31 Aralık 2013 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Aralık 2013)

Asomvel - Knuckle Duster
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Stoner Rock, Heavy Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Knuckle Duster"
Lorde - Pure Heroine
Yıl: 2013 Yeni Zelanda
Tür: Indie Pop, Indietronica
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "400 Lux"
Talisman - Life
Yıl: 1995 İsveç
Tür: Hard Rock, AOR
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Body"
Tamikrest - Toumastin
Yıl: 2011 Mali
Tür: Tuareg Music, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Aratan N Tinariwen"
Soraya - Universe In Me
Yıl: 2013 İspanya
Tür: Dance Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Universe In Me"
Bernie Allen - Mirage
Yıl: 2013 Kanada
Tür: Progressive House
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Aviators"

Marc Collin - Hollywood, Mon Amour: 80's Movie Songs Reinvented
Yıl: 2008 Fransa
Tür: Trip Hop, Lounge, Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Eye of the Tiger" (feat. Katrine Ottosen)
Pink Floyd - A Momentary Lapse of Reason
Yıl: 1987 İngiltere
Tür: Progressive Rock, Art Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Learning to Fly"
Arctic Monkeys - AM
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Indie Rock, Post Punk, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fireside"
Patterns - Dangerous Intentions
Yıl: 2013 Kosta Rika
Tür: Synth Pop, Synthwave
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Man Across the Dark Room"
Peter Gabriel - So
Yıl: 1986 İngiltere
Tür: Pop/Rock, Art Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Big Time"
M.I.A. - Matangi
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Electropop, UK Hip Hop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bad Girls"
Incredible Bongo Band - 40 Years of the Incredible Bongo Band
Yıl: 2013 ABD
Tür: Funk
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Apache"
The Answer - New Horizon
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Hard Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Leave With Nothin'"
Exit Calm - The Future Isn't What It Used to Be
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Shoegaze, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Higher Bound"
Keith Richards - Talk Is Cheap
Yıl: 1988 İngiltere
Tür: Blues Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Take It So Hard"
Eefje de Visser - Het is
Yıl: 2013 Hollanda
Tür: Indie Pop, Indie Folk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ongeveer"
Jai Uttal - Shiva Station
Yıl: 1997 ABD
Tür: World, Folk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Jaya Jagadambe"
Middle Class Rut - Pick Up Your Head
Yıl: 2013 ABD
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Police Man"

The Black Explosion - Elements of Doom
Yıl: 2013 İsveç
Tür: Hard Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Blow It Away"

28 Aralık 2013 Cumartesi

Jenni Vartiainen - Terra


Facebook, Twitter gibi bilimum sosyal medya mecralarında değil, albüm albüm takip ettiğim Finlandiyalı Jenni Vartiainen, üçüncü albümü Terra ile bana göre nihayet beklenen sıçramayı yaptı. İlk albüm Ihmisten Edessä (2007) ile tanıdığım, bu sayfaların birinde de tanıştırmaya çalıştığım, ama tüm ümitlerime rağmen pek beğenmediğim ikinci albüm Seili (2010) ile bir parça hayalkırıklığı yaşadığım Vartiainen, üç yıl aradan sonra gayet demlenmiş bir albümle çıkageldi. Gerçi ilk albümü de öyle eller havaya modunda ucuz pop şarkılarından oluşmuyor, orada da kendiliğinden bir olgunluk seziliyordu. Tarz değiştirme gibi bir durum zaten yok. Kaldı ki onun müziğini tanıtmak için kullandığımız "pop" kelimesi yanlış yönlendirebilir. Kapağıyla birlikte ilk kez tanışacağınız birisi ise, sakın Celine Dion popu ya da Tarja Turunen metali sanıp aldanmayalım. Jenni Vartiainen müziği art pop tanımında kendini daha iyi ifade eden nitelikte.

