31 Ekim 2013 Perşembe

Issız Ada Radyosu Arşivi (Ekim 2013)

Weekend - Jinx
Yıl: 2013 ABD
Tür: Post-Punk, Shoegaze
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "It's Alright"

Anders Osborne - Peace
Yıl: 2013 İsveç
Tür: Blues Rock, Country Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Windows"

Fitz & The Tantrums - Pickin' Up The Pieces
Yıl: 2013 ABD
Tür: Pop Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dear Mr. President"

In Solitude - In Solitude
Yıl: 2008 İsveç
Tür: Heavy Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "In the Darkness"

Canyon Creep - Hijack the World
Yıl: 2002 ABD
Tür: Stoner Rock, Southern Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Black Bra"

Pearl Jam - Lightning Bolt
Yıl: 2013 ABD
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 3/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mind Your Manners"

Cheese People - Mediocre Ape
Yıl: 2013 Rusya
Tür: Dance-Punk, Synth Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Moscow"

Garbage - Version 2.0
Yıl: 1998 ABD
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Think I'm Paranoid"

Sasquatch - III
Yıl: 2010 ABD
Tür: Stoner Rock, Stoner Metal
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Soul Shaker"

Andrea Begley - The Message
Yıl: 2013 İrlanda
Tür: Pop, Cover
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Take On Me"

Duman - Darmaduman
Yıl: 2013 Türkiye
Tür: Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Saldır"

Spiritual Beggars - Mantra III
Yıl: 1998 İsveç
Tür: Stoner Metal, Stoner Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Monster Astronauts"

Alloise - Bygone
Yıl: 2013 Ukrayna
Tür: Pop, Dance, R&B
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Who's The Fool" (feat. Fahot)

Omar Souleyman - Wenu Wenu
Yıl: 2013 Suriye
Tür: Dabke, Arabic Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Wenu Wenu"

Tracy Chapman - Crossroads
Yıl: 1989 ABD
Tür: Singer/Songwriter, Folk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Crossroads"

Litvintroll - Czornaja Panna
Yıl: 2012 Belarus
Tür: Folk Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ad Astra"

Vertical Horizon - Everything You Want
Yıl: 1999 ABD
Tür: Pop/Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Everything You Want"

Honcho - Corporate Rock
Yıl: 2002 Norveç
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Snake Eyes"

Matthew Good - Arrows of Desire
Yıl: 2013 Kanada
Tür: Alternative Rock, Singer/Songwriter, Folk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Arrows of Desire"

Ayyuka - Kiracı Odaları
Yıl: 2013 Türkiye
Tür: Surf Rock, Indie Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kırmızı"

29 Ekim 2013 Salı

Cats On Trees - Cats On Trees


Bir adam (Yohan Hennequin), bir kadın (Nina Goern), kendi adını taşıyan debut, tertemiz bir indie pop. Güzel bir albüm kapağı. Herşey kitabına uygun. 2007'de kurulan Fransız grup Cats On Trees'in albüm yapması uzun bir kendini keşif sürecinden sonra 21 Ekim 2013'ü bulmuş. 2010'da The Tiki Tiki Boy adında bir single çıkarmışlıkları var. Bu isimde bir single, ilk etapta bir grubu ciddiye almanızı güçleştirebilir. Şarkı, albümde TikiBoy olarak yer almakta. Adının çağrıştırabileceği üzere bir çocuk şarkısı havası mevcut. Öte yandan, geriden sağlam destek veren yaylılar ve pop caz piyanosunun hınzırlığı sayesinde üzerinde çalışıldığı belli bir parça olarak etkileyici. Zaten özellikle piyanonun Cats On Trees müziğindeki önemi hemen anlaşılıyor. Ama birçoklarının yaptığı gibi bu güzide enstrümanı bayık şarkılara kurban etmiyorlar. Gerçi 1-2 tane yok değil. O 1-2 tanenin dışında öyle görünenler olsa bile, ikilinin kattığı derinlik sayesinde biraz zaman ve emek isteyen şarkılar diyebiliriz.

Burn, Jimmy, Wichita, TikiBoy albümde en çok beğendiğim şarkılar oldu. Hepsinin tempolu ya da orta tempolu şarkılar olması da ayrı bir durum. Who You Are, You Win gibi iyi bir baladlar da var. Ama bu balad konusunda biraz daha içe işleyen şarkılar yazıp hayata geçirmeleri gerek diye ukalalık edip çekilelim. Diri şarkılar yaparken becerileri daha net görülebiliyor. Nakaratların lezzeti, sıklıkla başvurdukları piyano ve yaylıların pozisyonları saydığım bu şarkılarda daha keyif verici biçimde hissediliyor. Nina Goern'in melankolik sesi o iyili kötülü baladları taşımakta sorun yaşamıyor. Ancak Burn, Jimmy, Wichita, TikiBoy dörtlüsünde aynı ses bir başka tınlıyor sanki. Buradan da iyi vokalin her zaman vasat şarkıları adam edemeyebileceği, Cats On Trees'in asıl güzelliğinin ve sorunlarının şarkı yazma konusunda olduğu açığa çıkıyor. Cats On Trees sevilmeyecek bir grup değil kesinlikle. En kötü diyebileceğiniz şarkısında bile bir ruh gizlediklerini anlamak mümkün. Yine de böyle durumlarda önemli şeyleri gizlemek pek fayda sağlamıyor.

1. Burn
2. Sirens Call
3. Jimmy
4. Full Colours
5. TikiBoy
6. Who You Are
7. You Win
8. Too Much
9. Walking On The Line
10. Wichita
11. Flowers

26 Ekim 2013 Cumartesi

Foghound - Quick, Dirty, & High


Bob Sipes ve Dee Settar'ın gitar / vokallerde yer aldığı, Geoffrey Freeman'ın bas gitarda, Chuckrock Dukehart'ın davulda devleştiği Baltimore kütüğüne bağlı Foghound, 2012 yılında kurulmuş bir hard, stoner, blues rock güzelliği. Dumanı üstünde ilk albümleri Quick, Dirty, & High, daha önce defalarca benzettiğimiz şekliyle 8. albüm görünümlü bir debut. Ama yine de bazı monotonluklar sezilmiyor değil. Foghound dörtlüsü özellikle hızlıyken şahane işler çıkarıyorlar. Albüm açılışındaki Easy Come, Easy Go hem sound, hem de rock coşkusu yönünden bizi kütür kütür bir albüm dinleme beklentisine sokuyor. Ardından gelen Resurrect The Throwaways, temposunu biraz düşürse de disiplini bozmadığı gibi, hızlıyken olduğu kadar vites düşürdüğü (tabii sertliğini koruyarak) anlarda da dinleyicisini kütürdetebileceğini açıkça gösteriyor. Fakat devamında Long After I Die ile her ne kadar gücünü hissettirse de uzun ve sıkıcı bir yola giriyor.

Erken gelen iki nefis golden sonra geriye yaslanan bir takım hüviyetine bürünen grup, Gotta Go ve Slip Away ile ağırlaşınca bir nebze hayalkırıklığı yaratıyor. Bu iki şarkı için karar vermek henüz erken mi acaba dedim kendi kendime. Tıpkı Long After I Die gibi, enstrüman yetilerini ağır tempoda iyi kullansalar dahi, yapabileceklerine ikna ettikleri sağlam riff + karizmatik nakarat bütünlüğünü sağlayamıyorlar. Derken birden ortaya çıkan Get In My Van ortalığı öyle bir silip süpürüyor ki, albüm ortalarındaki bu durgunluk yerini deli bir heyecana bırakıyor. (Bu arada o kadar "Get In My Van" diye yırtındıktan sonra şarkının bitiminde "now get out" demeleri tebessüm yarattı.) Zamanlama itibariyle Get In My Van, bir albümde şarkı diziliminin ne kadar önemli olduğunun da ispatı.

70'lerin sert psychedelic rock günlerine yakışır nitelikteki Dragon Tooth, hızlıyken ne yapsa dinlenir kontenjanından kendine yer bulan Hard Rider ve sertliği muhafaza ederek psychedelic dozunu biraz daha arttırıp bana göre vasat bir kapanış yapan Buried At Sea üçlüsüyle albüm nihayetleniyor. Başlangıç olarak dokuzda beş, bir debuta göre hiç de fena sayılmaz benim için. Diğerlerini de kazanmak imkansız değil elbette. Hele de o beş, dönüp dönüp dinlenesi lezzette ise ve en mühümü gelecek için umut saçıyorsa el üstünde tutar, yılın albümleri listeme eklerim. Stoner rock'ın köklere dönüş ile şimdiyi doyasıya yaşayış arasında kendine hep yer bulacak olan karizmatik duruşu, Foghound benzeri nice grup tarafından yüceltiliyor bu sene. Tadını çıkarmak gerek.

1. Easy Come, Easy Go
2. Resurrect The Throwaways
3. Long After I Die
4. Gotta Go
5. Slip Away
6. Get In My Van
7. Dragon Tooth
8. High Rider
9. Buried At Sea

20 Ekim 2013 Pazar

Spiritual Beggars - Earth Blues


2013 stoner rock yılı oldu dersek yeridir. Gerçi geniş çaplı bir anket yapsak bu sefer country yılı, hip-hop yılı, atmospheric funeral black metal yılı falan gibi farklı sonuçlar alabiliriz. Özellikle Mårran, Clutch ve Hogjaw kimsenin gözünün yaşına bakmayan şahane albümlerle geri döndüler. 2013 tarihli albümleriyle tanıdığım Sasquatch, Asomvel, Blake ve adı şu an aklıma gelmeyen niceleri de beni bu düşünceye itti. İsveç'in tecrübeli stoner insanları Spiritual Beggars da bu şenliğe Nisan ortalarında çıkardıkları 8. stüdyo albümleri Earth Blues ile katılmışlardı. En son 2010'da Return To Zero ile boy gösteren bu mühim grup, bana göre kariyerlerinin en parlak işlerinden birini gerçekleştirmişler. Hatta utanmasam, genel tarafından grubun en iyi albümü sayılan 2000 yılına ait Ad Astra'dan bir tık iyi bile diyebilirim. Utanmayıp bu fikrimin arkasında durayım.

Arch Enemy, Carcass ve Carnage gruplarında emeği bulunan gitarist Michael Amott'un 1993'te kurduğu Spiritual Beggars, ünü İsveç dışına taşmış saygın rock gruplarından. 1994'te başlayan albüm maratonları, birbirinden iyi örneklerle dolu. Ama onları dünya çapında tanınır hale getirenler ise önce Ad Astra, sonra da hem kadro hem de ufak ayarlarda tarz değişikliğine gittikleri 2002 yılı albümleri On Fire oldu. Kırılma noktası sayılabilecek bu dönemde gruba 2001-2010 yılları arasında vokalist olmuş Janne "JB" Christoffersson'un da katkıları var muhakkak. Ama Spiritual BeggarsSpiritual Beggars yapan her daim Michael Amott olmuştur. İdolleri olan Tony Iommi, Michael Schenker, Dave Mustaine gibilerinden çok şey kazanmış, kazandıklarını da dinleyenleri ile paylaşmıştır bunca yıl. Christoffersson ile yaşanan değişim, sadece vokale dayalı bir yenilik değil, 70'ler hard rock ve psychedelia unsurlarını günümüz sert kalıplara yerleştirişindeki Amott ustalığından kaynaklanmaktadır.


Dolu dolu bir şekilde iki buçuk dakika nasıl geçer sorusuna cevap olan Wise As A Serpent ile başlayan Earth Blues, 70'lerin olgun hard rock'ından izler taşıyan Sweet Magic Pain, keyboardlarla güçlendirilip funky öğelerle desteklenmiş One Man's Curse adlı şarkılarla adeta ele güne gövde gösterisi yapıyor. İlk yarısı oryantala çalan kıvrak bir rock, ikinci yarısının ilk yarısı dingin bir psychedelic soul, diğer yarısı tam gaz hard rock olan Too Old To Die Young albümün gözdelerinden biri. Too Old To Die Young bittiğinde gözle görülür, kulakla duyulur bir doygunluk hissetmedim desem yalan olur. Ama geride beş şarkı daha olması, o doygunluğun üzerine zorla boğazıma tıkıştırılacak şarkılar beklentisi değil, acaba onların tadı nasıl beklentisi yarattı. Arka arkaya Road To MadnessDead End Town ve Freedom Song şeklinde üç zımba ile zımbalandıktan sonra aynı anda hem 2013 tarihli gıcır gıcır bir rock albümünün tadını çıkarıyor, hem de Deep Purple, Black Sabbath, Led Zeppelin odaklı rock tarihinde nostaljik bir tura çıkıyoruz.

Bu harika şarkıları yazan Michael Amott'un pusula işlevi gören ritim ve süper sololarla bezeli lead gitarından güç alan orkestra şefliğinde 2005 yılında gruba katılan basçı Sharlee D'Angelo, keyboard sorumlusu Per Wiberg, Amott'tan sonra en eski Spiritual Beggars üyesi davulcu Lugwig Witt kendi mevkilerinde harikalar yaratıyorlar. Yunan hard rock grubu Firewind'den ayrılıp 2010'da Spiritual Beggars'a katılan süper ses Apollo Papathanasio'nun vokali, Amott'un yarattığı sound ile birlikte grubun 70'ler referanslarını birebir karşılayan en mühim etken. Onu tarif edebilmek için rock tarihi içinden zikredeceğim isimler dudak uçuklatabileceği için en iyisi o tarifleri dinleyiciye bırakmak olacaktır. Hal böyleyken Earth Blues'un stoner rock yılı 2013'ün en iyilerinden biri olması kaçınılmaz. Stoner rock, hiçbir zaman grunge gibi geçici bir moda olmadı. Kimi zaman modern biçimlerde apaçık, kimi zaman kendini ustalıkla geçmişe kamufle eden, ama hep biryerlerde var olan bir müzikti bu. Earth Blues, Earth Rocker, If It Ain't Broke gibi eserler zaman mekan gözetmeden sıkı bir rock dinleyicisinin muhtelif yerlerinden her türlü kan alabilecek kudrete sahipler.

1. Wise As a Serpent
2. Turn the Tide
3. Sweet Magic Pain
4. Hello Sorrow
5. One Man's Curse
6. Dreamer
7. Too Old to Die Young
8. Kingmaker
9. Road to Madness
10. Dead End Town
11. Freedom Song
12. Legends Collapse

15 Ekim 2013 Salı

Orange Yellow Red - A Rose Made Of Galaxies


Philip John Mayor (vokal, gitar, davul), Emma Hayward (vokal, bas gitar) ve Ross King (gitar) üçlüsünden oluşan İngiliz grup Orange Yellow Red, lezzetli mi lezzetli bir debut ile müzik dünyasına adım atmış bulunuyor. Gören de 40 yıllık müzisyen sanır halbuki. Shoegaze gibi yapması hem zor, hem de kolay bir tür ile attıkları bu adım A Rose Made Of Galaxies adını taşıyor ki, bir shogaze albümün adı tam da böyle olmalı. Evet shoegaze, yapması hem zor, hem de kolay bir müzik. Kolay yapanlar bu türü tam bir çöplüğe çevirmiş durumdalar. Bir sürü gitarı üst üste bindirip ne dediği anlaşılmayan bir vokali iteleyince dream pop ve onun kardeşi shoegaze çıkarımı yaptığını sanan kolaycılar, kendileri olmak için daha 40 fırın ekmek yemeliler. Aynı zamanda Orange Yellow Red gibi yeniyetme (!) gruplardan ders çıkarmalılar. Çünkü onlar zoru başarıp bu türü farklı kılan özelliklere ilaveten iyi şarkı yazıp onu yabancılaştırmayan bir muğlaklık ekleyerek yorumluyorlar.

11 şarkılık A Rose Made Of Galaxies, ilk şarkı Into Your Arms ve ikinci şarkı All The Hopes ile kafadan iyi bir albüm olduğunu kanıtlıyor kanımca. Erken bulunan iki gol OYR'i rehavete sürüklemiyor. All The Hopes dönerken geride dinlenecek 9 şarkı daha olması fikri, başka albümlerde benzer duyguyu yaşamış olanlar için küçük şeylerden mutlu olmanın şekillerinden biri. Bu iki shoegaze şekeriyle birlikte The Last Song, We Ran, Some Things Are ve daha ilk saniyelerinden bana The Cure sıcaklığı veren Shattered albümün en beğendiğim şarkılarını oluşturuyor. Ama bu sadece ikinci dinleyişte şekillenen bir durum. Thunder'ı ve Of Yesterday'i de ilerde onların arasına katacağımı hissediyorum. Philip ve Emma'nın solo takıldıkları, bazen de paslaştıkları vokal güzelliği, zaten ilk iki şarkıdan sonra kefil olacağım müzikleriyle beraber bende geleceğin Sad Day For Puppets'ı veya Deep Cut'ı olacakları hissi uyandırdı. Yakışır!

1. Into Your Arms
2. All the Hopes
3. The Sea
4. Some Things Are
5. A Long Goodbye
6. We Ran
7. Shattered
8. Always Tomorrow
9. Thunder
10. The Last Song
11. Of Yesterday

11 Ekim 2013 Cuma

Sasquatch - II


Gitarist / vokalist Keith Gibbs, bas gitarist Clayton Charles ve davulcu Rick Ferrante'nin 2001 yılında Los Angeles'ta kurdukları Sasquatch, şimdiye dek dört leşi bulunan sıkı bir stoner rock grubu. Yerel etkinliklerde iyice piştikten sonra kendi adlarını verdikleri ilk albümleriyle dikkatleri çeken grup, benim dikkatimi en son işleri IV ile daha yeni çekti. Bir başyapıt olmasa da türün kaidelerine her yönden hakim olduklarını belli eden son albümlerinden sonra üçlünün geçmişine dadandım. 2006 yapımı II ise grubun en beğendiğim çalışması oldu. Kabaca yok aslında birbirlerinden farkı diye nitelendirilebilecek Sasquatch diskografisinde II albümü benim için nispeten bu nitelendirmeyi ortadan kaldırdı.

Sertlikleriyle prim yapan her rock grubu gibi müziklerinde fazla taviz vermeden dört albüm devirmiş Sasquatch, ikinci albümlerinin ilk beş şarkısında da bu tarzlarını sürdürüyorlar. Herşey çok iyi ama ilk dinleyişte değil, birkaç pratikten sonra bu böyle. Altıncı şarkı Nikki'de sertliklerinden taviz verdiklerini görünce albümün yüzüne renk geliyor resmen. Akustik bir gerilim üzerinden ilerleyen Nikki, nazar boncuğu gibi albümün orta yerinde duruyor. Ve sanki ayağı uğurlu gelmiş gibi albümün bundan sonrası daha bir kapıp götürüyor insanı. Peşpeşe gelen Off The Rails, Glass Houses ve Rattlesnake Flake üçlüsü, Nikki sonrası albümü fena uçuruyor. Açılıştaki ilk beş şarkının peşpeşe gelişlerinde bir süre sonra sezdiğim monotonluğu bu üçlü sonrasında hiç sezmiyorum.

Grup, Nikki'yi çalarken çok zevk almış olacak ki, onunla benzer özelliklere sahip ancak yine de kendine has yönleri bulunan bir başka akustik gerilim olan Catalina'yı sondan bir önceye mıhlıyor. Final ise iki ayrı karakterden oluşan, şahsen son üç buçuk dakikasını daha fazla sevdiğim yedi buçuk dakikalık What Have You Done ile yapılıyor. Nikki veya Catalina ile akustik bir final yapma klişesine düşülmemiş. (Gerçi bu klişeler bazı sert albümlerde çok işe yarar.) Keith Gibbs'in Chris Cornell'i fazlasıyla anımsatan vokal stili, bir stil ya da taklit olmaktan çok, grubun taş gibi soundunu tütsüleyen doğallıkta seyrediyor. Ekibin III (2010) ve IV (2013) albümleri de gayet güzel. Fakat II, benim nazarımda Sasquatch'ın müzikal kuvvetini kaliteli rock besteleriyle buluşturmuş, en önemlisi de Nikki ve Catalina adında fişek gibi iki hatunu önüne katmış farklı bir yerde duruyor. (Bu arada bazı insanların yazdıkları şarkıları tarif ederken "he" ya da "she" özneleri kullanmaları çok hoşuma gidiyor.) Grubun son albümü IV, 2013'ün en iyileri arasında. Ama adamlar bana göre 2006'da ondan daha iyisini önceden yapmışlar.

1. Let It In
2. The Judge
3. Pleasure to Burn
4. Barrel of a Gun
5. Seven Years to Saturn
6. Nikki
7. Off the Rails
8. Glass Houses
9. Rattlesnake Flake
10. Catalina
11. What Have You Done

5 Ekim 2013 Cumartesi

Crosby, Stills, Nash & Young - American Dream


The Byrds'den David Crosby, Buffalo Springfield'den Stephen Stills ve The Hollies'den Graham Nash'in 1969'da kurdukları Crosby, Stills & Nash, Neil Young'ın da katılımıyla efsanevi Woodstock Festivali'ni sallamış ekiplerdendi. Aralarındaki uyuma hayran kalan grup sofraya bir tabak daha koyarak Crosby, Stills, Nash & Young haline geldi. 1970 tarihli ilk albüm Déjà Vu, Amerika'da bir numara oldu, yere göğe sığdırılamadı, hala da rock tarihinin en iyi albümlerinden biri sayılır. Solo çalışmayı daha çok seven Neil Young, arada yolsuz kalıp arkadaşlarına yıkılan tipler gibi gruba girip çıkardı. Diğerleri de buna sesini çıkarmazdı tabii.

Dörtlü birlikte 1971'de 4 Way Street albümleriyle Déjà Vu kadar olmasa da yine çok iyi eleştiriler alıp çok iyi sattı. Neil Young'ın kaçamakları da bundan sonra başladı. Arada arkadaşlarını yalnız bırakmadığı konserler ve başka etkinlikler dışında grup yoluna uzun süre Crosby, Stills & Nash olarak devam etti. 1985'te meşhur Live Aid konserinde CSNY olarak tekrar sahalara dönen grup, bu konserdeki performanslarının donukluğuyla eleştirildi. Bu başarısızlık onları kamçıladı mı bilinmez, ekip işi büyütüp yeni albüm için 4 Way Street'ten 17 yıl sonra 1988'de American Dream albümleriyle ortaya çıktı. Ne var ki bu albümle eleştirilerin daha fazlası onları bekliyordu.

American Dream, benim CSNY ile ilk tanışmamdır. Her yeni tanıştığımdan memnun olurum diye birşey yok ama o dönemlerde tanıştıklarımın bir çoğunun yeri hala başkadır. Kasetini almış olmaktan en fazla gurur duyduğum albümlerden biriydi ve uzun süre elimden düşürmemiştim. Oysa o zamanlar internet olmadığı veya dünyaca ünlü müzik kritiklerinin yer aldığı dergilere ulaşamadığım için American Dream hakkında dönen muhabbetlerden bihaberdim. O kritikler albümü son derece sıkıcı, zaman kaybı, gereksizce uzun, en kötü Neil Young albümünden bile daha kötü ilan etmişlerdi. Hatta çokbilmiş bir eleştirmenin 1991 tarihli The Worst Rock and Roll Records Of All Time adlı kitabında 4 numaraya yerleştirilmişti. Yıllar sonra bunları öğrendiğimde eleştiri işinin acımasız ve adaletsiz yanına olan hislerim daha da keskinleşmişti.


Albümün kötü olduğunu sadece dışarıdan kimseler değil, LSD atmaktan beyni sulanmış David Crosby de itiraf ediyordu. Ona göre American Dream'e zaten yeterince iyi şarkı yazamamışlardı, bir de üstüne ellerindeki 14 şarkının hepsini koyarak albümü iyice şişirmişlerdi. Oysa bana göre Crosby, kendi solo albümlerinde bile olmayan Compass gibi bir besteyle hem uyuşturucu geçmişinin özeleştirisini çok güzel yapmış, hem de müthiş bir psychedelic folk örneğiyle albüme farklı bir boyut daha eklemişti. Albümün sözde başarısızlığıyla ilgili yorum yapmayıp her zamanki gibi solo işlerine geri dönen Neil Young'ın Name Of Love, This Old House, Feel Your Love şarkılarını da öyle her albümde bulamazdınız o dönemlerde. Graham Nash'in yazdığı Clear Blue Skies'ın bir benzerine uzun zamandır rastlamadım. Onun o düğün salonunda çiftlerin dansa kalktığı veya güneşli bir Pazar gününün iç ısıttığı ruh halini hep sevdim.

Benim için grubun has adamı Stephen Stills olmuştur. Bunun sebepleri de karizmatik vokali, harika gitar süslemeleri ve American Dream'i uçuran Drivin' Thunder, Got It Made, Night Song (üçü de Stills / Young ortak bestesi) şarkılarında öne çıkan güçlü rock kimliği. Hele o Drivin' Thunder'ın katil riffleri her dinleyişimde tüylerimi diken diken edip kendimi bir kirpi gibi hissetmeme neden olur. O güçlü rock kimliğine Crosby bestesi  Night Time For Generals'ı da ekleyebiliriz. Got It Made, Shadowland, That Girl şarkılarında ise 80'lerin tortusu mevcut. Özellikle Graham Nash ve David Crosby'nin sağladığı incelikli vokal armonisiyle müthiş bir yoğunluk içeren şarkılar bana Name Of Love, This Old House, Clear Blue Skies, Feel Your Love ezberi yaptırmıştır. Nicedir onları karaokelemek istemişimdir.

