30 Kasım 2020 Pazartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Kasım 2020)

Amy Macdonald - The Human Demands
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Statues"

Wolfheart - Tyhjyys
Yıl: 2017 Finlandiya
Tür: Melodic Death Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Flood"
Thunder Jackson - Thunder Jackson
Yıl: 2020 ABD
Tür: Indie Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Love Sick Doctor"
3Phaz - Three Phase
Yıl: 2020 Mısır
Tür: Electronic, UK Bass, Mahraganat
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Exploit"


Fallulah - All My Eyes Are Open
Yıl: 2020 Danimarka
Tür: Indie Pop, Art Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "All These Daydreams"

Emma Donovan & The PutBacks - Crossover
Yıl: 2019 Avustralya
Tür: Blues, Funk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Leftovers"
Christopher Drake - Batman: The Dark Knight Returns
Yıl: 2013 ABD
Tür: Film Score
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Dark Knight Returns"
Collapse Under The Empire - Everything We Will Leave Beyond Us
Yıl: 2020 Almanya
Tür: Post-Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Red Rain"

Rosetta Stone - Cryptology
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Gothic Rock, Post-Punk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shock"
Clutch - The Weathermaker Vault Series Vol. I
Yıl: 2020 ABD
Tür: Stoner Rock, Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Passive Restraints"

The Double Happiness - Surfgazing
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Indie Rock, Surf Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wild Bikini"
Chico Mann - Double Life
Yıl: 2020 ABD
Tür: Afrobeat, Psychedelic Rock, Funk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fighting"
Animal Ghosts - Wail
Yıl: 2020 ABD
Tür: Shoegaze
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moonbeam"

Shamir - Ratchet
Yıl: 2015 ABD
Tür: Electropop, Synthpop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "On the Regular"



Kate Miller-Heidke - Child in Reverse
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Pop, Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Simpatico (feat. Mallrat)

Novo Amor - Cannot Be, Whatsoever
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Indie Folk, Singer/Songwriter
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Opaline"
Detroit Rock City OST
Yıl: 1999 ABD
Tür: Hard Rock, Glam Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: David Bowie - "Rebel Rebel"

Ghost Town Shindig - GTS
Yıl: 2020 ABD
Tür: Instrümental Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hot Rails"

Schrödinger - Last Days on Earth
Yıl: 2020 İsviçre
Tür: Post-Punk, Gothic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Phantom"



The Bongolian - Harlem Hipshake
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Funk
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Soul Drums on 110th Street"




25 Kasım 2020 Çarşamba

Second Sun - Kampen Går Vidare

 
Önce Hopp/Förtvivlan (2015), ardından Eländes Elände (2018), Kasım 2020'de de Kampen Går Vidare... Stockholm kökenli dörtlü Second Sun bu albümüyle 3'te 3 yaparak her seferinde gönlümdeki yerini sağlamlaştırıyor. İlk iki albümle ilgili duygu ve düşüncelerimin üzerine daha ne ekleyebilirim derken fark ettim ki, Second Sun hakkında yeni bir şeyler söylemesem bile konuşmayı/yazmayı seviyorum. Çünkü bana rock nostaljisinin görüş alanları kadar kör noktalarını da gösteren şahane bir havası var. Her ne kadar Hopp/Förtvivlan'ın yeri bir başka olsa da, sonrakiler de içimde bir Second Sun evreni oluştuğunu gösterdi. Jakob Ljungberg ve üç kişilik tayfası yepyeni 9 şarkıyla o evreni iyice genişletti. Sanırım her yeni Second Sun albümünde aynı şeyleri yaşayacağım ve bu nadide grubu öveceğim. Büyük konuşmak istemem. Ama beslendikleri geniş retro yelpaze ve onların bu yelpazeyi ele alış biçimindeki klasik ve yenilikçi tavır düşünülürse bence sessiz ve derinden kendilerine çok güçlü bir kariyer inşa ettiklerini söylemek mümkün. Teşbihte hata olmaz derler. Bu inşa, depremde yıkılmayacak binalardan biri olmalarını sağlıyor.

Artık klişe ötesi oldu ama şu "bütün şarkılar birbirine benziyor" cümlesini her önümüze gelen grup için kullanmamanın yolu, o grubun yolculuğuna ortak olmaktan geçiyor. Bu cümlenin akıllara ilk getirdiği isim olarak AC/DC gibi yıllarca üç akorla kariyer yapmış gruplardan farklı olarak o sözde birbirine benzeyen şarkıların içine, değeri yıllandıkça, işlendikçe, demlendikçe anlaşılacak kenarlar, köşeler, ekmek kırıntıları yerleştiren Second Sun, aslında bir benzemezliğin, kendi nüfus kağıdına sahip şarkıların varlığına inandıran gruplardan biri. Mesela Kampen Går Vidare (The Fight Goes On), bir bireyin psikolojik/politik yolculuğunu anlatan şarkılardan oluşan bir konsept albümmüş. Kendi dillerinde söyledikleri şarkıları oturup Google Translate çevirisiyle anlamaya çalışmak için enerjim yok. Zaten ben işin orasında değilim. Müziğin gücü bana birçok şeyi anlatıyor, anlatmadıklarını da ustalıkla saklayıp bir sonraki seanslara saklıyor. Bugüne kadar Deep Purple, Thin Lizzy, Blue Öyster Cult ve 70'lerde fırtınalar estirmiş nice gruba benzetilmesi boşuna değil. Ben işin orasında da değilim. Bu zamansız hard rock, günümüze o kadar güzel taşınıyor ki, bir süre sonra tüm bu benzetmelerden, farklı referanslardan arınıyorsunuz. Aranızdaki ilişki kişiselleşip aşka dönüşüyor.

Hangi şarkısını övsem, kime benzeterek bunu yapsam diye düşünmeyi bıraktım. Zira bu evrende 1-2 orta karar dediğim şarkıda bile dinledikçe yeni şeyler ortaya çıkıyor hep. Hatta bu albümde daha öncekilerde fark etmediğim veya tam olarak adını koyamadığım farklı türlere bile uyanıyorum. Mesela NWOBHM'deki coşkuyu daha inceltilmiş 70'ler hard rock kıvamıyla dengelemeleri veya narin folk şarkılarındaki inceliği aynı 70'ler kıvamıyla bu kez kalınlaştırmaları, ancak 3. albümde anlamaya başladığım bir şey. Tabii böyle şeylerin emarelerine rastlamıyor değilsiniz. Ama kendi bakış açınıza dayanarak kendi kendinize bunun adını koymak zaman alabiliyor. Ve işin bu kısmı çok heyecan verici. Sång om våren gibi mükemmel bir hard rock ile açılan, Gör alltid ditt bästa för de du älskar gibi şık bir blues rock ile kapanan 3. Second Sun albümü Kampen Går Vidare, 32 dakika süren 9 şarkısıyla kendi kurduğu evrende "usta" diyebileceğimiz kim varsa hepsinden irili ufaklı izler taşıyan, geçmişe dair o izleri nasıl günümüze kadar getirebileceğine, hatta nasıl daha ileri taşıyabileceğine hakim Second Sun'ın hayranlık veren enerjisine tekrar ortak ediyor dinleyicisini. Bir sonraki Second Sun albümünde övecek yeni şeyler bulmak üzere.

1. Sång om våren
2. Du är allt du har
3. Slå tillbaks
4. Attack
5. Kampen går vidare
6. Hatar det ändå
7. Vem ska bry sig
8. Om alla bara var mer som jag
9. Gör alltid ditt bästa för de du älskar

12 Kasım 2020 Perşembe

Neil Young - Mirror Ball

 
Kanadalı rock çınarı Neil Young, 80'lerin sonlarında adını duymaya başladığım bir müzisyendi. Ama o yoklukta nasıl duyabildiğimi tam bilmesem de muhtemelen az sayıdaki müzik dergisinde  haberlerine denk gelmişimdir. Kendisiyle resmi tanışmamız Crosby, Stills, Nash & Young'ın 1988 tarihli American Dream albümüyle oldu. Yani onun şarkıcı/şarkı yazarı özelliğini bir solo albümünde değil, grup çalışmasında anlayabilmiştim. Young'ın 70'lerden 2010'lara kadar ara ara takıldığı Crazy Horse adlı dört kişilik bir grubu daha vardı. Bu süre zarfında Neil Young & Crazy Horse adı altında 6 stüdyo albümü bile çıkarmışlardı. Ama en bilineni Buffalo Springfield olmak üzere Young'ın grup kariyerinin solo kariyeri kadar yoğun oluşu, beni vuran bir albümünün veya bestesinin olmayışı gibi nedenlerden dolayı kendisine uzaktan saygı duyan bir dinleyiciydim. Zaten 90'lardan itibaren esmeye başlayan grunge fırtınasıyla birlikte Neil Young gibi adamlarla ilişkim istisnalar dışında mesafeliydi. Takvimler 1995 yılını gösterdiğinde Young'ın 21. stüdyo albümü Mirror Ball'un çıkacağı haberi, her zamanki Young haberlerinden daha cafcaflı çıkmaya başlayınca anlaşıldı ki, Young bu defa grup olarak yanına grunge devlerinden Pearl Jam'i almıştı.

Neil Young ve Pearl Jam'in yolları, 95 sentesinde Washington'da düzenlenen kürtaj hakları etkinliğinde kesişti. Bundan sadece 11 gün sonra stüdyoya girip sadece 4 günde albümü canlı olarak kaydettiler. Tabii öncesindeki provalar Ocak ve Şubat aylarındaydı. Ocak seansına 7 şarkı ile gelen Young, Şubat seansına ise 2 şarkı artı 2 adet de kısa akustik ile geldi. Aralarında Song X ve Act Of Love'ın da yer aldığı 4 şarkı, Young tarafından albümün kayıt süreci olan 4 gün içinde yazılmıştı. Albümün yapımcılığını üstlenen, arada eline elektrik gitar alan, geri vokal bile yapan Brendan O'Brien aynı zamanda Pearl Jam albümleri Vs ve Vitalogy'nin de yapımcısıydı. Kulağa her şeyiyle aceleye gelmiş gibi duran Mirror Ball süreci, başkalarının aylarca özene bezene hazırlayıp bir halta benzemeyen albümlerinden kat kat güçlü bir albüm doğurdu. Artık bu adamlar işlerinde o kadar ustaydılar ki, Young'ın rahatlıkla folk perspektifiyle çalıp söyleyebileceği şarkıları Pearl Jam dokunuşlarının getirdiği alternative/hard/grunge rock evrenine uyarlamak onlar için basit bir refleksten ibaretti.


Pearl Jam vokalisti Eddie Vedder'ın Young ile beraber yazdığı, vokal ve geri vokal yaptığı Peace and Love dışında bütün şarkılar Neil Young'a ait. Aslında albüm kaydedilirken Vedder bazı ailevi sebeplerden ötürü pek ortalarda olmuyor. Young'ın Pearl Jam performansından çok memnun olduğunu söylemeye gerek yok. Özellikle o dönem davulcu olan Jack Irons'ın performansı için "inanılmaz" kelimesini kullanıyor. Gossard, McCready, Ament üçlüsünün süper uyumu, iş disiplinleri ve doğaçlama profesyonellikleri zaten malum. Lirikler ise idealizm ve gerçeklikle yoğrulmuş toplumsal meselelerden inşa edilen tipik Neil Young muhaliflikleri içermekte. X kuşağına yazılmış bir grunge marşı kalibresindeki Song X ile Act Of Love kürtaj hakkında mesela. Ama asıl büyü, canlı çalındığını hissettiren, gitar yoğunluğunun ve çiğliğin ustalıkla dizginlendiği, coşkulu, kederli ama hep dimdik ayakta duran rock soundunda. İlk single Downtown, Neil Young kariyerinde en fazla ticari başarı ve beğeni kazanan şarkılardan biri oldu. Jimmy Hendrix'in kuliste pratik yaptığı, Led Zeppelin'in sahne aldığı, tüm hippilerin uğrak yeri olan Downtown adlı fantastik bir mekandan bahseden şarkı, bu kariyerde eşine az rastlanır bir Young bestesiydi. Hiçbiri gözükmese de videosu bile çekildi ve MTV'de dönüp durdu.

I'm the Ocean, Big Green Country, Throw Your Hatred Down gibi tempolu şarkıların klasik rock ve grunge karışımlı yoğunlukları, Song X ve Peace and Love gibi orta tempolularda da aynı. 9:50 dakikalık nakaratsız Scenery, nakaratsız bile olsa bu yoğunluğun nasıl kapıp götürebildiğinin en güçlü kanıtlarından biri. Kendilerine ait bir tempo ve şablon üzerinden ilerleyen şarkılar, sanki belli bir süre kısıtlaması olmaksızın, doğaçlamalara da elverişli yollardan gidiyorlar. Herkes ne yapacağını, nerede durup nerede coşacağını bildiği için sarıp sarmalandığınızı hissediyorsunuz. Albümün canlı kaydedilişinin yarattığı çiğlik, aynı zamanda güçlü bir konser atmosferi de oluşturuyor. Böylece Amerika, Avrupa ve bazı Ortadoğu yörelerini kapsayan Mirror Ball Tour'un nasıl coşkulu olduğunu tahmin edebiliyoruz. Eddie Vedder'ın çoğunlukla katılmadığı ama diğer Pearl Jam üyelerinin Neil Young'ın arkasında çalma şerefini her fırsatta dile getirdikleri bu konserler herkesi ziyadesiyle memnun etti. Mirror Ball haricinde sadece 1-2 albümüne indiğim Neil Young ile, neredeyse 20 yıldır iyi bir albümünü duymadığım Pearl Jam arasındaki bu ortaklık, tıpkı Temple Of The Dog projesi gibi tek seferlik olduğu için müzik tarihinde ve özellikle X kuşağının gönlünde çok önemli bir yere sahip olacak. Zira o kuşak da çok çekti zamanında. Mirror Ball da bir şekilde hep oradaydı.

1. Song X
2. Act of Love
3. I'm the Ocean
4. Big Green Country
5. Truth Be Known
6. Downtown
7. What Happened Yesterday
8. Peace and Love
9. Throw Your Hatred Down
10. Scenery
11. Fallen Angel

3 Kasım 2020 Salı

Shamir - Shamir

 
1994 Las Vegas doğumlu Shamir Bailey çok ilginç ve ilginç olmanın renkliliğini üzerinde taşıyan bir müzisyen. 2020 tarihli Shamir adlı albümünün kapağını gördüğümde r&b, hip-hop, neo-soul, belki biraz da funk titreşimleri aldım. Sonuçta albüm kapağı mühim bir mesele. Ama albümü dinleyince o ilginçlik ve renklilik hemen kendini gösteriyor. Oraya birazdan geleceğiz. Shamir'in müzikal geçmişinde kardeşiyle birlikte yaşadığı müzisyen teyzesi var. Eve girip çıkan çeşitli müzisyenlerden etkilenerek r&b, soul, hip-hop aşinalığı sağlamış, Billie Holiday, Nina Simone, Janis Joplin gibi divaları keşfetmiş. Epiphone marka gitar edinerek kendi şarkılarını yazmaya başlamış. 16 yaşında bir arkadaşıyla birlikte başarısız bir punk grubu kurmuş. Lise yıllarında ilk EP'sinde yer alan şarkılarını kaydedip mezun olduktan sonra demosunu New York'ta bulunan Godmode şirketine yollamış. Şirketin sahibi Nick Sylvester da onu kaçırmak istemeyip anlaşmayı imzalatmış. 2014 tarihli Northtown adlı bu EP ve bir yıl sonra çıkan debut albüm Ratchet ile gelen olumlu yorumlar Shamir dostumuzun yolunu açmış.

Kadın tonlarına eşit tona sahip erkek ses tonu anlamına gelen kontrtenor bir sese sahip olan Shamir, vokal gücünü buradan almakta. Yani duyduğunuzda onu bir kadın sanmanız normal. Öte yandan erkek olabilir mi acaba diye de düşündürmüyor değil. Bu durumun zenginliği şarkılarda kolayca seziliyor. Üstelik bu çift cinsiyetlilik onun sadece sesinden kaynaklı değil. Her ne kadar erkek olarak doğmuş olsa ve genel anlamda öyle tanımlanmayı tercih etse de, kendisini kadın, erkek veya gey olarak da sabitlemek istemiyor. Cinsiyet kimliklerinin maskülen veya feminen olmayan, yani ikili cinsiyet sınıflandırmasının dışındaki kimliklerini kapsayan bir spektrumu olan, bu yüzden çeşitli cinsel yönelimlere sahip "non-binary" denilen yerde konumlandırılmak istiyor. Bitmedi. Müslüman olarak büyümesine rağmen kendini dindarlıktan bağımsız ruhani bir pozisyonda görüyor. Tanrıya inanmadığı gibi, bizzat kendisini tanrı gibi hissettiğini söylüyor. Ama bunu narsist bir tonda değil, sadece evrende kapladığı yer hakkında daha geniş bir bakış açısıyla düşündüğü için bu şekilde dile getiriyor. 2017 tarihli ikinci albüm Hope'dan sonra müziği bırakmaya karar verip bipolar bozukluk nedeniyle hastaneye yatıyor. Oradan güçlü çıkarak yine aynı yıl üçüncü albümü Revelations'ı yazıp kaydediyor.

Her sene bir albüm çıkararak 2020'ye kendi adını taşıyan albümüyle giren Shamir, bana göre öncekilerden farklı bir özen, tutku, coşku ve ruh yüklenmiş rock şarkılarıyla gelmiş. Alternative rock, pop rock, indie rock ve eser miktarda pop unsurlarıyla şekillendirdiği, malum sesiyle bu rock konseptini sağalttığı müziği ortaya On My Own, Running, Diet gibi çok iyi şarkılar çıkarıyor. Sağladığı bu denge alternatif pop rock diye nihai bir varış noktası belirlese de, Other Side gibi hoş bir country pop, Paranoid gibi bir noise rock, Pretty When I'm Sad gibi bir post-punk ile şık bir vizyon ortaya koyuyor. Kapanışı da bir art pop ilahisine benzetebileceğimiz In This Hole ile yaparak perdeyi kapatıyor. Şarkı yazarken ilham kaynağı olarak Taylor Swift'i göstermesi, pek analiz edebileceğim bir durum değil. Sözler genel olarak muğlak ve güzel ama Swift benzerliği tam olarak nerelerde kendini gösteriyor bilemiyorum. Zaten en başta Shamir'in dış görünümü ile müziği arasındaki tezatı aştıktan sonra her türlü muğlaklığa, çılgınlığa ve ilginç bilgiye hazırlıklı hale geliyorsunuz. Hastaneden çıktıktan sonra verdiği bir demeçte söyledikleri de aslında nasıl biri olduğunu, ne amaçladığını özetler nitelikte. "Birçok insan benim deli olduğumu düşünüyor. Aslında biraz öyleyim. Ama kendim için neyin en iyisi olduğunu biliyorum ki, bu bana göre para ve şöhretten çok daha önemli."

1. On My Own
2. "Junglepussy Juice"
3. Paranoia
4. Running
5. "River Is About to Die in This Garage"
6. Other Side
7. Pretty When I'm Sad
8. "There We Go"
9. Diet
10. I Wonder
11. In This Hole

31 Ekim 2020 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ekim 2020)

Sidonie - El regreso de Abba
Yıl: 2020 İspanya
Tür: Indie Pop, Pop Rock, Psychedelic Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mi vida es la Música" (feat. Delaporte)

Mickey M. - Tem Algo Lá Fora
Yıl: 2020 Brezilya
Tür: Indie Rock, Garage Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Só o Trabalho Pode Produzir Riqueza"
BIG Something - Escape
Yıl: 2020 ABD
Tür: Funk Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dangerous"
Twister OST
Yıl: 1996 ABD
Tür: Pop Rock, Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Mark Knopfler - "Darling Pretty"
GoldMinds - Signals
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Garage Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Deadwood"
Frankie & The Witch Fingers - Monsters Eating People Eating Monsters
Yıl: 2020 ABD
Tür: Garage Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Activate"
Benediction - Scriptures
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Death Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "In Our Hands, the Scars"


Mother's Cake - Creation's Finest
Yıl: 2012 Avusturya
Tür: Funk Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Road"
Penza Penza - Beware of Penza Penza
Yıl: 2020 Estonya
Tür: Funk, Psychedelic Rock, Lo-Fi
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fiasco"
Emel - The Tunis Diaries
Yıl: 2020 Tunus/Fransa
Tür: Folk, Pop, World, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Every You Every Me"
The Art of Noise - In Visible Silence
Yıl: 1986 İngiltere
Tür: Art Pop, Electronic, Synthpop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Paranoimia"

The Luxemburg Signal - The Long Now
Yıl: 2020 ABD
Tür: Shoegaze, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mourning Moon"
Songhoy Blues - Bon Bon
Yıl: 2020 Mali
Tür: Songhoi Music, Blues Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Barre"

Tia Gostelow - Chrysalis
Yıl: 2020 Avustralya
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Always (feat. Holy Holy)
Van Halen - 1984
Yıl: 1984 ABD
Tür: Hard Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Jump"
Los Surfistas Muertos - Psycho Surf From Hell
Yıl: 2020 Irlanda
Tür: Surf Rock, Stoner Rock, Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Snake Island"