Albüm açılışını iki yıldız şarkı olan Muistan Kirkkauden ve Junat ja Naiset (ki bu şarkı aynı zamanda ilk single) ile yapan Jenni Vartiainen, Tyttövuodet, Selvästi Päihtynyt, Suru On Kunniavieras gibi başka yıldızlarla bana göre üç albümlük kariyerinin en sağlam halkasını meydana getiriyor. Bir şarkı lisanı olarak Fince'yi dezavantaj gibi gören, gösteren biri olursa gönül rahatlığıyla Terra'yı suratına dayayabilirsiniz. En başta karşılaştığımız İngilizce şarkılar için "sözlerini anlamıyoruz ama kulağa hoş geliyor" meselesini zamanla aştık. Ama tek kelimesini anlamadığım şu albüm bile beni çeşitli noktalarımdan yakalayıp süresi boyunca avucunun içinde tutabiliyorsa bu işin İngilizcesi, Fincesi olmaz diyerek klişenin dibine vuralım. Okuması ve yazması zor, kabul. Ama yormayan, kasmayan, tam tersi rahatlatan, rahatlatırken de içe dokunup bazı telleri titreten elit pop bestelerini dinlemesi hiç de zor değil. (En sevdiği şarkıcı (!) David Guetta olanlar için oldukça zor, onu kabul edelim). Muistan Kirkkauden ve Junat ja Naiset ikilisini peşpeşe duyanların kendilerini akşam akşam ödüllendirilmiş gibi hissetme ihtimallerini düşünmek bile yeter.

1. Muistan kirkkauden
2. Junat ja naiset
3. Selvästi päihtynyt
4. Kaukaa
5. Päivät on täällä hitaita
6. Tyttövuodet
7. Suru on kunniavieras
8. Sivullinen
9. Minä sinua vaan
10. Tule meille jouluksi

22 Aralık 2013 Pazar

A.S. - Exile


Dünya küçük. Avustralyalı piyanist / şarkıcı Nick McRoberts ve Cezayirli gitarist Idriss Halfaoui 2008'de Paris'te buluşup bir grup kurmaya karar verirler. 2010'da ilk albüm Intimate Circles, 2013'te de ikincisi Exile çıkar. Piyano temelli melankolik pop rock unsurlarından beklenen ne ise müziklerinde faslasıyla bulmak mümkün. Sanki hikaye burada bitmiş gibi oldu. Oysa yazıya şöyle girsem daha iyiydi: "İşte benim için 2013'ün en iyi 5 albümünden biri!" Ama albümün hücrelerime işlediği duygu bu tip bir coşkudan ziyade, şık bir hüznün aynı şıklıkla bastırmaya çalıştığı bir coşku oldu. (Bu cümle de tuhaf oldu!) Yani A.S., hüznünü yerlerde sürünen pejmürde bir çaresizlikle değil, karizmatik bir teslimiyetle, gerçekten efkarlı olduğunu hissettiren bir bilgelikle söze notaya döken bir grup. Bu cümle bir bakıma Tindersticks tanımlarından biri sayılır. Ancak Tindersticks hüznü bana hep mesafeli ve o mesafeyi koruma içgüdüsüne sahip gibi gelmiştir. A.S. hüznü ise adeta o mesafeyi kaldırmak için kendisiyle sessiz biçimde mücadele ediyormuş izlenimi uyandırıyor çoğu kez.

Nick McRoberts aslında klasik müzik eğitimi almış, çeşitli orkestralarda, opera ve balelerde şeflik yapmış bir besteci ve aranjör. Zaten yaklaşık 10 yıl önce Paris'e gelmesinin sebebi de orkestra şefliği eğitimi almak içinmiş. Ama kariyeri bu şekilde gelişirken film ve belgesel müzikleri de işin içine girmeye başlayınca McRoberts'ın gönlünde biryerlerde saklı olan pop ve rock telleri titremeye başlamış. Artık bir çizgiden sonra da kendi kendine bir meydan okuma halini almış. Belli bir alanda ustalaşmış kişinin, kendisine yakın başka bir alanda neler yapabileceğine dair normal olduğu kadar cezp edici bir gizemin ardından gitmeye karar vermiş. Idriss Halfaoui ile olan dostluğunu farklı bir müzikal perspektifle tecrübe etmek, tüm bu klasik müzik, film temaları ve rock birikimlerini paylaşmak amacıyla A.S.'in temellerini atmış.

