30 Haziran 2012 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Haziran 2012)

Jimmy Fallon - Blow Your Pants Off
Yıl: 2012 ABD
Tür: Comedy, Pop/Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Neil Young Sings "Whip My Hair" (feat. Bruce Springsteen)


Delain - We Are the Others
Yıl: 2012 Hollanda
Tür: Symphonic Metal, Alternative Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Where Is the Blood" (feat. Burton C. Bell)
Last Action Hero OST
Yıl: 1993 ABD
Tür: Heavy Metal, Hard Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Alice in Chains - "A Little Bitter"






Rush - Clockwork Angels
Yıl: 2012 Kanada
Tür: Progressive Rock, Hard Rock, Pop/Rock, AOR
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Wreckers"
HighasaKite - All That Floats Will Rain
Yıl: 2012 Norveç
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Son of a Bitch"


Bonnie Raitt - Nick of Time
Yıl: 1989 ABD
Tür: Blues Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Thing Called Love"



Ladyhawke - Ladyhawke
Yıl: 2008 Yeni Zelanda
Tür: Indie Pop, New Wave
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "My Delirium"



Barış Manço - Mançoloji
Yıl: 1999 Türkiye
Tür: Anadolu Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sarı Çizmeli Mehmet Ağa"




Kordan - The Longing
Yıl: 2010 ABD
Tür: Post-Punk, Dream Pop, Shoegaze
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mirror"



Monocular - Pine Trees
Yıl: 2012 Almanya
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Guidance"



The Temper Trap - Conditions
Yıl: 2009 Avustralya
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fools"



Empires - Garage Hymns
Yıl: 2012 ABD
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Surrenderer"




The Cult - Choice of Weapon
Yıl: 2012 İngiltere
Tür: Hard Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lucifer"




Utah Saints - Two
Yıl: 2000 İngiltere
Tür: Techno, Dance-Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Funky Music"




Patti Smith - Banga
Yıl: 2012 ABD
Tür: Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Banga"




Porcelaine - La foire aux animaux
Yıl: 2012 Kanada
Tür: Indie Pop, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Adore"



The Primitives - Pure
Yıl: 1989 İngiltere
Tür: Power Pop, Indie Pop, Twee Pop
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dizzy Heights"



Amy Macdonald - Life in a Beautiful Light
Yıl: 2012 İngiltere
Tür: Folk Pop, Singer/Songwriter, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "4th Of July"



Wade Bowen - The Given
Yıl: 2012 ABD
Tür: Country Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Patch of Bad Weather"



Imogen Heap - Ellipse
Yıl: 2009 İngiltere
Tür: Singer/Songwriter, Electronic, Trip Hop, Synth Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Earth"

28 Haziran 2012 Perşembe

DIIV - Oshin


Beach Fossils adlı sıkıcı indie gruptan sıkıldığını düşündüğüm Zachary Cole Smith, 2011'de kendi solo fikirlerine yönelip DIIV ismini verdiği projesini oluşturuyor. Aslında ilk başta çok sevdiği Nirvana şarkısı Dive'dan esinlenerek bu projeye Dive adını koyuyor. Ama 90'larda aynı adlı Belçikalı bir grup daha olduğunu öğrenip Mayıs 2012'de DIIV adında karar kılıyor. Gerçi o Belçikalı grubun kurucusu Dirk Ivens'ın bundan hiç haberi olmuyor ya da varsa bile hiç öyle telif melif uğraşmıyor. Bu kadar isim safsatası yaptığıma bakılmasın. Smith için projesinin ismi şu olmuş, bu olmuş hiçbir önemi yok. Yanına üç arkadaşını da alarak canlı performans kıvamına gelen Smith, çıktığı yer olan Brooklyn'in bende pek bırakmadığı bir izlenim olarak post-punk, shoegaze, new wave harmanından oluşan ilk albüm Oshin'i okumakta olduğunuz bu yazıdan birkaç gün önce çıkarıyor.

Çok sevdiğim türleri biraraya getirip iyi yazılmış mütevazi şarkıların hizmetine sunan DIIV, standartların üzerinde bir debut olan Oshin'de birbirine benzeyen, ama bu tip albümlerin derinine inilmesi halinde farklarının daha kolay anlaşılabileceği 13 şarkı çalıyor. Bu "birbirine benzeyen" durumu çoğu kez can sıkar. Ama dinleme adedi arttıkça onları birbirinden ayırmaya başlamak çok zevkli bir süreçtir benim için. Bir şarkıyı ikinci, hatta üçüncü dinleyişte ilk kez dinliyormuş gibi hissetmenin tadı müthiştir. The Cure'un ya da R.E.M.'in ilk zamanlarına benzeyen tatlı gitar tonunun hiç değişmediği tempolu rock dokusu, ekoya bulanmış buğulu vokallerin gizemiyle shoegaze'e kapılarını açan bir yapıda. "Punk"'ın "post" duruşundaki samimiyet de buna eklenince, temelleri yıllar öncesinde atılmış bir türe neden hala "new wave" dendiği daha iyi anlaşılıyor.

Albümden single olarak çıkan Human ve Sometime, öyle pek single çapında sivrilen şarkılar değiller. Daha çok albümün oyun disiplininden kopmayan defans oyuncuları gibiler. Hani paragöz bir yapımcı olup şu albümden bile üçün beşin hesabını yapan biri olsam kafadan How Long Have You Known ve Doused'u single olarak basardım ki işi garantileyim. Zira bana göre bir süre sonra monotonlaşma ihtimali de bulunan albümün en fazla sivrilen şarkıları bu ikisi. Onlar da oyun disiplininden kopmayan, ama monotonluğun dışına çıkma arayışında olan forvetler gibiler. Monotonlaşma nereden çıktı peki? Oshin'in belki de post-punk'ın hamurunda olan bir melodik kısır döngü içinde sıkışıp kalmışlık duygusu yaratabilecek, bir süre sonra şarkı olmaktan çıkıp iyi kötü bir fon haline gelecek, yaş pasta üstüne baklava yemek misali bir tokluk yaratabilecek yan etkileri de mevcut. Fakat bu vaziyetin ters etki yapıp, hipnotik etkisiyle dinleyeni avucunun içine alma ihtimali de var. Öyle ya da böyle, Miserylab, Violens, Pink Turns Blue gibi ilk aklıma gelen post-punk neferleri arasına gönül rahatlığıyla DIIV'ı da ekleyebilirim. Çünkü bu gruplar, punk sonrasının o sütliman ambiyansına, nostaljiye kol kanat germiş olgunluğuna sahip çıkan bu türün bayrağını başarıyla taşıyan örnekler.

1. (Druun)
2. Past Lives
3. Human
4. Air Conditioning
5. How Long Have You Known?
6. Wait
7. Earthboy
8. (Druun Pt. II)
9. Follow
10. Sometime
11. Oshin (Subsume)
12. Doused
13. Home

24 Haziran 2012 Pazar

Ladyhawke - Anxiety


Phillipa Margaret "Pip" Brown 1979 Yeni Zelanda doğumlu bir indie pop, electropop müzisyeni. Memleketinde 2001-2003 tarihleri arasında müzik yapmış Two Lane Blacktop adlı bir rock grubunda gitar çalmışlığı, bu grup dağıldıktan sonra Avustralya'ya gidip orada Teenager adında bir başka rock grubu kurmuşluğu var. Onun da tek albümlük ömrü tükenince Londra'ya gidiyor ve artık grup kurup dağıtmaktansa kendi başına yol almayı seçiyor. Sıra kendine sıkı bir isim bulmaya gelince de (ne gereği varsa!), Michelle Pfeiffer'ın oynadığı karakterden etkilendiği 1985 Richard Donner filmi Ladyhawke'ı seçiyor. 2008'de Paris Is Burning EP'sini, aynı yıl Ladyhawke adını verdiği ilk albümünü yayınlıyor. Kanımca ve bazı müzik ortamlarının da kanısınca 2008'in en iyi albümlerinden biri olan Ladyhawke, içindeki Paris Is Burning, My Delirium, Manipulating Woman, Magic ve daha birkaç çok iyi besteyle yeni bir yıldızın doğuşunu müjdeliyordu.

New wave, indie pop, synth pop, electropop arasında gezinen ilk albümün üzerinden dört yıl geçince "eyvah, bu kız şimdi bundan da sıkılıp tez zamanda dağıtmak üzere yeni bir grup kuracak" diye düşünmedim değil. Neyse ki geç olup da güç olmayan yeni albüm Anxiety, Mayıs sonlarında dalından düştü. İlk albümdeki tarzını koruyan Ladyhawke, şimdilik bir genelleme yapacak olursak şarkı kalitesi yönünden bu ilk albümün biraz gerisinde kalmış denebilir. 80'lere ve 90'lara müzikal bağlılığını her fırsatta dile getiren bu kadın, özellikle 80'lerin en güçlü kadınlarından üçü olan Cyndi Lauper, Pat Benatar ve Kim Wilde'a olan hayranlığını sık sık müziğinde de hissettiriyor. Zaten şarkılarındaki güncel electropop numaraların zemininde hep bir nostaljik hava solunuyor. Bu genel olarak gitarlı synth besteler olarak tabelaya yansıyor.


Daha önce de dediğim gibi Anxiety beni ilk uzunçalar kadar etkilemedi. Lakin şöyle düşünmek lazım: Şayet ilk albüm Ladyhawke değil de Anxiety olsaydı, "bir ilk albüme göre çok iyi" klişesini kullanırdım büyük ihtimal. Ama ortada daha iyi bir Ladyhawke albümü varken Anxiety'ye ancak başkalarının albümlerinden iyi olmak düşüyor ki, o noktada da benzer türde müzik yapan bir tır dolusu müzisyene/gruba nal toplatıyor. Girl Like Me, Blue Eyes, Vaccine, Vanity, The Quick & The Dead, Gone Gone Gone ilk albümden alınan tadı ortaya çıkaran bileşenleri aynen koruyan nitelikte çok iyi şarkılar. Ama işte aralarında bir Paris Is Burning, My Delirium, Manipulating Woman var mı, bence yok. Tekrar klişelerimize geri dönersek, bu durum Anxiety'yi kötü yapmıyor. İlk elden albümün en iyilerinden saymadığım Sunday Drive ve Black, White & Blue'nun single olarak öne sürüldüğü düşünülürse, önceki albümden kafa yapmış Ladyhawke severlerin Girl Like Me'yi Paris Is Burning niyetine dinlemeleri, Blue Eyes'ın "na na na"ları ile kendilerini piste atmaları şaşırtmaz. Bırakalım ilk albüm, son albüm geyiklerini, şayet 2000'ler de kendi Cyndi Lauper, Pat Benatar ve Kim Wilde'larını çıkarmalıysa, bu çizgiyi sürdürmesi halinde Ladyhawke o yolda hızla ilerleyen isimlerden biri.

1. Girl Like Me
2. Sunday Drive
3. Black, White & Blue
4. Vaccine
5. Blue Eyes
6. Vanity
7. The Quick & The Dead
8. Anxiety
9. Cellophane
10. Gone Gone Gone

22 Haziran 2012 Cuma

The Temper Trap - The Temper Trap


Endonezya doğumlu Dougy Mandagi'nin, Melbourne'da sokak şarkıcılığı yaptığı 1999 yılında gitar çalmak isteyen Jonathon Aherne ile tanışmasıyla The Temper Trap'in temelleri atılmaya başlıyor. 2005 yılında Mandagi'nin bu kez bir giyim mağazasında beraber çalıştığı Toby Dundas'ı kafalaması, Dundas'ın da okuldan arkadaşı Lorenzo Sillitto'yu gitarist olarak önermesiyle grup son şeklini alıyor. 2006 ve 2008 yılarında çıkan iki EP'nin ardından ilk albüm Conditions çıkıyor. Tanıyan tanıyor, tanımayan tanımıyor. Fakat tanımayanların büyük bir çoğunluğu (500) Days Of Summer filminin soundtrack albümünde yer alan hitleri Sweet Disposition ile tanımaya başlıyor. Conditions Remixed ara sıcağından sonra artık grubun edindiği büyük hayran kitlesinin merakla beklediği yeni albüm The Temper Trap, Haziran 2012'nin ilk haftası dolaşıma giriyor.

Sweet Disposition'ın gücü tartışılmaz. Hele de filmde kullanıldığı kısa bölümün güzelliği düşünüldüğünde daha bir tartışılmaz. Ne var ki Conditions albümünün benim en sevdiğim parçası Fools, single olarak bile çıkarılma zahmetine girilmemiş bir güzelliktir. (Aslında böylesi, albüme single popülaritesinden bağımsız bir ilgiye ortam hazırlaması açısından iyi bir fikirdir.) Dougy Mandagi'nin her yola olmasa da birçok yola girebilen renkli vokali bu parçada 60'lar soul disiplininden çok sağlam dersler çıkarmış bir güzellikte havada salınmaktadır. Hatta siyah bir kadın soul şarkıcısının ruh hali bile sezilebilir Fools bünyesinde. Mandagi'nin etkilendiği isimleri Radiohead, Prince, Massive Attack, U2 şeklinde zikretmesinin bazı şarkılar çerçevesinde boşuna olmadığı da anlaşılıyor. Conditions bu açıdan tertiplerinden oldukça farklı bir ruh taşıyan indie pop ve indie rock soundu içeriyordu. Mandagi vokalinin Prince'ten, The Temper Trap müziğinin de Radiohead'in şarkı gibi şarkı yaptığı dönemlerden feyz aldığı dikkatli kulaklardan kaçmıyor.


Kendi adını taşıyan ikinci albüm ise, sadece kendi adını değil, Conditions'ın başlattığı o naif ama kararlı müziği bir üst seviyeye taşıyor. Pop rock, indie rock, indie pop ve dream pop arasındaki keskin çizgileri korumak suretiyle tutturduğu tarza sadık kalarak hanesine başka güzel şarkılar ekliyor. Need Your Love, Trembling Hands, The Sea Is Calling, Dreams diye akıp giden bir tavsiye çeşitlemesiyle başlanabilir. Ayrıca bir Fools kadar olmasa da, onun sakinliğini Mandagi'nin o çok özel vokaliyle grubun o naif tarafını çok yerinde yansıttığından ötürü Miracle'ı, Conditions'ın bile yakalayamadığı bir renge sahip indie pop harikası olan Where Do We Go From Here'ı, yarısı ormanın sakinliğinde, diğer yarısı tavşan deliğine düşerkenki tünelde geçen Rabbit Hole'u saymakla olay bitirilebilir. Albümün bazı sürümlerinde Want, The Trouble With Pain ve Everybody Leaves In The End adında üç adet de ekstra şarkı olduğu hatırlatılarak parantez açılabilir. Gelecekte birkaç albüm sonra Mandagi'nin yukarıda adı geçen ilham kaynaklarının ayarına (Massive Attack'i müzikal farklılığından dolayı hariç tutarak) yavaş yavaş ulaşabileceği öngörülerek, onların son zamanlarına benzememesi gönülden dilenebilir. İlk iki albümü de çok iyi olan, üstelik bir solistin karakter katabildiği gruplardan biri olarak tanınmaya başlanan The Temper Trap'in büyümeyi hak ettiği göz önünde bulundurulursa bu dilek yeterince adildir.

1. Need Your Love
2. London’s Burning
3. Trembling Hands
4. The Sea
5. Miracle
6. This Isn’t Happiness
7. Where Do We Go From Here
8. Never Again
9. Dreams
10. Rabbit Hole
11. I’m Gonna Wait
12. Leaving Heartbreak Hotel

18 Haziran 2012 Pazartesi

Bruce Hornsby & The Range - The Way It Is


80'lere ait güzelliklerden biri de Bruce Hornsby & The Range'in 1986 yapımı The Way It Is albümüdür. Önce radyodan The Way It Is 45'liği duyulur, ardından aynı adlı kaset çıkar. Bon Jovi'lerin, Aerosmith'lerin, Metallica'ların tozu dumana kattığı dönemde daha soft bir rock müziğe duyulan ihtiyacı o kadar ustalıkla karşılayan bir albümdü ki, içindeki 9 şarkının her biri, yıllar sonra hatırlandıkça inanılmaz bir yaşama sevinci ve hüznü aynı bedene dolduracak güce sahipti. 1954 doğumlu Bruce Randall Hornsby, çaldığı piyano, keyboard ve akordeon ile, country, pop rock, blues türlerine son derece oturan kişilikli vokaliyle, en önemlisi de dünyaya armağan mahiyetinde yazdığı pırlanta gibi 9 şarkıyla benim için tüm zamanların en iyi albümlerinden birini yapmıştı. Sonrasında kendisini ve albümlerini fazla takip edemedim. Belki The Way It Is hücrelerimi doldurmuş, beni bu müziğe doyurmuştu. Belki bu şarkıların üstüne başka Bruce Hornsby gülleri koklamak istemedim. Belki onların gül olmamasından korktum. The Way It Is'in ardından gelecek albüm asla onun gibi olmayacaktı, hatta kötü bile olabilirdi. Bunu kaldıramazdım.

Bruce Hornsby aslında tam bir canlı performans ve doğaçlama ustası. 1990-92 yılları arasında Grateful Dead efsanesinde keyboardlardan sorumlu olması da çok mühim bir bilgi. Caz, klasik, bluegrass, country, folk, soul, rock, blues alanlarına tuşlu çalgılar yönünden son derece hakim bir müzisyen. Zaten The Way It Is'in başrolünde de piyano var. Bunu en iyi albümün isim şarkısı The Way It Is ve Every Little Kiss'te görmek mümkün. Bu ikisi, albümde Bruce Hornsby'nin kardeşi John Hornsby ile yazdığı 7 şarkı dışında Bruce'un tek başına yazdığı şarkılar. The Way It Is, ritmik gidişatını kıvrak piyano nağmeleriyle dantel gibi işleyen gerçek bir hit. Tıpkı radyoda ilk duyduğum anda kalbimi çalan The Way It Is gibi zeka ve duyguyu aynı sınırlar içinde buluşturan Every Little Kiss de aynı övgüleri hak ediyor. Bu albüme uzun bir süre ara verdiğim bir dönemde Amerikalı country (yan profilde arka fonu full dolu martı kuşunun nüans farkı gibi!) sanatçısı Sara Evans'ın 2000 tarihli Born To Fly albümünün kapanışında Every Little Kiss coverına rastlamak, o çok klişe bulunan "eski bir dosta rastlamak" ile aynı şeydi.


Hele Mandolin Rain için ne söylense az. Yıllar sonra onun başarılı bir coverına rastlasam bu defa eski bir güzelliğe (sevgili olmaz, zira her eski sevgili iyi hatırlanmayabilir ne de olsa) rastlamış gibi olur, burkulurdum muhtemelen. Mandolin yağmuru banjo rüzgarına karıştıkça aklımıza geldiği vakit efkarlanacağımız birçok şeyi önümüze koyan, bir yandan da huzur dolu bir yaz akşamı hissini ister tek başına, ister bir dost ortamında yudumlatan Mandolin Rain'i asla unutmayacağım şeyler arasında sayabilirim. Şarkı isimlerinden de anlaşılabileceği üzere nehirlerin, göllerin, günbatımının, ormanın, yağmurun ilham verdiği pastoral liriklerin insana aşk olarak geri dönen ruh bütünlüğü, bu püfür püfür esen yaz akşamı duygusu aşılayan piyano yarenliğiyle mükemmel bir uyum sergiliyor.

On The Western Skyline, The Long Race, The Wild Frontier üçlüsünün gitarları sivrilten ama soft bir coşkuyu abartmayan country rock karizmaları, piyanonun albüme sağladığı naifliği ahşap bir sertlikle mükemmel dengeliyor. Dört kişiden oluşan The Range'in de hakkını yemeyelim. Özellikle Hornsby'nin piyanosuyla yarattığı haleyle içine kapandığı anların dışında kalan rock keskinliğinde kendilerini daha iyi gösteriyorlar. The Way It Is 80'lere çok fazla süper bir albüm. Bu bir aşağılama olarak değil, zamansızlığına övgü olarak anlaşılsın lütfen. Sahibini aşan albümlerden birisi. Öyle ki (şimdi kuracağım cümleyi daha önce başkaları için de kullanmışımdır ve ilerde başkaları için yine kullanacağımdır) Bruce Hornsby'nin kendisi bile The Way It Is'i aşan bir albüm yapamamıştır. Elbette onlarda da kendine özgü bir güzellik, ustalık, canlılık vardır. Fakat The Way It Is olağanüstü bir doğa manzarasına bakmak gibi birşey. Üstelik resmine, filmine, belgeseline değil, o doğanın bizzat içinde yaşarken ona bakmak gibi birşey.

1. On the Western Skyline
2. Every Little Kiss
3. Mandolin Rain
4. The Long Race
5. The Way It Is
6. Down the Road Tonight
7. The Wild Frontier
8. The River Runs Low
9. The Red Plains

15 Haziran 2012 Cuma

Cookie Duster - When Flying Was Easy


Kanadalı Broken Social Scene grubunun kurucusu ve hemen hemen herşeyi Brendan Canning'in yan projelerinden birisi olan Cookie Duster, 2001 yılında çıkardığı kendi adını taşıyan ilk albümden 11 sene sonra ikinci albüm When Flying Was Easy ile tek atımlık olmadığını kanıtlamaya çalışıyor. Canning'in yan projelerinden birisi olmanın etkisiyle bunca yıl ihmal edilmiş Cookie Duster, görenin duyanın pek olmadığı ilk albümlerinin ardından bir yan projeye göre oldukça güçlü kuvvetli bu yeni albümle özellikle indie rock seven kitlenin ilgisini çekecektir. Bu yan projelere gelirsek, Canning'in emek verdiği gruplar By Divine Right (6 albüm), Valley Of The Giants (1 albüm), hHead (3 albüm), Blurtonia (2 albüm) ve tabii Broken Social Scene (4 albüm) şeklinde sıralanıyor. Hani adamın memleketi Kanada olmasa tek iş geçindirmiyor diyeceğim. Bu bilgileri gerekli gördüm, çünkü uzun süre gözden ırak tutulmuş Cookie Duster dururken cümle alemin sadece Broken Social Scene gibi bana göre vasat bir grubu tanımaları haksızlık diye düşündüm. Adı geçen diğer Canning gruplarında da belki farklı renkler, tadlar mevcuttur diye de ilave ettim.

Sanat tarihi profesörü kılıklı Brendan Canning'in (Cookie Duster onu biraz gençleştirmiş sanki) müzikal anlamda bu kadar hiperaktif seyretmesi, Cookie Duster ve Broken Social Scene'i yanyana koyduğumda nihayet olumlu sonuç vermiş diye düşünmeden edemedim. Gerçi bu kadar çok grubu idare edeyim derken hepsiyle de iyi şarkılar, iyi albümler kotaracak diye birşey yok. Ezkaza bir kavgaya karışsa ve sırf grup arkadaşları kahveden çıkıp gelse sırtını yere getirmeyecek bir sosyal çevreye sahip olduğu muhakkak. Yine de çalamadığı enstrüman olmayan, şarkı söyleyip yazan, yapımcılık yapan bu insan evladı tek başına bir indie savaşçısı gibi adeta. Yapılan müzik itibariyle de kavga dövüşle pek arası olmayan genel bir olgunluk görülüyor. Ayrıca Canning ile beraber dört kişiden oluşan grup, Canning'in yükünü hafifletmişler gibi çok sıkı bir takım oyunu sergiliyorlar.


Kuruluş yılı 90'ların sonuna denk gelen Cookie Duster, o yıllarda By Divine Right bünyesinde bas gitar sallayan Canning'in bir başka Kanadalı alternative rock grubu olan Change Of Heart'ta keyboardist olan Bernard Maiezza ile bir turnede tanışıp kaynaşmasıyla filizlenmiş bir yan proje. Son albüm gösteriyor ki, tüm piyasasını ve cakasını Broken Social Scene ile yapıp satan Brendan Canning, olayın aslını ve yancılarını karıştırmış. Zira ortada çok uyumlu, kendine özgü, hatta sıklıkla orijinal şarkılar çıkaran ve albüm bazında gerçek bir tavır, bir stil belirlemiş dört başı mamur bir grup var. Progressive veya dream pop ruhu taşıyan, ancak dinlerken ara ara Red Hot Chili Peppers, The Go Team!, The Flaming Lips (özellikle The Soft Bulletin dönemi) kokusu duyulmuyor değil. Daddy's Got The Medicine, Something Evil Again, Two Feet Stand Up, No Solo, Shot In The Dark, Standing Alongside Gone benim için hazmı ziyadesiyle makul şarkılar. Aynı zamanda Cookie Duster'ın nasıl bir ruha sahip olduğunu en iyi anlatanlar. Diğerlerindeki derinlik ya da sığlık dinleyene kalmış. Garanti olan, Cookie Duster'ın The New Pornographers ile aynı dalga boyunda takılabilecek kadar donanımlı bir rock grubu oluşu, fakat aynı zamanda çok fazla Kanada'lanmayan bir kendiliğindenlik de içermesi.

1. Cut Me, Focus
2. Daddy's Got the Medicine
3. Something Evil Again
4. Two Feet Stand Up
5. We Stepped on Glass
6. Standing Alongside Gone
7. Black Car Waiting
8. No Solo
9. Living on a Fine Line
10. Shot in the Dark
11. Space Will Follow
12. Where Are My Young Ones

9 Haziran 2012 Cumartesi

Man Without Country - Foe


Tomas Greenhalf ve Ryan James'ten oluşan İngiliz duo Man Without Country yepyeni bir grup ve ilk albümleri Foe ile dünyaya gözlerini açmış bulunuyor. Yaptıkları şey biraz yoğun bir dream pop olmakla birlikte, adına genelde shoegaze denen bu yoğunluğu elektronik altyapıyla desteklemek suretiyle gayet atmosferik bir sound elde etmişler. İlk albüm olgunluğu gösteren az sayıdaki grubun arasında yatacak yerleri hazır. Shoegaze'in olmazsa ayıp olur unsurları olan puslu vokaller, ambient pop'a uzanan mistik tınılar ve kişisel karamsarlıklarla bezeli lirikler Man Without Country'nin müziğini pekçok akranından üst seviyelere taşımasını biliyor. İsimlerine yansıyan vatansızlıkları da, shoegaze'in ya da onun yumuşak ikizi dream pop'un insana aidiyet duygusu hissettirmeyen, boşlukta sallandırıp duran o gizemli kimliğinden gelmekte.

2011 Ağustos ayında çıkardıkları biri remix altı şarkılık King Complex EP'sinde yer alan dört şarkıyı da kapsayan Foe, 45 dakikalık süresiyle sanki 3 saatlik sürükleyici epik bir filme fon oluştururcasına yoğun bir albüm. Yüksek temposu ve ruhuyla albümün en iyilerinden saydığım Puppets ile, yedi buçuk dakikalık bir new age rüyası olan Parity, birbirlerinden çok farklı karakterde görünmelerine rağmen ortak bir mistik iklimin kucağından çıktıklarını belli ediyorlar. İçinde "son sözlerin senden daha meşhur olacak" diye bir cümleyi de barındıran Clipped Wings'in göbek adı "shoegaze" olan synth pop lezzeti, (hiç sevmem ama) Nine Inch Nails altyapısına benzer bir hamuru olan Closet Addicts Anonymous'un vokal ile bütünleşen etkileyici havası, Foe'yu her shoegaze seven kulağın uğraması gereken bir durak haline getiriyor. Gitardan piyanoya, looplardan, vokal armonilerine her unsurun güçlü bir synthesizer anlayışının kanatları altında toplanmasıyla yaratılan Foe, bir sürü pozitif etkisinin yanında Man Without Country ve onun gibi gruplara olan mühim ihtiyaca da dikkat çekiyor.

1. Foe
2. Puppets
3. Clipped Wings
4. King Complex
5. Ebb & Flow
6. Iceberg
7. Closet Addicts Anonymous
8. Migrating Clay Pigeon
9. Parity
10. Inflammable Heart

6 Haziran 2012 Çarşamba

The Primitives - Echoes and Rhymes


1985'te kurulan, 1991'de dağılan, 2009'da tekrar biraraya gelen İngiliz grup The Primitives, ilk önemli çıkışını 1988 yılı hiti Crash ile yapmış bir dörtlü. Zaten kendisini tanıyanların genelde en iyi şarkısı dedikleri de bu. Benim gibi kendisiyle tanışma fırsatını henüz bulamamışlar için ise 2012 albümleri Echoes and Rhymes, gayet güzel bir tanışma albümü. 88'den itibaren albüm yapmaya başlayan, o zamandan bu zamana sadece 5 albüm çıkaran grup, az ve öz takıldıkları müzik dünyasında belki de bu yüzden el üstünde tutulan bir underground karizmaya sahip. Indie pop, power pop, jangle pop, indie rock ve kimi otoritelerce indie pop'un başlangıcı olarak kabul edilen, İngiltere kaynaklı müzik akımı C86 türünde ürünler veren The Primitives'i dinlemek, sadece 80'lerde değil, daha evvelinde de dipten, derinden alıp başını gitmiş, günümüze kadar ulaşmış bu keyif verici pop karışımının en yetkin örneklerinden birine tanıklık etmek demek.

Kurulduğu, albüm yapmaya başladığı, en önemli liste başarısı sayılan Crash'in UK Singles Chart'ta 5 numaraya kadar çıktığı dönemden bugüne yeri göğü inleten bir şöhrete sahip olmamalarına karşın, sadık hayranları tarafından kült mertebesinde anılmasının birtakın nedenleri var elbette. Efsane The Smiths'in bile bazen sahneye The Primitives tişörtleriyle çıkması, Morrisey'in en sevdiği grupları sayarken onları hiç unutmaması, geçmişte kimselere çaktırmadan, duyuru, reklâm vs. yapmadan kafalarına göre İngiltere'nin küçük barlarında pat diye sahneye çıkmaları gibi örnekler onları celebrity yapmadan her daim gayet klas bir konumda tuttu. Belki bunun da etkisiyle 80'ler kuşağının yeraltına tutulmayan spotlarından uzak bir yerdeydiler. Zaten ikisi 80'lerde, ikisi 90'larda olmak üzere dört albüm, çok verimli bir grup olmadıklarına işaret sayılsa da, yaptıkları müziğin çok albümle bıktırabileceği gerçeğinin de farkında bir tavır seziliyor kendilerinde. Henüz dinlemediğim fakat Echoes and Rhymes'dan sonra can attığım bu tavra bakınca, her 10 yılın iki dönemine böyle bir albüm düşürdülerse canları yenilesi insanlar oldukları çok açık.


