9 Mayıs 2023 Salı

Page & Plant - No Quarter: Jimmy Page & Robert Plant Unledded

 
90'ların kendine has müzikal iklimi, yaptığı işi son derece ciddiye alan müzisyenleri, bir daha asla öylesini göremeyecegimiz albümleri hakkında defalarca konuştuk. Ne kadar konuşsak da bitmez. Pek listelere alınmaz ama 1994 tarihli No Quarter: Jimmy Page and Robert Plant Unledded albümü de belki bu altın değerindeki 10 yılın en kıymetli albümlerinden birisi. Zaten adından da anlaşılıyor. Dönemlere sığmayan Led Zeppelin'in yaşayan efsaneleri Jimmy Page ve Robert Plant'in yapımcılığını üstlenip 14 Ekim 1994'te piyasaya sürdükleri albüm, merakla beklenen bir geri dönüş albümüydü. MTV'deki 90 dakikalık UnLedded projesinin ilham verdiği, kayıtları Fas, Galler ve Londra'da gerçekleşen No Quarter, Plant'in solo albüm kadrosunun ağırlıklı olduğu rock müzisyenleri yanında, 4 kişilik Marakeşli, kalabalık olmak üzere Mısırlı müzisyenler, daha da kalabalık olmak üzere Londra Metropolitan Orkestrası yaylılarının katkılarıyla kaydedildi. Evet, bu bir geri dönüş albümüydü ama o dönem medyanın gazlamaya çalıştığı üzere Led Zeppelin'in geri dönüşü değildi. Eylül 1980'de hayata gözlerini yuman davulcular şahı John Bonham olmadan böyle bir şey olamayacağını Plant ve Page de söylediler. Öte yandan bir diğer yaşayan Led Zeppelin üyesi olan basçı John Paul Jones, bu projeye dahil olmadığı için gönül koymuş. Üstelik Plant ve Page'in bu projeye isim olarak verdikleri Houses Of The Holy (1973) albümündeki No Quarter parçasında en çok emeği geçen kişi olduğu halde.

14 parçalık albümün 10'u muhtelif Led Zeppelin albümlerinden seçilmiş, bazıları Fas ve Mısırlı müzisyenlerle birlikte yeniden tasarlanıp baharatlandırılarak egzotik diyarlara götürülmüş şarkılardan oluşuyor. Özellikle Robert Plant'in solo kariyerinde azar azar albümlerine serpiştirdiği doğu ezgilerinin burada başrole çıktığını görüyoruz. Önce 4 adet yeni şarkıdan söz etmek gerekirse, City Don't Cry ve Wah Wah gerçekten şahaneler. Onları ilk duyduğumda keşke albümün tamamı sıfır şarkılardan oluşsa diye içimden geçirdiğimi hatırlıyorum. Tabii eski Zeppelin şarkılarını yine kendi sahiplerinden farklı şekillerde duymaktan da hiç şikayetçi değildim. Ama bu dört şarkının "yeni" oluşundan ve 1994 itibariyle Page/Plant efsanesinin sıfır şarkılarına yetişmiş olmaktan mutluydum. Yallah, yine Plant'in sololarında kimi zaman rastladığımız endüstriyel tınıları garaj gitar tonuyla buluşturan karizma bestelerden biri. Son yeni parça Wonderful One ise diğer üçünün yanında biraz sönük kalsa da asla kötü denemez. Babaların doğu kültürüyle harmanlamaktansa doğal halleriyle tekrar yorumlamayı tercih ettikleri Since I've Been Loving You, tutku dolu blues ambiyansı ve Jimmy Page'in alıp götüren solosuyla albümde kendine itiş kakış bir yer bulmuş sanki. No Quarter'ın karanlık saykodelyasının içine bir türlü giremiyorum. Buradaki yeniden yorumu da hiç yardımcı olmuyor. O kadar ufuk açıcı, remake için türlü fikirler havalandıran Zeppelin şarkıları dururken No Quarter'ın, Thank You'nun, Gallows Pole'un seçilmesi ve onlara diğerleri gibi world music tarifesi uygulanmamsı albümü bir miktar ağırlaştırmış diye düşünmüştüm ve bu zamana kadar çarpılmadım.