Exile'ın kapısını açan Do What You Want, daha ilk piyano dokunuşlarıyla müthiş bir dramatik atmosfer yaratan, söyleyeceği herşeyi bu atmosfere yediren yaklaşık üç dakikalık bir gizem. Bir ara Kid A öncesi Radiohead dinliyormuş duygusu hasıl oluyor. İkinci şarkı Exile, bu kez başka bir atmosfer yaratarak aynı yönetmenin aynı türde başka bir usta filmi gibi ortaya çıkıyor. Halfaoui gitarının rötuşladığı, yaylıların karanlık kapı aralığından gözetlediği, Relay grubundan Juwenn'in geri vokal yaptığı, McRoberts'ın "sadece geçici bir ilişkiydi / ama hangi ilişki uzun ömürlü ki" dediği Exile, bu defa güçlü U2 çağrışımları taşıyor. Üçüncü şarkı Time'ın piyano girişi başladığında vokal kısmına Tori Amos girecekmiş sanıyorsunuz. İşte bu ilk üç şarkıyla Nick McRoberts'ın bütün o müzikal tecrübesinden başka çok önemli başka bir özelliğine kani oluyoruz: Olağanüstü sesine!


Thom Yorke'tan, Bono'ya, Nick Cave'den Dave Gahan'a, baritondan falsettoya geniş bir yelpazeye sahip bu ses, McRoberts'ı liste canavarı bir süper kahraman yapmaya yetebilir. Ama tüm bu hacimli benzetmelere rağmen McRoberts'ın sadece A.S. müziğine hizmet ettiği, kendi sınırları dışında macera aramadığı, tam tersi kendi macerasını kendi yarattığı bir gerçek. Yine bu benzetmelere rağmen tevazusu derinden hissedilen A.S., tüm ihtişamını bu tevazu içinde yeşertiyor. Başkalarının hazır müziklerine, liriklerine, vokal prensiplerine konmuyor. Başka isimlerle karşılaştırmak da bu sebepten pek içime sinmiyor. Yine de nasıl bir müzik ve sesle karşı karşıya olduğumuzun anlaşılabilmesi için bu yönteme başvuruyoruz. Nasıl tanımlayacağımı tam kestiremiyorum. Zira karşımda 20-30 yıllık bir tecrübeyi daha ikinci denemesinde elde etmiş bir albüm var.

Kalın piyano darbelerine eşlik eden davulla karizmatik bir giriş yapan Probable Cause, McRoberts vokaline eşlik eden gerilimli orkestrasyonu da hemen peşine takıyor. Film müzikleriyle edinilen tecrübeler, şarkının dramatik yoğunluğunu kat kat arttırıyor. Probable Cause'un hemen ardından Invisible Kiss'in gelmesi de harika bir cast başarısı sanki. Albümün melankoli yoğunluğunu arttıran, özellikle nakaratıyla bu yoğunluğu zirveye taşıyan Invisible Kiss, gerçekliğine hayran kalınan romantik bir film sahnesi gibi. Her bir A.S. şarkısına kafalarımızda klipler çekiyoruz. Bu kliplerin kimi şiirsel, kimi bir film noir (anti) kahramanının gece vakti peşindeki tehlikeden kaçışını işliyor. Pleasure and Pain'de denildiği gibi, yağmurun cama düşmesini beklerken dünyanın ne kadar küçük olduğunu düşündürtebiliyorlar. Altı dakikaya merdiven dayamış iki epik pop olan Fall In ve Reasonable Doubts ile kendi dünyalarının keder yüklü ruhani genişliğini, bu iki şarkının arasına uygun gördükleri Why The Hell Not? ile de gösterip vermedikleri yaşama sevincinin emarelerini sergiliyorlar.

Nick McRoberts - Idriss Halfaoui ikilisini samimi biçimde Sherlock Holmes - John Watson ikilisine benzettim. Müzikal dehasıyla en ince detayı bile hesaplamış, albümün kurgusunu, şarkıların nereden gelip nereye gideceklerini, yolda nerelere uğrayacaklarını tasarlamış, onlara karakter aşılamış ve en sonunda kendi sesiyle onlara konuşma gücü vermiş McRoberts ile, onun olası birtakım dağınık hamleleri için bir kenarda hep tetikte durarak güven vermiş, gitarıyla söze girdiği anlarda boş konuşmayarak gidişata pozitif katkılar sağlamış, hatta bazen onun arkasını toplayarak dahilerin bile vazgeçemeyeceği türden bir eşlikçi, bir dost olduğunu hissettirmiş Halfaoui birlikteliği hayranlık ve ilham verici. İlginçtir, ilk albümleri Intimate Circles'ı dinlememiş olmama rağmen peşine düşmek gibi delice bir çabam da olmadı. Çünkü Exile öyle bir albüm ki, alıp götürdüğü yerlerin hudutları belli değil. Tıpkı hudutları belli olan sürgün yerlerine gönderilmiş ozanların, hudutlara sığmayan özgürlük hasretleriyle, kayıp aşklarıyla, kaybeden rolü üstlenmiş sanatçı karakterleriyle yoğrulmuş varoluş eserleri gibi.

