31 Mart 2012 Cumartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Mart 2012)

School of Seven Bells - Disconnect From Desire
Yıl: 2010 ABD
Tür: Dream Pop, Indie Pop, Shoegaze
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Babelonia"


Yppah - You Are Beautiful at All Times
Yıl: 2006 ABD
Tür: Trip Hop, Downtempo
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Again With Subtitles"
If These Trees Could Talk - Red Forest
Yıl: 2012 ABD
Tür: Post-Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Barren Lands Of The Modern Dinosaur"

Hans Zimmer - Rango (OST)
Yıl: 2011 ABD
Tür: Film Score, Alt. Country, Americana
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Los Lobos - "Rango Theme Song"

The Bangles - Different Light
Yıl: 1986 ABD
Tür: Pop/Rock, Power Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Walk Like an Egyptian"


Live - V
Yıl: 2001 ABD
Tür: Alternative Rock, Post-Grunge
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Simple Creed" (feat. Tricky)

Bertine Zetlitz - Electric Feet
Yıl: 2012 Norveç
Tür: Electropop, Pop, Dance-Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pop Pop Pop"


Tenacious D - Tenacious D
Yıl: 2001 ABD
Tür: Comedy Rock, Hard Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tribute"


Philip Sayce - Steamroller
Yıl: 2012 ABD/İngiltere
Tür: Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Marigold"


VA - Dig Cave Dig: A Tribute to the Music of Nick Cave
Yıl: 2011 ABD/İngiltere
Tür: Alternative Rock, Indie Rock, Tribute, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Little Wolf & Casey Hartnett - "Where The Wild Roses Grow"


Madonna - MDNA
Yıl: 2012 ABD
Tür: Electropop, Dance-Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Don't Give A" (feat. Nicki Minaj)


Beach House - Bloom
Yıl: 2012 ABD
Tür: Dream Pop, Indie Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Hours"


Sahara OST
Yıl: 2005 ABD
Tür: Rock, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: Steppenwolf - "Magic Carpet Ride"



The Ting Tings - We Started Nothing
Yıl: 2008 İngiltere
Tür: Indie Pop, Pop/Rock, Electropop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fruit Machine"


Poets of the Fall - Temple Of Thought
Yıl: 2012 Finlandiya
Tür: Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Distance"


Hoodoo Gurus - Gold Watch 20 Golden Greats
Yıl: 2012 Avustralya
Tür: Power Pop, Garage Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Come Anytime"
Bruce Springsteen - Human Touch
Yıl: 1992 ABD
Tür: Pop/Rock, Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Human Touch"
Bruce Springsteen - Lucky Town
Yıl: 1992 ABD
Tür: Pop/Rock, Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Lucky Town"
Nitrogods - Nitrogods
Yıl: 2012 Almanya
Tür: Hard Rock, Heavy Metal, Southern Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Licence to Play Loud"


Tricky - Maxinquaye
Yıl: 1995 İngiltere
Tür: Trip Hop, Dub, Downtempo
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Black Steel"

25 Mart 2012 Pazar

Yppah - Eighty One


1981 Houston, Teksas doğumlu Joe Corrales, lise yıllarında rock gruplarında gitar ve bas çalmış bir yeni yetmeyken, zamanla elektronik müziğe ve turntablism'e merak salmış. 90'larda elektronik müzikle yeraltından ilişkiye geçmiş olanların mutlaka bileceği Ninja Tune plak şirketinin Corrales'i keşfetmesi gecikmemiş. Kendisine Yppah ismini uygun görüp, 2006'da çıktığı yolculukta 6 yılı, 3 albümü, bir de EP'yi devirmiş şimdilerde. Söz konusu Ninja Tune olunca işin içine psychedelic pop ve shoegaze'in de girmesi kaçınılmaz olabiliyor. 90'larda Ninja Tune ürününü plakçılardan kaset olarak az çektirmemiş olanlar için tecrübeyle sabitlenmiştir. Yppah, 90'lar Ninja Tune ruhunun 2000'ler yansıması bir örnek olarak bu elit karışıma kimi zaman rock öğelerini de sokarak az da olsa kendine has bir sound edinmiş denebilir.

