31 Mayıs 2011 Salı

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mayıs 2011)

Captain Hammond - The Origin of Captain Hammond
Yıl: 2007 İngiltere
Tür: Funk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Don't Burst My Bubble"





Imam Baildi - Cookbook
Yıl: 2007 Yunanistan
Tür: Laiki, Electronic, Trip Hop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Egypt Strut"





Louis Bertignac - Grizzly
Yıl: 2011 Fransa
Tür: Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Le Grand Ordinateur"






Katy B - On A Mission
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Dance-Pop, Dubstep
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lights On" (feat. Ms Dynamite)






Mohini Geisweiller - Event Horizon
Yıl: 2011 Fransa
Tür: Synth Pop, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Donnemarie-Dontilly"






Laura Vane & The Vipertones - Laura Vane & The Vipertones
Yıl: 2009 Hollanda
Tür: Funk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Roof Off"





Montée - Rendition of You
Yıl: 2011 Norveç
Tür: Indie Electronic, Indie Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Move"






HU? - Läbi Öö
Yıl: 2011 Estonya
Tür: Synth Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kui Lähedal on Kaugel"






Stereoscope Jerk Explosion - La panthère pop
Yıl: 2008 Fransa
Tür: Electronic, Indie Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fuzz Party"





Booker T. Jones - The Road From Memphis
Yıl: 2011 ABD
Tür: Rhythm & Blues, Soul, Funk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Hive"






Calibro 35 - Calibro 35
Yıl: 2008 İtalya
Tür: Psychedelic Rock, Funk, Cover
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Summertime Killer"






Axelle Red - Un cœur comme le mien
Yıl: 2011 Belçika
Tür: French Pop, Pop/Rock, Chanson
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Présidente"






Hugo - Old Tyme Religion
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Folk Pop, Indie Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mekong River Delta"






Nick Pride & The Pimptones - Midnight Feast Of Jazz
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Funk, Soul, Jazz
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hotdoggin'"





Jimi Hendrix - Are You Experienced
Yıl: 1967 ABD
Tür: Psychedelic Rock, Blues Rock, Hard Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Manic Depression"






Nükleer Başlıklı Kız - 1
Yıl: 2010 Türkiye
Tür: Pop/Rock, Indie Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kayboldum"






Helena Paparizou - The Game of Love
Yıl: 2006 Yunanistan
Tür: Pop, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mambo!"






The Boxer Rebellion - The Cold Still
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Step Out Of The Car"






Sarah McLachlan - Afterglow
Yıl: 2003 Kanada
Tür: Singer/Songwriter, Pop, Folk Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Train Wreck"





Miles Kane - Colour of the Trap
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Inhaler"

29 Mayıs 2011 Pazar

The Decemberists - The King Is Dead


Albüm tavsiye edilmesine bayılırım. Ama tavsiye üzerine dinlediğim albümlerden memnun kalma yüzdem fazla yüksek değildir. Birisi The Decemberists'in 6. albümü The King Is Dead'i tavsiye ettiğinde, bu ismi biryerlerden hatırladığımı, ama müzik olarak değil, sadece isim olarak hatırladığımı hatırladım. Hatırladığım ise grubun 2009 albümü The Hazards Of Love'dı. İlginç olan ise, bu albümü hiç beğenmemiş olmamı hatırlamamdı. O yüzden ekşittiğim yüzümü tavsiye eden kişiye belli etmeden uzaklaşırken The King Is Dead'i dinlemek için de sabırsızlandığımı farkettim. Çünkü tavsiye edenlerin çoğuyla müzik zevkiniz aynı olmasa da, dinledikten sonra gebeş bir albüm olduğuna kanaat getirseniz de, tavsiye edene saygıda kusur etmemek adına bazı geçiştirici şeyler söyleme ihtiyacı duysanız da, nedense albüm tavsiye edilmesine bayılıyorsanız fazla söyleyecek şey kalmıyor, mutlaka dinliyorsunuz.

Başında "indie" ön eki olmak üzere, rock, folk, pop, artık ışığı görenin geldiği bir müzik yapan, son hali 5 kişiden oluşan Portland plâkalı The Decemberists'in The King Is Dead adlı son albümü, tavsiye edilen her albümün bünyemde sinsi başağrıları yaratmayabileceğinin en iriyarı kanıtlarından biri oldu. Hatta tavsiye edilene olan inançsızlığımı biraz daha azalttı. The Hazards Of Love gibi kitleler tarafından ciddi ciddi beğenilmiş bir albüme tahammül edemememin nedenlerini hiç düşünmedim. Saçma mantığıma göre bana tavsiye edilmesi gereken albüm The Hazards Of Love olmalıydı. The King Is Dead'in "tavsiye edildiği kadar varmış" gerçeğine tavsiye edilmeksizin tanıklık etmeliydim. Bu durum, albüm tavsiye edilmesine bayılan biri için bir taşla iki kuş demek.