The Werewolfs Muse - Songs For the Apocalypse
Yıl: 2020 ABD
Tür: Ameicana, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "All the Way West"


Andy Bell - The Wiev From Halfway Down
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Neo-Psychedelia, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Skywalker"
Trevor Hall - The Fruitful Darkness
Yıl: 2018 ABD
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moon / Sun"


Joe Bonamassa - Royal Tea
Yıl: 2020 ABD
Tür: Hard Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Beyond the Silence"





26 Ekim 2020 Pazartesi

Van Halen - 5150

 
Alex Van Halen (1953) ve Eddie Van Halen (1955) kardeşler, Hollandalı müzisyen baba Jan Van Halen ve Endonezya kökenli anne Eugenia Van Beers ile 1962 yılında Amsterdam'dan Pasadena/California'ya taşındılar. Eddie klasik piyano eğitimi almasına rağmen kafasında başka şeyler olan bir çocuktu. 1960'larda Eddie davul, Alex de gitar çalarak kendi çaplarında müzik yapmaya başladılar. Eddie aldığı davul setinin parasını çıkarmak için gazete dağıtırken Alex gizli gizli onun davulunda pratik yapıyordu. Bu durumdan bıkan Eddie, abisine "tamam, sen davulu al ama bana da gitarını ver" dedi. Böylece bir efsanenin temelleri atılmış oldu. Ergen partilerinde, ufak etkinliklerde The Broken Combs adıyla müzik yapmaya başlayan Van Halen kardeşler, daha sonra gruplarının adını The Trojan Rubber Co olarak değiştirdiler. 1972 senesinde bu kez bas gitara Mark Stone isminde bir eleman alarak ve isimlerini tekrar değiştirip Genesis yaparak müzik yolculuklarını sürdürdüler. David Lee Roth adında birinden ses sistemleri kiralayan kardeşler, çakallık edip para vermemek için vokalist olma hevesindeki bu arkadaşı (hiçbir seçmede başarılı olamadığını öğrenmelerine rağmen) gruba solist diye almayı teklif ederler. Teklife atlayan Roth ve daha sonra Snake isimli bir yerel grupta bas çalan Michael Anthony'nin de alınmasıyla çekirdeği oluşan grup, Genesis isminin başka bir grupta da olduğunu öğrenince nihayet Van Halen adıyla 1974 yılında kariyerlerine giriş yaptılar.

Yıl 1986... Milletlerarası Müzik Yayınları (MMY) etiketiyle dünyayla hemen hemen aynı anda yayınlanan kasetlerin marketlere düşmeye başladığı yıllardan. Hakkında hiç fikrimin olmadığı, alıp walkmene taktıktan sonra sürprizini yaşamak istediğim kasetlere merak saldığım dönemler. Van Halen'ın 7. stüdyo albümü 5150 de onlardan biriydi. İlk paragrafta anlattığım kuruluştan 12 yıl sonra grup 6 albüm devirmiş, "hard rock'ı restore eden grup" ünvanını almıştı bile. Zamanında seçmelerde başarısız olan David Lee Roth, rock dünyasının en iyi vokallerinden biri, Michael Jackson'ın 1982'deki Thriller albümünde yer alan Beat It için attığı "milyon dolarlık solo" ile daha geniş kitlelerce tanınan Eddie Van Halen da dünyanın en iyi (ve en hızlı) gitaristlerinden biri olmuştu bile. Çıktığı yıl ile aynı adı taşıyan 6. Van Halen albümü 1984 sonrasında solo projelerini hayata geçirmek isteyen David Lee Roth gruptan ayrıldı ve yerine Montrose adlı grubun solisti Sammy Hagar geldi. İşte 5150, Van Halen'ın Hagar ile çalıştığı ilk albümdü ve ben Van Halen'ı bu muhteşem sesle tanıdım. İlginç bir şekilde yine aynı yıl çıkan ilk David Lee Roth solosu Eat'Em and Smile'ı da aynı dönemlerde aldım ve ona da vuruldum. İlginç olan, Van Halen ve Roth arasındaki ilişkiden hiç haberim olmamasıydı.


5150Eddie Van Halen'ın ev stüdyosuna verdiği isim. Aynı zamanda California'da zihinsel olarak rahatsız olan kişiler için kullanılan kolluk kuvvetleri kodlarından biri. Ayrıca Eddie Van Halen, "EVH Striped Series 5150" ismini verdiği kırmızı üzerine beyaz çizgili meşhur gitarını da bu albüme özel tasarlamış. Kurulduğu günden beri David Lee Roth ile çalışmış grup için Sammy Hagar'ın nasıl uyum sağlayacağı, eski hayranların Hagar'ı nasıl karşılayacakları merak konusuydu. Hatta yapımcı firma Werner Bros. Roth gittikten sonra ticari kaygılara kapılıp Van Halen kardeşlere isim değişikliği bile önerdi. 5150 de beklentilere öyle bir cevap verdi ki, kalitesi, ticari başarısı, Sammy Hagar'ın ilerde "Van Hagar" şeklinde kelime oyunu yapılacak derecede adaptasyonu grubun hayranlarına hayran kattı. Hagar az da olsa Roth'u anımsatsa bile, enerjik, karizmatik, en önemlisi de Roth'da pek görülmediği üzere romantik ses yelpazesiyle Van Halen'ı adeta uçurdu. Coşkulu bir aşk şarkısı olan Why Can't This Be Love o kadar güzeldi ki, ne zaman duysam bana yepyeni bir şarkıymış gibi gelir. Hatta Van Halen deyince çoğunun aklına ilk Ain't Talkin' 'Bout Love veya Jump gelirken benim aklıma direkt Why Can't This Be Love gelir.