Gelelim takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, otantik kıyafetler giymiş eski dostlara. Açılışa konan Nobody's Fault But Mine, 76 albümü Presence'deki gaza getiren orijinal halinden çok uzak ama aynı liriklerle bambaşka birer şarkıya dönüşebilecek güçlü vizyonun örneklerinden. İçli ney solosuyla başlayan Friends, ikinci yarısında yaylıların devreye girişiyle zımba gibi bir oryantal dönüşen Four Sticks ve tabii kapanışta yer bulan Kashmir... 1971 tarihli efsanevi Led Zeppelin IV albümünün efsanevi şarkılarından Kashmir, böyle bir etnik tasarım için olmazsa olmaz bir dev. Led Zeppelin'in ve sonrasında Robert Plant'in yarattığı çok yönlülük, hoşgörü, cesaret, duyarlılık, dünya müziğine bakış, grubun blues ve hard rock köklerinin yobazlıktan arınmasını sağladı. Bazı grupların hiç kalkışmadıkları ve nedense kendilerine yakıştırmadıkları değişimleri korkusuzca uygulayabildiler. Böylece içinden dansözler geçen bir Kashmir'e kimsenin itirazı olmadığı gibi, tüyleri diken diken eden bu orijinalliğin zemininin de çok önceden atıldığı bir kez daha anlaşıldı. Doğu - Batı buluşmasına dair bir referans, bir ders niteliğindeki Kashmir gibi sentezler o kadar ufuk açıcı ki, olaya Fas veya Mısır coğrafyasında geziniyormuşçasına turistik gözle bakmanın ötesinde, ister yeni, ister yeniden yorum olsun, belli bir duygusal zekanın, kıvrak bir matematiğin, tutkulu bir karışımın varoluşu iliklere kadar hissediliyor. Bir başka Zeppelin IV efsanesi The Battle Of Evermore'un sentezlenmeyip yeniden yorumlanması bile sentezlenenlerin arasında bu tutkuyu koruyabiliyor. Kashmir'in dokunulabilirliği ile, The Battle Of Evermore'un dokunulmazlığı aynı potada eriyebiliyor.

Page ve Plant, No Quarter'dan dört yıl sonra Nisan 1998'de tamamı stüdyoda yapılmış Walking Into Clarksdale adında bir albüm daha çıkardı. Üstelik albüm The Beatles ile anılan meşhur Abbey Road stüdyolarında kaydedildi. (Söz açılmışken, Paul McCartney'in kızı Mary McCartney'in çektiği, Abbey Road stüdyolarının tarihini, hissiyatını yolu oradan geçmiş ünlü müzisyenlerden dinlediğimiz If These Walls Could Sing belgeselini tavsiye edelim. Jimmy Page'in de kısa bir bölümle katkıda bulunduğunu ekleyelim.) Adını blues müziğin doğduğu Mississippi Deltasında bulunan Clarksdale adlı yerleşim yerinden alan albüm, coğrafyasına uygun biçimde old school folk rock bestelerinden oluşuyordu. Aradan yıllar geçti. En son ne zaman dinlediğimi hatırlamıyorum. Zaten bu albüme dair aklımda sadece Most High duruyor. No Quarter'ın devamının, yani Walking Into Clarksdale'in geleceğini duyduğumda acaba bu kez hangi Zeppelin şarkılarını Fas, Tunus, Mısır baharatlarıyla sunacaklar diye heyecan yapmıştım. Oysa sıfır şarkılar görünce, bu şarkıların da City Don't Cry veya Wah Wah gibi kalıcı olmayacaklarını anlayıcınca biraz kalbim burkulmuştu. Yoksa kötü sayılmaz. Zaten bu adamların yaptığı herhangi bir şarkıya kötü demek, çarpılmak suretiyle ağzın gözün yamulma sebebidir. Müzikal olarak Page'den daha aktif durumdaki Plant'in çok iyi solo albümlerle şahane bir yan yol açabilmiş olması, doğu müziğiyle olan temasları, genç müzisyenlerle takılmayı sevmesini seviyoruz. Keşke Page de müziğe bu kadar yakın kalabilseydi, onun eşsiz gitar ustalığından daha yeni şeyler duyabilseydik. Yine de arkalarında bıraktıkları muhteşem geçmişte o keşkelere yer yok.

1. Nobody's Fault but Mine
2. Thank You
3. No Quarter
4. Friends
5. Yallah
6. City Don't Cry
7. Since I've Been Loving You
8. The Battle of Evermore
9. Wonderful One
10. That's the Way
11. Gallows Pole
12. Four Sticks
13. Kashmir

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder