30 Eylül 2011 Cuma

Issız Ada Radyosu Arşivi (Eylül 2011)

Library Voices - Summer of Lust
Yıl: 2011 Kanada
Tür: Indie Pop
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "If Raymond Carver Was Born In The 90′s"




Heather Nova - 300 Days at Sea
Yıl: 2011 Bermuda
Tür: Pop/Rock, Singer/Songwriter, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Higher Ground"

VA - Stay On The Groove vol.4
Yıl: 2008 ABD
Tür: Breakbeat, Funk, Nu Jazz
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Tornadoes & Tyra Hammond - "You Got Me Thinking"

Pearl Jam - Pearl Jam Twenty
Yıl: 2011 ABD
Tür: Alternative Rock, Grunge
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Better Man" (New York City 5/21/10)

Candye Kane - Whole Lotta Love
Yıl: 2003 ABD
Tür: Blues, Blues Rock
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "I'm Just a Sucker Who Believes in Love"


Oasis - Be Here Now
Yıl: 1997 İngiltere
Tür: Britpop, Alternative Rock, Pop/Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "D'You Know What I Mean?"

Samantha Savage Smith - Tough Cookie
Yıl: 2011 Kanada
Tür: Indie Folk, Singer/Songwriter
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Ladybird"


Big Troubles - Romantic Comedy
Yıl: 2011 ABD
Tür: Indie Pop, Power Pop
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Never Mine"


The Subways - Young for Eternity
Yıl: 2005 İngiltere
Tür: Indie Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Rock & Roll Queen"


Hush - Backroads
Yıl: 2005 Danimarka
Tür: Indie Rock, Folk Rock
"F" Rate: 5/10
I.A.R. tavsiyesi: "Imperfect"


Van Canto - Break the Silence
Yıl: 2011 Almanya
Tür: A Cappella, Power Metal
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Black Wings of Hate"



Manna - Sister
Yıl: 2007 Finlandiya
Tür: Indie Pop, Indie Rock
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Stars"


Lindi Ortega - Little Red Boots
Yıl: 2011 Kanada
Tür: Folk Rock, Singer/Songwriter
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "I'm No Elvis Presley"



The New Mastersounds - Remixed
Yıl: 2007 İngiltere
Tür: Funk, Jazz-Funk
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: "Drop It Down (B Remix)"

Casa del Mirto - The Nature
Yıl: 2011 İtalya
Tür: Electronic, Alternative Dance, Chillwave
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Good Boy"

Dick OST
Yıl: 1999 ABD
Tür: Pop, Pop/Rock, Soul
"F" Rate: 8/10
I.A.R. tavsiyesi: Harry Nilsson - "Coconut"

Ladytron - Gravity the Seducer
Yıl: 2011 İngiltere
Tür: Synth Pop, Electroclash, Dream Pop
"F" Rate: 6/10
I.A.R. tavsiyesi: "Mirage"

The Jon Spencer Blues Explosion - Plastic Fang
Yıl: 2002 ABD
Tür: Garage Rock, Blues Rock, Alternative Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Sweet 'n' Sour"


Mute Math - Odd Soul
Yıl: 2011 ABD
Tür: Alternative Rock, Progressive Rock, Funk Rock
"F" Rate: 7/10
I.A.R. tavsiyesi: "Allies"

Nirvana - Nevermind
Yıl: 1991 ABD
Tür: Grunge, Alternative Rock
"F" Rate: 10/10
I.A.R. tavsiyesi: "Smells Like Teen Spirit"

25 Eylül 2011 Pazar

Whitehorse - Whitehorse


Melissa McClelland ve Luke Doucet çiftinden oluşan Kanadalı Whitehorse, kendi adını taşıyan ilk albümleriyle ile yaklaşık 25 dakikalık uzun (!) metrajlarını sunuyorlar. Eulogy for Whiskers, I ile açılış yapan introyu ve Eulogy for Whiskers, II ile de kapanış yapan outroyu saymazsak şarkı nâmına altı adet sunumdan ibaret bu albüm, filmin kendisinden ziyade fragmanı gibi görünebilir dışarıdan. Oysa introdan içeri girdiğim andan, outrodan dışarı çıktığım ana kadar geçen kısa sürede ikilinin lokal solo kariyerlerinin de kattığı tecrübe sayesinde gayet olgun ve dolgun albümlerine olan saygım kendini buldu. Bu saygıyı hak edecek ne yapıyorlar dendiğinde ise cevabım, kırsal western dalgaları yayan, fakat bunun yanında şehirli rock bileşenlerine de yabancı kalmayan bir alternative fok rock şeklinde olurdu sanırım.

