31 Aralık 2017 Pazar

Issız Ada Radyosu Arşivi (Aralık 2017)

Matthew Good - Something Like a Storm
Yıl: 2017 Kanada
Tür: Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Decades"

Black Swan Lane - Under My Fallen Sky
Yıl: 2017 ABD
Tür: Indie Rock, Dream Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Stop to Smile"
Ayben - Başkan
Yıl: 2017 Türkiye
Tür: Hip-Hop, Rap
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fenomen" (feat. Ceza)
 
Shaun of the Dead (OST)
Yıl: 2004 İngiltere
Tür: Rock, Pop, Alternative Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: The Specials - "Ghost Town"
Pierre Kwenders - MAKANDA at the End of Space, the Beginning of Time
Yıl: 2017 Kongo/Kanada
Tür: Afro-Funk, Afro-Pop, World
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sexus Plexus Nexus"
Five Alarm Funk - Rock the Sky
Yıl: 2012 Kanada
Tür: Funk, Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Iron Pegasus"
Octopussy - Dwarfs & Giants
Yıl: 2017 Polonya
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Search"
Ezhel - Müptezhel
Yıl: 2017 Türkiye
Tür: Hip-Hop, Rap
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Bazen (feat. Emel)
 
King Gizzard and The Lizard Wizard - Gumboot Soup
Yıl: 2017 Avustralya
Tür: Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Greenhouse Heat Death"
VA - Enter the Void
Yıl: 2017 ABD
Tür: Indie Rock, Alternative Rock, Surf Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: San. Marlo - "Dreaming"
 
VA - Enter the Void, Vol. 2
Yıl: 2017 ABD
Tür: Indie Rock, Alternative Rock, Surf Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: Glitter Trails - "Stay With You"
The Aquaholics - Surfing With Satan
Yıl: 2017 ABD
Tür: Surf Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Trog Stomp"
 
Future Islands - The Far Field
Yıl: 2017 ABD
Tür: Indie Pop, New Wave
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Cave"
Décum - You're a Liar
Yıl: 2017 ABD
Tür: Garage Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "You're a Liar"
Kendrick Lamar - DAMN.
Yıl: 2017 ABD
Tür: Hip-Hop, Rap
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "HUMBLE."
The Perks of Being a Wallflower (OST)
Yıl: 2012 ABD
Tür: Alternative Rock, New Wave, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: David Bowie - "Heroes"
David Bowie - Black Tie White Noise
Yıl: 1993 İngiltere
Tür: Art Pop, Electronic
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Jump They Say"
Shinobi Ninja - Bless Up
Yıl: 2017 ABD
Tür: Alternative Rock, Funk Rock, Hip-Hop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Programmable Animal"
 
Led Zeppelin - Houses of the Holy
Yıl: 1973 İngiltere
Tür: Hard Rock
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dancing Days"
Robert Plant - Carry Fire
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Folk Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "The May Queen"

25 Aralık 2017 Pazartesi

King Gizzard & The Lizard Wizard - Flying Microtonal Banana


2010 senesinde Melbourne/Avustralya'da kurulan yedi kişilik King Gizzard & The Lizard Wizard, o zamandan beri 12 albüm, 4 EP çıkarmış, üretkenliğinin zirvesinde bir grup. İlk albümleri 12 Bar Bruise'ü 2012'de çıkardıktan sonra, her yıla ikişer albüm sığdırarak ilginç bir albüm kariyeri belirlemişler. 2016'yı Nonagon Infinity adlı tek bir albümle geçiren grup, 2017'de tam dört albüm yaparak kendini aşmış bulunuyor. Psychedelic rock, neo-psychedelia gibi uçuk kaçık türler benimseyip, bunları garaja sokmak suretiyle kimi zaman pop, caz, surf, bossa nova ile bile ilişkilendirmeleri neticesinde kendilerini sıradışı bir yerde konumlandırmaları (ya da bunu müzik medyasının yapması), onları eklektik, aynı zamanda zor bir yere koydu. Evet, benim için King Gizzard zor bir grup. Müziğin "psychedelic" ve "experimental" kısmıyla aram hiçbir zaman çok iyi olmadı. Bu yüzden daha önce dinlediğim 3-4 albümlerinden aklımda kalan yegane şey, onları anlamadığım, anlamak için de çaba göstermek istemediğim oldu. Müzikal yetenekleri, enstrüman hakimiyetleri bu psych ve deneysel oluşlarının gölgesinde kaldı bana göre.

