14 Kasım 2010 Pazar

Gypsy & The Cat - Gilgamesh


Gypsy & The Cat adlı Avustralyalı yeni bir grup şu sıralar sessiz sedasız kulaklara sızmakta. İkisi de 21 yaşında olan Xavier Bacash ve Lionel Towers'ın Melbourne'daki garajlarında müzik yapmaya başlamalarının üzerinden fazla zaman geçmemiş. Debut albümleri Gilgamesh'i garajda pişirmiş, ev stüdyosunda da servis edilir hale getirmişler. İlk single Time To Wander'ı duyar duymaz bende bir deja vu oluştu. Sanki bu şarkıyı evvelden biryerlerde duymuştum. Böyle olduğunda genelde o şarkı cover çıkar, olayın mistizmi falan kalmaz. Fakat şu ana dek Time To Wander'ın önceden yazılmış olduğuna dair bir bilgi yok elimde. Pop yakalayıcılığı ağır basan tertemiz bir sound, yumuşak gitarların ayrı bir nostalji havası estirdiği basit bir altyapı, içtikçe içesi gelen nakaratlar acaba bana nereden tanıdık geliyor derken, aslında daha önce dinlediğim başka şeylerin günümüze ustaca taşınmış olduğu gerçeğine uyanıyorum.

Tümüyle olmasa da, en can alıcı noktalarıyla bir Tears For Fears, bir Fleetwood Mac, bir The Bee Gees, bir Crosby, Stills, Nash & Young lezzeti alacağımı hiç tahmin etmezdim. Bu tatları 80'lerin artık dalbudak sarmış geyiklerinden bahsederek kaçırmak istemem. Ama birçok şarkıyı dinlerken türlü Mavi Ay sahneleri bile şeritler halinde gözümün önünden geçmedi dersem adamlara ayıp olur. 80'lere saplanıp kalmış bir kişilik değilim de, Gypsy & The Cat gibi o yılları bu yıllarla yanyana koyabilen, hem o yıllara, hem de bu yıllara yabancı olmadığını hissettiren çok fazla isim duyamıyorum. Duyuyorum ama hep bir arıza çıkıyor. Tatlı vokallerin cıvıl cıvıl pop nağmeleriyle soft rock flörtü, beraberinde aynı tatlılıkta bir hüznü de yaşatmalı ki, şarkıları hiç sardırmadan dinleyebilelim, hatta bir defa daha dinlemek isteyelim.


İşte Gilgamesh böyle şarkılarla dolu bir şeker kavanozu benim için. Tadı hoşuma gitmeyip de iyilik ediyormuş ayağına yatarak arkadaşıma vermek istediğim bir tane bile şeker yok aralarında. Time To Wander'ı ne kadar övdüysem, ne kadar yakın gördüysem The Piper's Song,'u, Jona Vark'ı, Gilgamesh'i, Breakaway'i de o kadar yakın gördüm. Olay sadece Time To Wander'dan ibaret değil. Şu albüm 1987'de çıksaydı olacakları düşünemiyorum. Şu albüm 2010'da çıktı ya, müziğin zamansız bir kavram oluşu üzerinden felsefî satırlar da tıpkı Mavi Ay şeritleri gibi gözümün önünden geçiveriyor. Parallel Universe mesela... Nasıl bir şarkıdır ki hem 80'lerin tozunu üzerinden silmemiş, hem de minicik elektro notalarla sözlerinde de dile getirdiği gibi uzayda (boşlukta) süzülüp duran bir atmosfer yaratmış. A Perfect 2 mesela... Akustik detaylarını yaylılarla zenginleştirmiş, son 50 saniyesindeki yaylıların tutku dozunu arttırarak üç dakikalık bir sempati ortaya çıkarmış. Şu şarkılardan kafana göre birini al, 70'leri 80'lere bağlayan yıllara ait bir "mutlu son" filmin end credits fonuna koy, yazılarla beraber akıp gitsin.

Aralarda her an Stevie Nicks o maskülen dişi sesiyle çıkıp birşeyler söyleyecekmiş, Gibb biraderler o yağmur misali yağan vokal armonileriyle nakaratlara eşlik edecekmiş gibi hissediyorum. Sight Of A Tear'ın girişinden sonra sanki Kim Carnes o tatlı baladı Betty Davis' Eyes'ı söylemeye başlayacak. İki tane gencecik adamdan böyle bir albüm çıkması harika. 80'lerden kalma bazı pop modeller bile o kadar debelendikleri halde böyle bir albüm yapamıyorlar. Tamam, kimileri zamanında böylelerini yaptı belki ama milenyum sonrası hâlâ aynı tribüne oynamanın bir beklentisi ve sonucu olmalı. Dinleyicideki bu beklenti de Gilgamesh ayarında bir albümle ödüllendirilmeli bana göre.

1. Time To Wander
2. The Piper's Song
3. Jona Vark
4. Gilgamesh
5. Sight Of A Tear
6. Human Desire
7. Parallel Universe
8. Breakaway
9. Watching Me, Watching You
10. Running Romeo
11. A Perfect 2

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder