcu Richard'ın coştuğu, sanki stüdyoda jam session esnasında çıkmış hissi uyandıran kanlı canlı bir şarkı. Albümü uzunca bir süre kaset formatından dinlediğim için A yüzünün son parçası olarak karşıma çıkan The Tunnel'ı her duyduğumda sanki bir şarkı değil de, uygulamalı enstrümantal hip-hop-caz sentezi dersi dinliyormuşum duygusu belirirdi. Drum & bass & jazz tünelinde seyir halinde ilerlemek misali!

Sıradaki Like A Moving Truck, yine MC Det'in kendi lirikleriyle adeta bir enstrüman gibi rap attırdığı ordan giren, burdan çıkan tempolu bir beste. Ve Spitalfields... Geceyarısı bir caz kulübünden çıktıktan sonra yağmurda taksi bulma düşüncesinden bir anda vazgeçip etrafa tedirgin triplerle bakışlar atarak yürümeyi tercih etmenin notalara dökülmüş hâli sanki. En güzeli de, bu tanımlardan çok daha farklı başka senaryoların da notalara dökülmüş hâli olabileceğine dair olağanüstü bir deneyim. Alison David'in tekrar mikrofona geçtiği Seeing Red, Spitalfields kadar yoğun olmasa da (zaten ne alâka!) farklı bir kanaldan salgıladığı benzer bir chill out modundan ses veren nitelikte. MC Det'in üçüncü kez sahneye çıktığı Suckerpunch ise albümün bir başka pırlantası. Blaxploitation ruhunun, günümüz zeki hip hop normlarıyla halvet olmuş modern bir tasarımı olan bu parça o kadar güçlü bir orta tempo enerji yayıyor ki, grubun her bir elemanı aslında çok basit bir rotası olan kendi partisyonlarını yanyana getiriş biçimleriyle zirveye sofra kuruyorlar. 4 Dead Monks ise akustik gitarların kanat gerdiği sakin ama biraz da tedirgin ritmiyle yola çıkıyor. Son iki dakikasında da o tedirginliğin nedeni anlaşılıyor ve şarkı Ali'nin zalim baslarıyla o ritim istifini bozmadan öyle bir gerilim yükleniyor ki, kendini şarkıya bütünüyle kaptıran dinleyenin aklı çıkıyor. Tuzağa düşmenin güzelliği misali!

Sanırsam albümün sonraki basımlarında sona eklenen Quicktemper, albüm geneline hiç de eğreti durmayan, Like A Moving Truck benzeri cıva gibi bir şarkı. Albüm her bittiğinde başta Ali Friend'in hipnotik etkiye sahip türlü bas oyunlarının yarattığı algı derinlikleri olmak üzere tümüyle benzersiz bir müziğin temel atma törenine katılmış hissine kapılıyorum. Her ne kadar öteki Red Snapper albümleriyle o temelin üzerine yeni katlar çıkılmadığını düşünsem de, bunun için içten içe üzülsem de, zamanında iki adet kaset formatını dinleye dinleye eskitmiş olduğum, şimdilerde dijitalinin gözüne vurduğum Making Bones'u her dinleyişimde de bu temelin üzerine Making Bones harcıyla yoğrulmuş yeni katlar çıkıyorum kendi kendime. Cennete doğru ilerleyen bir gökdelen misali!

1. The Sleepless
2. Crease
3. Image Of You
4. Bogeyman
5. The Tunnel
6. Like A Moving Truck
7. Spitalfields
8. Seeing Red
9. Suckerpunch
10. 4 Dead Monks
11. Quicktemper