Bugüne dek herhalde 100 tane eleman değişikliği yaşayan, ama çekirdeğinden fazla ödün vermeyen bir grup olarak The Decemberists'in bu son albümünü en iyisi olarak ilân ediyorum. Belki kurulduğu 2001'den beri düzenli ve bilinçli olarak kendilerini takip eden biri buna katılmayabilir. Onun daha çok sevdiği başka bir The Decemberists albümü vardır. Ne kadar olsa da Don't Carry It All, This Is Why We Fight, Rox In The Box, Down By The Water gibi folk rock türüne ait standartları(mı)n üzerinde gördüğüm taş gibi şarkıların yarattığı country damarlarını bundan önceki bir albümde yakalamış mıdır bilemem. Ama The Hazards Of Love'da o damarın değil yanına yaklaşmak, ondan haberi bile olduğundan şüphe duyduğum bir müzik duydum kendi adıma. Sanki grubun memleketlisi yaşlı bir grup adam gelip, "gençler siz gelin şöyle birkaç ay bizim köyde kalın, ondan sonra stüdyoya girin" demişler gibi. Slide gitarlar, country ve bluegrass kemanı olan fiddle, armonika, akustik ve elektrik gitarların kankalığı, Colin Meloy'un hiç öyle saçma sapan gırtlak oyunlarına girmediği country vokali, grubun çekirdek üyelerinden Jenny Conlee'nin geri vokal dahil bir sürü entrümana olan biraz da "anaç" hakimiyeti, müzikal bir "karakter" yaratmış albümde. "Tavsiye edildiği kadar varmış!"

1. Don't Carry It All
2. Calamity Song
3. Rise To Me
4. Rox In The Box
5. January Hymn
6. Down By The Water
7. All Arise!
8. June Hymn
9. This Is Why We Fight
10. Dear Avery

25 Mayıs 2011 Çarşamba

The Keys - Bitten By Wolves


İnternette The Keys adında bir grup arıyorsanız işiniz iş demektir. 8-10 tane çeşitli ülke ve zamanlara ait grupla karşılaşacaksınız. Onlardan biri olan İngiliz beşli The Keys'i The Keys (2003), Fire Inside (2010) ve Bitten By Wolves (2011) olarak aratmanız çemberi biraz daraltabilir. Hem ben elin İngilizini niye aratayım derseniz, ben de "Bitten By Wolves çok iyiydi, hani belki ilerde lâzım olur" cevabını veririm. Peki neye veya kime lâzım olacak? Psychedelic, surf, garage gibi benim de dahil olduğum bazı dinleyici kitlesini hayli zorlayacak türlerin ortak noktası bir müzik olmasından dolayı, sidirilmesi zaman ve emek gerektiren bir albüm Bitten By Wolves. Ama sindirildiği vakit uzun süre favorilerinizin arasında olması da gayet mümkün. Zaten psychedelic, surf, garage diye adlandırılan üçlünün 60'ları 70'lere bağlayan doğumu ve gelişimi, genlerinde çeşitli oynamalarla günümüze kadar uzayan yolculuğu The Keys gibi gruplar sayesinde varlığını unutturmuyor.

Albüme adını veren, benim de albümüm olmuş olsa adını vereceğim Bitten By Wolves ile açılan üçüncü The Keys çalışması, psychedelic'in çok fazla olmasa da, sörfün ve garajın hakkını daha kaliteli bir altyapıyla veriyor. Westernsi havasını tutmuş kişilerin albümün dibini görmelerini sağlayabilecek kadar güçlü ve karizmatik olan bu açılış şarkısının ardından 16 Horses ile sakin, I Tried To Find It In Books ile biraz daha sert İngiliz damarlarını gösteriyorlar. The Colour Red, bir pub ortamında kafa dumanlıyken adamın aklını 3:30 dakikalığına alabilecek kapasitede. Crackin Up, grubun kafa kâğıdının göbek adı hanesine neden "psychedelic" yazıldığının ispatı. Teacher's Daughter da neden "surf" yazıldığının. Everyone Loves You'nun girişini dinletip "bil bakalım bu kim" deseler aklıma Jimi Hendrix gelir ama söylemeye korkarım o ayrı. Gerçi girişinden çıkışına kadar Hendrix'ten etkilendiğini kimse inkâr edemez. Ama bunun yanında When You're Young, Hendrix zamanında single olarak çıksaydı uzun müddet Top Of The Pops'un müdavimi olurdu kesin.

"Psychedelic Sphagetti" tanımını uygun gördüğüm Heads Of The Valleys ve güzel giden bir şarkının nakarata kadar olan iki dakikalık kısmı gibi duran, bu yüzden tam ısınmaya başlamışken biten hoş akustik I Just Can't Convince Myself ile albüm bitiyor. Bitince ik şarkı Bitten By Wolves'u bir defa daha dinlemek istiyorum. Sonra The Colour Red'i, sonra When You're Young'ı derken ikinci tur da tamamlanıyor. Aslında öyle tekrar tekrar dinlenecek albümlerden sayılmaz. Zaten başka şeylerle uğraşırken kulağımdan akıp gitmiş olduğu için ikinci turu yapmış olduğumu anladım. Ama bir albümün hiç rahatsızlık vermeden, hatta farkında olmadan güç de vererek kulağımızdan akıp gitmesi de birşeydir. Bazen çok şeydir.

1. Bitten By Wolves
2. 16 Horses
3. I Tried To Find It In Books
4. The Colour Red
5. Crackin Up
6. Teacher's Daughter
7. Transformations
8. Everyone Loves You
9. When You're Young
10. Heads Of The Valleys
11. I Just Can't Convince Myself

22 Mayıs 2011 Pazar

Sarah Fimm - Near Infinite Possibility


Çakma bir gurme gibi yeni trip hop lezzetleri keşfetme yolculuğumda uğradığım duraklardan biri de New Yorklu Sarah Fimm'di. Kendisinin A Perfect Dream (2002) ve Nexus (2004) albümlerine öncelik tanıdım. Zira çeşitli kaynaklarda en iyi eleştirileri ve en yüksek ratingleri alanlar bu ikisiydi. Öncesinde henüz dinlemediğim Cocooned (2001), sonrasında ise Red Yellow Sun (2009) adlı iki albüme daha sahip. Ne yalan söyleyeyim, dinlemiş olduğum iki Sarah Fimm albümünde öyle içimi titreten triplenmiş bir hop göremedim. Soda kıvamında hoş Fimm vokali, kadife elektronik altyapı, hayalle gerçek arasına salıncak kurmuş lirikler herşey yerli yerindeydi. Fakat herhangi bir türe ait örnekleri yalayıp yuttuğunuzu düşünerek ona karşı doygunluk hissettiğiniz anlarda yeni tanıştıklarınızdan zevk alamama riski ortaya çıkabiliyor. Bu yüzden tam Sarah Fimm'e yaptığı iyi müzikten ötürü teşekkür edip dostça vedalaşacakken kendisinin 2011 tarihli taze bir albümünün daha olduğunu öğrendim. Gelmişken onu da aradan çıkarayım derken bir sürprizle karşılaştım. Trip hop diye geldiğim Near Infinite Possibility adlı bu son Sarah Fimm albümü bildiğin alternative rock ile pop rock arası birşey çıktı.

"Alternative pop rock" şeklinde çelişkili bir türün varlığına iyice alıştığımız son zamanlarda, trip hop'tan bu türe dimdikey geçiş yapmış Sarah Fimm'in alternatifliği, kimi zaman ses ve müzik olarak frekansının tuttuğu Kanadalı adaşı Sarah McLachlan'ın pop rock'lığı kadar desek ne derece anlaşılır bir tarif olur tam kestiremiyorum. Bilmece gibi konuşmayı bırakıp, bu ani değişimin sebeplerini düşünmeye başladım. (Bu arada dinlemediğim arada kalmış olan Red Yellow Sun'da nasıl bir Fimm olduğunu bilmediğimden "ani değişim" ifadesine müdahale etmedim). Çok satma veya rock popülaritesinin tadına bakma olamayacağı yönünde sağlam bir izlenim edindim ki, bunun en önemli sebeplerini de yazmış olduğu şarkılar sağladı. Sarah McLachlan'ı anımsatan özelliklerinden başka, hop'tan tamamen arınmış güçlü bir trip'in hakimiyetiyle boya badanaya uğramış rock'ın ayak izlerine, sonra da direk kendisine rastlamak mümkün. Sarah McLachlan'ın geçmişinde birtakım elektronik remiks vs. bulgularına rastlandığı düşünülürse, ikili arasındaki ortak ruh birliği sadece Angel benzeri ağdalı aşk şarkılarına rastlanmaması şeklinde farklılık gösteriyor.


Abiye salon partileri ve elit kokteyllerden, kot-gömlekli loş bar ortamlarına, ara sıra da kırlara bayırlara dönüşün etkilerini yoğun biçimde hissettiğimiz Near Infinite Possibility, bana eski Sarah Fimm'den çok daha cazip geldi. Eğer bundan böyle Terrified, Forgive Me, Invisible Satellites, Disappear, Sing, Everything Becomes Whole, Morning Time gibi kendini farklı bir tür denemesiyle aşmaya oynayan ve oynadığı maçlarda galip gelen şarkılar yapacaksa kendimi şimdiden bir Sarah Fimm hayranı olarak ilân edebilirim. Zira hayatımda bu kadar güzel "forgive me" diyen bir kadın sesi duymadığıma yemin edebilecek durumdayken objektif şeyler söylemem zorlaşıyor. Invisible Satellites ve Everything Becomes Whole ikilisinin albümü kötü güçlere karşı koruyup kollayan taş gibi orta tempo rock tutkusuyla yoğrulmuş varlıklarının yarattığı huzur dalgasını duymak, ya da Sing'in sıradan duruluğunu dalından koparmak biraz teslimiyet gerektiriyor. O da bende yok diyen olursa dönüp gitsin. Sarah Fimm dönüp gidenlere de laflar ve notalar hazırlamış. Hem de geri dönmeyeceklerini bildiği halde!

1. Soul Let Swim
2. Invisible Satellites
3. Closer
4. Yellow
5. Say No More
6. Terrified
7. Disappear
8. Up From Dust
9. Sing
10. Forgive Me
11. Everything Becomes Whole
12. Flames
13. Morning Time

19 Mayıs 2011 Perşembe

The Ragged Jubilee - American Moan


Dinlemeye başladığım albüm The Ragged Jubilee adlı bir grubun American Moan ismi lâyık görülmüş müzik dünyasına ilk adımı. İlk şarkı Blood On The Highway başlıyor ve akustik bir kısa girişin ardından dağdan bayırdan kopmuş blues rock bir şarkıya dalıyoruz. Derken daha ilk cümleden "Blood On The Highway" diye söze başlayan öyle bir vokal giriyor ki, oturduğum yere çivilendiğimi hissediyorum. Sanki Joe Cocker veya ona benzeyen herhangi bir tecrübeli blues rock vokalinin çatallı, miskin ama ölesiye tutkulu sesi kulaklarımı silkeliyor. Şarkının kendisi de artık o saatten sonra kötü bile olsa kulak kesilmeyi hak ediyor. Kaldı ki o harika sesin kalıbına cuk oturan bir beste Blood On The Highway. Albümün devamında sizi atının terkisine atıp parçalı bulutlu uzak diyarlara dörtnala sürecek şarkılar silsilesi bekliyorsunuz. Ne var ki atın ayağı öyle olmuyor. Evet, o diyarlara götürüyor ama bu kez pek de alışık olunmadık bazı farklılıklarla.

The Ragged Jubilee, altı aslan parçasından oluşan Californialı genç bir grup. Grubun eşi benzerini bulabilmek için müzik tarihinin olağanüstü seslerinden örneklendirmeler yapmanızı gerektirecek vokalinin adı ise Ethan Burns... Joe Cocker, Tom Waits, Johnny Winter gibi adamlar çatır çatır şarkı söylemeye başladığında muhtemelen bir portakalda mikroskobik nokta olan bu çocuk, sanki 40 yıllık bourbon içicisi, Lucky Strike tiryakisi gibi kışkırtıcı bir deformasyona sahip olağanüstü sesiyle söylüyor şarkıları. Böyle bir sese sahip olunca şarkılar da bir anda ikinci plâna düşüveriyor. Taklit olamayacak kadar doğal, yağmurda ıslanmış, sonra da üşütmüş kadar hüzünlü, güzel şeyler söylermiş kadar öfkeli tondan titreşimler yayan bir sesten söz ediyorum. Gerisi teferruat gibi kalıyor. Fakat hiç de öyle değil.


İlk paragrafın sonundaki "alışık olunmadık bazı farklılıklar"a baktığımızda, The Ragged Jubilee'nin tanıdık blues rock tınılarının ait olduğu köklü geleneklerden beslendiği kadar, kendi tarzlarını oluşturma çabalarını da görüyoruz. Büyüdükleri coğrafyaya ait blues ve country temellerine, örneğin The Allman Brothers Band ve Lynryrd Skynyrd'a bağlı oldukları kadar okyanusun öte yakasından Led Zeppelin ve Deep Purple'a da hayran şekilde büyümüşler. Bu tadına doyulmaz karışımı daha ilk albümden ne derece ölçülü yansıttıkları tartışılsa da, hiç popülist bir tavır izlemeden, tribünlere oynamadan içlerinden geldiği gibi tasarlamışlar şarkılarını. Ritimler, köprüler, nakaratlar, sololar sürekli kafalarına göre takılıyor. Adının Aaron Wick olduğunu öğrendiğim ve bu bilginin hiç de gereksiz olmadığını düşündüğüm davulcuları da grup için ayrı bir nimet. Ethan Burns grup için ne kadar büyük bir şans ise, Aaron Wick de bir blues rock grubu için o kadar sıradışı bir davulcu. Bu ikisinin sürekli tetikte, canlı ve tutkulu arayışları şarkılara %100 yansıyor.

The Ragged Jubilee şarkılarının her biri grubun ortak ruhunu inşa eden sağlam tuğlalar. Blood On The Highway'in açtığı kapıdan birer birer süzülen bestelerden hüzün dozu yüksek Miss Me While I'm Gone, kıvrak ritmiyle aklımı başımdan alan Treason, ilk yarısı çok sıkı bir blues rock, ikinci yarısı psychedelic bir tripten oluşan Mississippi Water, biraz da High Horse, Another Woman vs. Yitip gitmesini hiç istemediğim, her sene bir albüm yapsa yeridir diyeceğim, bana göre içinde bulunduğumuz yılın en flaş gruplarından birisi The Ragged Jubilee. Gelecekte ufka doğru emin adımlarla ilerleyecektir. Grup olarak ilerlemese bile aklı başında olan kimsenin rock ve soul ses tellerini bir gırtlakta toplamış Ethan Burns'ün peşini kolay kolay bırakacağını hiç sanmıyorum artık.

1. Blood On The Highway
2. High Horse
3. Miss Me While I'm Gone
4. Just A Little Blood
5. Another Woman
6. Treason
7. Country Girl
8. Shelter In The Mainline
9. Going Down To Texas
10. Mississippi Water
11. Rhythm

16 Mayıs 2011 Pazartesi

77 Bombay Street - Up In The Sky


Matt (28), Joe (26), Esra (24) ve Simri-Ramon (20) isminde dört kardeşten oluşan Basel/İsviçre kökenli 77 Bombay Street, ilk albümleri Up In The Sky ile özellikle folk rock severleri hedef kitle olarak belirlemiş görünen taze bir grup. Dört erkek kardeşin olduğu yerde kavga eksik olmaz tahminini doğrularcasına, grubu kurma, konserler ayarlama, albüm yapma gibi evrelerin hepsinde kavga ederek geldikleri son nokta olan 12 şarkılık Up In The Sky albümü, hayatlarındaki herşeyin özeti niteliğinde tutkulu ve biraz da ilginç biçimde tecrübe işi şarkılarla dolu. İlk albümden tutku ve tecrübe yakalanamaz mı, bunun neresi ilginç gibi cevap veremeyeceğim soruları kendi kendime sormayı bir tarafa bırakıp, kendimi de albümün akışına bırakıp izlenimlerimi aktarayım.

Öncelikle bu dört kardeşin, bir grubun dört elemanı haline gelişinde aldığı yola bakmak enteresan olacaktır. Mesela dört erkek kardeşe sahip olup da onlarla değil grup kurup kariyer plânlamak, aynı çatı altında birbirlerini boğazlamaya kalkabilecek insanlar varken kendilerinin ibretlik durumlarını mercek altına almak gerekir. Gerçi hepsinin farklı müzik türlerinden hoşlanmalarının getirdiği kavgalarından söz etmiştik. Anneleri daha bunlar kısa pantolonla gezerken müzik sevgisini aşılamış neyse ki. Çeşitli lokal etkinliklerde beraber çalıp söylemişler. Derken 2001'de Adelaide/Avustralya'daki 77 Bombay Caddesi'ne iki seneliğine taşınmalarıyla işler biraz sekteye uğramış. Tekrar Graubünden'deki aynı odayı paylaştıkları dağ evlerine geri döndüklerinde bir daha büyük şehire gitmeme kararı almışlar. Etrafı dağlarla çevrili bu kasabadan aldıkları Heidi huzuru, onların müzik aşklarını da geri getirmiş. Evlerinin bodrumunda bitmek bilmeyen provalar yapmaya, çedar peynirlerini yiyip sütlerini içmeye başlamışlar. (Virgülden sonrası tamamen şahsi tahminimdir!)


Düşünün: Aynı evde, aynı odada yatıp kalkıyorsunuz, aynı şeyleri yiyorsunuz, aynı şeyleri giymek için birbirinizle kavga ediyorsunuz. Sonra bodruma inip müzik yapıyorsunuz. İşi orada bırakır mıydınız? Evet Buchli kardeşler de işi orada bırakmayıp çeşitli müzik yarışmalarına katılmışlar ve kazanmadık birincilik bırakmamışlar. Albümde yer alan 47 Millionaires ve Long Way radyolarda ufak ufak tanınmalarını sağlamış. Up In The Sky çıkınca da anlattığımız bu güzel hikâye mutlu sona ulaşmış. Gerçekten mutlu bir son. Çünkü dört kardeşin tüm kavgalara, engellere, farklılıklara rağmen birlik beraberliklerini Up In The Sky gibi dağ havası tadında bir albüme aktarmaları bize de geçilmiş bir kıyak adeta. Farklı beğenilerin ortak bir folk çatısı altında toplanmış olması da anlamlı. Eğer kentsoylu insanlar olsalardı muhtemelen eklektik bir albüm çıkacaktı. Oysa kendini doğaya ve onu paylaşan güçlü bir kardeşlik sorumluluğuna teslim etmiş dört müzik akıllının içine kapanmamış, tam tersine kendini folk soyluluğu içinde popüler denemelere de açmış tavırları çok sıkı 12 adet sonuç vermiş.

Kısa kariyerleri içinde yüzün üzerinde konser vermiş 77 Bombay Street'in tutku ve tecrübe yakalamışlığındaki "tecrübe" kısmını da böylece özetlemiş olabiliriz. Ortak yaşadıkları hayatlarını şimdi de ortak yazdıkları ve söyledikleri şarkılarla perçinliyorlar. İnanın 40 yıllık folk şarkıcıları şimdilerde mezar edebiyatı yaparken, onlar hem ince işlenmiş folk rock notalarıyla ve takdir edilesi bir olgunluk, aynı zamanda mizah duygusuyla bezeli lirikleriyle hareket ediyorlar. Öne çıkan şarkı seçiminde zorlanıyorsam olay bitmiştir benim için. Ama albüme adını veren Up In The Sky başta olmak üzere In The War, 47 Millionaires, Forgotten Your Name, Long Way, Number 2 ve Cake'in kayıp şarkılarından biri olduğunu düşündüğüm I Love Lady Gaga, her dinleyişimde 77 Bombay Street'e daha çok bağlanmamı sağlayan unsurlar olarak şimdilik başı çekiyorlar. MTV seyrettikleri, orada saat başı klipleri dönen hatunları şaka da olsa sevdikleri, aynı zamanda geçmişe olan aktif bağlılıkları belli. Dört kardeşin dördünün de bir olmadığı belli. Aralarında country seven de, punk seven de, pop seven de soul seven de olduğu belli. Ama farklı yönlere bakan bu dalların bir ağacın gövdesine bağlı olduğunu idrak edişleri de o kadar belli ki, isterseniz harika bir ortak payda birlikteliği deyin ama bunun adı sanırım tek bir kelimede saklı: Kardeşlik!