Why Can't This Be Love'ın gölgesinde kalsa da hemen hemen aynı ayardaki Dreams, ışıl ışıl parlayan balad Love Walks In, orta tempo güzellikleri Summer Nights ve Best Of Both Worlds, haylaz çocuklar Good Enough, 5150 ve Get Up albümü her ziyaret edişimde tatlı bir hard rock nostaljisiyle kucaklarlar. Sonraki Van Halen albümleri OU812 (1988) ve For Unlawful Carnal Knowledge (1991) da fena değildir. Ama ondan sonrası azalarak bitmeleri üzücüdür. 1995'teki Balance albümünün ardından önce Sammy Hagar, 1998'de solist olarak Extreme grubundan Gary Cherone'un Hagar taklidi yaptığı Van Halen III albümünden sonra da Michael Anthony gruptan ayrılır. 2012'de çıkan A Different Kind Of Truth'da nasıl olduysa David Lee Roth gruba tekrar döner, bas gitara da Eddie oğlu Wolfgang Van Halen geçer. Buna rağmen albüm ticari olarak çakılıp eleştirel olarak da beğenilmeyince kendilerinden uzun süre haber alınamaz. Ta ki 6 Ekim 2020'de "one and only" Eddie Van Halen, gırtlak kanseri yüzünden 65 yaşında aramızdan ayrılana kadar. Patentli gitar tasarımları ve çalma teknikleriyle, olağanüstü sololarıyla gerçek bir ekol olan usta gitaristin ölümüyle de bir devir kapanmış oldu. O devir, içinde şahane hard rock, pop rock, glam metal şarkıları barındıran rock tutkusuyla doluydu. Gitarını gerçek anlamda ağlatan, güldüren, ona tekerlemeler söyleten, matkap taklidi bile yaptıran Eddie Van Halen, markalaşmış soyadının bundan böyle rock kalelerinden biri olarak kalacağını bilerek yerinde rahat ve huzur içinde uyuyacaktır muhtemelen.

1. Good Enough
2. Why Can't This Be Love
3. Get Up
4. Dreams
5. Summer Nights
6. Best of Both Worlds
7. Love Walks In
8. 5150
9. Inside

22 Ekim 2020 Perşembe

Mother's Cake - Cyberfunk!


Gün geçmiyor ki müzik aleminde heyecan verici yeni isimler keşfetmeyelim. Yine gün geçmiyor ki bu keşfettiklerimizin aslında yeni olmadıklarını, bizim onlardan yeni haberimiz olduğunu anlamayalım. Tirol/Avusturya dolaylarından gelen, taa 2008'de kurulmuş, 3 albüm sahibi Mother's Cake de onlardan biri. Yves Krismer (vokal, gitar), Benedikt Trenkwalder (bas), Jan Haußels (davul) üçlüsünden oluşan grubu 4. albümleri olan Cyberfunk! vesilesiyle keşfetmiş olmak, acaba daha kaç tane böyle keşfetmediğimiz grup var heyecanını da beraberinde getiriyor. Progressive, funk, psychedelic, hard gibi sonu rock ile biten türleri harmanlayan, harmanladıklarından kendine has bir yenilik ortaya koymasa bile bu karışımdan çok iyi faydalanan Mother's Cake, kendilerini tanımamı sağlayan son albüm Cyberfunk! bünyesinde bu türleri dengeli ve coşkulu ruh halleriyle bütünleştirmiş. Her beğendiğim albümde olduğu gibi geçmişe dönüp baktığımda bulduğum 3 albümü Cyberfunk! kadar tutmadığımı da belirteyim. Bana göre Cyberfunk! grubun en iyi ve olgun işi olabilir.

Tyrolean Alplerinde yer alan Arzl im Pitztal adlı küçük bir köyde kurulan Mother's Cake, birkaç yerel müzik yarışmasında adını duyurduktan sonra beklenmedik bir yerden daha adını duyurmayı başarmış. Michael Haneke'nin öğrencilerinden biri olan Henning Backhaus'un yazıp yönettiği 2013 tarihli Local Heroes adlı bir filmde bazı şarkıları kullanılmış. 62. Berlin Uluslararası Film Festivali'nde prömiyeri yapılan ve IMDB'de şimdiye kadar 11 kişinin oy kullanıp 5.5/10 verdiği film bir grubun yükselişini anlatıyormuş. Artık filmle adlarını nasıl duyurabildilerse bu süreç bir yıl önce çıkardıkları ilk albümleri Creation’s Finest'ın fark edilmesini sağlamış. Yine 2013'te "Austrian Newcomer″ olarak ödüllendirildikten sonra Iggy and The Stooges, Living Colour, Omar Rodriguez Lopez Group, Deftones, Tito & Tarantula gruplarının kapalı gişe konserlerinde ortamı ısındırma göreviyle kendilerine yer bulabilmişler. Sonraki yıllarda bu gruplara Anathema, Wolfmother, Limp Bizkit gibi yenileri eklenmiş. "Bizim konserden önce ortalığı ısıtsın" diye akla gelen ilk isimlerden biri olmuşlar neredeyse. Bu tip gruplar ya silinip gider ya da pek kimsenin bilmediği ama mütevazi ve kaliteli biçimde yoluna devam eden oluşumlara dönüşür. Mother's Cake ikinci gruba dahil olanlardan.