1. Do What You Want
2. Exile
3. Time
4. Fast
5. Probable Cause
6. Invisible Kiss
7. Pleasure and Pain
8. Fall In
9. Why The Hell Not
10. Reasonable Doubts

18 Aralık 2013 Çarşamba

Monica Heldal - Boy From The North


Henüz 21'indeki Norveçli Monica Heldal'ın ilk albümü Boy From The North'a geçmeden önce rakamları ters çevirip 12 yaparak onun ilk gitar çalmaya başladığı yaşa dönelim. Ailesinin eski plak koleksiyonuyla bol vakit geçirmesinden dolayı müziğe atılacağını tahmin etmek zor olmasa gerek. Bir süre sonra cover çalmaktan sıkılıp kendi yazdığı şarkılara meyletmesi de uzun sürmüyor. Rory Gallagher, Nick Drake, Chet Atkins, Neil Young ve akustik yönüyle Jimmy Page, Monica'nın geçmişten bugüne ilham kaynaklarını oluşturuyor. Akustik gitara olan hakimiyeti, büyülü sesi, olgun lirikleriyle sadece ülkesinde değil, Fransa, Hollanda, İngiltere ve İrlanda'da da çok sevilmeye başlıyor. Bağımsız müzik festivallerinden Tom Petty and The Heartbreakers konserinin ön isimlerinden biri olmaya uzanan yolda Monica Heldal, folk ve country müziğin Amerika dışında kendini kanıtlamış yeni ve heyecan uyandıran kadınları arasında gösteriliyor.

İlk albüm Boy From The North öyle güzel akıyor ki, özellikle son yıllarda onlarca, vakti bol olanlarca yüzlerce bunaltıcı folk albümüne rastlamış olanlar için farkını kısa sürede hissettireceğini düşünüyorum. Tabii bu fark müzikal anlamda değil, Conman Coming, I Don't Mind, Boy From The North, In Flight, Follow You Anywhere gibi kaliteli şarkılara hasret kalıp, duyunca havada kapan folk rock meraklılarınca hissedilecektir. Hele 2013 yılına ait içinde "folk" kelimesi geçen bir kamyon dolusu akustik albümde bile rastlayamadığım Conman Coming, I Don't Mind, In Flight üçlüsünü tek albümde görmek Monica'yı hemen benimsememe yetti. Böyle durumlarda albümdeki diğer şarkılar arasında vasat olanlar bile gözüme vasat gibi gelmiyor bazen. Ya zaten vasat olmuyorlar, ya da vasatlıkları güçlü atmosferin arasında kaynayıp gidiyor. Boy From The North da yılın en iyi albümlerinden ve bence son zamanlarda kendi türünde yaşanan kıtlık arasından boy veren ayçiçeklerine sahip.

1. Boy From The North
2. Conman Coming
3. Silly Willy
4. Fightin’ Son
5. Follow You Anywhere
6. Tape 03
7. I Don’t Mind
8. Die For You
9. In Flight
10. The Road Not Taken