1. 47 Millionaires
2. Up In The Sky
3. Forgotten Your Name
4. Long Way
5. Miss You Girl
6. It's Now
7. I Love Lady Gaga
8. In The War
9. Hero
10. Waiting For Tomorrow
11. Number 2
12. Get Away

14 Mayıs 2011 Cumartesi

The Lollipops - Hold!


2008'de Polonya, Olsztyn, warmińsko-mazurskie'de kurulan (tamamen havam olsun diye kopyalayıp yapıştırdım!) beş kişilik The Lollipops, iki EP'nin ardından nihayet ilk albümüyle görücüye çıkmış bir indie/alternative rock grubu. Her ne kadar ilk cümleye bağlantılı olarak "görücü usulü" hakkında bir sürü iğrenç espri aklıma getirse de, kimsenin kimseye Polonyalı bir indie rock grubunu kolay kolay önermeyeceği gerçeği düşünülürse The Lollipops'u bizzat keşfettiğimi gururla (niyeyse!) sunarım. Buradan da ortada keşfedilecek birşeyler olduğu anlamı çıkıyor. Zira Polonya'dan öyle günaşırı iyi grup veya albüm çıkmayacağı konusunda az biraz fikir beyan edebilirim. Ya Eurovision ucuzluğunda sokaktaki insanın bile iki dakikada besteleyebileceği türden, ya da uğraşıldığı halde bir türlü evrensel veya yeraltısal ruhun yakalanamadığı cinsten şarkılarla dolu Polonya müzik âleminde iz bırakan isimleri de elimden geldiğince konuk etmek istiyorum. Çünkü iyi müzik nereden gelirse gelsin, bir şekilde tanıtılmayı ve dinlenmeyi hak ediyordur.

The Lollipops adında sadece benim ulaştığım 5 farklı grup vardı. Kendileriyle ilgili detaylı bilgiye ulaşmak isteyenlerin benim gibi tembel olmamaları gerektiğini hatırlatarak, bazen en iyi bilginin kişinin kendi edindiği izlenimlerden çıktığını vurgulayarak tembelliğimizi mazur gösterelim. Çünkü Polonyalı The Lollipops buna değer. Bu gibi durumlarda cehalet mutluluk olabiliyor. Çünkü ezkaza kendilerinin Polonya Eurovision elemelerinde yarıştığı, Polish Idol olayına girdiği veya Yetenek Sizsiniz Polonya'da boy gösterdiği türden bilgilere ulaşmış olsaydım onlara şu an baktığım gözle bakar mıydım emin değilim. Yine de iyi müziğin önüne hiçbir kişi veya kurum geçemiyor. Indie rock başlığı altında çok sahici bir surf/rock'n roll özverisi ve tutkusu mevcut kendilerinde. Bu açıdan hiç Polonyalı gibi değiller. (Şimdi bu da Polonyalılara hakaret oldu!)

Belki The Ravenottes'un hemen ardından dinlediğim için, belki de Sonic Youth'un rafine noise pop taraflarının etkilerini hissettiğim için The Lollipops'a referans gösterme gereksizliklerime bu isimleri alet edeceğim. Fakat uğraşılsa daha pekçok referans bulunabilir ya da uydurulabilir. Ama grubun tüm bu bulunma ve uydurulmalara rağmen özgün yanları olduğunu da gördüm ki, beni en fazla tatmin eden de bu debut olgunluğu oldu. Jack Horror Show, Long Way Home, Girls' Night Out, Young Boy, Good Girl öyle bir cümlelik geçiştirmelere hapsedilecek şarkılar değiller. Bir Tarantino veya Guy Richie filminin soundtrack albümüne güvenle konulacak, doğal rock akışının içine birden jazzy bir intro sıkıştıran, kirli rock sounduna beklenmedik yumuşatıcı maddeler katan (mesela solist Kasia Staszko'nun dengesini bilen sesi, mesela bir ıslık solo!) şarkılar bunlar. The Lollipops gibi daha ilk albümden turnayı gözbebeğinden vurmuş gruplara genelde "ilerde daha iyi olacaklardır" şeklinde ahkâm kesiyoruz ya, onlar Hold! ile kendi geleceklerini önceden görmüşler sanki.

1. You Forgot My Name
2. Jack Horror Show
3. Hello, Farewell
4. Seaside Neon Love
5. Let's Go Baby
6. Girls' Night Out
7. Long Way Home
8. Tonight Tonight
9. Young Boy
10. Trash - Bottles - Guns
11. Candy Cigarette
12. Good Girl (Hold! Version)

11 Mayıs 2011 Çarşamba

Handsome Poets - Handsome Poets


Enerjik beş Hollandalı gençten kurulu Handsome Poets, kendi isimlerini taşıyan debut ile pop rock'ın pop yanına biraz ağırlık vermiş müziğini beğenilere sunuyor. Pop tarafa verilen bu ağırlık, onları sırf pop grubu olarak adlandırılmalarına bile kâfidir. Yine de synthesizer kadar gitar kullanmayı da seven şen şakrak yapılarından ötürü pop üzeri rock (ya da tersi) bir tabak yemeği önümüze sunuyor. Mutfak temiz, servis gayet iyi, aşçı ve garsonlar işlerini severek yapıyorlar. Yalnız sunulan yemeklerin bazıları henüz usta aşçı kıvamına gelinmediğini de gösterebiliyor. Adı Handsome Poets olan bir grup hakkında benzetmeleri yemek sektöründen seçmenin tuhaflığını bir kenara bırakırsak, normalde şöyle bir bakıp geçilecek bir albüm gibi duran bu iş hakkında birşeyler geveleme isteği uyandıran unsurların da sadece birkaç iyi şarkıdan ibaret olduğunu belirtmek gerek.

Kendimce eksik olarak gördüklerim, aslında birtakım fazlalıklar. Dance (The War Is Over) gibi radyo dostu olmaktan öte, radyo kardeşi sayılabilecek bir şarkının rahatsızlık vermemesi, hatta (We Can't Be) Saints'in disko ışıkları altında süzülüşü ne kadar kararındaysa, Silence Is Sexy, Be Where You Are, When Will I See You veya Stay gibi vasat şeylerin hâlâ albümlere yer doldursun diye istiflenmesi da o kadar biliçsiz hamleler. Her şeye rağmen yukarıda bahsi geçen içinde parantez barındıran iki güzel şarkıya eklenecekler de var. Sofranın ana yemeklerinden biri sayabileceğimiz Kings & Queens, sağlam bir indie pop beste olan Blinded ve albüm geneline pek uymayan, fakat hafiften içerdiği psychedelic lounge havasıyla bu genele çok olgun bir kimlik katan Out Of Your League, Handsome Poets'in geleceğinin ümitsiz olmadığına inandırma kapasiteleri olan şarkılar. Bu geleceği görebilmeleri için muhteviyatlarındaki pop ışığını biraz daha yakmaları ya da direk Out Of Your League yoluna sapmaları gerekmekte.

1. Dance (The War Is Over)
2. (We Can't Be) Saints
3. Call Back Tomorrow
4. Silence Is Sexy
5. Kings & Queens
6. Stay
7. When Will I See You
8. Blinded
9. Be Where You Are
10. Out Of Your League

8 Mayıs 2011 Pazar

Katharina Nuttall - Turn Me On


1972'de İngiliz baba ile Norveçli anneden dünyaya gelen Katharina Nuttall, Norveç vatandaşı olarak İsveç'te yaşayan bir şarkıcı, besteci ve yapımcı. Bu karpuzları 2007'den bu yana çıkarmış olduğu üç albümle günümüze kadar taşımayı başaran Nuttall, Norveçli olmanın verdiği anti-popülist dişi yakarışlarını Turn Me On ile tazelemekte. İlk iki albümü hakkında bilgi ve fikir sahibi olmamanın azıcık burukluğuyla dinlemeye başladığım ve oldukça memnun kaldığım Turn Me On, azdırmasa, kudurtmasa da artısı eksisinden fazla bir albüm. Kategoriye sokmak da öyle birlaç saniyelik bir iş değil. Müzikal haritası alternative rock ekseninde seyrediyor ama ince kaçamakları da sevdiği anlaşılıyor Nuttall'ın... Folksever bir kişilik olduğu kadar elektrik elektronik ile arası da fena sayılmaz. Hatta son şarkı The Runner ile kafadan trip hop olayına müdahil olmuş bile denebilir. Birçok şarkısına döşediği elektrik kabloları hiç iletkenlik sorunu yaşamadığı gibi, bazen varlığını bile hissettirmeyecek ölçüde tuz biber katkısı sağlıyor.

Geçmişinde 2007 tarihli Rosa: The Movie adlı, birçok İsveçli'nin dahi bilmediğini düşündüğüm bir filmin müziklerini de yapmış olan bu çok yönlü insan, Turn Me On'da ince ayar kalite sezdiren albümlerin kişisel algılarına gayet net cevapları olan bir albüm. Hem popüler, hem de yeraltı unsurlardan derme bir buket denebilir albüm için. Katharina Nuttall'ın şık sesi, kendinden 15 yaş küçük Amy Macdonald'ı hatırlatmıyor değil. Bir müzisyeni kendinden 15 yaş küçük bir başkasıyla örneklendirmek pek sık yaptığım birşey değil. Genelde bu işler tersine işler. Ama yaş farkına rağmen hemen hemen aynı sıralarda müzik hayatına atılıp, tam da aynı sene ilk albümlerini çıkaran iki müzisyenden genç olanı yaşlıya referans göstermenin ardında popülarite canavarı şekerleme yapıyor. Hoş, bu örneklendirmeye yolda yürüyen beş kişiden kaçı iştirak edecektir o da muamma.

Albümde 11 şarkı var ve en canayakın gözükeni bile içinde karanlık bir taraf taşıyor. Belki bu sayede Depeche Mode'un eşsiz şarkısı Stripped'ın Nuttall'cası kulağa kendi karanlığını farklı bir loşlukla sunar şekilde geliyor. Nuttall'ın kendi disiplini içinde ileri geri oynamalar yaptığı şarkı yazma ve onları seslendirme anlayışı, Play, Paperplane, Not My Lover, We Will Never Meet Again gibi üst sınıf şarkılar ortaya koyuyor. Kadın o kadar güzel "it's too late" veya "you're not my lover" diyor ki, anlattıklarının samimiyetine inanmamak elimde olmuyor çoğu zaman. Böyle kendi iç fırtınalarını kaleminin elverdiğince mütevazi biçimde yazan/söyleyen insanların "singer" kişiliklerini "songwriter" yapılarıyla birleştirdiklerinde yaşattıkları "listener" keyfi, en sevdiğiniz hava şeklinin bir anda bulunduğunuz ortamı kaplamasına benziyor.

1. Turn Me On
2. Play
3. Falling Down
4. Paperplane
5. Bricks
6. Stripped
7. We Will Never Meet Again
8. Take Me Through To Your Side
9. Silver Screen
10. Not My Lover
11. The Runner

5 Mayıs 2011 Perşembe

Laura Vane & The Vipertones - Sugar Fix


2009 yılında kendi adını taşıyan bir debut ile müzik dünyasına merhaba diyen Hollandalı Laura Vane & The Vipertones oluşumu, bu albümün ardından Avrupa'nın birçok yerinde müthiş bir ilgi görmüş, festivallere, konserlere, açılışlara (bunu kafadan attım!) çağrılmış. Albüm fena sayılmayacak derecede satmış, sattıkça konserler turlara, turlar ağaca, ağaçlar ormana dönüşmüş. Albümün ilk üç şarkısı olan Roof Off, Steam ve Am I Dreaming? ise single olarak üzerlerine düşeni yapmışlar. Çıktıktan bir süre sonra bu albümün kulağıma biryerlerden değdiğini anlamıştım ama kenara not düşmeyi unutmuştum. Neyse ki 2011 Nisan'ında ikinci atışlarını yaptıkları Sugar Fix bana Laura Vane ve tayfasını tekrardan hatırlattı. İsmi geçen güzel şarkılar kadar, Man Of Your Word, Good Morning ve Mean Lover gibi sıkı bestelerle funk ve soul kulüplerinin enerjisini evinize getiriyordu adeta.

Bildiğin hoş sarışın Hollandalılardan biri olan Laura Vane, bildiğin siyah sese sahip bir funk R&B, soul şantözü. Yedi kişilik The Vipertones'un dinamik müziğine müthiş bir karakter katan Vane, enstrümental haliyle dört dörtlük bir altyapısı olan grubu daha da tatlandıran ve tabiî popüler hale getiren en mühim unsur. Kısaca "Uçuran Hollandalı!" Yeni albüm Sugar Fix ise, ilk albümden iki şarkı fazla olmasına rağmen ruh olarak ne eksik, ne fazla. Hani kulağımda biraz daha taze olduğundan, alışma sürecinin ardından ilk kardeşine ilerde çalım atar mı bilemem. (Atamaz gibi geliyor). Ama bu kardeşler arasında ayırım yapmak olmaz. 60'lar soul kimliğini 2011'e ustalıkla taşıyan Laura Vane & The Vipertones, aralarında coverların da bulunduğu hissi veren 13 leziz şarkısıyla bu ayrımın yapılmayacağını bağıra çağıra duyuruyor.


Örneğin ilk şarkı Capsize, yeme de yanında yat bir "power soul surf pop" olmuş ki, hemen arkasına saklanmış olan 110 Percent bitince daha erkenden bu albüm olmuş diye düşünmekten kendimi alamadım. Derken Wicked Man, Sugar Fix, In Or Out, About To Blow üst üste gelmeye başlayınca erken gelen golün farka yol açmasına seviniyor, arkama daha bir güvenle yaslanıyorum. Sonra ilk albüme geri dönme arzusu duyuyorum. Oradaki şarkılar gözümde birkaç kat daha büyüyor. Seviyorum böyle insanları. Ne güzel müzik yapıyorlar ve bu müziği yaparken ne kadar eğleniyorlar. Laura Vane'in Just Keeps Smoking ile Letting Me Love You'yu seslendirirkenki bluesy ve jazzy triplerini gözümde canlandırıyorum. Videolarını izleyince taşlar yerine iyice oturuyor. The Vipertones'u çalarken, Laura Vane'i söylerken ha albümden dinlemişsin, ha konserde canlı, hiç fark etmiyor. Ediyorsa da benim kulaklarım kör olmuş.

1. Capsize
2. 110 Percent
3. Hours On Hours
4. Stone Me
5. All Over Again
6. Wicked Man
7. Sugar Fix
8. Just Keeps Smoking
9. In Or Out
10. Floating
11. Time Aint Waiting
12. About To Blow
13. Letting Me Love You