2017 içinde sırasıyla Flying Microtonal Banana, Murder Of The Universe, Sketches Of Brunswick East ve Polygondwanaland albümlerini yapan grup, yukarıda sözünü ettiğim 3-4 eski albümleri yüzünden hiç sallamadığım bir statüdeydi. Ta ki, bir playlist içinde tesadüfen sekiz dakikalık Rattlesnake'e rastlayana kadar. Nasıl geçtiğini anlamadığım o sekiz dakika (aslen 7:50), duymayalı grubun seviye atladığını düşündürdü. Zira daha önce hiç şarkı gibi şarkı yaptıklarını duymamıştım. Hatta o playlistte King Gizzard & The Lizard Wizard adını görünce şarkıyı atlamayı bile düşündüm. Çünkü zamanında bana çok çektirdiler. Ama Rattlesnake'in o yılan sinsiliğindeki melodisi, özellikle 70'lerin psychedelic, progressive ve Anadolu rock (evet Anadolu!) motiflerini ustalıkla kaynaştırmış yapısı, üstüne bir 7:50 daha olsa giderdi dedirtti. Öyle ki, grup hakkındaki görüşlerimi bir kenara koyup, 2017'de çıkardıkları dört albümün peşine düştüm. Amacım sadece Rattlesnake'i bulmak değil, o kıvamda başka şarkı olup olmadığına bakmaktı. Ben kendimi o "başka şarkı" ümidine hazırlamışken, aynı kıvamda komple bir albüme rastladım. Adı da Flying Microtonal Banana idi.


Diğer üç albümü hemen aradan çıkarayım. Zira yine deneysel, gıcıksal özelliklerine geri döndükleri bu albümlerden hiçbir şey anlamadığım gibi, anlar gibi olduğum kısacık anlarda da beni adeta geri itiverdiler. Oysa 24 Şubat'ta çıkmasına rağmen Ekim ayında tanıştığım, o zamandan beri de altından girip üstünden çıktığım, dinlemediğim günlerde özlediğim, kavuştuğumda mutlu olduğum Flying Microtonal Banana, sanki King Gizzard'ın değil de, zaman tüneliyle günümüze düşmüş, yolda gelirken 70'lerden bir Anadolu rock grubuyla bedensel dönüşüme uğramış yabancı bir grubun elinden çıkma gibi duruyor. Bu tarifi çok daha iyi yapabilmek mümkün. Ama dokuz şarkının hepsi kendi içlerinde o tarifleri sakladığı gibi, olağanüstü bir bütünlük içinde konsept albüm havası yaratıyorlar. Mesele sadece Rattlesnake'ten ibaret değil. Open Water, Sleep Drifter, Billabong Valley, Anoxia, Nuclear Fusion ve kapanıştaki albüme adını veren, zurnalarıyla tüylerimi diken diken eden enstrümantal Flying Microtonal Banana süper parçalar. Gitarların çoğu zaman elektro bağlama hissiyatı yaratmasıyla oluşan muhteşem atmosfer sonucunda o zurnaların kimi şarkılarda birden ortaya çıkıp, zaten albümün oryantal gücünden başı dönmüş dinleyeni iyice kıvama getirmesinin tadına doyulmuyor.

Dokuz şarkıdan beşini tek başına, Flying Microtonal Banana ve Nuclear Fusion'ı gitarist Joey Walker ile birlikte yazan, multi-enstrümantalist ve vokalist Stu Mackenzie'nin inanılmaz bir özümseme yaşadığı kesin. Zaten çeşitli yerlerde verdiği demeçlerde grupça Aşık Veysel, Erkin Koray, Selda Bağcan hayranı olduklarını dile getirmiş. Lakin hayranı oldukları bu efsanelere elitist ve oryantalist değil, şaşırtıcı bir içselleşmeyle bakmasını bilmişler. Onları dinlemekle kalmamış, müzikal felsefelerini, psychedelic ve progressive yerelliklerini, kendilerine verdikleri evrensel ilham emarelerini hayranlık verici bir doğallıkla biraraya getirerek çalıp söylemişler. Tabii bunu yaparken o nostaljik bileşenleri yıpratmadan modernize etmeyi, o modernliği mikrotonal 70'lere mal etmeyi, ana kaynağın orası olduğunu şüpheye yer bırakmayacak şekilde işaret etmişler. Bu konsept tüm gruba öyle sirayet etmiş ki, sadece Stu Mackenzie değil, muhteşem Anoxia'yı tek başına yazan Joey Walker ve bu dokuz şarkıya hayat veren diğerleri artık ölümsüz hale gelmiş bu albüme binlerce ayrıntı katmışlar. Bir daha böyle bir albüm yaparlar mı bilmem. Yapmasalar da olur. Zaten eski sıkıcılıklarına dönmüşler. Her dinleyişte bir öncekinden farklı detayların keşfedildiği bu olağanüstü deneyim, içinde bulunduğumuz kaosa, anlamsızlıklara, adaletsizliklere inat, müziğin ölümsüzlüğüne, zamansızlığına, bağımsızlığına doğudan doğup batıyı da ısıtan bir güneş gibi doğuyor.

1. Rattlesnake
2. Melting
3. Open Water
4. Sleep Drifter
5. Billabong Valley
6. Anoxia
7. Doom City
8. Nuclear Fusion
9. Flying Microtonal Banana

13 Aralık 2017 Çarşamba

Baby Driver (OST)


Edgar Wright, muzip senaryoları, kendine has yönetmenlik fikirleri kadar filmlerine fon oluşturacak müzikleri ve soundtrack albümleri de çok önemseyen bir yönetmen. Bunu Shaun Of The Dead, Hot Fuzz ve The World Ends üçlemesinin ve Scott Pilgrim vs. The World uyarlamasının müzik albümlerinin Tarantino ve Ritchie seçkilerine benzemesinden anlayabiliriz. İngiliz olmasından mütevellit Queen, The Specials, The Smiths, XTC, T. Rex, The Troggs gibi 60'lar, 70'ler ve 80'lerin flaş isimlerini, Pulp, Suede, Teenage Fanclub, The Stone Roses, Primal Scream, Blur gibi britpop kurucularını bu albümlerde daha evvel gördük, duyduk. Scott Pilgrim vs. The World ile birlikte bu seçkilere Amerikan indie sesler de dahil oldu. Tabii hep olduğu gibi bu şarkıları o güzide filmlerde duymak ayrı bir keyif. Hasretle beklenen Baby Driver filminin soundtrack albümü de benim açımdan bu hasrete dahildi. Filmden pek memnun kalmasam da, tamı tamına 30 şarkıdan oluşan albüm her soundtrack severin arşivinde bulunması gereken özelliklere sahip. Öyle ki, Baby Driver'ı "müzik albümü kendinden iyi olan filmler" kategorisine dahil etmekte sakınca görmüyorum.

Müziği hayatının ayrılmaz bir parçası haline getirmiş, sürekli kulaklıkla gezen (ki bunun başka bir sebebi daha var), yaşadığı bazı anlara kendi seçtiği şarkıların eşlik etmesini isteyen "kaçış şoförü" kahramanımız Baby sayesinde müziğin neredeyse hiç susmadığı bir aksiyon izliyoruz. Ama aslında hiç de bir Edgar Wright filmi gibi olmayan Baby Driver'ı bence izlenir kılan da bu aksiyon değil, çeşitli zaman dilimlerinden seçilmiş şarkılar olmuş. Hatta çatışma sahnelerinde duyduğumuz kurşunlar bile fonda çalan müziğin ritmine uygun sıkılıyor. Kara gözlükleri, beyaz kulaklıkları ve asık suratıyla gördüğümüz Baby'nin ilk izlenimini verebilmek için The Jon Spencer Blues Explosion'ın Bellbottoms şarkısını gayet güzel kullanan Wright, kapanışı da bu şarkının sample'ının kullanıldığı Chase Me şarkısına yer vermiş. Tabii arada türlü dönemlerden rock, pop, soul şarkılar hem filmde hem de albümde cirit atıyor. Onlara geçmeden evvel, bu 30 şarkıdan 10 tanesinin farklı grup ve sanatçılara ait enstrümantal bestelerden oluştuğunu, bu tip bir derlemenin de albümde (ve filmde) bir "score" havası yarattığını belirtmek gerek.


Filmde birkaç bölüm haricinde şu sahnede bu şarkı, öbür sahnede şu şarkı gibi iz bıraktığını düşündüğüm fazla sahne yok. Debora'nın adı üzerinden gelişen şarkı muhabbeti neticesinde peşpeşe yaşanan T.Rex'in muhteşem Debora ve Beck'in acayip soul numaraları çektiği Debra anları albümde de peşpeşe geliyor, gönülleri fethediyor. 80'lerde uzun süre The Rolling Stones'a ait sandığım Harlem Shuffle'ı orijinal sahipleri Bob & Earl'den dinliyoruz. Yine uzun süre Faith No More'un sandığım Easy'yi de hem müzik dünyasına ilk kazandıran Commodores'tan, hem de genç popçu Sky Ferreira'dan duyuyoruz. (Kendisi aynı zamanda filmin kısa flashbacklerinde Baby'nin müzisyen annesi rolünde.) Albümün çok güçlü bir soul tarafı var ki, Harlem Shuffle, Easy ve Debra'nın da dahil olduğu bu kanatta genelde filmin duygusal anlarına sirayet eden Sam & Dave, Brenda Holloway, Barry White parçaları kalite çıtasını "plağı çıksa alınır" seviyesine yükseltmekte. Farklı ruh hallerine göre bir sürü iPod taşıyan Baby'nin, Debora sayesinde haberdar olduğu, hemen plakçı dükkanına koşup aldığı Carla Thomas şarkısı B-A-B-Y'yi unutursak yazıklar olsun. Zaten bu şarkılar da büyük ihtimalle Edgar Wright'ın iPod'undan derlenip soundtrack haline getirilmiştir.

Az da olsa rock açısından da nostaljik tatlar barındıran albümde, başta Baby'nin "killer track" olarak nitelediği Queen şarkısı Brighton Rock olmak üzere, Focus ve The Damned parçaları da gaza getirir vaziyette albümde yer buluyor. Baby'nin yaya olarak polisten kaçarken yaşlı bir kadının aracına el koyması, ama o panik anında bile radyoda kendisini havaya sokacak bir şarkı bulana dek arabayı hareket ettirmemesi ayrıntısını iyi yakalayan Wright, hareket ediş şarkısını da Golden Earring - Radar Love olarak belirlemiş. Bu kadar iyi şarkı yanında gaza geliş açısından Bongolia ve Know How'ın da albümde bulunması benim için ekstra güzellik taşımakta. Film bitiş yazıları akmaya başladığında ise, Baby Driver diye bir şarkıları olduğunu daha önce duymadığım Simon & Garfunkel sevimliliği ile karşılaşıyoruz. Belki de tek hayal kırıklığım, The Beach Boys'un daha iyi bir şarkısının albüme konmaması oldu. Onun yerine filmde Baby babasını huzurevine bırakırken duyduğum, ama albümde yer almayan R.E.M. şarkısı New Orleans Instrumental No. 1 konsa daha hoş olurmuş. Zaten filmde kullanıldığı halde albüme konmayan yaklaşık 10 şarkı daha var. Yine de bu haliyle son yılların en iyi derlemelerinden biriyle karşı karşıyayız. Keşke film de albüm kadar iyi olsaydı. Bazı şarkılar daha etkileyici sahnelerle tekrar tekrar izlenecek unutulmaz sekanslar yaratabilirdi. Wright'ın aklında devam filmi çekme fikri varmış. Filmden ziyade müzik albümünün devamı benim açımdan çok daha heyecan verici.

1. The Jon Spencer Blues Explosion -  Bellbottoms
2. Bob & Earl - Harlem Shuffle
3. Jonathan Richman & The Modern Lovers - Egyptian Reggae
4. Googie Rene - Smokey Joe's La La
5. The Beach Boys - Let's Go Away for a While
6. Carla Thomas - B-A-B-Y
7. Kashmere Stage Band - Kashmere
8. The Dave Brubeck Quartet - Unsquare Dance
9. The Damned - Neat Neat Neat
10. Commodores - Easy
11. T. Rex - Debora
12. Beck - Debra
13. The Incredible Bongo Band - Bongolia
14. Detroit Emeralds - Baby Let Me Take You (In My Arms)
15. Alexis Korner's Blues Incorporated - Early in the Morning
16. David McCallum - The Edge
17. Martha and The Vandellas - Nowhere to Run
18. The Button Down Brass - Tequila
19. Sam & Dave - When Something Is Wrong With My Baby
20. Brenda Holloway - Every Little Bit Hurts
21. Blur - Intermission
22. Focus - Hocus Pocus
23. Golden Earring - Rader Love
24. Barry White - Never Never Gonna Give You Up
25. Young MC - Know How
26. Queen - Brighton Rock
27. Sky Ferreira - Easy
28. Simon & Garfunkel - Baby Driver
29. Kid Koala - "Was He Slow?"
30. Danger Mouse - Chase Me (feat. Run the Jewels & Big Boi)

9 Aralık 2017 Cumartesi

Mogli - Wanderer


2012 yılında The Voice yarışmasının Almanya ayağında yarışan, Leona Lewis şarkısı Run'ı söyleyip hiçbir jüriyi kendine döndüremeyen Selima Taibi, bu tip yarışmaların öğüttüğü yüzlerce isimden sadece biriydi. 15 dakikalık şöhret anını yaşadıktan sonra o da herkes gibi unutuldu gitti. 2016 yılında debut albümü Bird'ü "Mogli" adıyla çıkaran Selima, kendini yollara vurmuş bir şekilde ortaya çıktı. Film çekmeye meraklı erkek arkadaşı Felix Starck ile birlikte büyük bir okul otobüsüne binerek bir yıl boyunca Kuzey Amerika'ya doğru seyahat etti. Bu seyahat Expedition Happiness adıyla Starck tarafından 95 dakikalık bir belgesele dönüştürüldü. Filmin müziklerini ise bundan sonra Mogli olarak bahsedeceğimiz Selima yaptı. Alaska buzullarından Meksika ormanlarına, dere tepe, çöl göl demeden gezen Mogli, yol boyunca yazdığı, çaldığı, söylediği şarkıları hem bu belgeselde kullandı, hem de Wanderer adını verdiği ikinci albümünü dünyaya getirdi. Expedition Happiness iyi bir belgesel değil. Mogli'nin Instagram hesabındaki fotoğraflar bile çok daha güzel. Ama Wanderer, bu yolculuğu mükemmel biçimde içselleştirmiş, yol üstündeki duraklardan ilham devşirmiş, doğal güzellikleri özümsemiş, tepeden tırnağa huzurlu ve hüzünlü bir yol albümü.

İlk bakışta, indie sınırlarına dahil ettiğimiz, ancak birkaç defa baktıkça işin sadece indie ile sınırlı kalmadığı Mogli müziği, dinleyicisini de kendisiyle beraber 14 şarkılık ruhani bir yolculuğa çıkarıyor. Hani birisi bir albüm için "ruhani" kelimesini kullansa dinlemeyi hiç canım istemezdi. Ama bunu, yolculuk kavramının insana kazandırdığı arınma duygusundan kaynaklı bir içe dönüş huzuru olarak algıladım. Yaklaşık 6 aydır belli aralıklarla Wanderer'ı dinliyorum. Hala her seferinde bana yeni gibi gelen şarkılara sahip. Aklımda herhangi bir şarkının melodisi, nakaratı, yürek yarası mutlaka kalıyor. Ama hangi şarkıydı, ne zaman ortaya çıkıyordu, ana gövdeye nasıl bağlanıyordu hatırlayamıyordum. Bu da beni acayip cezbediyor, bir sonraki buluşmam için sabırsızlanmamı sağlıyordu. Bu pastoral yolculuğa ilk çıkış anında beni karşılayan Winter Sun'ın iki dakikalık büyüsü, albümün genel duruşunun folk yönünde olduğunu gösteriyordu. Oysa ilerleyen kilometrelerde başka güzelliklerin de beklediğini bilmiyordum.


Wanderer'ı bir süre sonra uyuşuk bir folk bütünlüğü olarak görmemizi engelleyen bir dolu incelik, zenginlik, coşku, efkar ve şarkıcılık becerisi mevcut. Road Holes, Milky Eyes, Walls ve Wanderer birinci sınıf pop rock besteleri. Her biri ikinci sınıf bir şarkıcının eline düşse direk A1 yapılabilecek bu şarkılar, Wanderer içinde doğal akışına bırakılmış vaziyette süzülüyorlar. Onlarla her karşılaşma zihnimde kaliteli birer kısa metraj film çeviriyor. Bu dörtlüye dahil etmek istemediğim, ettiğim vakit anlamsızca onlardan rol çalabileceğini düşündüğüm muhteşem Alaska, her duyduğumda çarpan, yakan, yıkan ve bir sonraki buluşmaya kadar bana terk edilmişim duygusu yaşatan zalimlikte. Bazen bir albümde Alaska gibi bir şarkı çıkar, gözünüze öyle bir perde çeker ki, diğer iyi şarkılar bile zayıf gelmeye başlar. Oysa Mogli, her şarkıda o kadar naif ve aynı zamanda kontrollü atmosferler yaratıyor ki, Alaska bile kendini bir bütünün parçası gibi görebiliyor. Öyle ki, ondan bir önceki şarkı olan Two Lungs, ilk iki dakikasında yavaş, sonrasında biraz orta tempoya dönüşümü ile iki perdelik bir güzellik olarak kendi yerini çoktan sağlamlaştırmış oluyor.

Gerek Mogli'nin harikulade vokali, gerekse şarkılardaki değişken (ama hep koyu) hava neticesinde özellikle Earth, Riverside, Waterfall ve Lost'tan oluşan ikinci bir grup var. İrlanda, İskoçya, Galler civarının kelt kökenlerinden fazlaca etkilenmiş izlenimi uyandıran bu taş gibi dörtlü, albüme inanılmaz bir yoğunluk katıyorlar. Bu dört şarkıyı (belki de albümün tamamını) Enya'nın dinlediğini, yüzünde hüzünle karışık karakter sahibi bir gülümseme belirdiğini hayal ediyorum. Albüm bittiğinde hissettiğim yoğunluğa istinaden aynı gülümseme bende de beliriyor. Zaman zaman iyi seslerin çıktığı bir TV şovunda kimsenin beğenip dönmediği Selima'nın, Mogli olarak kendine çizdiği bu yeni yol, onu müthiş bir gezgine çevirmiş. Leona Lewis şarkısında ortaya çıkamayan sesi, Mogli olarak kendini keşfetmiş. En önemlisi de iyi oyuncunun iyi bir senaryoda coşmasına benzer şekilde, iyi bir sesin kendi yazdığı sıfır kilometre iyi şarkılarla, arşınladığı kilometrelerden damıttığı duyguları müzik formuna sokmasındaki başarısı. Wanderer'ı hiçbir "2017'nin en iyileri" seçkisinde göremeyeceksiniz. Çünkü gezgin olmanın özelliklerinden biri de bu: Popüler olana da, deneysel olana da kendince mesafeli olup, sadece kendi yoluna bakmak. Doğadan öğrenmek!

1. Winter Sun
2. Road Holes
3. Earth
4. Milky Eyes
5. Two Lungs
6. Alaska
7. Riverside
8. Wanderer
9. Waterfall
10. Flood
11. Spirits
12. Lost
13. Walls
14. Outro

30 Kasım 2017 Perşembe

Issız Ada Radyosu Arşivi (Kasım 2017)

Fever Ray - Plunge
Yıl: 2017 İsveç
Tür: Art Pop, Synthpop, Darkwave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mustn't Hurry"
Tumbleweed Inc. - Anyol
Yıl: 2017 Nepal
Tür: Alternative Rock, Funk Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Shunya"
Group Doueh & Cheveu - Darkhla Sahara Session
Yıl: 2017 Sahara/Fransa
Tür: Post-Punk, Garage Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Azaouane"
Beck - Mutations
Yıl: 1998 ABD
Tür: Folk Rock, Alt. Country
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nobody's Fault But My Own"
Arcadian Child - Afterglow
Yıl: 2017 Kıbrıs
Tür: Alternative Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Irresistable"
Sting - Greatest Hits
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Pop Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Fragile"
Tears For Fears - Rule the World: The Greatest Hits
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: New Wave, Pop, Pop Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Everybody Wants to Rule the World"
Double Echo - Period Rooms
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Gothic Rock, New Wave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "High Wind"
 
Willow - The 1st
Yıl: 2017 ABD
Tür: Alternative R&B, Folk, Art Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Human Leech"
 
Nothing But Thieves - Nothing But Thieves
Yıl: 2015 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Pop Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Trip Switch"
Five Alarm Funk - Anything is Possible
Yıl: 2010 Kanada
Tür: Funk, Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Titan"
Noel Gallagher's High Flying Birds - Who Built the Moon?
Yıl: 2017 İngiltere
Tür: Alternative Rock, Britpop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "It's a Beautiful World"
Von Hertzen Brothers - War is Over
Yıl: 2017 Finlandiya
Tür: Progressive Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "War is Over"
Big Head Todd & The Monsters - New World Arisin'
Yıl: 2017 ABD
Tür: Blues Rock, Hard Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Trip"
Jøriik - Où est Syd ?
Yıl: 2017 Fransa
Tür: Alternative Rock, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "J'ai tant aimé"
 
Steve Martin & The Steep Canyon Rangers - The Long-Waited Album
Yıl: 2017 ABD
Tür: Bluegrass
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Carolina"
Uhtcearu - For Darkness to Subside
Yıl: 2017 ABD
Tür: Melodic Black Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Depth of Gloom"
Supersoul - Faith Bender
Yıl: 2017 Yunanistan
Tür: Stoner Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Manipulator"
 
Makthaverskan - III
Yıl: 2017 İsveç
Tür: Post-Punk, Indie Rock, Dream Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Eden"
 
Dolu Kadehi Ters Tut - Dünyanın En İyi Albümü
Yıl: 2017 Türkiye
Tür: Alternative Rock, Indie Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "#23"

22 Kasım 2017 Çarşamba

Five Alarm Funk - Sweat


Vancouver kökenli afro-funk, funk rock, biraz soul, bazen ska, sık sık latin, bolca groove oluşumu Five Alarm Funk, 8-10 kişi arasında değişen nüfusu ve yerinde duramayan çeşnili baharatlı müziğiyle yaklaşık 10 senedir ortamları sallayıp yuvarlamakta. Bu işin bir sürü ustası var ve hepsinin birbirine benzediği veya ufak farklarla birbirinden ayrıldığı özellikler mevcut. FAF'ı en fazla Brownout'a benzetirim ki, bu da benim için çok önemli bir referanstır. Kariyerleri boyunca yaptıkları 6 albümün sonuncusu olan Sweat, Mart 2017'den bu yana elimizin altında ve bana göre bu kariyerin en güçlü noktalarından biri. Öncekilerden iki tanesini dinlemiş, çok da şey yapmamışlığım vardır. Bunun sebebi de hatırladığım kadarıyla çeşnisini tam yansıtamamış, ayarı tutturamamış olmasıydı. Oysa Sweat gerçek bir olgunluk ürünü. Bir funk grubunda olması gereken enstrüman şovu / disiplini tam kıvamında. Sıkıcı latin öğeler törpülenmiş, aynı formüllerin üzerine fazla gidilmemiş, kalabalığa adil bir rol dağılımı yapılmış. Buna kısa yoldan tecrübe de diyoruz.

Bu albümde dikkat çeken bir başka önemli unsur da, grubun zaten sahip olduğu progressive rock özelliğini daha üstün seviyelere çekmiş olması. Bana öyle gelmiş de olabilir. Fakat bu özellik, FAF standartları düşünüldüğünde sanki eski albümlerden daha güçlü hissediliyor. Açılış böyle olur dedirten süper Widowmaker, hiperaktif yapılarını müthiş bir kontrolle dengelemiş DDPP ve Power Of Funk, tıpkı Widowmaker gibi taş taş üstünde, riff riff üstünde bırakmayan Freight Train ve Humans tam jeneriklik besteler. Zaman zaman enstrümantal bir Arapsaçı coverı gibi duran isim şarkısı Sweat de kayda değer anlardan biri. İşin progressive kısmına gelirsek, tüm şarkılara bir şekilde sinmiş bu durumu, Capital City ve kapanışa konan 10.000 Scarabs şarkılarında progressive funk, Ill Wind'de ise progressive reggae olarak yudumlamak mümkün. Sıklıkla funk, reggae, rock artık ne gelirse karıştırarak Iceberg'de olduğu gibi modern bir blaxploitation ruhu yaratabiliyorlar.

Tüm enstrümanlar kendi yerini belirlemiş, kim nerede girip çıkacağını biliyor, emprovize takıldıkları amlarda bile hayranlık uyandırıyorlar. Tabii bunlar çalışılmış takılmalar da olabilir. Ama ustalıkla o sahne atmosferini yaratmalarının dinleyiciye emprovize biçimde yansıması gayet doğal ve keyif verici. Yalnız buradaki dinleyici kesinlikle funk dinleyicisi. Olmadı bir kısım Red Hot Chili Peppers dinleyenini de çağıralım bir kenarda takılsınlar. Çünkü işin içinde yabana atılamayacak bir rock da mevcut. Arada vokal olarak bazı gaza getirici çıkışlar olmasına rağmen, vokalde hep nefesliler var. Hatta bu tip yoğun funk albümlerinde bazen ana vokali değişmeli olarak üstlenen nefesliler, geri vokal yapan nefesliler, kenarda takılan nefesliler olmak üzere kafamda canlandırdığım bu nefesli arkadaşlar nefes kesici işler yapıyorlar. O işler sadece nefesliler üzerinden dönmüyor elbette. Kendinizi bir ritme, bir ezgiye kaptırmışken arka planda acayip şeyler döndüğünü de fark ediyorsunuz. Bu farkındalık iki veya üçüncü dinleyişte çok daha net bir hal alıyor. Favori funk albümlerimde olması gerekenin bu olduğunu düşünüyor, ayrılmaz kriterlerimden biri olarak görüyorum. Tabii performanslarda akıtılan terleri de hesaba katarak.

1. Widowmaker
2. DDPP
3. Sweat
4. Capital City
5. Ill Wind
6. Iceberg
7. Freight Train
8. Power of Funk
9. Humans
10. Gods (May The Funk Be With You)
11. Hot Damn
12. 10.000 Scarabs

13 Kasım 2017 Pazartesi

Beck - Colors


Beck Hansen ya da cümle alemin onu tanıdığı haliyle kısaca Beck, 2017'ye 12. albümü Colors ile giriyor. Beck'in müzikal yolculuğunu 1996 yılına ait 4. albümü Odelay'den bu yana takip ediyorum. Odelay, o tarihe dek dinlediğim hiçbir şeye benzemeyen acayip bir deneyimdi. Dönem dönem dönüp baktığımda onun benzersizliğinin kafamda daha da oturaklı bir hal almaya başladığını görüyorum. 2. albüm Mellow Gold'da yer alan Loser ile o kadar geç tanışmıştım ki, onu da Odelay'de sanıyordum. Zaten Odelay öncesinde Loser'dan başka kıyak bir şarkı yoktur bana göre. 90'ların marşlarından biri olan Loser, grunge kuşağına kendini sevdirmiş ender alternatif şarkılardan biridir. Bu cümleyi genellersek, Beck bu kolu her yere uzayabilen özel tarzıyla türler üstü bir adam olup çıkmış, herkesin kendinden parçalar bulabileceği, bu yüzden herkesin sahiplenmekten gurur duyduğu nadir müzisyenlerden biri olmuştur. Country'den diskoya, hip-hop'tan folk rock'a, funk'tan indie pop'a kafasına estiği müziği, kafasına estiği şekilde karıştıran, bu karışımla kafaları karıştırmayıp, kendisinden hep beklenmedik olanın beklendiği enteresan şahsiyetlerden biri haline gelmiştir.

Odelay'den iki yıl sonra gelen Mutations, Odelaysel beklentileri umursamadan, adeta mutasyona uğramış bir Beck'i takdim ediyordu. İlk şoku atlatıp bu içe dönük alt. country, neo-psychedelia, indie folk yoğunluklu albümle vakit geçirdikçe sevmeye başladım. Fakat hemen bir yıl sonra 1999'da çıkan Midnite Vultures bu defa funk, disko, pop öğelerini rock ile flört ettiren güzelliklerle dolu Beck repertuarından seçkilerle çıkageldi. Bu sayede ortalığı yeniden ısıtan Midnite Vultures benim için Odelay'den sonraki en iyi Beck albümüdür. Ne var ki bu defa da 2002'de piyasaya sürülen Sea Change ile tekrar o koyu içedönük ruh haline dönüş yaptı. Bu ruh haline ait Lost Cause gibi iyi bir şarkının varlığına rağmen, fazlasıyla folk ve art pop kaçan bu duruş, Mutations kalitesine ulaşamıyordu. Galiba dinleyiciye karışık sinyaller vermeyi seven bir müzikal kariyer belirledi diye düşünürken birbiri ardına Guero, The Information, Modern Guilt gibi orta karar - vasat arası gidip gelen albümler, giderek artık Beck albümlerini eski heyecanıyla beklemediğimi fark ettirdi. 2014'te altı yıl aradan sonra çıkan ve bence en kötü Beck albümlerinden biri olan Morning Phase de buna tüy dikti. Artık Beck yeni albüm yapmış, yapmamış hiç umurumda değildi.


Eylül ayında çıkacağını duyduğum Colors adlı yeni Beck albümü de bu yüzden artık heyecanlandırmıyordu. Öyle ki, günler öncesinden internete düşen Up All Night ve Wow videolarını bile izleyesim gelmemişti. Ama her Beck albümünü dinlediğim gibi Colors'ı da dinleyecektim. Öyle de sadığım kendisine. Dinledim ve Midnite Vultures'tan aldığım tadı, hatta daha fazlasını aldım. "Beck is  back" diyebilmek, onu tekrar komik figürlerle dans ederken görmek harika. Sonra o izlemediğim videolara baktım ve yıllar öncesinin görsel mizaha değer veren Beck tarzını Up All Night ve Wow'da tekrar görerek sevdiğim eski bir dostla karşılaşmış gibi hissettim. Bu iki ilaç gibi şarkıyla (ve iki enfes videoyla) kısa sürede kaynaştıktan kelli, daha açılışta kaynaştığım, albüme adını veren Colors, körün istediği bir göz misali, biri mix olmak üzere iki adet şahane Dreams, basit ama etkili nakarat formülüyle alternative dance/rock I'm So Free, sıradan bir britpop şarkısı gibi görünen, fakat ince Beck dokunuşlarıyla o sıradanlıktan kurtulmayı başaran Dear Life, slow kontenjanının albümdeki tek temsilcisi Fix Me, yine dinleyenin her seferinde başka başka özellikler bulabileceği Seventh Heaven, No Distraction, Square One albümün diğer kozları. Zaten sayacak başka şarkı da kalmadı.

Beck'teki bu değişimi neye bağlamalı diye merak etmiyor değilim. Aslında kendini eklektik bir sanatçı olarak tanıdığımız için buna değişim demek de pek doğru sayılmaz. Çünkü o zaman içinde disko müziği de yaptı, country de... Bence kendine yakışanı yaparak hem eğlenceli, hem de kestirilemez pop müziğine geri döndü. Çünkü onun müzikal karışımı ne yönde olursa olsun, bir yerlerinden mutlaka pop çıkıyor, çıkmalı. İyi yazılmış country veya folk şarkıları da üzerinde iyi duruyor. Hele de o davudi sesiyle acayip karizmatik bir atmosfer oluşuyor. Ama o iyi şarkıların azlığı yüzünden Beck'i artık saf country, pür folk rock şarkılarda duymak istemiyorum. Up All Night, Wow, Dreams, I'm So Free bu yüzden muhteşem bir geri dönüşe işaret ediyor benim için. Malumunuz, yıl içinde Blondie, Goldfrapp, Depeche Mode gibi pop müziği sanat haline getirmiş isimler bile böyle geri dönemedi. Bana göre Beck bu albümle hem kendi görkemli geri dönüşünü gerçekleştirmiş, hem bu isimlerin birbirinden bayıcı albümlerinden doğan açığı olabildiğince kapatmış, hem de Bruno Mars, Ed Sheeran gibi ömür törpüsü yeni yetme popçulardan çok başka alternatif dünyalarda bir pop müziğin yaşadığını tecrübesiyle göstermiş. Colors sadece Beck tarihinin değil, 2017'nin de en iyi albümlerinden biri.

1. Colors
2. Seventh Heaven
3. I'm So Free
4. Dear Life
5. No Distraction
6. Dreams (Colors Mix)
7. Wow
8. Up All Night
9. Square One
10. Fix Me
11. Dreams

5 Kasım 2017 Pazar

Nothing But Thieves - Broken Machine


İngiliz beşli Nothing But Thieves, 2011'de kurulmuş, 2014'te Graveyard Whistling adlı EP ile albüm hayatına başlamış, aldığı pozitif tepkilerle de 2015'te kendi adlarını taşıyan ilk albümlerini çıkarmış bir grup. Bu albümden özellikle Trip Switch ve If I Get High şarkılarıyla epey taraftar toplamışlar. Alternative ve pop rock türü müzik yapıyorlar. Görüldüğü üzere öyle enteresan, sıradışı bir durum yok. Olsa iyi tabii ama olmadığı zaman da niye yok diye hayıflandırmayacak derecede iyi müzik yapıyorlar. Muse isimli Çin malı Radiohead grubundan destek görmüşler. Bu yüzden sıklıkla Muse'a benzetiliyorlar. Muse kişilerinden yeterince müzikal eziyet görmüş biri olarak bazı benzetmeleri kabul etmekle birlikte, kendi yollarını çizme yönünde iyi niyetlerini hissettirebilen genç gruplardan biri olarak gördüm. Üstelik ilk albümlerinden daha iyi bir ikinci albüm olan Broken Machine'in eline hiçbir Muse albümünün su dökemeyeceğini gönül rahatlığıyla söyleyebilirim.

Albümün bana göre görünen ilk yıldızları, açılışa konan I Was Just A Kid, Sorry, Amsterdam, I'm Not Made By Design, Soda şeklinde. Bazı şarkılar da gerek enerjileriyle, gerekse vokaldeki Conor Mason'ın acayip işler yapan sesiyle kısa zamanda kazanılabilecek düzeydeler. Kolayca düz ve sıkıcı olabilecek şarkılara sıkı nakaratlar tasarlayıp onları Conor Mason'ın vokaline emanet edince şarkıların çehresi değişebiliyor. Belki de haklarında yapılabilecek eleştirilerden biri de yer yer kulağa klişeler sokan Amerikan etkileri (ki Muse'a benzetilmelerinin kaynağı burası) olabilir. Ancak bu klişelerin kulak tırmalamasına izin vermeyecek hamleleri de mevcut. Albümün Deluxe Edition olanında Reset Me ve Number 13 adlı iki şarkıyla birlikte, Sorry'nin akustik, Particles'ın piyano versiyonu bulunmakta. Bunları da albüm için birer kazanç olarak görebilir, dinleyecekseniz deluxe olanını dinleyin diye tavsiyede bulunabiliriz. Birbirinden bayık alternative rock albümleri arasında az farklarla sivrilmeyi başardığını düşündüğüm Broken Machine'i belki bir nebze Biffy Clyro sevenlere de önerebiliriz. Sonraki albümlerine mutlaka kulak vereceğim bir grup daha edinmiş olmak güzel.

1. I Was Just a Kid
2. Amsterdam
3. Sorry
4. Broken Machine
5. Live Like Animals
6. Soda
7. I'm Not Made by Design
8. Particles
9. Get Better
10. Hell, Yeah
11. Afterlife