Intro sonrası kapıyı açan Killing Time Is Murder'ın çıplak ayağı toprağa iyice değdikten sonra ayakkabılandığı belli kaya gibi blues rock atmosferine sunî teneffüs yapan McClelland - Doucet vokali, albüm hakkında çok olumlu bir erken genel kanı geliştiriyor. O genel kanı, biraz daha ılık bir formata sahip Emerald Isle ile sürerek alanını biraz daha genişletiyor. Passenger 24, bu tarza sadık kalmak suretiyle kendilerinin ucundan da olsa Eurythmics sevdiklerine dair ahkâm kesme kozu veriyor elime. Asil bir mid-tempo blues rock olan Broken da bir şekilde kendini sevdiriyor. Sırada ise Bruce Springsteen'in kendi gibi efsane parçaları arasına girmiş I'm On Fire coverı var. Albümün bu noktasına kadar gayet olumlu işler yapmış Whitehorse, bu büyük sınavdan da yüzünün akıyla çıkıyor ve şarkının efsaneliğine leke sürmeden, folk kumaşını kırıştırmadan mütevazi biçimde saygılarını sunup çekiliyor. Outrodan önceki son çıkış ise Night Owls adlı akustik/karanlık bir folk düeti.

Melissa McClelland ve Luke Doucet ikilisinin beraber söylediği şarkılar belki yetersiz tanıtımdan, belki Amerikalıların tekellerine aldıkları bir türün başka diyarlarda dikkate alınmadığı temsilcilerinden biri olmalarından (kısaca Kanadalı oluşlarından!) belki de güçleri ve ruhları yettiği halde kısa bir albüm tercihlerinden ötürü hak ettiği ilgiyi görmeyecek. Ama dinledikten sonra kendimi onlara karşı bir şekilde borçlu olduğum bu tip albümler için "herşey olduğu gibi güzeldir" klişesi bile klişesiz biçimde yerini buluyor. Ne eksik, ne fazla. Böylesi kısa albümleri tıpkı EP'leri albümden saymadığım gibi saymazdım. Ama Whitehorse'u gerçekten sevdim ve saydım.

1. Eulogy for Whiskers, I
2. Killing Time Is Murder
3. Emerald Isle
4. Passenger 24
5. Broken
6. I'm On Fire
7. Night Owls
8. Eulogy for Whiskers, II

18 Eylül 2011 Pazar

Manna - Shackles


Bir albüm dinliyorsunuz. İlk iki şarkısının deneysel entellektüelliği çerçevesinde boyunuzu aşacağını düşünüp bırakmak istiyorsunuz. Ama üçüncü şarkıda albüm sahibi sizi bu durumdan kurtarmak adına bir atılımda bulunur gibi oluyor. Yine de tüm pozitif yetkinliğine rağmen kendisinden istediğiniz elektriği bir türlü bağlayamıyorsunuz. Derken albüme de adını vermiş olduğu dördüncü şarkıya geliyorsunuz. Geceyarısı bir şehre yaklaşırken uzaktan gördüğünüz noktalar şeklindeki şehir cereyanını hissediyorsunuz. Beşinci şarkı huzura varınca anlıyorsunuz ki, geceyarısının her şehiri güzel gösterdiği gibi bir yanılsamayı değil, günün her saatine güzel görünebilecek bir hüzün haysiyetini sıra sıra dizilmiş, sonsuza doğru uzanıyormuş duygusu veren sağlı sollu sokak lambalarıyla farkediyorsunuz. O şarkının adı Soul To Keep... Neredeyse vazgeçeceğiniz bir albümün içinde bu yıl kulağınıza çalınan en iyi şarkılardan birinin olması, başıma yeni gelen birşey değil. O yüzden başlanılan her albüm iyi kötü, hızlı yavaş bitirilmeli bir şekilde.

Manna Mariam Jäntti, Finlandiyalı bir anne ile Cezayirli bir babanın cinsel birlikteliği sonucu nasıl olduysa Paris'te doğmuş. Dünyanın küçük bir gezegen olduğunun canlı ispatı olması bir yana, hayatına yön verme pusulası olarak müziği seçmesinin ne kadar olumlu olduğunu gösteren üç albüm sahibi bir indie pop, folk rock şarkıcısı. Bu albümden sadece ikisi olan Sister (2007) ve Shackles (2011) ile kendisine misafir oldum. Genel olarak çok iyi ağırlandım. En iyisi kabul edilen 2010 tarihli Songs Of Hope and Desire'a ulaşma çabalarım sürüyor. Sister ve Shackles'tan ziyadesiyle memnun kalmış biri olarak bu en iyiyi de çok merak etmekteyim. Bugüne kadarki başarıları sayesinde Muse ve Melissa auf der Maur gibi sümüğümü bile atmayacağım isimlerin turlarının Finlandiya ayağını açma görevi üstlenmiş. Yine de The Rasmus uyuzları yerine Manna'nın seçilmiş olması (şayet kendileri seçtilerse) damak tadı alma duyusunun hepten kaybedilmediğinin göstergesi galiba.

Shackles'ı yarısına kadar anlattık. Diğer yarısında ise Manna'nın ses ayarını doğrudan ses tellerinden gerçekleştirdiği, naifliği kadar diriliği ile de öne sürdüğü vokalinin öncülük ettiği Battleships, Take It Or Leave It ve Drumming Song gibi üç dirayetli parça dikkat çekiyor. Sözün özü, Shackles güçlü bir albüm. Manna'nın Ahmed Arif'ten haberi olmadığı muhakkak. Ama yer yer öyle sözler yazıyor ki, zorla sadece el ve ayakların bağlanabileceğine, bir insanın şiir ya da şarkı sözü yazma gücüne asla vurulamayacak prangaların varlığına daha bir inandırıyor insanı. Şimdi düşündüm de, albümü açan o ilk iki şarkı vardı ya, onlar da hiç fena değillerdi aslında. Bir kadeh, bir cigara, derken çok daha bir güzel görüneblirler dalıp gidene...

1. Lead Me
2. Wishing Well
3. World Within You
4. Shackles
5. Soul To Keep
6. Silent
7. Battleships
8. Take It Or Leave It
9. Drumming Song
10. Unilintu (A La Puerta Del Cielo)

14 Eylül 2011 Çarşamba

Hush - Dark Horse


Michael Hartmann ve Dorthe Gerlach'tan oluşan Hush, Danimarkalı bir folk rock ikilisi. Folk rock'ın milleti yok tabiî ama Hush'ı yolda görseniz aklınıza gelebilecek en son milletlerden biri Danimarkalılar olur mutlaka. Bu türün yan etkileri olan country, americana, alt.country, üst.country ne arzu ederseniz Hush'ta azlı çoklu mevcut. Hassas Amerikan country folk gruplarından eksiği yok, çoğundan fazlası bile var. Öyle ki açılış parçası Do What You Love To Do'yu hiçbir ipucu vermeden dinletseler, kafadan Dolly Parton söylüyor derim. Yine hiçbir ipucu vermeden Dark Horse albümünün tamamını dinletseler, Dolly Parton bu defa gerçekten sıkı şarkı yazarlarıyla ve iyi bir prodüktörle çalışmış derim. Bu tip albümlerin seveni kadar sevmeyeni de çok olacağından, dinledikçe hafif bir surat ekşimesi belirebilir. Bazı şarkılarda bu belirtileri ben de göstermedim değil. Ama birazdan ismini vereceğim şarkılarıyla Hush grubunu aynı isme sahip benim sayabildiğim 12 gruptan, Dark Horse'u da binlerce benzerinden farklı kılan şahsi fikirlerimi dile getireceğim.

Dark Horse, 1997'de kurulan Hush'ın dördüncü albümü. Bunlardan hiçbirini dinlemediğimi düşünürken ve Dark Horse'tan sonra en kısa zamanda onlarla da paslaşmak isterken 2008 tarihli bir önceki albümleri Backroads'ta yer alan Imperfect şarkısını 2008 yılında en sevdiğim 100 şarkı içinde gösterdiğimi fark ettim. Bu durum aynı zamanda Backroads'u dinlediğim anlamına geliyordu. Imperfect'e başka türlü ulaşmış olamazdım. Hemen kısa bir flashback ile albüme döndüğümde neden aklımda kalmadığını anladım. Zira Imperfect gibi harika bir şarkı dışında Hush'ı pek kâle almamıştım. Zaten binlerce şarkılık gizli hazine klasörüme baktığımda Imperfect'in hâlâ orada durduğunu görmek de güzel ve kendi adıma gurur vericiydi. Yıllar sonra aynı grubun yeni albümüyle karşıma çıkması ve benim eski Hush'ı unutup, yeni Hush'ı yepyeni bir grup sanmam pek de ilginç olmayan biçimde hüzünlüydü.



