30 Nisan 2020 Perşembe

Issız Ada Radyosu Arşivi (Nisan 2020)

TOPS - I Feel Alive
Yıl: 2020 Kanada
Tür: Indie Pop, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "I Feel Alive"
Speedometer - Our Kind of Movement
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Funk, Soul
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Kashmir"
VA - Rangarang: Pre-Revolutionary Persian Pop
Yıl: 2011 İran
Tür: Persian Pop, Psychedelic Pop, Folk Pop
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Googoosh - "Age mishod che mishod"
Social Raygun - El Hombre Pintado
Yıl: 2020 ABD
Tür: Indie Rock, Spaghetti Western, Alt. Country
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "El Hombre Pintado"
Wolfheart - Wolves of Karelia
Yıl: 2020 Finlandiya
Tür: Melodic Death Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "The Hammer"
Wild Tinderbox - Hardboiled Fire
Yıl: 2020 ABD
Tür: Hard Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Hypocrisy"
Loft Beach - Anywhere
Yıl: 2020 Çin
Tür: Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Spaceman"
Toto - Old Is New
Yıl: 2020 ABD
Tür: AOR, Pop Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Alone"
Steve Howe - Turbulence
Yıl: 1991 İngiltere
Tür: Progressive Rock, Instrumental
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sensitive Chaos"
Kris Bowers & VA - Green Book OST
Yıl: 2018 ABD
Tür: Soul, Pop, Classical
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: The Blue Jays - "So Long Lovers Island"
Los Pecadores - Tough Love
Yıl: 2020 İngiltere
Tür: Surf Rock, Garage Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Inferno"
 
 
Mentrix - My Enemy, My Love
Yıl: 2020 İran
Tür: Iran,an Pop, Tribal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Dreams"
Sweet Crude - Officiel//Artificiel
Yıl: 2020 ABD
Tür: Indie Pop, Alternative Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Officiel//Artificiel"
 
 Whiskey Wolves of the West - I Can't Take Me Anywhere
Yıl: 2020 ABD
Tür: Country, Folk Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Nashville Condominium"
 
 
Melt Yourself Down - Melt Yourself Down
Yıl: 2013 İngiltere
Tür: Afrobeat, Art Punk, Funk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mouth to Mouth"
 
Rachid Taha - Rock'n' Raï
Yıl: 2020 Cezayir/Fransa
Tür: Raï, Rock, Pop, Best Of
"F" Rate: 9/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rock El Casbah"
The Courettes - Here Are The Courettes
Yıl: 2015 Danimarka
Tür: Garage Rock, Punk
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "We're Gonna Die"
Tussilago - Sense of Me
Yıl: 2020 İsveç
Tür: Indie Rock, Psychedelic Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Jammet"
Dear Moon - Arise
Yıl: 2020 Finlandiya
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Das Mekanik"
 
Tamikrest - Tamotait
Yıl: 2020 Mali
Tür: Tishoumaren, Blues Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Anha Acha Wad Namda"

25 Nisan 2020 Cumartesi

Yes - Union


Jon Anderson, 1979'da ayrıldığı Yes'e 1983'te geri döndü. Onunla beraber Tony Kaye de dönüş yaptı. Trevor Rabin de o yıl gruba katıldı. Zaten Yes çatısı altında olan Chris Squire ve Alan White ile birlikte Jon Anderson (vokal), Trevor Rabin (gitar, keyboard, geri vokal), Chris Squire (bas gitar, geri vokal), Tony Kaye (keyboard), Alan White (davul, perküsyon) olarak son şeklini alan kadro 90125 (1983) ve Big Generator (1987) albümleriyle grubun en fazla ticari başarı elde ettiği iki albüme imza attı. Ama Yes dediğimiz oluşum, 1968'den bu yana büyük bir progressive rock okulu gibi olduğundan, başka büyük müzisyenlerin de mesai harcadığı bir yerdi. Jon Anderson, bu iki albümden sonra gruptan ayrılıp o okulun diğer hocaları olan eski Yesçiler Steve Howe (gitar), Rick Wakeman (keyboard) ve Bill Bruford (davul) ile Anderson Bruford Wakeman Howe (ABWH) grubunu kurdu, yanına basçı Tony Levin'i de alarak aynı isimle 1989 tarihli bir albüm bile yaptılar. 1990'da ABWH ve Levin ikinci albüm için çalışmaya başladılar. Ne var ki ticari başarının tadını alan, ABWH projesine de bir türlü ısınamayan plak şirketi Arista onlardan Yes tarzı radyo hitleri bekliyordu. Anderson'ın Yes'i ortada bırakıp eski Yes tayfasıyla başka şeyler yapmasının kimseye pek bir faydası olmadı açıkçası. ABWH'un birkaç bitmiş şarkısına vokallerini eklemek için Los Angeles'a giden Anderson, orada Trevor Rabin ile buluştu. Bu buluşma, herkes için çok önemli şeylerin temelini de atacak bir buluşmaydı.

Yes'in üzerinde çalıştığı şarkıları dinleyen Anderson, Rabin'e o şarkılara vokal yapmayı önerdi. Karşılığında da ondan ABWH için hit bir şarkı istedi. "O dönem tek ihtiyaçları iyi bir tekliydi" diyen, 80'lerde nice Yes hiti çıkarmış Rabin, dostunu kırmadı ve aralarında efsane Lift Me Up'ın da yer aldığı üç adet demoyu Anderson'a dinletti. Ama bunlardan sadece birini verebileceğini, diğerlerini Yes albümü için kullanacağını söyledi. Ama üçünü de isteyen Anderson, Yes ve ABWH kurmaylarının da araya girmesiyle tarihi bir karar aldılar: İki grup, olması gerektiği gibi Yes bayrağı altında birleşecek, sekiz kişilik dâhiler ordusu olarak materyallerini ortak bir havuzda toplayıp albüm yapacak, adını da Union (Birleşme) koyacaklardı. Ama bu bir anda olacak bir şey değildi. Başlangıçta ABWH'un yeni kurulmuş ve geliştirilmesi gereken bir grup olduğunu savunarak bu birleşmeye karşı duran Bruford ve Howe, uzun uğraşlar sonunda ikna edildiler. Arista da iki grubun birleşme kararına yeşil ışık yaktı. Bu birleşme, yasal hakların korunup kollanması, adil paylaşım, telifler derken 90 sayfalık bir kontrata bağlandı. "Hepimiz bir an önce yollara düşmek istiyorduk. En hızlı yolu da buydu" diye bu birleşmeyi özetleyen Rabin, Anderson ile birlikte Union'ın hayata geçirilmesinde büyük pay sahibiydi.

 
Jon Anderson - Trevor Rabin

ABWH'un kendi için düşündüğü 10 şarkı, en alttaki şarkı listesindeki numaralarıyla 1, 2, 3, 5, 8, 10, 11, 12, 13, 14 şeklindeydi ve bunları beş farklı stüdyoda kaydetmişlerdi. Geri kalan dört şarkı olan Lift Me Up, Saving My Heart, Miracle Of Life ve The More We Live - Let Go ise Yes'in yazıp üç ayda kaydettiği şarkılardı ki bana göre ilk üçü albümün lokomotif şarkılarıdır. Bu şarkıların ortak bir platform için yeniden elden geçirilmesi esnasında epey sorun yaşandı. Albüm baş yapımcısı Jonathan Elias birçok kez zor durumda kaldı. Özellikle Anderson ve Howe arasındaki gerilim o kadar fazlaydı ki, Howe ve Wakeman kendi bölümleri için diğerlerinden ayrı stüdyoya girip çalıyorlardı. Anderson ve Elias ise onların çaldıkları bölümleri beğenmiyor, başka stüdyo müzisyenleriyle bu bölümleri tekrar pratik yapıyorlardı. Howe ve Wakeman, kendileri yerine getirilen stüdyo müzisyenlerinin bu pratiklerini beğenmeyip aşağılıyorlardı. Öte yandan Elias albüm soundunun 90125 gibi olmasını isterken, Anderson soundun mümkün olduğunca 90125'ten uzak olması gerektiğini savunuyordu. Bu kadar soruna ve itişmeye rağmen 30 Nisan 1991'de Union piyasaya sürüldü. Sırasıyla Lift Me Up, Saving My Heart ve I Would Have Waited Forever olarak üç tekli çıkarılan albüm yine iyi bir ticari başarı elde etti.

Gelelim Union şarkılarına. Açılışı yapan I Would Have Waited Forever, Elias'ın tarif ettiği üzere önceki ve sonraki Yes stilini temsil eden harika bir başlangıç. Direkt nakarat kısmıyla başlayan, sonrasında sanki o kısımla birlikte başka bir şarkıyı iç içe geçirmiş gibi duran, tekrar nakarata geçtiğinde yine tüyleri diken diken eden harika bir başlangıç. Steve Howe, şarkıda kullandığı riffi yine 1991 tarihli solo albümü Turbulance'da yer alan Sensitive Chaos şarkısında da kullanmış. Ardından buldozer gibi Shock To The System geliyor ki, bana göre belki de Yes'in 90'ların başında modernize oluşunun en bariz örneklerinden birisidir kendisi. Ama o buldozerin derinlerinde öyle güçlü bir ruh da saklı ki, bunu sağlayan Howe ve Rabin'in olağanüstü gitar süslemeleri ve Anderson'ın orkestra şefi edasındaki incecik vokali. 2:16 uzunluğunda Howe bestesi tek akustik gitarlı enstrümantal Masquerade, Howe'un kendi ev stüdyosunda 15 dakikada kaydettiği nefis bir ara taksim. Şarkı ayrıca En İyi Enstrümantal Rock Performansı dalında Grammy adaylığı da kazanmış. Biraz da Lift Me Up'a yol yapan naif bir giriş gibi olmuş. Rabin, Squire, White, Kaye ortak bestesi Lift Me Up, bu birleşmenin en kutsal anlarından biri. Yoğun, diri, hüzünlü, sert, kocaman bir şey. Rabin'in Union içinde vokali ve gitarıyla dizginleri eline aldığı ilk şarkı. Ona göre Lift Me Up, lavaboyu kullanmak için bir restorana giren ama içerdekilerin çıkmasını istediği bir evsiz hakkındaymış. Oysa dinleyince o adamın Tanrı olabileceğini çağrıştıran muhteşem bir masal.

 
Steve Howe - Rick Wakeman

Ağırlığı Elias'ta olan Without Hope You Cannot Start The Day, taslak olarak Elias tarafından Wakeman'a keyboard eklemesi için gönderilmiş, ama Anderson ve Elias, Wakeman'ın yorumunu pek beğenmemiş. Elias, basit ve nazik bir şey istemiş ama Wakeman ona Rachmaninoff piyano konçertosu gibi bir şey tasarlamış. Sonuçta ortaya Elias'ın istediği gibi bir parça çıkmış. Şarkının asıl dikkat çeken yönü, Anderson'ın sanki epik bir masal anlatır gibi seslendirdiği, arada çift vokaliyle süslediği tekniği. Albümü yıllarca kaset formatında dinlediğim için, A yüzünün kapanışında yer alan Saving My Heart'ı hep şahane bir kapanış şarkısı olarak gördüm. Rabin'in tek başına yazdığı şarkıyı, ilk başta ona (nedense) Owner Of A Lonely Heart'ı anımsattığı için albüme koymak istememiş. Ama içerdiği pop ve reggae etkileriyle albümün en renkli anlarından biri olmuş Saving My Heart. Anderson sahip çıkmasa Rabin belki albüme koymayacakmış bile. Buna rağmen Rabin şarkının son halinden pek memnun kalmamış. Artık bundan öte nasıl bir şey bekliyorsa abimiz. Ve böylece albümün ilk yüzünü bitirmiş oluyoruz. Bana göre bu ilk yüz, Union'ın kalitesinin %70'ini oluşturmakta. Tabii B yüzünü kötü göstermek gibi bir niyetim yok. Fakat ağır topların çoğu A yüzünde inanılmaz bir enerji birikimi yaratınca B yüzünü bu enerjiyi destekleyici nitelikte gördüm çoğu zaman.