14 Aralık 2013 Cumartesi

Boston - Third Stage


Bostonlu hard ve pop rock grubu Boston, 11 yıl aradan sonra Life, Love & Hope diye bir albüm yapmış dediler, eskinin hatırına koştuk geldik. Ne var ki bunca yıl aradan sonra birbirinden kötü 11 şarkıyı ip gibi dizdiler, dizmekle kalmayıp o iple adeta beni sıkıntıdan boğmaya çalışmak suretiyle adam öldürmeye teşebbüs ettiler. Kendileriyle fazla hukukum yok. Eskinin hatırı dediğim de 1986 tarihli nefis albümleri Third Stage'den ibaret. Üzerimde hatır bırakacak kadar mesai harcadığım Third Stage, dönemin Bon Jovi, Cinderella, Mötley Crüe, Guns'n Roses çılgınlığı arasında kalbimde kendine yer bulabilmiş albümlerdendi. 80'lerde onu ilk dinlediğimde 70'lere ait nostaljik bir sound ile karşılaştığımdan, başlarda biraz garipsemiştim. Ne de olsa 80'lerde oturup 70'ler müziği dinlemiyorduk. Hatta benim kuşak müzik dinlemeye 80'ler ortalarında başlamıştı. Boston'ın bu retro sound ile 80'ler cafcafında kendine yer bulabilmesi, hem 1975 tarihinde kurulmuş tecrübeli bir grup olmasından, hem de Third Stage'in yıllandıkça tatlanacak şarkılar barındırması sayesindeydi.

38 yıllık tarihine sadece 6 albüm sığdırmış Boston, bu durumu tembelliğine değil, elemanlarının bir dolu farklı projede boy göstermesine borçlu. Üç numaralı albümleri Third Stage benim için en iyi Boston albümü. Amanda ile başlayıp Hollyann ile biten albüm, sanki bir güzel kadının kapıyı açtığı, bir diğer güzel kadının kapattığı hüzünlü bir resim albümü. Bu iki güzel kadının şarkıya bürünmüş hali olan Amanda ve Hollyann, 80'lerde hangi yaştaysalar benim için şimdi de aynı yaştalar. Tıpkı o fotoğraf albümündekiler gibi. Aralarda We're Ready, Cool The Engines, I Think I Like It o albüme yeni fotoğraflar ekliyorlar. Ama işin özü yalnızlık biraz da. Yalnızken, ortam loşken ve kafa biraz hoşken bakılan fotoğrafların solgun ya da canlı enstantanelerine kendi halinde fon müziği oluşturabiliyorlar. İlk albümlerindeki More Than A Feeling'i de bu ruha dahil etmeliyiz. Boston hiçbir zaman flaş bir grup olmadı. Zaten olsaydı 2013'te yaptıkları albümde bir (1) tane bile olsa iyi şarkı çıkarabilirlerdi. İşte Third Stage, bazen kötü grupların bile hayatlarında bir defa da olsa iyi albüm yapabileceklerini gösteren albümlerden biri.

1. Amanda
2. We're Ready
3. The Launch
4. Cool the Engines
5. My Destination
6. A New World
7. To Be a Man
8. I Think I Like It
9. Can'tcha Say (You Believe in Me) / Still in Love
10. Hollyann

12 Aralık 2013 Perşembe

La Chinga - La Chinga


Ben Yardley (gitar, vokal), Carl Spackler (bas, vokal) ve Jay Solyom (davul) üçlüsünden oluşan Kanadalı La Chinga, blues rock tabanlı hard rock ve hard rock tabanlı psychedelic rock yapan bir grup. Görüldüğü üzere tabansız olmadıkları gibi, kendi adlarını taşıyan ilk albümleriyle rock ansiklopedisinin ilgili bölümlerini çok iyi okuyup uyguladıklarını belli edercesine cevval bir grup. Üçlü, kaya gibi müziklerini saçma sapan rock'n roll vasatlıklarına veya uyku bastıran sertliklere prim vermeyen şarkılarla taçlandırmışlar. Ben Yardley'nin çoğu zaman genç Robert Plant'i andıran vokali, hatta Led Zeppelin'in III albümündeki Out Of The Tiles'ı fena halde andıran Snake Eyes şarkısı bile hiç can sıkmıyor. Zaten baştan aşağı Led Zeppelin kuşanmıyorlar. Hoş, kuşansalar bile bir şekilde kendi yollarını bulabilirlermiş duygusu yaratıyorlar.