Grubun hayran olduğu ve etkilendiği isimler The Mars Volta, Red Hot Chili Peppers, Led Zeppelin, Bootsy Collins falan olunca neden kalantor rockçıların konserlerini ısıtmak amaçlı seçildikleri anlaşılıyor. Bu isimlerin ve daha fazlasının etkilemesiyle ortaya zeki, çevik ve olgun bir rock ortaya koyan Mother's Cake üçlüsü, Cyberfunk!'ın kontrollü enerjisini 11 şarkıya farklı suretlerde yansıtmışlar. 20 saniyelik intro Tapedeck'in ardından gelen Toxic Brother ve Crystals In The Sky grubun deli dolu, sert, aynı zamanda math rock kıvamlı funky özelliklerini yansıtan parçalar. Math rock çok sıkıcıdır bana göre. Ama bu örneği grubun groove zekasını matematik sıkıcılığından farklı olarak güçlü bir rock dengesine oturtmasına istinaden verdim. İçine kolay girilen şarkılardan ziyade, keyif veren uğraşılar sonucu girilebilen yolları tercih ediyorlar. Mesela Anthony Kiedis'i vokale koysak süper bir Red Hot Chili Peppers şarkısı (üstelik tam da Blood Sugar Sex Magik efsanesine layık) olabilecek I'm Your President'i benimsemek için çaba göstermeye hiç gerek kalmıyor. Yine mesela Lonely Rider, Love Your Smell ve Hit On Your Girl her dinleyişte keyif veren keşif yolculuklarına dönüşüyorlar.

Hit On Your Girl demişken, 6 dakikalık bu şarkının ilk 3 dakikası şahane bir funk pop lezzeti sunarken, diğer yarısı birden duruluyor ve enstrümantal bir space rock hüviyetine bürünüyor. Aslında Mother's Cake bazı şarkılarının sonunda bu yöntemi değişik şekillerde deniyor. Bu dinginleşme ve uzay boşluğunda rock icra etme şekliyle şarkıların deneysel yanlarını güçlendirdiği gibi, grubu sabit kalıpların dışında konumlandırıyor. Örneğin Cybernova gibi bir şarkıyı nerede konumlandıracağımızı tam kestiremeyebiliyoruz. Neo-Psychedelia ile krautrock arasında salınan, bazı deneysel ambient pop dokunuşları içeren yapısıyla funk rock kimliği birbirini tutmayan bir es verme şekli adeta. Ama tüm bunlar olurken bir yandan da The Beetle ve The Operator şarkılarında Rage Against The Machine evreninden selam göndermeyi de ihmal etmiyorlar. Solist Yves Krismer'in yer yer Zack de la Rocha hırçınlığı ve gitar-bas-davul üçlüsünün birbirine alışmışlığının gücüyle Cyberfunk! dinledikçe çiçek gibi açılan bir albüm haline geliyor. Hantallaştığı anlar da yok değil ama önceki albümlerinden farklı olarak parlak anların yoğunluğunda o hantallığı bertaraf etmeyi biliyorlar. Funk rock'ın uzanabileceği başka mecralara navigasyon görevi görüyorlar.

1. Tapedeck
2. Toxic Brother
3. Crystals in the Sky
4. I'm Your President
5. Love Your Smell
6. The Operator
7. Cybernova
8. Hit on Your Girl
9. Lonely Rider
10. Gloria
11. The Beetle
12. Desire

15 Ekim 2020 Perşembe

Uffe Lorenzen - Magisk Realisme

 
Galmandsværk (2017) ve Triprapport (2019) adlı iki şahane akustik rock albümünün ardından fazla bekletmeden üçüncü atışı Magisk Realisme'yi yapan Danimarka'nın garage rock gururu ve gurusu Uffe Lorenzen, bu iki albümden farklı olarak kurucusu olduğu ve emekliye ayrıldığı Baby Woodrose grubunun garage/blues rock geleneklerine dönüş yapıyor. Albümü dinledikten sonra ne yalan söyleyeyim keşke bu da öncekiler gibi akustik olsaymış dedim. Ama bu albümün kötü olduğu anlamına gelmiyor kesinlikle. 4 yıl içinde soloları üçleyen, yine anadili Danca ile duygularını, tecrübelerini dillendiren Lorenzen, solo yolculuğuna önce Fas'tan başlamış, ikinci albümü için de ıssız bir yazlığa kapanmıştı. Bu defa 2019 yazı boyunca Kopenhag'da tek bir yere bağlı kalmadan, arkadaşlarının da yardımıyla 9 farklı evde ikamet etmek suretiyle 10 şarkının yazım sürecini geçirmiş. Başkentin farklı yerlerinde geçirdiği bu göçebe ve bohem yaşantı şarkılara da yansımış. Kalabalık bir şehirde yalnız olmak ve kendini kaybetmek teması etrafında şekillendirdiği şarkılar da bu ruh halini yansıtır nitelikte bestelerden oluşmakta.