Albümü bir parça hantal gösteren 1-2 şarkı (hadi isimleri Don't Say Goodbye ve Soldiers Of Peace olsun) bile birilerinin gönlünü kazanabilecek potansiyelde iken, American Dream'in geniş kitlelerce beğenilmeyişini asla anlayamayacağım. Déjà Vu bence içine girilmesi zor bir albüm. Belki 70'lerin psychedelic folk disiplinine çok uzak olduğumdandır. Ama aynı verilere sahip birçok albümün içine hiç zorlanmadan girmişliğim ve hayranı olmuşluğum vardır. Bu açıdan American Dream'e gösterilen muamele beni hep üzmüştür. Hatta aklıma Searching For Sugar Man belgeselini getirir. İmkanım olsa sırf American Dream'in politik duruşundan müzikal yoğunluğuna şarkı şarkı bakabileceğimiz bir belgesel çekip ona bunca yıldır hak ettiği ama bir türlü verilmeyen itibarı teslim etmek isterdim. Şimdilik sadece bu kadarı elimden geliyor. Bazı kendini bilmezlerce "Tüm Zamanların En Kötü Rock and Roll Albümleri" kategorisinde 4 numara olan American Dream benim için bu!

1. American Dream
2. Got It Made
3. Name Of Love
4. Don't Say Goodbye
5. This Old House
6. Night Time For Generals
7. Shadowland
8. Drivin' Thunder
9. Clear Blue Skies
10. That Girl
11. Compass
12. Soldiers Of Peace
13. Feel Your Love
14. Night Song

1 Ekim 2013 Salı

In Solitude - Sister


2002 yılında Uppsala / İsveç'te kurulan beş kişilik In Solitude, kayıtlarda "Occult Rock" olarak geçen bir türün heyecan verici (bu benim yorumum) temsilcilerinden birisi. Açılım ve İngilizce olarak psychedelic ile gothic öğelerden beslenen, bunu sihir, büyü, mistik güçler, şeytani referanslar şeklinde liriklerine yansıtan grupların yaptıkları müzik olarak tanımlamak mümkün. Bu türün hatırı sayılır birçok isminin bende pek hatırı olmadığını fark ettikten sonra In Solitude için kendi tanımımı yapacak olursam, klasik rock ve hard rock unsurlarından tuşlu çalgılar olmaksızın gotik bir atmosfer yakalamayı becermiş sıkı bir heavy metal oluşumu diyebilirim. Çok ama çok beğendiğim In Solitude (2008) ve onun kadar beğenmesem de beni tavlayan klasik tarzlarını sürdürdükleri The World. The Flesh. The Devil (2011) albümlerinin ardından 2013 tarihli Sister ile geri döndüler.

Onları ilk Sister ile tanıyıp sonrasında klasik geri dönüşle tadına daha fazla vardığım grup, ilk iki albümdeki geleneğini sürdürerek yine 8 şarkıyla bu geri dönüşü gerçekleştiriyor. Göbek adı "istikrar" olan In Solitude, her ne kadar kağıt üzerinde düz hesap heavy metal olarak geçen tarzlarını, artık günümüzde heavy metal olgusunun içini iyice boşaltmaya başlayan yeni yetme amatörlerin anladığı biçimden çok farklı biçimde yorumluyor. Bunda zaman zaman The Cult'ı andıran o hard'n heavy ve gotik etkileşimin payı büyük. İçinde kulak tırmalamayan heavy metal'in (ki bu dediğime gülen insanlar var) sürekli hareket halindeki disipliniyle beraber, uçup kaçan şahane gitar sololarla zenginleşen müthiş bir jam de var. Bu söylediklerimi teyit edecek Death Knows Where, Sister, Pallid Hands, Horses In The Ground başlıklı belgeler elimde mevcut. Üstelik ilk iki albümde pek göremediğim akustik yoğunluk sağlama becerilerine dair He Comes adında bir başka güzellik daha var ki, onun albüm açılışına konması çok daha orijinal olmuş. In Solitude, onları ilk albümlerinden itibaren dikkatle takip eden insanları kıskandığım, ancak olursa Sister'dan sonraki albümlerde onları keşfedeceklerin bu sefer beni kıskanacaklarını düşündüğüm bir grup.

1. He Comes
2. Death Knows Where
3. A Buried Sun
4. Pallid Hands
5. Levander
6. Sister
7. Horses In The Ground
8. Inmost Nigredo