Snake Eyes ile birlikte The Wheel, When I Get Free, Catty, Early Grave, ilk bir buçuk dakikası bambaşka bir şarkı gibi başlayıp, sonrasında enfes bir kemikli blues rock'a dönen Boogie Children ve kendi adını taşıyan albümün kendi adını taşıyan şarkısı olan La Chinga bana göre albümün en iyileri. Psychedelic yanını kafa ütülemek için değil, çekirdekteki stoner rock dokusuna hizmet etsin diye kullanan grup, özellikle canhıraş gitar sololarındaki ustalığıyla bu dengeyi çok iyi sağladığını kanıtlıyor. Bu anlamda To Let Silver gibi bir parça başka ellerde sırf poz olsun diye psychedelic takılacak iken, La Chinga'nın ellerinde gerçek kimliğini buluyor sanki. Bir tek kapanıştaki The Universe Is Mine'ı biraz vasat buldum. Ama onu da ucundan Motörhead'in ilk zamanları niyetine dinlerseniz sorun kalmıyor. Kanada'nın yeni yüz akı rock oluşumlarından biri olan La Chinga, hiç de yan bakılmayacak, nereden bakılırsa bakılsın karizması ve rock müziğe olan aşkı fark edilebilecek gruplardan biri.

1. Early Grave
2. Snake Eyes
3. The Wheel
4. Catty
5. To Let Silver
6. Boogie Children
7. Country Mile
8. La Chinga
9. When I Get Free
10. The Universe is Mine

6 Aralık 2013 Cuma

Dance With The Dead - Out Of Body


Amerikalı J. Pointer ve T. Kim ikilisinden kurulu Dance With The Dead, synth pop, electronic, synthwave türlerine doyurduğu debut albümleri Out Of Body ile 80'leri kapınızın önüne kadar getiriyorlar. Bunu yaparken yoğun synth dokunuşlarını yoğun gitar riffleriyle aynı odaya sokarak sabahları zor ediyorlar. Böylece elde ettikleri retro pop soundu sıklıkla 80'lerin aksiyon filmlerine malzeme olabilecek ölçüde sert pop rock ile dirsek temasını hiç kaybetmiyor. Tamamı enstrümantal olunca ve adından da yakalanabilecek tematik çağrışımlarla sanki zombilerle alakalı bir konsept albüm ya da aynı adlı bir filmin soundtrack çalışması hüviyetine bürünüyor. Zaten bazı kaynaklarda "horror-synth" diye gereksiz bir tanım da yapmışlar onlar için. Albümün doygunluk yaratan kısmı ise, üçer dörder dakikalık şarkıların yaklaşık bir saat boyunca tespih gibi dizilmesinden kaynaklanıyor.

Enstrümantal, bir saat süre, zombi gibi anahtar kelimelerin bazıları için negatif elektrik yayma ihtimali var. Ama benim gibi o yıllarla gönül bağı olanlar için Out Of Body güzel bir yeni yıl hediyesi gibi adeta. Gerçi bazı şarkıların arasından birden Sandra, Rick Astley, hatta Dave Gahan vokali çıkacakmış izlenimi uyanmıyor, o izlenim gerçek olsa ne iyi olurdu dedirtmiyor değil. Şarkıları birbirinden ayırdetmek de haliyle biraz zor. Hangisi nerede başlıyor, nerede bitiyor, güzel bir melodi vardı, o kaçıncı şarkıydı benzeri karışıklıklar yaşanabilir. Yine de enstrümantal olması, albümü daha karizmatik (80'ler referansıyla nasıl karizmatik olunuyorsa artık!), daha sinematik ve sırf kafiye olsun diye sempatik kılmış denebilir. Hoşuma giden şarkılar Robeast, Fracture, Thrasher, Out Of Body, Zombie Night, The Deep (80'lerde okuduğum, Jaws'ın da yazarı olan Peter Benchley'nin güzel romanını aklıma getirdi), Cobra (bu da Stallone'un 1986 tarihli salaş aksiyonunu aklıma getirdi) şeklinde. Ama bu şarkıları biryerlerde duysam ne Dance With The Dead grubuna ait olduğunu, ne de şarkıların adlarını çıkarabilirim. Belki de bunu kasten yaptılar. Bu şarkılarla sadece bu albümü dinlerken yakın olabilirsiniz diye.

1. Intro
2. Robeast
3. Blind
4. Fracture
5. Trasher
6. Out of Body
7. The Deep
8. Dancing on Air
9. Only a Dream
10. Hell Ride
11. Cobra
12. Mr. Terror
13. Zombie Night
14. Stitch
15. Sunset