80'lerin Blondie ve Buzzcocks döneminden kopup fazla ortalık malı olmamış kıymetli soundlarının 2000'lere düşen payı Echoes and Rhymes, dinlerken yormayan, dans ederken muhtemelen yorduğunu hissettirmeyecek 14 adet kaliteli şarkıdan oluşuyor. İlk şarkı Panic'te olduğu gibi kısa bir girişin ardından direk catchy nakaratlarına başvuruyorlar. Ama şarkıların kısa süreleri boyunca sadece o nakaratın cazibesine bel bağlamayıp yine minik ve etkili geçişler, şıp diye bitişler tasarlıyorlar. Turn Off the Moon gibi baştan sona aynı giden ritmin üzerine söz döşeyip çekici olabiliyorlar. Sıkı rock'n roll Move It On Over ve albümün en olgun rock bestelerinden Sunshine In My Rainy Day Mind grubun karakterine hem uyan, hem de uymadığı için memnun eden düzeyde. Dört dakikayla albümün en uzun şarkısı olan The Witch olağanüstü. I Surrender desen yine The Witch'te duyduğumuz, genelde farklı grupların uzun psychedelic sololarından kulak aşinalığımız olan şahane gitar tonunu daha çok şarkılara 70'ler rock atmosferinin havasını solutmak için kullanıyor.

Albüm kısa süreli şarkılarına rağmen sanki bitmiyor ve beni bu yüzden ziyadesiyle mutlu ediyor. Şarkıları nasıl öveceğimi şaşırıyorum. Mesela Who Are You Trying to Fool? son yıllarda dinlediğim en stylish (siz nasıl diyor!) pop şarkısı. Daha önce duyulmamış bir yanı yok belki ama biraz Tarantino gibi, çoktan duyulmuş/görülmüş olanı engin pop kültüründen tırnaklarıyla bulup çıkarmış, ona yeniden şekil vermiş bir hali var. Ayrıca Time Slips Away gibi indie rock'ın pop rock ile köşeyi dönerken çarpıştıkları bir tutku var. Hatta tamamı Fransızca Amoureux D’une Affiche adlı bir chanson/sunshine pop bile var. En önemlisi hâlâ 20'li yaşlarında seyreden şahane sesiyle şu an 45 yaşında olan bir Tracy Tracy var. Uzun lafın kısası, gruba ait son albümün 1998'de çıktığı düşünülünce Echoes and Rhymes belki de son yılların en görkemli geri dönüşlerinden biri. Sound itibariyle "Oldies But Günümüze Uydurulan Bileşenleri Sayesinde Yakaladığı Çağdaşlıkla En Kısa Sürede Kendisine Geri Döneceğiz" bir albüm bu.

Grupta 85-88 arasında bas ve gitar çalmış Steve Dullaghan'ın Şubat 2009'da ölümünün ardından cenazede biraraya gelen grup üyelerinin aldığı karar sonunda gerçekleşen bu harika geri dönüş, aynı zamanda bizim de önceki dört albüme yapacağımız farklı bir dönüşle karşılık bulacak muhakkak. Lâkin oradan alınacak tat konusunda biraz endişeler de olacaktır. Sadece Sunshine In My Rainy Day Mind, The Witch, Who Are You Trying to Fool?, Time Slips Away ve Panic'ten oluşan 5 şarkılık bir albüm olsaydı bile benim için yılın en iyilerinden biri olmaya yeterdi. Ama onların arkasında bir dolu güzel şarkı daha saklıyor The Primitives. Daha da geride henüz kulak değmemiş albümler içinde başkaları var. Yaz geldi. Ben de The Primitives tişörtü istiyorum!

1. Panic
2. Turn Off the Moon
3. Move It On Over
4. Sunshine in My Rainy Day Mind
5. Till You Say You’ll Be Mine
6. I'm Not Sayin’
7. The Witch
8. I Surrender
9. Amoureux d’une affiche
10. Where Will You Be?
11. Single Girl
12. Who Are You Trying to Fool?
13. Time Slips Away
14. Wild Flower