Albüme adını veren ve önceki albümlerindeki haletiruhiyeyi koruyan Magisk Realisme dışında tüm şarkılar güçlü bir garage ve psychedelic rock dengesi taşımakta. Livet SkrigerI Mit Blod,  Stjernestøv, Lad Det Gå gibi şarkılar Baby Woodrose bölgesine ait. O bölgenin blues destekli cayır cayır ya da daha az cayırlı pop rock bileşenlerini taşıyorlar. Ama mesela Lorenzen'in trompet de çalarak inceden latin duygusu aşıladığı Efterår, pedal steel gitar çalarak nitelikli country yaptığı Caminoen, psychedelic pop rock denebilecek Tornerose albümü tekdüzelikten fersah fersah uzaklaştıran farklılıklar olarak görünüyorlar. Tekdüzelik, bazı Baby Woodrose albümlerinde hissettiğim hep garaj, hep psychedelic ısrarına istinaden kullanılmıştır. Kapanıştaki Dommedags Eftermiddag ise, Lorenzen'in Galmandsværk ve Triprapport albümlerindeki akustik evreniyle Baby Woodrose'un psychedelic hassasiyetlerini tek vücutta toplamış 4 dakikalık içsel bir yolculuk gibi sanki. Keşke bu albüm de öncekiler gibi akustik olsaymış dememin sebebi, o evreni özlemiş olmak yanında, bazı şarkıları o akustik çıplaklıkla hayal etmiş olmamdan kaynaklanmıştır. Muhtemelen Baby Woodrose'a doydum. Canım hala Galmandsværk ve Triprapport çekiyor. Yine de Uffe Lorenzen albümlerinin hikayelerini bilerek dinlediğimizde her şarkı yolunu bir şekilde buluyor. Magisk Realisme'nin "Kopenhag'da yalnız bir adam" hikayesi de dinledikçe gecesiyle gündüzüyle kendini anlatıyor zaten.

1. Lad Det Gå
2. I Mit Blod
3. Efterår
4. Camionen
5. Magisk Realisme
6. Livet Skriger
7. Tornerose
8. Nede Ad Vejen
9. Stjernestøv
10. Dommedags Eftermiddag

4 Ekim 2020 Pazar

Fooks Nihil - Fooks Nihil

 
Sonbahar gelince, bu mevsimin soundtrack özdeşlerinden biri olan folk rock albümleri de boy vermeye başladı. Fleet Foxes, Matt Berry enfes albümlerle kalite çıtasını santim santim yükselttiler. Arada başka albümler de çıktıysa kaçırmış ya da henüz karşılaşmamış olduklarım vardır. Ama karşılaştığım bir albüm daha oldu. Hem de hiç beklemediğim bir yerden, Wiesbaden, Hessen, Almanya'dan Fooks Nihil adlı taptaze bir gruba rastladım. Max Ramdohr, Maximilian Schneider, Florentin Wex şeklinde üç adet 60'lar ve 70'ler folk rock hayranı müzisyenden kurulu grup, kendi adını taşıyan ilk albüm kervanına katılıp güneşli sonbahar günlerinin karantina altındaki ruh haline isabetli atışlar yapan şarkılarla kariyer yolculuklarına başlıyorlar. Tanıtım bültenlerinde referans olarak Crosby Stills, Nash & Young, The Byrds isimlerinin zikredilmesi de o kadar boşuna değil. Gerçi Amerikan kırsalından kopup gelmiş daha nice ismi referans olarak verebiliriz onlar için. Sonuçta ne kadar fark yaratılabilir ki diyebileceğimiz folk rock türünden bahsediyoruz. Fark yaratmasa da, en azından geçmişi çok iyi sindirmiş, bunu kendi yazdığı şarkılara çok iyi akıtmış bir grup var ortada. Bu müziğin anavatanı dışına taşabilmişliğini çok iyi göstermesi açısından Fooks Nihil, 21. yüzyıla bu müziği çok başarılı hamlelerle taşıyabilmiş.

Geçmişi günümüze getirirken hiç köprü kurmakla ilgilenmeyip direkt o nostaljiyi iliklere zerk etmeyi görev bilmiş grupları sevmemek elde değil. Çünkü bu zerk sürecinde hem kuvvetli bir köklere dönüş, hem de gençlik enerjisinin verdiği bir yenilenme duygusu yaratıyorlar. Bu bağlamda Fooks Nihil için, direkt olarak girdiği bu yolda o yenilik duygusunu da hiç çaktırmadan ya da çaktırdığından zevk aldırarak veren gruplardan biri olduğunu söyleyebiliriz. İlk üç şarkı Insight Of Love, What's Left ve Tales zaten gruba ait enstrüman hakimiyetini, vokal armonisindeki ciddiyetini, şarkı yazma kabiliyetini kanıtlarken, son üç şarkı Misery, The Seer ve Long Days şimdilik ağır ve sıradan bir final bloğu oluşturuyor. Tabii zamanla sevilme potansiyelleri yok değil. Arada nefis bir blues rock baladı olan Lady From A Small Town, sonra aynı nefasetle orta tempoya geçen Surface Of Things, hammond organdan da güç alarak psychedelic folk atmosferine giren Homeless ve aynı blues, folk, americana dinamikleriyle yoluna devam eden Down From Where She Comes -ki gayet de kapanış parçası olabilirmiş- albümün keyif veren anları. Evet 7 şarkı bile yetermiş aslında. Alman grupların 70'ler etkili stoner rock/hard rock işlerini sık sık duyuyoruz. Ama sanırım ilk defa oralardan böylesine içten bir folk soundu duydum. İflah olmaz retrocular, aynı zamanda bu geçmişin kimlere miras kaldığını görmek isteyenler için Fooks Nihil iyi fırsatlardan biri.

1. Insight of Love
2. What's Left
3. Tales
4. Lady from a Small Town
5. Surface of Things
6. Homeless
7. Down from Where She Comes
8. Misery
9. The Seer
10. Long Days