Elektronik, turntable, sample ve mashup numaralarının kalıplaşmışlığından bir süre sonra sıkılan her müzisyen gibi Yppah da edinmiş olduğu bu tarzın hakkını vermiş isimlerden biri. Bu ilk cümleyi okurken akıllara gelen ilk örneklerden biri olan DJ Shadow bile bana uzun süredir artık eskisi kadar çekici gelmezken, Yppah'ın sesi soluğu bir başka çıkıyor sanki. Bunun sebebi, psychedelic ve shoegaze takılsa bile bir şekilde pop ve soul ile bağlantısını kesmemiş acı tatlı bir hüznün varlığını hissettirmesi. Özellikle 2006 tarihli You Are Beautiful At All Times albümünü pek bir beğensem de, son çıkan Eighty One kesinlikle Yppah'ın en iyi  albümü.


Elektronik karmaşaya soft bir gitarın eşlik ettiği Blue Schwinn ile açılan albüm, dört şarkıda kendisine eşlik eden Anomie Belle'in kimi zaman Bjork'u andıran, ama buna rağmen can sıkmayan vokaliyle renk kattığı D. Song ile sürüyor. Kısa sürede anlıyoruz ki, Yppah kendi müziğini o trip hop'un yanlış ellerde asansör müziğine dönmüş uyuşukluğundan arındırmak için gerektiğinde sert ritimler üzerine epik sınırlarda gezinen vokal ve ses düzenlemeleri döşemeyi, böylelikle bu müziğin sadece makinelerden çıkma robotsu bir anlamı olmadığını anlatmaya çalışıyor. Mesela Never Mess With Sunday'de sanki bir müzik kutusu melodisini alıp onu bambaşka mecralara sokuyor. Mesela Happy To See You'da katıksız bir shoegaze rock ile sadece bu şarkıyı değil, albümün genel atmosferini yüceltiyor.

Artık son dört şarkı Paper Knife, Golden Braid, Three Portraits ve Some Have Said ile öyle bir yükseliyor ki, ya da bana öyle geliyor. Zira zaten yükseklerde gezinen bir albüm olmasından dolayı belki de son düzlüğe koyduğu iyi şarkılarla Eighty One albümünün kısa özgeçmişini de yapmış oluyor. Muğlak veya değil, o son dört şarkının öncesinde yaşananlara geri dönme isteği (tıpkı sonu çok güzel biten bir filme geri dönme isteği gibi birşey) doğuruyor. O geri dönüşlerden de bahsetmek artık anlatılmaz yaşanır bir hal alıyor. Yppah günümüz elektronik müziğinin en aklı başında isimlerinden bir tanesi. Bunu anlamak için müneccim olmaya değil, üç güzel Yppah albümünü dinlemeye gerek var. Hatta sadece bunlardan en güzeli olan, doğduğu seneye gönderme yaptığı Eighty One'ı dinlemek bile yetebilir bazı bünyelere.

1. Blue Schwinn
2. D. Song (feat. Anomie Belle)
3. R. Mullen
4. Film Burn (feat. Anomie Belle)
5. Never Mess With Sunday
6. Happy to See You
7. Soon Enough (feat. Anomie Belle)
8. Paper Knife
9. Golden Braid
10. Three Portraits (feat. Anomie Belle)
11. Some Have Said

20 Mart 2012 Salı

Delhi Belly (OST)


Abhinay Deo ve Akshat Verma’nın yönettikleri Delhi Belly, komedi/suç filmlerine hasta seyirciler için şu kıtlıkta Hint mutfağına girmiş gibi hissettiren fişek gibi bir film. Aynı rezil evi paylaşan Tashi, Arup ve Nitin adlı üç arkadaşın çeşitli tesadüfler sonrası başlarını mafyayla derde sokmalarını anlatan film, adını da yemekler yüzünden Hindistan'a özgü motoru bozma halinden almakta. Filme bu ismin veriliş nedenini özellikle yemek yemekten manda gibi olmuş Nitin kardeşimizden ötürü daha iyi anlıyoruz. Bu güzel filmin bir başka güzelliği olan harikulade müziklerinden bahsetmeyi ishal belâsından daha öncelikli bulduğum için işe olağanüstü jeneriğe fon olan Chetan Shashital'ın Saigal Blues şarkısından başlamayı düşündüm. Nakış gibi işlenmiş o jeneriğe bhangra zırzopluğundan uzak süper karizmatik bir hindu blues destanı fonu yaratan Saigal Blues, aslında tam albümün de açılışına konacak bir efsaneymiş. Chetan Shashital ismine de henüz hiçbir yerde rastlamadığımı belirteyim. Çalışmalar sürüyor tabiî. Saigal Blues'lar palmiyelerde yetişmiyor.

Kaldı ki albümün açılışı da ayrı bir fenomen. Filmi görmeden dinlenirse hoş bir pop punk gazı içeren, ama filmi görünce kuyumcu soygunu ve sonrasındaki kaçış bölümüne, aynı zamnada üç arkadaşın kendi evlerinde mafyadan kurtuldukları sahneye büyük katkılar sağladığı su götürmez Bhaag D.K.Bose, Aandhi Aayi'yi içine sokası geliyor insanın. Üstelik şarkıya üç başrol oyuncusunun rol aldığı öyle bir punk klip çekilmiş ki, zamanında gerzek Green Day için bile kıçlarını yırttılar ama böylesini çekemediler. Albümün şarkılarının seçiliş, sipariş ve derlenişinde önemli rol sahibi Ram Sampath'a ait bu şarkı onun tek eylemi değil. Tashi'nin Menaka zoruyla gittiği partide önce bhangra olarak başlayan Switty, Menaka'nın belâlısı sayesinde işler sarpa sarınca Sampath'ın katkılarıyla punk'a dönüşüyor. Her iki versiyonu da albümde mevcut. Arup'un kendisini görücü usülüyle aldatan kız arkadaşının düğününü Disco Fighter kılığında bastığını hayal ettiği sahneye kalıbını basan pop rock Jaa Chudail, ancak film izlendikten sonra gerçek işlevini gösteren bir diğer şarkı. Filmin başlarında angut bir pop çıtırının uyuz single'ı olarak algıladığımız I Hate You (Like I Love You) (Like I Love You parantez içinde!) ise finaldeki müzikal Bollywood geleneğinin rengârenk sunumuyla algılarımızı yutturacak cinsten bir lezzete dönüşmüş biçimde karşımıza çıkıyor.


Işıl ışıl parlayan, içine girdikleri sahneleri de aynı şekilde parlatan bu şarkıların yanında enfes bir hindu funk olan Nakkadwaley Disco, Udhaarwaley Khisko, albümün romantik derinliğinin de farkına varmamızı sağlayan Tere Siva, Sona Mohapatra'nın billur gibi sesi ve folklorik bağları sağlam tutan müziğiyle iki versiyonu bulunan Bedardi Raja, albümün geri hizmetinde görevlerini yerine getiriyorlar. Kesinlikle filmden sonra dinlenmesi gereken albüm (ve elbette Bhaag D.K.Bose, Aandhi Aayi klibi!), konusuna, biçimine, oyuncularına çok özen göstermiş bir filmin müzik kanadına da en az bunlar kadar önem verdiğini gösteren kalitede. Filmden sonra bazı sahneleri tekrar izlemek istememin (ve izlememin!) başlıca nedenlerinden biri de buydu zaten. Müzikal kültürlerini başta rock olmak üzere pop, punk, funk evrenselliğine bu kadar rahat adapte edebilen emeği geçenlere sevgilerimi sunuyorum.

1. Ram Sampath - Bhaag D.K.Bose, Aandhi Aayi
2. Kirthi Sagathia - Nakkaddwaley Disco, Udhaarwaley Khisko
3. Chetan Shashital - Saigal Blues
4. Sona Mohapatra - Bedardi Raja
5. Suraj Jagan - Jaa Chudail
6. Ram Sampath & Tarannum Mallik - Tere Siva
7. Kirthi Sagathia - Switty (Tera Pyaar Chaida)
8. Kirthi Sagathia, Sona Mohapatra & Shazneen Arethna - I Hate You (Like I Love You)
9. Sona Mohapatra - Bedardi Raja - Grind Mix
10. Kirthi Sagathia & Ram Sampath - Switty (Punk)

18 Mart 2012 Pazar

The Chap - We Are Nobody


Kurulum tarihi 2000 Londra olarak görünen The Chap, beşinci albümleri We Are Nobody ile tanıdığım bir grup. Geçmişine dair bulabildiklerim ise şimdilik Ham (2005) ve Well Done Europe (2010) albümleri oldu ki, bu iki albümden de grubu tam anlamıyla çözdüm sayılmaz. Hoş, belli istisnalar dışında "bir grubu çözmek" gibi uğraşlarım yoktur. Ama We Are Nobody'nin eli yüzü düzgün indie pop tınısını duyunca, geçmişte ne yaptığını merak edecek kadar da sevdikçe şöyle bir bakayım dedim. Karşıma çıkan bu iki albümden yaptığım çıkarım, bir halta yaramayacak deneysel pop(umsu) ıvır zıvır bir müzik yaptıkları oldu. Ha, arada tek tük de olsa daha dinlenilebilir ve katlanılabilir şarkılar yazabildikleri de mevcut. Nedense bireysel becerilerden medet uman, henüz takım olamamış takımlara benzettim. Aynı uyuz deneyselliklerden henüz kurtulamamış bazı şarkıların varlığına rağmen We Are Nobody, The Chap'in en "takım olmuş" albümü gibi geldi kulağıma. (En iyi albümlerinden biri kabul edilen 2003 tarihli henüz duymadığım The Horse'u bu değerlendirmenin dışında tutmaktayım.)

Albümde öyle yerkabuğunu yerinden sarsacak bir müzik yok. Hatta iki indie pop albümün ardından dinlenmeye kalkılırsa kendine sövdürme potansiyeli bile var diyebiliriz. Lâkin sağduyulu indie pop dinleyeni bu tahriklere kapılmayıp albümün sonunu getirecek, ya albümün başlarındaki harika What Did We Do'ya, ya ortalardaki We Are Nobody'ye, ya da sonlara doğru Painkiller'a, Hands Free'ye mutlaka takılıp düşecek, yattığı yerden bir süre kalkmak istemeyecektir. Aralarda Talk Back ve Running With Me de mütevazi pop şekilleriyle onlara eşlik edeceklerdir. Grubun tek kadın elemanı Claire Hope'u fazla duyamıyor olmak biraz üzdü. Pop pop derken birden indie punk oluverip coşturan Hands Free'ye gaz veren de bir parça kendisi. Çok fazla tanımadığım, hâlâ da tanımadığımı düşündüğüm The Chap ile eksiklerimi tamamlamak niyetindeyim. Ama We Are Nobody onların temelde oldukça iyi ve verdikleri fotoğraflardaki gibi cıvıl cıvıl bir grup olduklarını, önceki albümlerindeki bazı deneysel tembelliklerini biraz olsun mini deneysel arayışlara çevirdiklerini düşündüren bir albüm oldu benim için.

1. Rhythm King
2. What Did We Do
3. Better Place
4. Talk Back
5. We Are Nobody
6. Curtains
7. Painkiller
8. Running With Me
9. Hands Free
10. Look at the Girl
11. This Is Sick

12 Mart 2012 Pazartesi

Tricky - Blowback


Tricky ile tanışmamı hiçbir zaman unutamam. Aslında Tricky'nin Tricky olduğunu bilmeden Massive Attack sayesinde tanıdığımdan haberim yoktu. 1995 tarihli efsane Maxinquaye albümünün efsane şarkısı Black Steel'in klibini gördüğüm andan itibaren Tricky'nin kim olduğunu öğrendim. Müthiş bir şoktu benim için. Klip daha önce gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Ya da benziyordu ama benim için bir UFO'ydu. Şarkı ise daha önce duyduğum bazı şeylerin karması gibi durmasına rağmen, o da UFO'nun içindeki teybin içinde dönen bir rock şarkısıydı. Grunge'ın ani bir darbeyle bağımsızlığını ilân ettiği bir döneme gelmiş olması, üstelik bu müziğe taptığım o dönemde kendini bana kabul ettirmek için kaymak gibi bir elektronik altyapının arkasından akan mükemmel bir rock oluşu nedeniyle sağladığı dişli kabul görme arzusuna hayran kalmıştım. Böyle şarkılara nefes aldığım sürece de hayran kalacağım. Benim için ilk görüşte aşkın şarkı formatına dönmüş hallerinden biridir Black Steel...

Oysa Tricky'yi yanlış anlamışım. Bunu Black Steel'i ilk duyduğum andan itibaren pusu kurduğum Maxinquaye albümüne sahip olunca anladım. Trip hop denen şeyi badmington benzeri bir oyun bile sanmışlığım vardır geçmişte. Bunun gerçek bir trip olduğunu bana öğreten Blue Lines, Protection veya Dummy gibi başka efsaneler değildir. Çünkü ben onları kafamda başka türlü adlandırmıştım. Trip hop adını ilk duyduğum albüm, dolaysızlığıyla bunun gerçek bir trip olduğunu anladığım ilk albüm Maxinquaye'dir. Haliyle Black Steel ile pusuya düşürdüğüm bir albümün Ten ya da Nevermind ayarında olması gerekiyordu biraz. Evet Tricky'yi yanlış anlamıştım. Ama onu doğru anlayabilmem için önce yanlış anlamam gerektiğini anlamam zaman aldı. Bu zaman, Maxinquaye'in sindirilme süresiyle alâkalıydı. Çünkü Blue Lines, Protection, Dummy, Ten, Nevermind sindirim sistemine çok fazla zorluk çıkaran tipler, tripler değildiler. Ama Maxinquaye sevene de, nefret edene de kapılarını ardına kadar açmış bir tasarımdı.


Sonraki Tricky takiplerim Nearly God, Pre-Millennium TensionAngels With Dirty Faces ve Juxtapose ile tam bir dumura vesile olmuştu. Zira bir oturuşta Maxinquaye'i tam kadro sayabilecek iken, ardından gelen bu karanlık mı karanlık albümlerin o karanlıklıklarına saygıda kusur etmesem de aklımda yer eden hiçbir şarkı olmamasını biryerlere bağlayamamışımdır hiçbir zaman. 90'ları "trip hop'un karanlıklar prensi" olarak sonlandıran Tricky, her biri ömür törpüsü olan bu albümleriyle kendi "art hop" vizyonuna Maxinquaye gibi "trip" katamamıştır bence. Yine de umutla her yeni Tricky albümünde Maxinquaye'yi aramışımdır. Hâlâ da aradığım söylenir. Milenyumu bir geçe çıkardığı Blowback ise, benim o umutla beklediğim şeye nanik yaparcasına reggae, pop ve rock kalıplarına Tricky'ce bir tribin ani zıplayışıdır. Beklenmedik, hatta Tricky ile asla yan yana gelmeyeceğini düşündüğümüz ünlülerin konuk olduğu, gıcık ama gerçek bir tabirle "ticari" bir albümdür Blowback. Gerçek bir "trick hop"tur.

Söyleşilerinde kendisinin de itiraf ettiği üzere Blowback ile tamamen radyolara ya da kolay hazmedilir bol misafirli albümlere öykünmüştür. Birileri Maxinquaye ile Blowback arasındaki albümlerden sonra "hey dostum senin sorunun ne ha!" falan demiş midir bilinmez. Fakat ortada bir sorun olduğunu anlamak için bilirkişi olmaya gerek yok. Trip hop enteli olmamak yeterli. Radyo, pop, ticari vs. kelimeleri yanıltmasın, Blowback öyle boyband çapsızlığında bir albüm değil zaten. Gerçi bahsi geçen söyleşilerinde "o an aklıma gelseydi Britney Spears ile bile çalışabilirdim" demesi hafiften kayış kopma belirtisi olarak algılansa da, temelde adamın yapmaya çalıştığı gayet anlaşılabilir bir durum aslında. Kariyerinin yarıdan çoğunu ne idüğü belirsiz şarkılar tasarlayıp söyleyerek geçiren bir müzisyenin böyle sıkı bir parti verme zamanı çoktan geçmişti bile. Hem parti konukları da öyle yoldan toplanmış isimler değiller.


En flaş olanlardan başlarsak, bu noktada Evolution Revolution Love harikasını ilk elden saymak gerek. Son albümleri pek sarmasa da her zaman 90'larımın efsane gruplarından biri olarak kalacak (hatta ümütsizce tekrar birararaya gelmelerini istediğim) Live'ın solisti Ed Kowalczyk'in konuk olduğu bu şarkı bileğinin hakkıyla hit olmuş bestelerden. Tricky, Blowback ile aynı yıl çıkan Live albümü V içindeki şahane Simple Creed şarkısının ortalarında bir yere homurdanmak suretiyle konuk olarak iade-i ziyarette bulunmuştu. Anthony Kiedis ve John Frusciante'nin yer aldığı Girls, yine Frusciante'nin bu defa Flea ile atıştığı #1 Da Woman, bir Tricky albümü şarkıları gibi değil de, sanki Tricky'nin Red Hot Chili Peppers deplasmanına gitmiş halini yansıtmaktalar. Yine de sahiden çok sağlamlar. Oysa bu kez Alanis Morissette'li Excess ve Cyndi Lauper'lı Five Days ise tam Tricky'nin yatağına (!) attığı bu hatunların dilinden konuşan parçalar. Her iki hatun da onları hatırladığımız gibi söylemiyorlar ama olsun. Şarkılar Tricky'nin elinden çıkmış o trip pop havasında ya, o yeter.

Albümün konuk sıfatıyla değil de işçisi olarak gerekli görüldüğü anda devreye giren tanınmamış isimlerinden Ambersunshower, Stephanie McKay ve Hawkman'dan özellikle Hawkman'ın cevval ragga vokaliyle renk verdiği Over Me, Give It To 'em, sıradışı Nirvana coverı Something In The Way ve tuhaf bir Jamaika hüzün taşıyan Diss Never (Dig Up We History), konuklu parçaların arkasını iyi kollayan şarkılar. Sweet Dreams klâsiğinden sample yapılmış You Don't Wanna, sevimli bir slow çocuk şarkısı naifliği taşıyan Your Name, arabesk rock sınırlarından gezinen Bury The Evidence ve Blowback öncesi herhangi bir tuhaf Tricky albümüne rahatlıkla koyabileceğimiz A Song For Yukiko da albümün bir alt liginde başarıyla mücadele veren şarkılar. Blowback özellikle Maxinquaye düşünüldüğünde en iyi Tricky albümü değil. Ama geri kalanlar düşünüldüğünde bence kesinlikle en iyi ikinci.

1. Excess (with Alanis Morissette)
2. Evolution Revolution Love (with Ed Kowalczyk)
3. Over Me
4. Girls (with Anthony Kiedis and John Frusciante)
5. You Don't Wanna
6. #1 Da Woman (with John Frusciante and Flea)
7. Your Name
8. Diss Never (Dig Up We History)
9. Bury the Evidence
10. Something in the Way
11. Five Days (with Cyndi Lauper)
12. Give it to 'Em
13. A Song For Yukiko (with John Suzuki and Yukiko Takahashi)

7 Mart 2012 Çarşamba

School Of Seven Bells - Ghostory


Alternative ve indie rock grubu Secret Machines'de vokal yapıp gitar çalan Benjamin Curtis, bir shoegaze/post-rock grubu olan On!Air!Library! bünyesinde müzik yapan tek yumurta ikizleri Alejandra ve Claudia Deheza ile Interpol grubunun tur konserlerinin açılışını yaparlarken tanışırlar. Birbirlerine kanları o kadar kaynar ki, bağlı oldukları bu gruplara istifalarını verip birlikte eve çıkıp, o evi de home studio haline getirip müzik yapmaya başlarlar. Böylelikle 2007'de School Of Seven Bells'in tohumları atılmış olur. O tohumlar üçüncü meyvesi olan Ghostory'yi vermiş durumda. Dream pop, indie pop, shoegaze, indie electronic etiketleri altında müzik yapan grup, Ghostory'de 9 şarkılık yemeyip yanında yatılacak leziz bir deneyim sunuyorlar. Adı geçen türlerin karakteristik özelliklerini biraraya getirip sindirilmesi zahmet almayan, ama aynı zamanda derinlik sahibi şarkılar yazıyorlar. Tabiî onları pratiğe döküşlerinde de en ufak bir sorun yok.

Grubun ilk iki meyvesine göz attığımızda, hiç de ilk albüm gibi durmayan, fakat yine de grubun şimdi sahibi olduğu o derinliği tam olarak edinemediği anlaşılan Alpinisms (2008) ve tam da ikinci albüm gibi duran, üstelik grubun şimdi sahip olduğu o derinliği yakalamaya başladığını hissettiren Disconnect From Desire (2010) başlıklarını görüyoruz. Disconnect From Desire ile yükselttiği müzikal çıtayı ve hayransal beklentileri yeterince karşıladığını (ki artık ben de hayranlarından biri olduğuma göre) düşündüğüm Ghostory, Deheza kardeşlerin dönüşümlü vokallerinde yakaladıkları rüya iklimini, işini bilen ve uygulayan elektronik tasarımlarıyla güçlendiren bir yapıda. Bir alternative rock grubu gitaristi olarak Benjamin Curtis ise bu kaliteli müziğin dokusunu bozmayacak ölçüde gitarını koklatan, hatta gitar tonlarını o elektronik tasarımların hizmetine sunan bir olgunlukta. Yani ne öyle cazgır gitar atarları, ne synth kalabalığından plastiğe bağlamış elektronik soğukluklar, ne de muğlak shoegaze tembellikleri beklemeyin. Hepsinin kararı, ederi, geliri, gideri, atarı tam kıvamında ve sonuç harika!


Aynı zamanda single olarak da çıkan açılış şarkısı The Night, hani şu erken "kesin olmuştur bu albüm" dedirten sıkı açılış parçalarından. Büyülü vokaller, dansa meyilli synth pop altyapı, geriden gelen ama rolünü kaptırmayan gitar desteği ve toplamda nasıl oluyorsa üstün bir dream pop tecrübesi. Zira böyle şarkılar alternatif radyolarda da felaket işler yapar kanısındayım. The Night harikasının gölgesinde kalan, ama zamanla kendilerini sevdirecek olan Love Play, Low Times falan derken albümün tam göbeğine yerleştirilmiş ambient beste Reappear, müthiş bir duruluk içinde rüyalar âleminden sesleniyor dinleyenine. Hemen peşinden bu rüyayı biraz daha tribe sokan Show Me Love'ın duruluğu geliyor. New wave ve post-punk dinamizmine sahip Scavenger, durulan bu havayı dağıtmaya oynuyor. Ama onun da her şarkı gibi kendi karakteri olduğundan, albümün diğer şarkılarına el verme, koltuk çıkma gibi bir misyonu bulunmadığı dikkatli kulaklardan kaçmıyor.

Derken The Chemical Brothers'ın görkemli ilk zamanlarını anımsatan fişek gibi White Wind çıkageliyor ve albümdeki her şarkının kendi karakteri olduğu gerçeğini bir sağa bir sola tokatlıyor. Ve ilk bir buçuk dakikasında ambient takılan, sonra gitarın birden ortama dalışıyla olağanüstü bir indie "breakbeat" rock'a dönüşen sekiz buçuk dakikalık When You Sing, kapanışın krallarından birini yapıyor. School Of Seven Bells, Ghostory ile kalplere öyle bir zımba vuruyor ki, yeri geldiğinde 70'lerin avantür sloganları gibi "aşk, macera, heyecan, gözyaşı" ne ararsan bulabiliyorsun. Yalnız bunları herkesin bulabileceği yönünde bir iddiam olduğu şeklinde yanlış anlaşılmak istemem. Zira herkesin tuttuğu kendine! Lâkin bazen tuttuklarımızı başkalarının da tutmasını ümitsizce umabiliyoruz. Korktuğumuz bir hayalet hikâyesinden herkesin aynı biçimde korkmasını istiyoruz. Korkuyu da paylaşalım diye!

1. The Night
2. Love Play
3. Lafaye
4. Low Times
5. Reappear
6. Show Me Love
7. Scavenger
8. White Wind
9. When You Sing

4 Mart 2012 Pazar

Tenacious D - The Pick Of Destiny


Dünyanın en büyük rock grubu Tenacious D, sinyallerini dünyanın en iyi rock şarkısı olan Tribute için çektikleri ve dünyanın en iyi klibiyle verdikleri, tüm zamanların en büyük filmini nihayet çektiler. JB (Jack Black) ve KG (Kyle Gas)’den kurulu grup kendi isimlerini verdikleri dünyanın en çok satan albümlerinin ardından Tenacious D: Pick Of Destiny başyapıtının müziklerinden oluşan ikinci albümlerini de film ile birlikte piyasaya sürdüler. İkili HBO televizyonu için yaptıkları komedi serisi ile tozu dumana katmış, dillere destan Tribute single’ı ve klibi ile artık bir yerden sonra albüm şart olmuştu.

Evet, Tenacious D kocaman bir şakadan ibaret. Ama o şakanın gerisinde taş gibi bir hard rock, mizah, istihza, şamata yüklü şarkı sözleri ve bunların hepsine hakim çok güçlü bir vokal var. High Fidelity, School Of Rock, hatta Nacho Libre gibi filmlerde gördüğüm bu teknik –iddia ediyorum- “ben rock vokaliyim” diye geçinen çoğu odunda bile yok. Jack Black, oyunculuğunu istediği yöne çevirebilecek bir yeteneğe sahip olduğu kadar sesini de direksiyon gibi kullanıyor. Sadece komediye giden fiziği yüzünden üzerine yapışan komedyen kimliğinden kendi dahil herkes memnun. Jack Black, tıpkı Tenacious D gibi bir adam: Nüktesini ciddiye alan ve kapasitesinin farkında bir rahatlıkla o nükteden feyz alan türden.


Tenacious D: The Pick Of Destiny de Tenacious D gibi bir film. Tribute efsanesinden sonra (gecikmiş) bir görev. Aslı Meat Loaf'tan ibaret olan babasının baskısından bunalarak evden kaçıp Hollywood’a giden JB’nin orada tesadüfen KG ile karşılaşıp ona musallat olması ile bir efsanenin temelleri atılıyor. Popolarındaki doğum lekelerini keşfettikten sonra kaderin kendilerini bir araya getirdiğine ve dünyanın en iyi şarkılarını yazacakları yönünde gaza gelen ikili bir türlü istedikleri şarkıları yazamıyorlar. Sonradan anlıyorlar ki işin sırrı, bütün efsane grupların gitaristlerinin elinden geçmiş olan Kaderin Penası’nda. Ama o pena, sıkı güvenlik önlemleriyle korunan Rock & Roll Tarih Müzesi’nde saklanıyor. Kahramanlarımız da o penanın peişne düşüyorlar tabiî.

Şarkılar tencere kapak misali filmle o kadar uyumlu ki, keşke her müzikal böyle olsa. Rock sever kulaklara hoş vaatlerde bulunan şarkılar arasında açılıştaki Meat Loaf ve şu an cennet sakinlerine şarkılar söyleyen Ronnie James Dio destekli mini rock opera Kickapoo ile Dave Grohl düetli beş buçuk dakikalık bir başka rock opera olan olağanüstü Bellzeboss (The Final Showdown), şahane iniş çıkışlar, enstruman oyunları, vokal zenginliği barındıran muazzam parçalar. Yaklaşık bir dakikalık Classico’daki JB vokali üzerine ne söylenebilir? Adam aktör, sesi de aktör! Klasik müzik melodilerini edepsiz vokalleriyle tokalaştıran bu küçücük şey hiç bitmesin istiyor insan. Nacho Libre’deki “Encarnation” ve High Fidelity’deki “Let’s Get It On” şarkıları gibi komik ve hayranlık uyandırıcı zıpırlıklar bunlar. Albüm ve filmle aynı adı taşyan P.O.D. (Pick Of Destiny), The Metal, Papagenu (He’s My Sassafrass), Baby, History hepsi hepsi çok güzel. Ekstradan İngilizce bilenler için "comedy rock" diye de etiketlenen bu türün içinden lunapark geçiyor adeta. Oradan buradan alıntılar da olsa, bunlardan kendine bir özgün duruş elde eden bir grup ve albüm bu. Kim ne derse desin, aşağılansın, garipsensin, ben bir Tenacious D hayranıyım ve bununla gurur duyuyorum. Tıpkı Spinal Tap hayranı olduğum gibi.

1. Kickapoo (feat. Meat Loaf and Ronnie James Dio)
2. Classico
3. Baby
4. Destiny
5. History
6. The Government Totally Sucks
7. Master Exploder
8. The Divide
9. Papagenu (He's My Sassafrass)
10. Dude (I Totally Miss You)
11. Break In-City (Storm the Gate)
12. Car Chase City
13. Beelzeboss (The Final Showdown) (feat. Dave Grohl)
14. P.O.D.
15. The Metal