Albümün o ağır toplarından biri B yüzünü açan Rabin ve Mark Mancina ortak bestesi Miracle Of Life... Mancina kim derseniz, kendisi Amerikalı besteci, aranjör, yapımcı, aynı zamanda Hans Zimmer'ın film müzikleri şirketi olan Media Ventures'un veteranlarından biri. 60'ın üzerinde film ve dizinin müziklerini yapmış, ödüller kazanmış ve Trevor Rabin'in de bu mecraya dahil olmasında katkıları olan bir müzisyen. Şarkıyı yine tek tabanca yazıp, bu kez dostunun da yardımını isteyince ortaya harikulade Miracle Of Life çıkmış. Yedi buçuk dakikalık şarkı, olağanüstü bir 2 dakika 20 saniye ile başlıyor ve bu süre sonunda şarkı başka bir perspektife dönüp oradan sanki başka bir parça gibi devam ediyor. Ama o olağanüstülüğü aynen devam ediyor. Bir ara ayrı ayrı şeyler yapan üç farklı gitar tonunu aynı anda duyup çarpılıyorsunuz. Rabin, Danimarka'da katledilen yunuslarla ilgili bir haber bülteninden etkilenip tutkuyla sözlerini yazdığı Miracle Of Life'ı protest bir şarkı olarak tanımlıyor. Hayatın mucizelerinden biri olan yunuslar için gayet anlamlı. Bir efsaneye göre zor beğenen Steve Howe da şarkı için "very good" yorumunu yapmış. Howe'un özellikle gitar bölümlerini beğendiği bir başka şarkı olan Silent Talking, yine Howe'un solosu Turbulance'da yer alan bir riff içeriyor. The More We Live - Let Go ise grup üyeleri Squire, White, Kaye ile birlikte Billy Sherwood'a ait. Amerikalı müzisyen, yapımcı, ses mühendisi olan Sherwood, kariyerinde Toto, Air Supply, Asia, Paul Rodgers ve daha pek çok progressive rock/AOR gruplarıyla çalışmış bilge bir insan. Muhtelif yıllar Yes'in orijinal kadrosuna dahil olmuş, ama Union'da sadece bu şarkıda hem yazıma katkıda bulunmuş, hem de keyboard, gitar ve bas çalmış, geri vokal yapmış. Epik havasıyla büyüleyen, Let Go kısmında pik yapan bir başka progressive canavarı.


Anderson, Wakeman, Elias bestesi Angkor Wat, adını Kamboçya'daki bir tapınaktan alan, finalinde Pauline Cheng'in bir Kamboçya şiiri okuduğu ambient sularında yüzen bir parça. Rick Wakeman'ın keyboard dokunuşlarından, mistik seslerden örerek kurduğu atmosfer muazzam. Dangerous (Look in The Light Of What You're Searching For) ve Holding On bir anda bu atmosferi dağıtıp dinleyeni maceradan maceraya sürüklüyor. Bruford ve Levin'in ABWH turu esnasında yaptıkları davul ve bas düetinde buldukları 50 saniyelik Evensong ile süren albüm, The More We Live – Let Go ve Angkor Wat'ın birlikteliğinden kopmuş bir parça gibi duran Take The Water To The Mountain ile sonlanıyor. Aslında Avrupa ve Japonya baskılarında Give & Take adlı şen şakrak bir finalle bitiyor. Bittiğinde ise sanki epik bir film izlemişçesine bir yoğunlukla kalıyorum her zaman. Bu kadar uzun uzun anlattığım bu birleşme hikayesini bir belgesel olarak anlatmayı o kadar isterdim ki. Ama sadece bu Union süreci ile ilgili olacak şekilde. Röportajlar, arşiv görüntüleri, stüdyo süreci, grup içi çekişmelerin ve tatlıya bağlamaların birbirini izlediği dramatik bir kurgu ve tabii Union şarkılarından oluşan mükemmel bir soundtrack. Zira bu albümde bir tarih yatıyor. Sekiz adam (ve onların dışında Yes için uzun mesailer harcamış başkaları), sanki son bir soygun için bir araya gelmişler gibi öyle bir albüm yapmışlar ki, her dakikası ders niteliğinde, her dakikası başka bir evrene açılan kapılardan, pencerelerden oluşan, "I would have waited forever" diyebileceğim bir rock operası. Bir "miracle of life"...

1. I Would Have Waited Forever
2. Shock to the System
3. Masquerade
4. Lift Me Up
5. Without Hope You Cannot Start the Day
6. Saving My Heart
7. Miracle of Life
8. Silent Talking
9. The More We Live - Let Go
10. Angkor Wat
11. Dangerous (Look in the Light of What You're Searching For)
12. Holding ON
13. Evensong
14. Take the Water to the Mountain
15. Give & Take

18 Nisan 2020 Cumartesi

Yes - Big Generator


1968'de kurulan, 20 stüdyo, daha fazlası kadar da konser albümü bulunan, ayrılan ve katılanlarla birlikte yaklaşık 20 kişinin yolunun kesiştiği progressive/smphonic/psychedelic rock okulu Yes, 80'li yılların sonunda tanıdığım bir grup. Tanışma albümüm ise 1987 tarihli Big Generator. Bu albüm (bana hep ilginç geldiği üzere) grubun engin diskografisine bakıldığında Yes hayran ve uzmanlarının pek sevdiği bir albüm sayılmaz. Aslında zamanla bunun nedenlerini de anlamaya başladım. Big Generator, grubun belki de en kolay sindirilebilir, en dolambaçsız, en pop rock albümlerinden birisi. Bunlar aynı zamanda benim bir progressive rock grubunda aradığım özelliklerden sayılır. (Bu vesileyle iyi bir progressive rock dinleyicisi olmadığım da ortaya çıkar.) Bu türün elit dinleyenleri genel anlamda komplike ve konsept albüm geleneğine sadık bir kitledir. 3-4 dakikalık pop rock veya AOR düzeneğine burun kıvırma eğiliminde olurlar. Şarkılar ne kadar uzun ve karmaşık olursa onlar için o kadar progressive ve senfoniktir. Önceki 11 Yes albümünden edindikleri deneyimin Big Generator ile bozulduğunu düşünen hayran kitlesine ait bu genel zihniyetten hiç hoşlanmıyorum.

Kaldı ki Big Generator, pek çok gruba ilham vermiş o geniş progressive rock dokusunu pop rock ve AOR ile mükemmel biçimde dengelemiş bir albüm. Hiç de öyle geçmişine ihanet, sahip olduğu erdemleri hiçe sayma durumu yok. Hatta hayranlarına farklı kulvarlardan başkalarını bile eklemiştir muhakkak. Önceki 11 Yes albümünü de dinledim. Saygılarımla birlikte birkaç şarkı dışında Big Generator'dan aldığım keyfi almadım. Ama 11 albümün yapamadığını o yaptı ve beni de hayranları arasına kattı. Aslında Big Generator'ın habercisi biraz da 1983 yılına ait 90125 albümüdür ki, gelmiş geçmiş en güzel Yes şarkılarından biri olan Owner Of A Lonely Heart buradadır. Bu şarkının ticari başarısı üzerine Big Generator gibi bir albüm mü yapılmıştır, yoksa grup konserlerde daha fazla eğlenmek mi istemiştir (bu "yoksa"ları daha da çoğaltabilirim), sebep ne olursa olsun üzerinden yıllar geçmesine rağmen "Big Generator'a laf söyleyen karşısında beni bulur" seviyesinden hiç düşmedim. A ve B yüzlerindeki dörder şarkıdan oluşan kaset, walkmenimde her dönüşünde bana sürekli yeni kapılar açmıştır.


Jon Anderson (vokal), Trevor Rabin (gitar, keyboard, geri vokal), Chris Squire (bas gitar, geri vokal), Tony Kaye (keyboard), Alan White (davul, perküsyon) beşlisi Big Generator'ın kadrosunu oluşturuyor. Her biri işinin ehli bu beş adam, müthiş bir enerji ve ruhla sekiz şarkıya hayat veriyor. A yüzü, taş gibi bir 80'ler rock şarkısı olan Rhythm Of Love ile açılıyor. Aynı zamanda sound olarak albümün de özetini çıkarıyor. Big Generator'ı o kadar çok dinlemişim ki, Rhythm Of Love'ın ilk saniyelerini duymaya başladığımda beni bekleyen 42 dakikalık yolculuk için kemerlerimi bağlama ihtiyacı duyuyorum. Sonra albüme adını veren Big Generator geliyor ve adeta bir tank gibi ortalığı dümdüz ediyor. Ama bunu yapma sebebi, ilerleyen dakikalarda o düzlüğe kolayca fidanlar dikilebilmesi, ufkun rahatça görülebilmesi. Zira Shoot High Aim Low, epik bir tavırla çıkagelip o düzlüğe hüzün tohumları ile birlikte ümit tomurcukları ekiyor. A yüzünün kapanışını ise nefeslilerin destek verdiği, yerinde duramayan Almost Like Love yapıyor ki, başta davulcu Alan White olmak üzere grubun enerjisine hayran kalmamak benim için her seferinde zorlaşıyor. Sadece dört şarkı olmasına rağmen dolu dolu bir A yüzü yaşamanın keyfine doyamıyorum.

Albümün B yüzünün açılışını Love Will Find Away yapıyor. Karizması, coşkusu, tutkusu beni hiç terk etmediğinden benim için dünyanın en güzel şarkılarından biri olmuştur. Ne zaman dinlesem (ki eskitmemek için sık dinlemem) enerjisi, temposu, tüylerimi diken diken eden o çift vokali, kısa mızıka solosuyla kendimden geçerim. Holy Lamb dışında tüm şarkılarda imzası olan, pek çok filmde score çalışmalarını gördüğümüz Trevor Rabin'in tek başına yazdığı Love Will Find Away ile vedalaşınca peşpeşe Final Eyes ve I'm Running gibi iki güçlü progressive rock şarkı pusudadır. Kendilerini hemen ele vermeyen, katmanlı, ruhu olan (progressive rock şarkılarının ruhsuz olanları hiç çekilmez) bu iki şarkıyla beraber Shoot High Aim Low, "Yes bu albümde progressive rock'ın içini boşaltıyor" şeklindeki yorumlara tekme tokat gibi cevaplardır. Kapanış gibi kapanış olan Holy Lamb ile nihayetlenen albüm, tekrar baştan dinlenmeye hazırdır. Tabii suyunu çıkarmamak için, sıkılmamak, özlemek için bunu yapmayız. Zaten böyle albümlerle kurduğunuz kişisel bağlar sayesinde onlar ne zaman dinlemeniz gerektiğini size hissettirirler. Big Generator devasa bir albüm sayılmaz. Ama bende bıraktığı etkiler ona koşulsuz bir bağlılık sağlamıştır. Ona ayırdığım 42'şer dakikalar beni hiç yarı yolda bırakmaz. Tıpkı ondan dört yıl sonra çıkacak Union'ın 68 dakikası gibi.

1. Rhythm of Love
2. Big Generator
3. Shoot High Aim Low
4. Almost Like Love
5. Love Will Find Away
6. Final Eyes
7. I'm Running
8. Holy Lamb

12 Nisan 2020 Pazar

Hollow Ship - Future Remains


İsveçli grupların geçmişe bakışı başka kimselere benzemiyor. 60'lar, 70'ler psychedelic rock ve pop arenasını çok iyi etüd etmiş bu müzisyenlerin günümüze ve kendilerine uyarlayışlarındaki zenginlik hayranlık verici. Aslında olayı İsveç ile sınırlamayıp çerçeveyi biraz genişletirsek İskandinav gruplarının zenginliklerini yemek yutmak lazım. Zaten kendi köklerinde ve genlerinde olan bu zenginlik, ebeveynlerinin plaklarından fışkırıp çocukluklarını, ergenliklerini, yetişkinliklerini şekillendirerek müzikal kimliklerinin oluşmasına zahmetsizce katkıda bulunmuş. Zahmetsizce diyorum, çünkü yapılan müzik o kadar rahat, soğukkanlı ve dinç ki, bu ancak o müziklerin içselleştirilmesiyle mümkün olabilecek bir şey. Lafı fazla uzatmadan meseleyi Hollow Ship adlı Göteborglu beşliye bağlayalım da kulağımızın pası silinsin. Onları tarif ederken "İngiliz psych müziğin erken dönemleri, progressive afro-rock, 60'lar analog geleneğinin modernize edilmiş hali" gibi acayip etiketler kullanılmış. Hepsine katılmakla beraber, neo-psychedelia tabanlı psychedelic pop ve rock karışımı şahane bir müzik yaptıklarını, hiçbir şeyi sadece pop ve sadece rock olarak tek başına bırakmayıp sürekli arayış içinde olduklarını söylemek gerek.

Future Remains adını verdikleri debut albümleriyle müzik yolculuğuna başlayan Hollow Ship, hiç de öyle çıtır bir grup izlenimi vermeyen, sözünü ettiğimiz çetrefilli türleri olağanüstü bir beceriyle çalıp söyleyen insanlardan kurulu. Gitar ve vokaldeki Thomas E. Frank liderliğindeki grup, her bir elemanıyla, her bir enstrümanıyla 2020'nin en heyecan verici işlerinden birine imza atmış. Albümü psychedelic rock beklentisiyle dinlemeye başlayıp daha ilk şarkı Take Off'u duyunca bir anda antenlerim canlandı. Neo-psychedeliası tadından yenmeyen süper bir rock/pop/funk şarkı olan Take Off'a o kadar yükseldim ki, neredeyse ilk şarkıda yılın en iyi albümlerinden biriyle karşı karşıya olduğumu düşündüm. We Came Too Late, Chasing Shadows, In The End zamanla keşfedilecek, daha da sevilecek şarkılar olarak görünürlerken, albümün asıl bombaları üç adet enstrümantal şarkı bana göre. Bunlardan Agent, ritmiyle dans ettirebilen, ama bunun yanında gitar, bas, davul üçlüsünün zekice paslaşmalarıyla müthiş bir dinleme zevki yaşatan tarzda. Magic Mountain neresinden baksam mükemmel bir parça. İyi ki vokalsiz tasarlanmış. Şu güzelliğe bir vokal eklense belki bendeki etkisi bu kadar yoğun olmayacaktı. Anadolu rock titreşimleri, sinematik tınısı, retro coşkusu, her şeyi ayrı güzel, yoğun, olgun ve canlı.

Son olarak kapanışta yer alan ve Hollow Ship'in pek söz etmediğimiz afro-rock gelenekleriyle olan ilişkisini yansıtan bir diğer enstrümantal şarkı olan We Were Kings'in renklerine bakalım. Bana ucundan kenarından bazı erken Santana dönemi şarkılarını anımsattı. Hollow Ship zaten o anımsattığı "erken dönem" lezzetleriyle büyüyen bir grup. Tabii geçmiş ve şimdi arasında kurduğu o "psychedelia" köprünün otantik büyüsü düşünülünce yine 2020'nin parlak albümlerinden Tame Impala'nın The Slow Rush'ını, King Gizzard & The Lizard Wizard'ın benim için şimdiden bir efsaneye dönüşmüş Flying Microtonal Banana'sını, yine İsveçli Dungen'in 2008 tarihli en sevdiğim albümü 4'ü yad ettirdiği için bile çok önemli bir iş Future Remains… Zaten albümün prodüksyonunu grupla birlikte Dungen yapımcısı Mattias Glavå yapmış. İsveç tayfasından Second Sun, Dungen, Spiders, The Solution, The Hellacopters gibi sevdiğim isimlerin yanına koyabileceğim Hollow Ship diye bir grup var artık. Daha ne diyeyim, nasıl öveyim bilemiyorum. Sözler sussun, Hollow Ship konuşsun, ortalık Take Off ve Magic Mountain gibi şarkılarla dolsun.

1. Take Off
2. We Came Too Late
3. Agent
4. Chasing Shadows
5. Magic Mountain
6. In the End
7. Built to Last
8. Stay Sane
9. We Were Kings

6 Nisan 2020 Pazartesi

Melt Yourself Down - 100% Yes


Londra'da 2012 yılında kurulan Melt Yourself Down, altı kişiden oluşan İsviçre çakısı gibi bir grup. Funk, caz, rock, afrobeat, art punk, post-punk, dub diye uzayıp giden eklektik bir müzik yapıyorlar.
Acoustic Ladyland adlı bir caz/funk grubunun liderliğini, Polar Bear adlı bir caz grubunun da saksafonculuğunu yapan Pete Wareham'ın kurduğu Melt Yourself Down, bu adı da Amerikalı caz/funk saksafoncusu James Chance'in 1989 tarihli albümünün adından almış. Wareham, bizzat Chance'den izin alarak yapmış bunu. Hatta ilişkileri gelişmiş, Chance 2014'te grubun New York ve Londra konserlerine, Acoustic Ladyland'in üçüncü albümünden bir şarkıya konuk bile olmuş. Wareham, çeşitli gruplardan kurduğu ekibiyle ilk albümü Melt Yourself Down'ı 2013'te, ikinci albüm Last Evenings On Earth'ü de 2016'da çıkarmış. Mart 2020 sonlarında çıkan üçüncü albüm 100% Yes'i dinleyip çarpıldıktan sonra bu iki albüme de baktım. Melt Yourself Down sahiden özel bir grup. Üç albümü de birbirinden güzel. Ama onları tanımama sebep olan 100% Yes'e biraz daha ısındım sanki. 10 şarkıda sürekli keşfedilen, her dinlendiğinde kendini yenilediği hissi veren harika numaralar var. Favorim olduğu üzere, kesinlikle ilk dinleyişte kıymeti anlaşılacak bir albüm olmaması ve kendilerine referans gösterilebilecek başka grup tanımamış olmam onlara gün geçtikçe daha çok bağlanmamı sağlıyor.

100% Yes, içine girdikçe çiçek gibi açılan bir albüm. Açılışı yapan Boot and Spleen için "ska funk" doğru bir tanım sayılsa da, işin pop, hatta big beat yanı bile var. Ayrıca Wareham'ın bir saksafon virtüözü olduğu gerçeği ile hemen tanışıyoruz. Acaba albüm bu rotada mı seyredecek derken ikinci parça This Is The Squeeze'in henüz ilk saniyelerinde birden halaya kalkan bir kitleyi hayal etmeye, kıvrak melodisi ve vokalist Kushal Gaya'nın hindu tondaki nakaratıyla coşmaya başlayabilirsiniz. Born In The Manor ve Every Single Day tam olarak hangi türe örnek vereceğimizi kestiremediğimiz, deneysel ile geleneksel arasında arafta bir yer belirlemiş gibi duran yapıları sayesinde ortada belli bir rota olmadığını gösteriyorlar sanki. It Is What It Is ise Wareham, Gaya ve davulcu Dave Smith'in ortak şovuna dönüşmüş müthiş bir başka şarkı. From The Mouth'u en kısa yoldan drum & bass & jazz & dub şeklinde tanımlayıp sıyrılabilirim. Crocodile'dan sıyrılmak ne mümkün. Bir aksiyon filminin hareketli sahnesinden fırlamış gibi duran bu olağanüstü şarkı, "Melt Yourself Down nasıl, iyi bir grup mu bari" diye soran birine kafadan ilk dinletilmesi gerekenlerin başında geliyor bence. Pete Wareham saksafon tekniğiyle her şarkıya damgasını vuruyor. Ama Crocodile sanırsam bu damgaların zirvelerinden biri. Şarkıda inanılmaz şeyler dönüyor ama hiç öyle geriye alayım, tekrar dinleyeyim durumuna girmeyip bir sonraki randevuda tekrar o gizemleri yaşamak istiyorum.

Don't Think Twice, ter soğutucu bir dub beste olarak planlanıp Crocodile'ın arkasına konmuş olabilir. Fark etmez. Albümü bir kere sevmiş olanlar için bundan sonra nasıl bir şarkı gelse gider. Yine ska punk takılan, lakin olayın punk kısmını cazgır gitarlarla ve agresif bir tutumla değil, daha şen şakrak bir üslupla ele alan Chop Chop ve kapanışta yer alan 7 dakikalık afrobeat lezzeti 100% Yes ile albüm sona eriyor. Ama benim için bu son, sanki en heyecanlı yerinde bitmiş bir dizi bölümünün sonu gibi. Aynı albümü dinleyecek olmama rağmen o dizinin yeni bölümünü izleyecekmiş kadar heyecanlıyım. Saksafonun saf caz ve saf blues içinde yapabildiklerinin farkındayız. Ama Pete Wareham olayı çok başka yerlere taşımış ki, grubu heyecan verici kılan en önemli özellik galiba bu. Grupta George Crowley adında bir saksafoncu olması, Wareham'ın tasarım alternatiflerini çoğaltıp zenginleştiriyor. Wareham'ın Acoustic Ladyland basçısı Ruth Goller'i bu projesine de almış olmasının sebeplerini bolca duyuyoruz. Sonuç olarak, sonu gelmeyen çeşitlilikte bir albüm olan 100% Yes, bir gün hiç ummadığım anda karşıma nefis albümler/şarkılar çıkabileceğine dair umutlarımı güçlendiren bir albüm oldu. Arayışın sürmesi gerektiğine, kötü albümler/şarkılar dinleye dinleye iyileri bulabileceğimize dair motivasyonumu da pekiştirdi.

1. Boot and Spleen
2. This is the Squeeze
3. Born in the Manor
4. Every Single Day
5. It is What it Is
6. From the Mouth
7. Crocodile
8. Don't Think Twice
9. Chop Chop
10. 100% Yes