Michael Hartmann'ın gitarı ve Dorthe Gerlach'ın Nashville tozu yutmuş bir Amerikalı'dan zerre farkı olmayan, ama keyifle birlikte hüzün veren billur sesi (birkaç sıkıcı akustik şarkıyı saymazsak ki onlar da genelde bu tip albümlerin demirbaşlarındandır adeta) genel olarak pürüz barındırmıyor. Burada Amerikalı olmanın marifetlerini sıralamıyoruz tabiî. Hatta çoğu kez sıkıcıdır Amerikalı olmak. Ama It's About Love ve Wilder Girl gibi benim için ayrıcalıklı iki şarkıyı yazıp söyleyen isterse balkondan başımıza halı silkeleyen üst komşu olsun, başımın üstünde yeri vardır. Imperfect, 60'ların soul pop geleneklerini hissettiren karakter sahibi bir pop bestesiydi. Bu iki şarkı da aynı karakterin folk rock yansıması. İçtenlikleri, yaşama sevinçleri ve derinden gelen hüznü bunlara katık edişleri John Mellencamp ve Tom Petty'ye gönderilen sevgi satırları adeta. Imperfect, 2008'in en iyi şarkılarından biriyse, bunlardan biri de (bir isimden birden fazla şarkı seçmeme kuralım dahilinde) 2011'in en iyi şarkıları arasında yer alacak benim için.

It's About Love ve Wilder Girl'ün bir alt liginde ise Missing You, Patience, Do What You Love To Do, Me and My Broken Heat gibi şarkılar bulunan Dark Horse, benim nazarımda yılın albümlerinden biri olabilmek için biraz daha çabalamak zorunda olan bir albüm. Fazla Amerikalı davrandığı zaman saniyeleri saydırabiliyor. Tekrar edeyim, buradaki Amerikalılık müzikal tür anlamında değil, yer doldursun mantığına yakın bir tutum izlenen durağanlıktan ibaret. Ama abartılmamış fiddle'ın (country kemanının countrycesi!), piyanonun, slide gitarın ve en mühimi Dorthe Gerlach'ın ruh sahibi enfes vokalinin tadına varmak, kendini bu müziğe iyi kötü hazırlamış olanları yarı yolda bırakmayacaktır.

1. Do What You Love To Do
2. Can I Come Home Now ?
3. It's About Love
4. Wilder Girl
5. Dark Horse
6. Missing You
7. Same Old Different Story
8. Me and My Broken Heat
9. What If I Told You
10. Look For America
11. Patience
12. We Can Go So Far
13. All At Sea In The Dark

10 Eylül 2011 Cumartesi

Trost - Trust Me


Annika Line Trost, Berlin doğumlu enteresan bir müzik kadını. Enteresanlığını tamamen 2006 tarihli Trust Me adlı ikinci albümüne borçluyum kendi adıma. Tamam, daha önce çok daha enteresan albümler duydum. Hatta Trust Me onların yanında her köşebaşında çarpışıp elindeki CD'leri (var ya, eskiden bunlar kitaptı!) düşüren kızlar kadar sıradan bir reklâm aldatmacasına bile dönüşebilir. Ama daha oralara bile gelememişler için çok daha ilginç, çok daha saçma sapan olduğu su götürmez. Oysa bir süre sonra peşi sıra kötü indie albümler dinlemekten solunum yetmezliğine uğramış benim gibiler için Trost, neredeyse sülük gibi yapışan başağrılarını şıp diye kesen oksijen takviyesi işlevi gördü adeta. Gina V. D'Orio ile birlikte 1998'de kurdukları, Dance-Pop, Synth Punk, Electroclash, Riot Grrrl, Dance-Punk, Digital Hardcore gibi akla ziyan karışımlara sahip Cobra Killer adlı grubuyla tam dört albüme dahil olmuş Annika Line Trost, kendine ait iki solosu bulunan müthiş bir kadın.

Cobra Killer restoranındaki menüden sadece 76/77 adlı 2004 tarihli şarabından tattığım Trost, (tutku yüklü bir sanatçının elinden çıkma bir ilüstrasyona benzeyen bu kadına Trost demek de ayrıca tuhaf geldi şimdi) o şarabıyla damağımda çürük yumurta tadı bırakmıştı açıkçası. Sonra da o restorana bir daha gitmedim. İyi mi ettim, kötü mü bilmem. Ama 2006 tarihli Trust Me (2004 tarihli Trost'un hangi deliğe girdiğini henüz bulamadım!) yıllandıkça güzelleşen bir etkiye sahip olduğunu bir mahzen dolusu hisle birlikte üzerime yığdı adeta. Nasıl anlatsam, kime benzetsem diye düşünürken aklımdan bir sürü isim geçmedi değil. Paylaşmaktan korkmayacaklarım arasında Beck ve Moby'nin 90'larda yapmış oldukları bazı atılımlar geldi. Sample sever bir dinleyen olmamdan ötürü, Trost'un pekçok bilinmez ve merak da edilmez sample alıntılarının tadına doyamadım.


Çok çekici bir western pop havasıyla ve bir çırpıda kendine bağlayan döngüsüyle Cowboy, albüm için harika bir açılış yapmakta. Hemen peşinden gelen This Strange Someone, aynı çekiciliklere sahip olağanüstü bir dark tango ambiyansı yaratmakta. "Papatya gibisin, beyaz ve ince" tangosunun ezberini bozan bu hınzır güzellik, çok fazla tango duymamış, duymak için de özel bir çaba sarfetmemiş benim gibiler için aslında bir tango bile sayılmaz. Olsa olsa tangoyla kafa bulan, kafası güzel bir indie pop bestesidir. Ama kesinlikle olağanüstüdür. Keza, aynı kafa bulma geleneğini bu kez sıkıcı koro sololarına benzeyen I Was Wrong ile de sonuca ulaştırır. Her şey yolunda giderken Man On The Box çıkagelir. Bluesy bas döngüsüne hapseden, içinden hiç çıkasımın gelmediği bu döngüyü sıkı bir nakarat ve geçişlerle, çan sesiyle, nefeslilerle, geri vokallerle, elektronik destekle ve ısırmayan sinek vızıltısı bir gitarla zenginleştirmek, üstelik o kalabalığı hç mi hiç hissettirmemek düpedüz ustalık. Man On The Box asla atlanmaması gereken bir şarkıdır bu yüzden.

Benzer elektronik, pop, sample oyunları albüm boyunca sürer gider. Fransız şansonlarını anımsatan yaklaşık iki dakikalık Even Sparrows Don't Like To Stay bile sample çıtırtılarıyla bir plâk dokusu ve kokusu verir kulaklara ve burunlara. In Diesen Raum adlı "yabancı" şarkı ise, Almanca'nın "yabancı"lığını sözünü ettiğim zenginliklerin eksiksizliğiyle müthiş bir blues (indie) rock tınısıyla buluşturur. Neonlight Deadland, 70'lerin casus filmlerinden fırlamış gerilimli jazzy tripleri kusursuz biçimde yansıtır. Aynı filmin olası bir dans sahnesinin casus ruhsuzluğuna tercüman olan Guy Le Superhero ve hızlı bir parti sonrasının yıkık-dökük, yorgun-bitkin, salaş-talaş, sarhoş-mayhoş moduna fon müziği olabilecek Black ve Filled With Tears gibi besteler, sözün bitmediği, müziğin susmadığı yerlerde gezinirler. 2006'nın ilk 10'a giresi albümlerinden birinin parçalarıdırlar. Annika Line Trost'un kobra katilliğini bırakıp, o katil baslarla tekrar hayatımıza girmesinin zamanı gelmiş de geçmiştir bile. Çünkü ona güvenimiz tamdır.

1. Cowboy
2. This Strange Someone
3. I Was Wrong
4. Man On The Box
5. The Scales and The Score
6. Sans Ta Scie
7. Even Sparrows Don't Like To Stay
8. In Diesen Raum
9. Black
10. Neonlight Deadland
11. Guy Le Superhero
12. Filled With Tears

6 Eylül 2011 Salı

Kimbra - Vows


1990 doğumlu Kimbra Johnson, doktor baba ve hemşire annesinin 12 yaşındayken aldıkları gitarla birlikte müzik yaşantısına başlamış gencecik bir Avustralyalı. Bu arada 10 yaşındayken de şarkı söylemeye başladığını unutmayalım. Bizde 70'lerden sonra hiçbir halta yaramayan okul yarışmalarının Melborne'da yapılanlarının birinde ikinci olduğunda ise sadece 14 yaşındaymış. Kimbra ile ilgili başvuracağınız kaynakların hepsinde 10 yaşındayken önemli bir rugby finalinde 27.000 kişiye milli marş söylediğini de görürsünüz. (Bazı kaynaklar bu sayıyı düz hesap 30.000'e bile bağlamışlar, arada 3000 kişiyi de bir güzel düzlemişler!) 10 yaşındaki bir kız çocuğu için maharettir elbette. Ama benim için asıl maharet 21 yaşındayken çıkardığı ilk albümü Vows ile etkisi altına aldığı binler, onbinler, yüzbinlerdir. Rakam rakam üstüne ekonomi bültenine dönen bu paragraftan sıyrılıp Vows'un özelliklerine geçelim.

Pop/soul ağırlıklı şarkıların oluşturduğu 11 şarkılık Vows, ilk dinleyişte elinizden düşürmeyeceğinizi anladığınız albümlerden değil. Birkaç kez dinleyip alıştıktan sonra ise elinizden düşürmeden aldığınız yere yumuşak biçimde koyabileceğiniz bir albüm. Herkesi kendisi gibi sanan eleştirmenlerin söyledikleri de bir yere kadar. İsteyen elinden düşürür, isteyen düşürmez. Old Flame, Call Me, The Build Up gibi sıkıntıdan geri sayıma bağladığım şarkılar da oldu. Ama pozitif olalım, güzellikleri öne çıkaralım, olumlu bakalım, güneşi görelim. İşte o güneşi en güzel Settle Down ve Cameo Lover videolarında görebilirsiniz. Adı da Kimbra! Kız o kadar güzel ki, sesi kısıkken izlediğinizde bile (kısa süreli bir ses probleminden dolayı öyle yapmak zorunda kaldım!) bülbüllerin yuvasını yapacak bir sesi kafanızda duyabilmeniz olası. Neyse ki Kimbra'nın 60'ları 70'lere bağlayan bülbül vergisi bir sesi var. Üstelik çok hoş biçimde videosu yapılmış bu iki şarkı Vows'un en iyilerinden ikisi.


Ağzı açık ayran budalası gibi görünmek istemem ama Kimbra'nın güzelliğinden etkilenmeyecek bir varlığı tasavvur edemediğimi belirtmek isterim. Her insanın farklı güzellik tanımlamalarının ötesine geçmiş bir başka güzellik tanımı daha vardır. Kalabalık içinde bile ışığı hemen fark edilen, bilinçaltında birilerini arayan, bulamamanın gizemli çekiciliğiyle gözlerin hep onu aradığı, ona bakmak istediği türden güzelliklerdir bunlar. Bir güzellik yarışmasında hepsi güzel olan, fakat hepsi birbirine benzeyen sıkıcı güzelliklerden ayrı bir boyuttadır bu tasvir. Herkes aynı duyguyu hissetmez. Hatta "o da herkes gibi" der çıkar. Video klip izlemekten artık beynimin kendi saç jölesini üretmeye başladığı bir sırada farkına vardığım işte bu Kimbra güzelliği, bana Settle Down ve Cameo Lover'ı ne derece benimsetmiştir acaba diye düşündüm. İlk elden videosunu görüp duyduğunuz bir şarkı, videosunu görmeden duyduğunuzdan daha avantaj sahibidir bu kesin. Ama aklıma zamanında saçının lülesini bile görmeden dinleyip beğendiğim Feist, Lykke Li, M.I.A., GoldfrappSantigold gibileri geliyor ve iş dönüp dolaşıp yine şarkılara, o şarkılara kanat takan billur seslerin gücüne varıyor. Bu "güzel"ler, kimileri gibi paranın anasını Ga Ga'lamıyorlar belki. Mamafih, bir kişi bile onların gerçeğinin farkına varsa çocuk gibi seviniyorum.

Kimbra'nın "güzelliği sesine ve müziğine yansımış" -haklı- geyiği ile bu konuyu kapatmak can sıkıcı da olsa, "belki albümdeki bazı şarkılardır onu güzel kılan" felsefiliğiyle konuyu tekrar açma girişimlerinde bulunabiliriz. Enfes Settle Down ve Cameo Lover ikilisi yanında, cool swing havasıyla istem içi veya dışı sağa sola salınmalara yol açabilecek Good Intent, vokal yoğunluğuyla mesafeli bir Imogen Heap düşselliği yakalayan Plain Gold Ring, indie pop'un dibine vuran Limbo, dumanaltı soul'un loş kanallarında gezinen Withdraw da albümün kalitesini yükselten anlar. Albümü beğenenlerin kafasında "bir yıldız doğuyor" nidaları belirmiştir muhakkak. Ama o yıldız çoktan doğmuş. Bizim onun yıldız olduğunu anlamamız için bazı "yemin"lere, "adak"lara ihtiyacımız varmış o kadar.

1. Settle Down
2. Cameo Lover
3. Two Way Street
4. Old Flame
5. Good Intent
6. Plain Gold Ring
7. Call Me
8. Limbo
9. Wandering Limbs
10. Withdraw
11. The Build Up

3 Eylül 2011 Cumartesi

Blacklist - Midnight Of The Century


Artık post-punk türünün başkenti ilân edilmesi gereken (belki edildi de benim bilgim dahilinde değil henüz!) New York'tan, yine bu türün ideal ölçütleri sayılması gereken (bu tamamen benim uydurmam!) dört müzisyene sahip Blacklist grubunun 2009 yılında yaptıkları şu ana kadarki tek albümleri Midnight Of The Century'yi dinleme fırsatı elde etmiş bulunuyorum. Bunu bir fırsat olarak kabul etmiş olmak, albümü beğenmiş olmamla aynı şey. "Sıfır tolerans" tamlamasına kafa yorduğum şu günlerde "sıfır nakarat" şeklinde bir konuşma balonunu hep tepemde hissederek dinlediğim albümü beğenmiş olmamı, Losing My Religion'a -haklı olarak- tapan bazı arkadaşlarıma anlatmakta güçlük çekmemin ironisiyle birlikte yaşıyorum. Oysa sıfır nakarat bir albümü beğenmek bana göre çok önemli bir dinleyen testidir. Size enstrümantal bir albümle gelip, "işte sıfır nakarat ve ben beğendim" diyen arkadaşlarınızın şaka ayarlarıyla oynamayın yalnız. Sıfır nakarat içindeki nakaratları keşfedenlerle de irtibatı sakın ola koparmayın. Çünkü onlar bazı şeylere vâkıf olmuşlardır bana kalırsa.

Aslında Losing My Religion'da bile nakarat vardı ama biz göremedik. İşte post-punk'ın bize oynadığı en kurnaz oyunlardan biri bu. Zira new wave kılığına girip bizi bir şarkı formatına ikna etti. Bu ikna ediliş biçiminden hiç şikayetçi olmadık. Çünkü bu müzik, bizi punk müziğin sonrasında oluşturulan yeni dalgada istediğimiz gibi sörf yapabileceğimize, ona tüm masumiyetimizle teslim olabileceğimize, onu kuru gürültüden farklı popüler formatlarda da algılayabileceğimize inandırmıştı sanki. Lirikleriyle George Orwell'dan, Slovenya'lı filozof Slavoj Žižek'ten, Salman Rushdie'den etkilenmiş bir gruptan nakarat namına ne istediğinize bağlı bir durum da var ortada. Herşeyi boşverdiğinizde Flight Of The Demoiselles, Language Of The Living Dead, Odessa, The Believer, Poison For Tomorrow gibi nakaratsızlıklardan duymayacağınız rahatsızlıklardan oluşan bir albüm Midnight Of The Century... Ümitsizce nakarat arayan kulakların kara listesine girmeyi sonuna kadar hak eden bir albüm olarak hem de.

1. Still Changes
2. Flight of the Demoiselles
3. Shock in the Hotel Falcon
4. Language of the Living Dead
5. Odessa
6. Julie Speaks
7. Poison for Tomorrow
8. Frontiers
9. The Cunning of History
10. Worlds Collide
11. The Believer