30 Eylül 2019 Pazartesi

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2019)

Joseph - Good Luck, Kid
Yıl: 2019 ABD
Tür: Folk Rock, Pop Folk
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Good Luck, Kid"

Luca Vasta - Stella
Yıl: 2019 Almanya
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Old Italian Songs"
Los Venturas - Playtime!
Yıl: 2019 Belçika
Tür: Surf Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Go Go GTO (Full Throttle)"
Mårran - 3/4
Yıl: 2014 İsveç
Tür: Hard Rock, Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Vaggvisan"
Michael Bolton - Soul Provider
Yıl: 1989 ABD
Tür: Soul, Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Georgia On My Mind"
 
Thunder - The Greatest Hits
Yıl: 2019 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Backstreet Symphony"
Work Drugs - Fantasy File
Yıl: 2019 ABD
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Does It Like We Used To Do"
Television - Marquee Moon
Yıl: 1977 ABD
Tür: Psychedelic Rock, Art Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Marquee Moon"
Isaac Hayes - Tough Guys (OST)
Yıl: 1974 ABD
Tür: Funk, Psychedelic Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Run Fay Run"
Philip Bailey - Chinese Wall
Yıl: 1984 ABD
Tür: Pop Soul, Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Easy Lover" (feat. Phil Collins)
Bibi Ahmed - Adghah
Yıl: 2019 Nijerya
Tür: Blues Rock, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sef-Afrikia"
 
Murder King - Fiyasko
Yıl: 2019 Türkiye
Tür: Melodic Death Metal, Groove Metal
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Facia"
Enya - A Day Without Rain
Yıl: 2000 İrlanda
Tür: Celtic New Age, Ambient
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Only Time"
Magi Hikri - Alashoo
Yıl: 2019 İsrail
Tür: Pop Folk, World, Dance
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Debka Rafiach" (feat. Lea Avraham)
Ani Cordero - El Machete
Yıl: 2019 ABD
Tür: Indie Pop, World, Latin
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Pan Pan (Sin Mantequilla)" (feat. Émina)
Moon Duo - Stars Are the Light
Yıl: 2019 ABD
Tür: Neo-Psychedelia, Space Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Flying"
Tinariwen - Amadjar
Yıl: 2019 Mali
Tür: Tishoumaren, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kel Tinawen" (feat. Cass McCombs)
Vaughtex - Retro Futurism
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Synthwave, Pop, Electronic
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Chrome Blood"
Los Tiki Phantoms - Disco Guateque
Yıl: 2019 İspanya
Tür: Surf Rock, Cover
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Tiki on Me"
Bea Palya - Tovább Nő
Yıl: 2016 Macaristan
Tür: Folk Pop, World
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Beavŕatás"

28 Eylül 2019 Cumartesi

Le grand bain (OST)


Özel hayatlarında türlü sorunlar yaşayan, depresif, umutsuz ve kendilerine olan güvenleri azalmış orta yaş bunalımındaki 8 adam, dertlerinden uzaklaşmak, kendilerini yeniden keşfetmek, ailelerine, eş dostlarına hala bir şeyleri başarabileceklerini kanıtlamak amacıyla amatör olarak erkekler su balesi takımında bir araya gelirler. Ünlü Fransız aktör Gilles Lellouche'un yönettiği Le grand bain (Sink or Swim), dram ve komediyi dozajı çok iyi ayarlanmış biçimde harmanlamış, hüzünlü yapısına rağmen canlılığını hiç yitirmeden spor ve müzikle iç içe yaşayan bir film. Spor kısmı zaten filmin en orijinal yönü. Şimdi düşününce futbol veya curling bile çok sıkıcı tercihler olabilirdi. Kadın sporculardan daha çok bildiğimiz su balesi, takım halinde hareket etmeyi, sürekli batıp çıkmayı, nefes kontrolünü, senkronizasyonu, koreografiyi, disiplini ve estetiği gerektirdiği için ekstra ilginç ve eğlenceli anların yaşanmasına zemin hazırlıyor. Bu sporu orta yaş krizindeki bir grup erkek yapınca dengeler de daha enteresan bir hal alıyor. Bedene olan faydalarından daha çok, bu sporun kahramanlarımızın ruhsal yönden iyileşmelerine etkisi üzerine daha fazla gidilmiş ki, bu da gayet olumlu bir yaklaşım olmuş. Su sporları vücuda iyi geldiği kadar adeta zihinsel bir terapi işlevi de görmekte, bu inkar edilemez. Film de aynı derecede ruha iyi gelen bir sevimlilikte. Müziklerin rolü ise yadsınamaz.

Su balesi müzikle yapılan bir spor olduğu için filmin müzikal yanının bundan etkilenmesi kaçınılmaz. Magnolia, Punch-Drunk Love, Eternal Sunshine Of The Spotless Mind, Synecdoche, New York, Lady Bird gibi filmlerin (bunların yanında bir dolu vasat komedi filminin) tema müziklerini yapmış olan Amerikalı besteci Jon Brion, Le grand bain'in soundtrack albümüne tam 18 kısa tema müziği yapmış. Hepsi filmin dramedi karakterine uygun, yormayan, baymayan müzikler. Ama bunun yanında albümde 10 tane de şarkı bulunuyor ki, albümün asıl eğlenceli ve dikkat çekici yanı da orası. Hem Tears For Fears'in, hem de dünyanın en güzel şarkılarından biri olan Everybody Wants To Rule The World filmin açılış jeneriğinde kullanıldığı gibi albümün de açılışını yapıyor. Bu öyle bir şarkı ki, sadece bir filme ya da albüme değil, bir güne bile onunla başlamak harika bir duygu. Komik soygun sahnesinde Isaac Hayes klasiklerinden Run Fay Run da çok güzel kullanılmış. Öyle ki iştaha gelip bu şarkının yer aldığı 1974 tarihli Tough Guys filminin soundtrack albümünü baştan sona bir daha dinledim. (Hayes ayrıca filmin başrollerinden biriydi.)


Filmin 1-2 yerinde duyulan New Yorklu Television grubunun 1977 yılına ait efsanevi albümü Marquee Moon albümünün aynı adlı 10 dakikalık şarkısı da Le grand bain'de yer bulmuş. Müthiş bir art rock, psychedelic rock örneği olan parça, albümün göz bebeklerinden biri. Su balesi takımının, su topu maçından önce ilk gösterisini yaptığı sahnede, 1981 tarihli İngiltere/Fransa ortak yapımı spor draması Chariots Of Fire'ın Vangelis bestesi olan tema müziğinin Mark Ayers versiyonunu duyuyoruz. Takımdaki Laurent'in annesini yatırdığı huzurevinde bakıcılık yapan John'un, yaşlıların kötü kokmaları nedeniyle odalarına giriş çıkışlar esnasında nefesini uzun süre tutma becerisine sahip olduğunu anlattığı (takıma alınma sebebi de bu) sahnede The Notorious B.I.G. şarkısı Just Playing (Dreams) kullanılmış. Norveç'teki dünya su balesi şampiyonasında diğer ülke takımlarını gördüğümüz video klip estetiğindeki bölüme ise Tame Impala'nın en iyilerinden olan Half Full Glass Of Wine çok yakışmış. (Aşık olduğum efsane Mind Mischief çalsa nasıl bir hava katardı düşünemiyorum. Onu her duyduğumda zaten soundtrack havası soluyorum.)

Finaldeki gösteri sahnesi için seçilen şarkı, Amerikalı soul şarkıcısı Philip Bailey'nin 1984 yılına ait Chinese Wall albümünden Easy Lover olmuş. Bailey bu şarkıda Phil Collins ile düet yapıyor. Ama Collins şarkılarına o kadar çok benziyor ki, sanki Bailey ona konuk olmuş gibi duruyor. Birkaç istisna dışında Phil Collins şarkılarını pek sevmem. Ama Gilles Lellouche'un bu önemli sahneyi planlayış biçimi, şarkının sahip olduğu ruhun açığa çıkmasında büyük rol oynamış sanki. Filmin sonlarında bu olay gösterinin ardından karakterlerin hayatlarından enstantanelerin ağır çekimde gösterildiği bölümde 80'li yıllardan İngiliz disko gruplarından Imagination'ın So Good So Right isimli şarkısı çalıyor. Bunlar filme renk katan çok hoş anlar. Ama filmin en güzel sahnelerinden biri olan, su balesi takımı kahramanlarımızın havuzda, evde, işte, yolda, durakta dans ederek pratik yaptıkları bölümde çalan Olivia Newton-John harikası Physical albümde yok. Bu eksikliğin nedeni albümle alakalı bir telif sorunu değilse sahiden büyük gaf. Filmde bu kadar iyi şarkı duyduktan sonra harıl harıl soundtrack aramak, albümün tam arşivlik olduğunu anlamak, ne var ki bu arşiv içinde Physical'ı bulamamak çok üzücü. Dijital takılıyorsak artık onu da albümün kapanışına illegal yollardan ekleyebiliriz. Physical olsa albüm daha da çıkarmış ama şu haliyle de batmamış, her dinleyişte filmi tekrar izleme iştahı yaratacak kadar lezzetli olmuş.

1. Tears For Fears - Everybody Wants to Rule the World
2. Jon Brion - Le grand bain (Ouverture)
3. Jon Brion - La petite annonce
4. Jon Brion - Piscine Love
5. Jon Brion - Lola
6. Jacques Offenbach - Barcarolle
7. Jon Brion - Bertrand est heureux
8. Mark Ayres - Les chariots de feu
9. Television - Marquee Moon
10. Jon Brion - Marcus
11. Jon Brion - Esther Williams
12. Jon Brion - Dans l’oeil de Bertrand
13. Jon Brion - Delphine coule à pic
14. Jon Brion - Entraînement militaire
15. Jon Brion - Père et fils
16. Isaac Hayes - Run Fay Run
17. The Notorious B.I.G. - Just Playing (Dreams)
18. Jon Brion - Bass No Bass
19. Jon Brion - Le sauna
20. Jon Brion - La bagarre
21. Jon Brion - Something to Prove
22. Tame Impala - Half Full Glass of Wine
23. Phil Bailey - Easy Lover (feat.Phil Collins)
24. Jon Brion - En osmose
25. Jon Brion - Ouaiiiis!!
26. Imagination - So Good So Right
27. Jon Brion - Le grand bain (Le final)
28. The Wash - Vertigo

23 Eylül 2019 Pazartesi

flor - lay lines


2014'te Oregon'da doğup Los Angeles'ta serpilen dört arkadaşın kurduğu flor, şirin ve ciddi indie pop yapan gruplardan biri. Tesadüfen kulak misafiri olduğum 2017 tarihli ilk albümleri come out. you're hiding., tutkulu, atmosferik, soft ve enerjik duyguların birbirine karıştığı, sound olarak kaliteli bir müziğin ayak sesleri gibiydi. Albümün ilk iki şarkısı olan guarded ve warm blood 2017 yılında duyduğum en iyi pop şarkılarından ikisiydi. Ne var ki albümün geri kalanı pek hoşuma gitmemiş, sanki sırf bu iki parlak şarkı single olarak kalmasın, kendine bir albümde yer bulsun gibisinden yapılmış vasat şarkılar geçidine dönmüştü. Ama guarded ve warm blood gibi çok iyi şarkılar yapmış, hatta çok iyi albümler bırakmış nice indie grubun ilk albümden öteye geçemeyip kayboluşlarına benzer bir akıbet mi yaşayacaklar diye kendilerini unutmuşken 2019'da ikinci albüm ley lines ile tekrar yüzeye çıkarak bizleri sevindirdiler. Üstelik bu kez parlak pop şarkıların sayısını ikiden daha fazlaya çıkararak. Sound yine aynı ve bu da gayet olumlu. Zaten indie pop, indietronica, pop rock, hatta kısmen chillout karışımından mütevellit sound konusunda hiç bir sıkıntı yok. Sadece bu soundu taçlandıracak daha çok iyi şarkıya ihtiyaçları vardı bence. O da lay lines'da (yine bazı gereksizlere rağmen) kendini gösteriyor.

lay lines'ın as kadrosu benim beğeni sırama göre aiming low, little light one, slow motion, dancing around, white noise, lay lines şeklinde oluşuyor. Aslında bu altı şarkıyla bile albümü kapatıp gitseler olurmuş. Hadi onların yanına son üç şarkı underpass, never was mine ve moonday'i de koyalım ki olay EP değil de LP gibi görünsün. as you were, listen for you ve money ise olmasa olurmuş, boşuna yer işgal etmiş şarkılar gibi göründüler gözüme. Tabii çoğunluk kazandı ve lay lines ile 2019'un en iyi albümler listesine bir madde daha eklemiş oldum. flor'daki pop duygusunu seviyorum. Flaş nakaratlar, hüznü de coşkuyu da tutkulu yansıtma yanlısı iyi niyet, dozu fazla kaçırıp sentetik olmaktan imtina eden elektronik yapı, az ama öz biçimde oyuna dahil olmayı seven gitar ve tabii belki de bu sounda en uygun şekilde içten, sakin, yükselirken bile o tutkuyu muhafaza etmeye çalışan Zach Grace vokali flor'un özeti sanırım. İlk albümden sonra bir daha piyasaya çıkacaklar mı diye kısa süre düşündüğüm, ama guarded ve warm blood'u sandıkta saklayarak hep hatırladığım flor'un geri dönüşü beni çok mutlu etti. Kesinlikle derin bir pop ruhu taşıyorlar. Umarım yine baş harfleri büyük olmayan şarkılarla dolu üçüncü albümle (belki yine iki sene sonra) tekrar karşılaşırız. Zira daha yazacak çok şarkıları olduğunu hissettiriyorlar.

1. white noise
2. as you were
3. slow motion
4. lay lines
5. dancing around
6. listen for you
7. little light one
8. aiming low
9. money
10. underpass
11. never was mine
12. moonday

9 Eylül 2019 Pazartesi

Vaughtex - Heavy Visuals


Lawrence 'Vaughtex' Vaughan adlı İngiliz evladının tek kişilik projesi olan Vaughtex, new wave, post-punk, synthwave, synthpunk, synthpop gibi ne kadar synth türü varsa bünyesine toplamış sağlam bir isim. Bu kadar synth biraraya gelince 80'ler nostaljisinden uzak kalmak mümkün olmaz. Buna ilaveten 70'ler space rock -ki bunu günümüze vurduğumuzda post-rock da elde edebiliyoruz- ve yer yer shoegaze elementleri de Vaughtex müziğine sızıyor. Aslında sızmıyor çünkü zaten orada olduğunu hissettiriyor. Enstrümantal albümlerden beklentilerim ekstra sürükleyici olmaları ki, bunları diyalogsuz filmlere benzetirim. Bir doğa belgeseli izliyormuşçasına görüntülerle söyleyeceğini söylemelidir. Kendisine yön verecek bir vokal olmayan enstrümantal şarkılar ise kendi yönlerini kendileri tayin edebilecek kadar dirayetli olmalıdırlar. Heavy Visuals bu dirayeti gösterebilen albümlerden biri. PiL, Yes, Gang Of Four ve New Order gibi ilham kaynaklarından beslenmesi merakı daha da körükleyebilir. Şahsen esin kaynaklarından kırıntılar aramaksızın bu körükleme sonrası dinlediğim şeyden çok memnunum.

Çok iyi bir açılış şarkısı olarak Bad Vibes ve ortalardaki Staring At The Sun, Vaughtex'in synth merkezli müziğini space rock ile en iyi buluşturan işler bana göre. Pixel Tears'i ise bu bağlamda space pop şeklinde tanımlamayı daha uygun buldum. Keza, Hello Lucifer gibi nefis bir synthpunk da ışıl ışıl parlıyor. Albümde ona benzer başka şarkı olmaması da değerini arttırıyor. Bu dört şarkı dışında kalanlar bir parça sert ve bir parça yumuşak olmak üzere ikiye ayrılan ortak bir synth ambiyansı üzerinden ilerleyen şarkılar. Ama bu ortak ambiyans, hepsinin 3-4 dakikalık kendine ait ambiyanslar yaratmalarına engel değil. Bir parça sert olan kanatta Violent Language ve Dead London, sert synth tonlarına ve gitarlara fazla yüklenmeyip daha soft dalgalarla süzülen kanatta ise Mirrors Image, kapanıştaki Good Vibes ve new wave kraliçesini anmadan olmaz kabilinden Debbie Harry adlı şarkılar boy vermekteler. İkisinin arasını bulmuş olana da Decades Of Dust adını verirsek çuvallamış olmayız sanırım.

Vaughtex çok üretken bir adam. Heavy Visuals sayesinde dijital ortamlarda yer alan önceki albümlerini de dinleme fırsatım oldu. Deneysel takıldığı, ambient sularda yüzdüğü CHICAGO (Temmuz 2017) ve OMNI (2018) öncesindeki OST (2015) ve Retro Futurism (Mart 2017) genel anlamda Heavy Visuals'a yakın albümler. Bu yüzden Heavy Visuals en iyi Vaughtex albümüdür diyebilirim. Yalnız peşpeşe o kadar Vaughtex dinleyip artık 80'ler zaman tüneline nasıl girmişsem, o zamanlar izlediğim VHS filmler, filmlerin müzikleri, neon atmosferleri beni sarıp sarmaladı. Vaughtex'in iflah olmaz bir 80'ler aşığı olduğu, tabii Heavy Visuals ile vizyonunu geniş tuttuğunu da idrak ettim. Bu albümü kaset ve plak olarak da çıkarmayı planlıyormuş kendisi. Yakışır. Kendi adıma o yıllarda bu kaseti görsem almazdım sanırım. Çünkü hard rock ve mainstream pop kasetler, küçük bütçeme daha kolay dahil edilebilirdi. En önemlisi de, 80'ler müziğinin synthwave ayağı ile münasebetim, o VHS filmlerinde duymaya alıştığım neon huzurdan ibaretti. Synthwave bu huzura, hüzüne, nostaljiye direk karşılık veren bir tür. Gece el ayak çekildikten sonra videoya veya walkmene konmuş -ne tür olursa olsun- kasetlerin diyarından kopup gelen bir tür.

1. Bad Vibes
2. Violent Language
3. Dead London
4. Troubled Mind
5. Debbie Harry
6. Mirrors Image
7. Staring at the Sun
8. Decades of Dust
9. Hello Lucifer
10. Pixel Tears
11. Good Vibes

5 Eylül 2019 Perşembe

The Cure - Wish


Bazı tanışmalar geç olur ama temiz olur. O geç tanışmaları bazen "keşke daha önce tanısaydım" diye, bazen de "tam zamanında tanımışım" diye değerlendiririz. İşte ben The Cure ile tanışmamı ikinci cümleyle özetlerim. 1976 yılında West Sussex/İngiltere'de kurulan The Cure, ilk albümü Three Imaginary Boys'u 1979'da çıkarmıştı. Benim The Cure'u ilk görüşüm ise 80'lerin sonlarına doğru TV'de bazı kliplerini gördüğüm Disintegration albümündeki şarkılar sayesinde oldu. Pictures Of You ve Lovesong hala eskimeyen birer The Cure klasiğidir. Ama o zamanlar biraz beğeni çıtası, biraz müzik zevki, biraz da ekonomik sebeplerden ötürü Disintegration'a sahip olma arzum olmadı. Hatta müzik dijital ortamlara taşınana dek de o albümü tümüyle dinlemedim bile. Fakat henüz o dijital çağa girmeden The Cure ile yolumun kesişmesinin çok yakın olduğunu da bilmiyordum. Hem de öyle bir tanışma ki, yıllar geçse de unutulmayacak, üzerinden her geçen yıla rağmen zamansızlığıyla aklımı başımdan alacak mükemmel bir albümle kavuşmanın güzelliğiyle tanışmaydı. 1992 tarihli dokuzuncu stüdyo albümü Wish ile tanışmaydı.

"Unique Sound" denilen tabiri ilk kez kafamda oturtabildiğim albümlerden biri olan Wish, post-punk ve new wave kardeşleri 80'li yıllardan bildiğim haliyle öyle bir revize etmişti ki, o yıllara ait rock ve pop ruhuna dair sevdiğim ne varsa kusursuz bir karışım meydana getirmişti. Bu Open ile başlayıp End ile biten, melankolinin, tutkunun, hüznün, neşenin doruklarda yaşandığı şarkılarla dolu konsept bir albümdü. Aynı zamanda bazı heavy metal veya melodik death metal şarkılarında denk geldiğim "gotik" atmosferin daha sakin ve daha derin yansımalarına rastladığım anlar barındırıyordu. Gotik kavramının pop karşılığını bundan böyle Wish'teki bu yansımalar ışığında değerlendirecek, çıtayı Wish'e göre belirleyecektim. Ama High, Wendy Time, Doing The Unstuck ve Friday I'm In Love gibi yaşama sevincini iliklerine kadar yaşayan şarkılarla sağlanan dengeyle Wish'in tamamen gotik, pesimist, yılgın bir albüm olmadığının da farkındaydım elbette. Böylesi karmaşık ruh hallerinin iç içe geçtiği, ama aynı anda olağanüstü bir bütünlük ve uyum içinde gerçekten yaşadığı çok az albüm dinlemiştim.


İlk zamanlar Wish albümünde gerek uzunlukları, gerekse kıvrımsızlıkları, köşesizlikleri nedeniyle (ki bu tabirler o dönemde hissettiklerimdir) bir süre yıldızımın barışmadığı From The Edge O The Deep Green Sea, Apart, Cut gibi şarkıların derinlerine inildikçe kendilerini ele verdiklerini görmek anlatılmaz bir duygu. Funky, üzgün veya kaotik, ne iseler onun The Curecasını çalıp söylemişler. İtiraf edeyim, bende dünyanın en güzel şarkılarından biri olan Friday I'm In Love ve dünyanın en hüzünlü şarkılarından To Wish Impossible Things'in yeri çok ayrıdır. Haftanın 6 gününü gömüp, aşık olduğu Cuma gününü yücelten Friday I'm In Love ve bir zamanlar birlikte olduğu yarinin içine doldurduğu "imkansız şeyler dileme" duygusunu kaybetmeye başlayan bir adamın mutsuz sonlu ağıtı olan To Wish Impossible Things, bence The Cure adına yapılmış en muhteşem şarkılar. Bu ikisinin üzerinden şu an 27 yıl geçmiş. Ama bir 27 yıl daha geçse bendeki etkileri solmaz. Dünya 127 yıl sonrasını görür mü bilmem. Ama görürse mutlaka birileri bir şekilde bu şarkıları o yıllara taşıyacaktır. İmkansız bir dilek mi bilmiyorum ama buna inanmak istiyorum.

Wish onlarca duyguyu içinde yaşatan çok boyutlu bir albüm. Bu duygular ne olursa olsun ortak payda şarkıların her hücresine sinmiş olan ve farklı dozlarda kana karışan hüzün. Muhteşem efkarıyla Trust, kıpır kıpır yüreklere balıklama dalan High, nakaratı şahane bir gitar melodisinden oluşan ve ne zaman o melodiyi duysam bana yaz mevsiminin coşkusunu yudumlatan Doing The Unstuck, "please stop loving me/ I am none of these things" dizelerini zihnime kazıyan End şarkıları da Wish'in incilerinden olmuştur her zaman. Ne Wish'ten önce, ne de Wish'ten sonra hiçbir The Cure albümünü bu kadar sevmedim, sevemedim. Müzik tarihinde kendine özel bir yeri olan solist Robert Smith'in ayrıcalıklı sesi, bu iflah olmaz romantiğin gözyaşlarını mürekkep yapıp yazdığı lirikleriyle birleşince dünya daha anlamlı bir yer olarak görünüyor. 90'larda bu anlam, kendi yalnızlığına acıyan bir adamın yüreğine asit yağmurları gibi yağarken, 2010'ların sonuna doğru o yağmur asitsiz ama yine yağacağı yeri çok iyi bilen nitelikte hissiyatlara evriliyor. Wish, insana kaliteli yaşlandığını hissettiren albümlerden biri. İster imkanlı, ister imkansız olsun, dileklerin sonsuzluğuna olan umudu, onların yitip gitmesi karamsarlığıyla aynı düzleme koyabilen insani gelgitlerle birlikte anlatabilen türden.

1. Open
2. High
3. Apart
4. From the Edge of the Deep Green Sea
5. Wendy Time
6. Doing the Unstuck
7. Friday I'm in Love
8. Trust
9. A Letter to Elise
10. Cut
11. To Wish Impossible Things
12. End